İslâm inkılâbı, başlı başına ve müstakil ideal kıymetinde, bütün bir teşkilât ve devlet şekli gayesine sahiptir. Bu gayenin ismi, “BAŞYÜCELİK DEVLETİ” ve teşkilâtıdır.
Başyücelik Devleti, Eski Yunan’dan bugüne kadar gelen örnekler arasında misilsiz bir ilerilik ve yenilik temsil ettiği gibi, tarih boyunca gelmiş, ya ferdî, ya içtimaî, yahut da zümrevî irade hâkimiyetine bağlı şekillerden teker teker herbirinin faziletlerini toplayıcı son ve üstün buluştur. Öyle bir buluş ki, İslâm’ın “Şûrâ” ölçüsüne de sımsıkı bağlı…
Tarih boyunca gelmiş devlet şekillerini ferdî, içtimaî veya zümrevî irade hâkimiyeti diye ifâdelendirdiğimiz, mutlakiyet, cumhuriyet veya tek parti diktatoryası olarak üç ana grupta toplayabiliriz. İşte bizim Başyücelik mefkûremiz, bu şekillerin birbirine nisbetle fayda ve mahzurlarına karşı, faydaların herbirinden süzülüp, bütün mahzurların herbirinde bırakıldığı, bir tamamlık ifâdesidir.
Yirminci Asrın ikinci yarısından sonraki devlet ve teşkilât ideali, belki BÜTÜN İNSANLIK KADROSUNDA, bizim Başyücelik mefkûremizden ders ve gıda almaya mahkûmdur. Hasta liberalizm, bâtıl komünizm ve sakat faşizm tecrübelerinden sonra istikbâlin gayesi, belki bütün yeryüzünde, İslâm İnkılâbının bu şubesini benimsemek zorundadır.
Teşkilât cephesi Büyük Doğu İdeolocyası’nda gergef gibi nakışlandırılmış olan bu davanın fikir özü, bir topluluğu, o topluluk içindeki en üstün ruh ve idrak kahramanlarının emir ve iradesine teslim etmekten ibarettir. Açıkçası, her sahadaki idrak soylularının, bir hastahanede ilmî doktorluk hâkimiyeti gibi mutlak hegemonyasını kurmak…
Bu muazzam dava yolunda en kısa ölçü şudur ki, halkı, kendi nefsini aşan hakikî hâkimiyet plânına çıkarmak için onu hakka esir etmekten ve başıboş kalabalıkları başı bağlı münevverler irâdesine tâbi ve mahkûm kılmaktan başka yol yoktur. Hakikatte tam ve mefkûrevî hürriyet ve hâkimiyet demek olan bu zâhirî esaret ve mahkûmiyetten gayrı her şekil, halkın maddesine ve kemiyetine hürriyet verip, onun mânâsını ve keyfiyetini mahrum bırakıcı günübirlik teselli dolaplarından başka birşey değildir. Ve artık 21. yüzyıl, bütün bu dolapların hazin tecrübesini yaşamış, herbirinin buhranı içinde yanıp yakılmış ve hiçbirinde muradına erememiş olmak vaziyetindedir.
İdealsizlikten parça parça kopmaya ve yarılmaya başlayan dünya cemiyetlerine, “ideal üstü mutlak ideal” ile beraber, bağlı olacağı içtimaî nizâm idealini de bizzat bu davanın vadettiğine inanıyoruz.
Doktorların ilme esir oluşu ve keyfî hiçbir temayül sahibi olmayışı gibi, bütün fazilet ve haysiyeti sadece hak ve hakikat bağlılığından ibaret olacak olan gerçek aydınlar hegemonyasının müessise ismi, bizde “Yüceler Kurultayı”dır. Bu kurultayın reis kürsüsünün arkasında, “Hâkimiyet Hakkındır!” cümlesi yazılıdır; ve kanun onun kanunu, devlet onun devletidir. Devletin de, her bakımdan başı bağlı tek fert ve şahsiyet nezdinde mihraklaşmış-remzleşmiş nihaî ve merkezî makam ifâdesi, Başyücelik’tir.
Kaynak: Salih Mirzabeyoğlu, BAŞYÜCELİK DEVLETİ -Yeni Dünya Düzeni-, İBDA Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2004, s. 182-184