MADDÎ İŞGALİN ÖNCÜSÜ MANEVΖKÜLTÜREL İŞGAL
Yabancı akademik, istihbarî ve askerî literatürde remote mind control device, neuro-electromagnetic weapon, non-lethal weapon, directed energy weapon, psychotronic weapon, radio frequency weapon, electromagnetic radiation weapon, psycho-acoustic correction equipment, remote neural monitoring, electronic harassment [1] gibi farklı adlarla anılan, Türkçeye ise Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu tarafından TELEGRAM [2] şeklinde öz ve özlü bir kavram olarak kazandırılan, işleyiş bakımından ise bir ferdin doğrudan beynini hedefleyen bir silâh teknolojisi ve zihin yönlendirme metodu TELEGRAM.
Bu “zihin kontrolü ve yönlendirme” silâhı, teknolojisi ve metodunu pek tanımayan okuyuculara bir fikir verme amacıyla, kabaca da olsa bir tarif veya tasvirle başlamak sanırız yerinde olacaktır.
Ancak bunun için de öncelikle “resmin bütünü”nü görmeye çalışmamızda fayda telâkki ediyor, bu bakımdan en başta KÜLTÜR EMPERYALİZMİ ile TELEGRAM alâkasını göstermek istiyoruz. Kuşkusuz, çapımız ve gücümüz nisbetinde…
Şöyle ki, Batının dünya hâkimiyeti stratejileri çerçevesinde maddî-manevî işgali hedeflenen ferd ve toplulukları KONTROL altına almak için; askerî, siyasî ve iktisadî emperyalizmden önce ve ÖNCÜ olarak, çoğunlukla ilk etapta KÜLTÜR EMPERYALİZMİ devreye sokulur. Veyahud da, askerî işgal hareketi ile zayıflatılmış veya zabtedilmiş bir bölgede sözkonusu işgalin “kalıcılaşması” için, öncelikle ve özellikle KÜLTÜREL İŞGAL kökleştirilmeye çalışılır. Bu sâyede, “hedef” ferd ve toplumların dayandığı dünya görüşü ve değerler dokusu darmadağın edilir ve yerine kolayca BATICI HAYAT TARZI ikame edilir.
Özetle; öncelikle yahud özellikle KÜLTÜREL-MANEVÎ İŞGAL kökleştirilip ruh ve zihinler ifsad edilir, böylelikle düşman işgaline karşı muhtemel direnişin “temel”inin zayıflatıldığı bu çürük zemin üzerinde, bilâhare MADDÎ İŞGAL iyice pekiştirilip kemikleştirilir. Bakınız: Tanzimatla başlayan KÜLTÜREL İŞGAL sürecinin zirve noktası olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin “kurucu felsefe”si ve I. Dünya Savaşı’nda Batının MADDÎ-ASKERÎ İŞGAL hamlesiyle zayıflattığı bir zemin üzerinde, Kemalizmin “rol modelliği” üzerinden birbiri ardınca müslüman dünyada kurulan Batı kuklası rejimler, her köşeyi tutan yabancı askerî üsler…
Çünkü “kültürel işgal” bir kez gerçekleştikten sonra, artık “maddî” işgale karşı muhtemel direniş (!) de işgalcinin kolayca kontrol edebileceği bir nitelik belirtecek, doğrusunu söylemek gerekirse pek bir kıymet-i harbiyesi de olmayacaktır. Bakınız: Dünyada ve ülkemizde bolca örneği görülen, güya Batı karşıtı ancak ruhen, zihnen ve fiilen “Batıcı hayat tarzı”nın fedaîsi tuhaflık veya ahmaklıklar…
TELEGRAM ise, dolaylı ve uzun yollardan ferdin ŞAHSİYET yapısını çökertmek yerine, hedeflenen kişide doğrudan ve kısa yoldan “şahsiyet değişimi” sağlama potansiyeli belirtici ÇOK ÖZEL ve –kobaylar bir yana- ÇOK ÖZEL KİŞİLERİN HEDEFLENDİĞİ bir silâh ki, bu yüzden kültür emperyalizminin de gözdesi…
Zaten kültür emperyalizminin “vasıta” olarak kullandığı siyaset arenası, eğitim müesseseleri, yazılı-sesli-görüntülü basın, sinema sektörü, müzik endüstrisi, uluslararası porno şebekesi, uyuşturucu kartelleri, sanat ve edebiyat çevresi, kısaca “Batıcı hayat tarzı”nı maddî-manevî işgal edilecek toplumlarda yerleştiren bu nev’i merkezlerle, bugün TELEGRAM teknolojisini geliştiren merkezlerin ardındaki BEYİN aynı.
Batı kültür emperyalizminin veya bu bakımdan aynı anlama gelmek üzere Batının yürüttüğü PSİKOLOJİK SAVAŞ’ın önde gelen “teorisyen” kurumlarından TAVISTOCK ve onu teşekkül ettiren “gizli mahfiller” bahsinde, bunu biraz daha yakından göreceğiz.
Kaldı ki, CİHAZLA yapılan bir “zihin kontrolü ve yönlendirme” yolu olan TELEGRAM’la, bir kısmını yukarıda sıraladığımız (basın, eğitim, müzik, uyuşturucu, sinema gibi) diğer CİHAZSIZ “zihin kontrolü ve yönlendirme” yollarının hepsinin amacı TEMELDE ortak: Kişinin mevcud ŞAHSİYET yapısını çökertmek ve Batıya sadık bir MANKURT imâl etmek!
TELEGRAM’la aralarındaki belki en önemli fark ise, TELEGRAM’ın bir “cihazla” yapılıyor ve doğrudan belli bir kişinin fizikî beynini hedefliyor olmasına karşılık, diğerlerinin “psikolojik savaş” dairesinde uzun zamana yayılmış taktiklerle daha çok toplumları veya geniş halk kesimlerini hedefliyor olması.
Diğer yandan, TELEGRAM’ın, toplumları değil de, doğrudan ve sinsice toplum liderlerini hedefleyebilmesi, “onlar” için ayrıca bir avantaj belirtiyor. TELEGRAM araştırmalarının öncü ismi Amerikalı yazar Walter Bowart’ın ifadesiyle, “liderleri kontrol eden, toplumları da kontrol eder” çünkü…
CIA’in deşifre olmuş ve “resmî” temeli 1940’larda atılıp 1950’lerde hayata geçmiş meşhur zihin kontrol projesi MK-Ultra’nın devamı olan bir diğer zihin kontrol projesine MONARCH (Hükümdar) adı verilmesi, sözkonusu ŞAHSİYET DEĞİŞTİRME stratejileri çerçevesinde bizce çok anlamlı.
Kimi TELEGRAM araştırmacılarının tesbitlerine göre, “Monarch” aynı zamanda bir Amerikan kelebeğinin adıdır ve nasıl bu kelebek önce bir “tırtıl” iken (siz Batılı “hükümdar”lara ruhen, zihnen ve fiilen belli bir direniş gösteren “şahsiyet sahibleri” diye anlayın!), sonra “koza” hayatı yaşar ve nihâyet kelebek olursa, tüm bu zihin kontrol projeleri sonucunda da şahsiyetine “Batılı hükümdarlar”ın mührü basılmış birbirinden güzel “kelebekler” (siz Batılı dünya hâkimlerine ruhen, zihnen ve fiiilen teslim olmuş “köleler” diye anlayın!) çıkacaktır ortaya.
Kritik edici “şuur”un direnişini kırmak üzere, KÜLTÜR EMPERYALİZMİNDE, en azından ilk safhada, doğrudan saldırıcı olmaktan ziyâde dolaylı ve süslü, bir deyişle mantıktan çok estetiği mühimseyen, düşünceden çok duygulara hitab eden, “şuur”dan ziyâde “şuuraltı”nı hedefleyen, “dışı şeker, içi zehir”, hattâ çoğu şuurlu olarak bile algılanmayan mesaj ve imajlara özel bir önem ve ağırlık verildiği dikkate alınırsa, Amerikalı romancı Paul Theroux’un “we have colonized their subconscious”, yâni “onların şuuraltlarını sömürgeleştirdik” şeklindeki ifâdesi büyük anlam kazanacaktır.
Büyük Doğu-İBDA’nın defaatle vurguladığı üzere, “bâtıl olanı güzelleştirmek”te Batı adamından marifetlisi yoktur; “plâstisite” hokkabazlığı onların işi. Kültür emperyalizminin bu “genel” niteliği bir yana, aynı emperyalizmin bir diğer hususî “zihin kontrolü ve yönlendirmesi” metodu olarak “şuuraltı mesajlar” konusunu araştırmak isteyecek okuyucularımız, değerli akademisyen Sefer Darıcı’nın “Subliminal İşgal –Bilinçaltımızı Ele Geçiren Mesajlar-” adlı güzel eserine başvurabilir. [3]
Bahsimize bir bütünlük ve perspektif sağlamak açısından lüzûmlu gördüğümüz böyle bir girişten sonra, TELEGRAM’ın –çapımız ve gücümüz nisbetinde elbette- ne olduğu veya olmadığı meselesine artık biraz daha yakından bakabiliriz.
TELEGRAM NEDİR VEYA NE DEĞİLDİR?
“Uzaktan cihazlı elektromanyetik zihin-beden kontrolü ve yönlendirmesi” şeklinde çerçeveleyebileceğimiz TELEGRAM, araştırmacıların kayıtlarına ve mağdurların ifâdelerine göre, ABD, Rusya, İngiltere, Kanada, Çin, Hindistan, Tayvan, Japonya, Almanya, Avusturya, Fransa, Avustralya, İsveç, Danimarka, Norveç, Finlandiya, İspanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, Belçika, Çek Cumhuriyeti, İsviçre, Romanya, Macaristan, Polonya, İrlanda, Sırbistan, Yunanistan, Arnavutluk, Yeni Zelanda ve –maalesef!- TÜRKİYE başta olmak üzere, dünyanın bellibaşlı tüm devletleri (buna Bhutan, Litvanya ve Slovenya gibi haritada zor bulunabilecek küçük ülkeler bile dahil) tarafından muhtelif versiyonları kullanılan, “insanlığa karşı suç” kapsamında olduğu için tüm bu devletlerce “millî güvenlik” bahanesiyle inkâr veya örtbas edilmeye çalışılan, buna rağmen özellikle ABD ve Sovyetler Birliği’nin başı çektiği zihin kontrol projelerinin sayısız resmî, hattâ bazen akademik belgeyle kamuoyuna sızması engellenemeyen, dünyanın her köşesinde münferid veya örgütlenmiş mağdurları bulunan [4], Türkçe kaynaklarda dahi onbinlerce (dünyada yüzbinlerce) sayfalık [5] ve binlerce saatlik sesli-görüntülü materyalle ifşâ edilmiş bir istihbarat, psikolojik savaş, askerî operasyon, zihin yönlendirme, şahsiyet değiştirme ve hem ruhî hem fizikî işkence metodu yahud teknolojisi…
Mirzabeyoğlu’nun dikkatimizi çektiği üzere, aslında “kullananın amacına hizmet eden”, yâni şimdiki gibi kötüye kullanılmak yerine, insanlığın hayrına da kullanılabilecek, hattâ buna yönelik birtakım İKİNCİ DERECEDE “yan ürünler”inin literatüre aksettiği ve özellikle tıbbın hizmetine sunulduğu bir teknoloji bu. TELEGRAM’ı araştıran bazı uzmanların aynen ifâdesiyle, “sağırları işittirebilecek, körleri gördürebilecek” bir teknoloji. Fakat bugün bu amaçla kullanılmıyor ve TELEGRAM teknolojisinin BİRİNCİ DERECEDE “marifetleri”, neredeyse tamamen GAYRİ İNSANÎ yâni ŞEYTANÎ amaçlara tahsis ediliyor.
O hâlde, “kullanılma amacı”ndan dolayı şeytanî bir uygulama olarak nitelendirdiğimiz TELEGRAM’dan ayrı bir yerde, TELEGRAM’da kullanılan sözkonusu teknolojiyi TELEGRAM TEKNOLOJİSİ şeklinde ve yeri geldiğinde müsbet yeri geldiğinde menfî bir nitelemeye tâbi tutmak, bu anlamda “objektif” bir vakıa olarak incelemek de bizce mümkündür. TELEGRAM daima menfî, TELEGRAM TEKNOLOJİSİ ise “yerine göre” menfîdir diyebiliriz bu bakımdan.
Kamuoyuna aksetmemesi için uğraşılan “şeytanî amaçlı” bir teknoloji uygulaması dedik TELEGRAM için. Tüm engellemelere rağmen, yâni bir insanlık suçu olarak “devlet sırrı” maskesi ardında ne kadar gizlenmeye çalışılsa da, yalnızca kullanılan “özel” cihaz ve teknolojinin kimi nitelikleri kamuoyundan saklanabilmiş, zihin kontrolü ve TELEGRAM operasyonlarının varlığı ise tüm dünyada neredeyse tamamen deşifre ve tasdik edilmiştir.
Ancak, resmî devlet organları ve onların güdümündeki basın, tıb ve akademi otoriteleri “saklamak” için yine de pes etmemekte; TELEGRAM gibi insanın hür iradesini yönlendirmeye yeltenen, duygu ve düşünce mahremiyetini ihlâl eden, yetmiyormuş gibi tüm bu müdahaleleri psikolojik ve fizikî işkence seanslarına paralel yürüten bu akıl almaz “insanlık suçu”nun üstünü örtmek istemektedirler. Bunun için ya halkın hiç bilmemesini sağlamaya, ola ki kamuoyuna sızarsa, bu defa da “bu bir komplo teorisidir” propagandasıyla etkisizleştirmeye, TELEGRAM mağdurlarını ise “deli” göstermeye, emirlerindeki hastahânelerin psikiyatri servislerinden bu insanlara “rapor” aldırtmaya çalışmaktadırlar. [6]
Ne var ki, halkın ve kendi sınırlı alanları dışında neredeyse kara cahil olan lâfta uzmanların ilmî, askerî, istihbarî ve teknolojik bilgisizliğine güvenen, doğrusu işin başında gerçekten etkili olan devlet organları veya kuklaları, bugün bu propaganda savaşını da her yerde kaybetmeye başlamıştır. Artık güneş balçıkla sıvanamamakta, internetteki yüzbinlerce sayfalık ve binlerce saatlik sesli-görüntülü yayına ek olarak, zihin kontrolü ve TELEGRAM operasyonlarıyla ilgili her ülkede ardarda ciddi araştırma kitabları hazırlanıp yayınlanmakta yahud tercüme edilip basılmaktadır. Türkçede bile şu ân –sayısız makaleye lâveten- zihin kontrolü ve TELEGRAM konusunda geniş bilgi veren 25 civarında yayınlanmış eser mevcudtur. [7]
Dilerseniz, şimdi bir başka önemli mesele ile, TELEGRAM etrafındaki kavram karmaşası ile devam edelim:
TELEGRAM, “zihin kontrolü ve yönlendirmesi” ÇATI KAVRAMI altında ele alınabilecek sayısız uygulama arasında; askerî, istihbarî ve siyasî amaçlarla kullanılan “özel” bir CİHAZLA yapılması ve bir topluluğu değil de “seçilmiş” tek tek ferdleri hedeflemesi bakımından, diğer tüm zihin kontrolü metodlarından ayrılan “özel” bir teknik ve teknolojidir. Bu bakımdan, “halka TELEGRAM yapılıyor” benzeri bir ifâde tamamen yanlıştır. Bunun yerine, “halka zihin kontrolü ve yönlendirmesi yapılıyor” demek daha doğrudur.
Aynı şekilde, psikolojik savaş çerçevesinde askerî, istihbarî veya siyasî amaçlarla ve tek tek “seçilmiş” ferdlere yönelik yapılan “beyin yıkama” uygulamaları da, şayet beyne sinyaller gönderen ve beynin kendi yaydığı sinyalleri çözen bir CİHAZLA yapılmıyorsa, yine TELEGRAM değildir ve bu da ancak “zihin kontrolü ve yönlendirmesi” çatı kavramı altında değerlendirilebilecek bir diğer alt şûbedir.
Kısacası, “cihazlı” TELEGRAM dahil hepsi “zihin kontrolü ve yönlendirmesi” çerçevesinde değerlendirilebilecekken, bu çatı kavramı altında sayabileceğimiz TELEGRAM, psikolojik savaş kampanyaları, propaganda teknikleri, beyin yıkama, şuuraltı mesajlar, hipnoz, uyuşturucu, kimyevî maddeler veya ilaçlar, nörolojik implantlar, beyne cerrahî uygulamalar, eğitim, müzik, sinema, basın, NLP ve tüm diğerleri, bir nev’i ALT ŞÛBE niteliğindedir ve hepsi ayrı ayrı ele alınmalı, hepsi birbiriyle ilgili olsa dahi bir diğeriyle karıştırılacak, yâni bir kavram karmaşasına yol açacak şekilde adlandırılmamalıdır.
Öte yandan TELEGRAM, bütün bu alt şûbe niteliğindeki zihin kontrolü ve yönlendirmesi metodlarının hepsinin bilgi, tecrübe, teknik ve teknolojileri üzerinde yükselen, hepsinden kendisine lâzım olanı alıp kullanan, ancak sadece kendisine has bilgi, teknik ve teknolojilerle de teçhiz edilmiş bulunan, doğrudan beyni hedefleyerek hem zihni hem bedeni manipüle edebilen, en gelişmiş ve en etkili “zihin kontrolü ve yönlendirmesi” uygulamasıdır diyebiliriz.
TELEGRAM’ın bir CİHAZLA yapıldığını söylemiştik. Yine vurguladığımız üzere, beyne elektromanyetik sinyaller gönderen, beyin vasıtasıyla zihne ve bedene tesir eden, diğer yandan beynin kendi yaydığı elektromanyetik sinyalleri de deşifre edip cihazın başındakine gönderen TELEGRAM cihazı, askerî, istihbarî ve siyasî amaçlarla “hedef” veya “kobay” seçilen kişilere karşı uygulanmaktadır. Bu bakımdan, “Beyin Bilgisayar Arayüzleri – BCI”, “Elektro Beyin Grafisi – EEG”, “Transkranyal Manyetik Uyarım – TMS” veya “Manyetik Rezonans Görüntüleme – MRI” teknolojisi kullanılarak TIBBÎ veya İLMÎ amaçlarla gerçekleştirilen benzer birtakım uygulamalarla, yâni teşhis ve tedavi amaçlı yahud nörolojik araştırma maksadlı uygulamalarla karıştırılmamalıdır.
Aynı şekilde, sözkonusu tıbbî veya nörolojik uygulamalara TELEGRAM, bu çerçevede kullanılan cihazlara da TELEGRAM CİHAZI denilmemelidir. Çünkü TELEGRAM cihazında tüm bu cihazların teknolojisi TELEGRAM’ın kendi amacı ve fonksiyonu için “gerektiği kadarıyla” kullanılsa bile, gerçekte çok daha ileri ve inanılmaz “marifetleri” olan bir teknoloji, üstelik tıbbî veya ilmî değil, askerî, istihbarî ve siyasî amaçlarla kullanılan bir teknoloji sözkonusudur. Kaldı ki bahsi geçen tıbbî veya ilmî amaçlı cihazlar, “yakın temas”la iş görebilen çoğu elektrodlu, bobinli, kabinli veya kablolu kullanımı gerektirmekteyken, TELEGRAM cihazı “hedef” veya “kobay” kişiye tesir etmek için elektrod, çip, implant, bobin, kabin veya kablo gibi herhangi bir vasıtayla irtibat yahud yakınlık gerektirmemektedir.
Şu hâlde, bahsi geçen tıbbî veya nörolojik cihazlar, her ne kadar beyni elektrikle uyardığında, beyne manyetik bir alan uyguladığında, beyne elektromanyetik sinyaller gönderdiğinde veya beyin sinyallerini çözümlediğinde kişide TELEGRAM’ın da yol açtığı bir kısım psikolojik veya bedenî tesirler doğursa yahud beyin faaliyetinin nasıl anlamlandırılabileceğine dair birtakım kesin veriler sunsa da, hattâ böylece TELEGRAM cihazının elektromanyetik tesirine veya beynin elektromanyetik faaliyetinin deşifresine dair çok değerli ve aydınlatıcı fikirler verse de, yine de TELEGRAM’ı ve ona “özel” cihazı açıklayamamaktadırlar.
Meselâ, TELEGRAM’daki (Faraday kafesi gibi) her nev’i izolasyon engelini kırıcı dalgalar kullanılarak TELEGRAM cihazının başındakiyle hedef kişi arasında gerçekleştirilen –Mirzabeyoğlu’nun benzetmesiyle “ceb telefonu” misâli- karşılıklı sesli veya sessiz “ânlık” konuşmayı, hedef kişinin duygu ve düşüncelerine “ânlık” olarak nüfûz etmeyi, bu çerçevede hedef kişinin sessiz düşüncelerini bile almayı, hedef kişiye fotoğraf veya film formunda görüntüler göndermeyi, hedef kişi beş duyu yoluyla ne algılıyorsa onu cihazın başındakine de aynen ulaştırmayı, sahte rüyalar oluşturmayı, cihazda konuşan kişinin sesini başka kişilerin sesine dönüştürmeyi, kanlı canlı “simülasyon” türü kurgular yaşatmayı, uzaktaki sesleri yakınlaştırmayı, hedef kişi ister okyanus dibine ister gökyüzüne isterse dünyanın öbür ucuna gitsin yine de ulaşıp musallat olan “alıcı-verici” ilişkisini maalesef izah edememektedir bu tıbbî veya nörolojik cihazlar.
Merhum Prof. Haluk Nurbaki, “faks cihazının icadıyla halkın kullanımına sunulması arasında insan ömrü kadar bir zaman dilimi vardır” [8] der ki, TELEGRAM TEKNOLOJİSİ için bu tesbit özellikle doğrudur.
Bu yüzden, TELEGRAM’ı ve “askerî sır” olan gizli teknolojisini anlamanın ve doğrulamanın en garantili yolu, sansürlü ve bandrollü basında veya akademik literatürde “her şey”i bulacağımızı zannetmek nev’inden nâfile bir arayışa girmek yerine, TELEGRAM hedefi Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “eserde müessiri görmek” şeklinde vurguladığı prensibi başa almak, tüm dünyada TELEGRAM mağdurları ne anlatıyor, asıl buna kulak vermektir. En başta da, dünya çapında bir fikir adamı olarak, TELEGRAM bahsini başka hiç kimsenin başaramadığı bir genişlik ve “çok katlı” bir derinlikte işleyen, bu çizgide muazzam bir nefs, dünya, kâinat ve tarih muhasebesi ortaya koyduğu onlarca eser veren, TELEGRAM FEYLESOFİSİ’nin de kurucusu Salih Mirzabeyoğlu’nun söylediklerine dikkat kesilmektir.
Burada, niçin başkası değil de Mirzabeyoğlu’nun TELEGRAM’a hedef seçildiği sorusu gündeme gelmelidir ki, bunun belki de ilk cevabı, KÜLTÜR EMPERYALİZMİ’ne ve takibçisi SİYASÎ, ASKERÎ, İKTİSADÎ İŞGAL’e karşı Üstad Necib Fazıl’ın devâsa bir külliyat ve muazzam bir aksiyonla başlattığı, O’nun da (şu ân için) 57 dev esere ulaşan fikriyatı ve boyun eğmez aksiyonuyla sürdürdüğü “İSLÂM RÖNESANSI” mücadelesinin, Batılı efendiler ve Batıcı uşaklar için “baş tehdit” arzedecek çapa erişmesidir. Kültür emperyalizminin başka herkesi en ufak fiskede teslim alan tüm öbür vasıtalarının O’na zerrece işlememesi dolayısıyladır ki, O’na ve hızla zafere yol alan mücadelesine karşı aynı emperyalizmin en gözde ve en etkili silâh addettiği TELEGRAM’dan medet umulmuş, bu yolla bir yandan artık fikir üretemez hâle gelmesi istenmiş, diğer yandan da “gaibten sesler duyan adam” şeklinde itibarsızlaştırılıp fikirlerinin tesirsizleştirilmesi hedeflenmiştir. Gerçi bunlar da Mirzabeyoğlu tarafından çökertilmiş, O’nun TELEGRAM sürecinde ve TELEGRAM vesilesiyle ürettiği müthiş eserlerle kültür emperyalizmine çok daha büyük bir darbe vurulmuştur , orası ayrı.
Sonuç olarak, TELEGRAM bahsinin kültür emperyalizmine karşı “bizim için” ne ifâde ettiği meselesi son derece önem arzediyor ve özellikle ele alınmayı gerektiriyor. [9]
KÜLTÜR EMPERYALİZMİNİN VE TELEGRAM’IN ARDINDAKİ GÜÇLER
Dünyanın en önemli “savunma sanayii” yayınlarından meşhur Amerikan “Defense News” dergisinde 1993 yılında Barbara Opall imzasıyla yayınlanan aşağıdaki haber, TELEGRAM’ın iki ağababasını ve aralarındaki TELEGRAM kardeşliğini hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak netlikte ifşâ eder:
– “ABD RUSYA’NIN ZİHİN KONTROL TEKNOLOJİSİNİ KEŞFEDİYOR –ABD ve Rusya, Zihin Kontrol Teknolojilerini Emniyet Altına Almayı Ümid Ediyor-
Rus hükümeti, dost kuvvetlerin savaşma kabiliyetlerini arttıracak ve düşmanları demoralize edip savaşma isteklerini kıracak zihin kontrol teknolojilerini mükemmelleştirmek amacıyla çalışmalarına hız verdi.
ABD ve Rus yetkilileri, akustik psiko-düzeltme olarak bilinen, gerek sivillerin gerekse askerlerin zihinlerini kontrol etme ve davranışlarını değiştirme kabiliyeti konusundaki çalışmalarda elde ettikleri bilgileri pek yakında paylaşacaklarını açıkladılar.
Kaynakların açıklamalarına göre; Rus hükümeti, gelişmiş ABD-Rus ilişkileri politikasının ruhuna uygun olarak, bu teknoloji etrafındaki esrar perdesini ABD’ye aralayacak.
Kaynaklara göre, Ruslar’ın pek çok başarılı laboratuvar testinden elde ettiği bilgiler; ayaklanmaları bastırmak, muhalifleri ve gayri memnunları kontrol etmek, düşman kuvvetleri demoralize edip, etkilerini kırmak ve özel dost kuvvetlerin operasyonel performansını arttırmak için kullanılabilir.
Hükümetçe fon desteği sağlanan Moskova Tıb Akademisi bünyesinde faaliyet gösteren Psikolojik Düzeltme Departmanı, insanların şuuraltına, entellektüel fonksiyonlarını inkıtaa uğratacak bir takım spesifik emirler iletmek için çalışıyordu.
Uzmanların ifâdelerine göre laboratuvar ortamında yapılan deneylerde, insanlar bu tür akustik emir bombardımanına ancak bir dakika dayanabiliyor ve sorgusuz itaat ediyorlar. Dahası uzmanlar, on yıllar boyunca milyonlarca ruble harcanarak devam ettirilen çalışmalar sonucunda, gönüllü de olsalar gönülsüz de olsalar, insanların davranışlarını değiştirme imkânına kavuşulduğunu iddia ediyorlar.” [10]
Yukarıdaki habere göre TELEGRAM teknolojisinin iki öncüsü her ne kadar ABD ve dünkü Sovyetler Birliği veya bugünkü Rusya (ki “psikotronik silâh” veya “psiko-akustik düzeltme” terminolojisini tercih ederek kendi araştırmalarını ayrıca yürütmüştür) olarak gözükmekteyse de, özellikle ABD bakımından bu yalnızca bir “görüntü”dür. Görüntünün altını biraz kazıdığımızda, “resmen” 1921’de Londra’da kurulan; İngiliz kraliyet ailesinin yanısıra Rotschild ve Rockefeller gibi mason ve siyonist seçkin ailelerin, İngiliz istihbaratçıların, Freud (Tavistock Kliniği’nin önünde heykeli vardır) ve Jung gibi önde gelen psikoloji devlerini de arasına katacak uzman bir tıb kadrosunun işbirliğiyle teşekkül ve tekemmül ettirilen; zihin kontrolü ve TELEGRAM projelerinin teorik ve pratik altyapısını hazırlayan ve bu projeleri tüm dünyada koordine eden İngiliz orijinli TAVISTOCK şebekesi karşımıza çıkar.
İngiliz istihbarat örgütü MI-6’nın eski ajanı ve dünyayı yöneten gizli “seçkinler”i deşifre eden “300’ler Komitesi” kitabının yazarı John Coleman’ın “The Tavistock Institute of Human Relations: Shaping the Moral, Spiritual, Cultural, Political and Economic Decline of the United States of America – Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü: Amerika Birleşik Devletleri’nin Ahlâkî, Mânevî, Kültürel, Siyasî ve İktisadî Çöküşünü Şekillendirmek” adlı İngilizce eseri, sadece TELEGRAM’ın değil, onun da bir parçası olduğu KÜLTÜR EMPERYALİZMİ’nin arkasındaki resmî veya gayriresmî mihrakları ve bunların bugün hepimizin karşı karşıya olduğu eğitim, din, siyaset, ekonomi, yazılı basın, radyo, televizyon, sinema, müzik, sanat, edebiyat, aile hayatı, iş hayatı, toplum hayatı, cinsiyet ve diğer sayısız alandaki taktiklerini kavramak bakımından, araştırmacılar için zengin bir kaynak değerindedir. [11]
TAVISTOCK şebekesi, başlangıçta I. Dünya Savaşı sırasında “savaş travması” yaşayan askerleri “psikolojik” olarak rehabilite etme masum amacıyla teşekkül ettirilmiş bir klinik gibi gözükse de, gerçekte “tek dünya devleti” amacı güden siyonist ve mason seçkinlerin dünya kontrolü için gereken teorik, akademik ve pratik araştırmalarını koordine edecek bir “çatı örgütü” olarak günden güne geliştirilmiş, Rockefeller ailesinin finansmanıyla önce 1946 yılında “enstitü” olarak yeniden yapılandırılmış ve giderek KÜLTÜR EMPERYALİZMİNİN BEYNİ bir şebeke vasfıyla tüm dünyayı kuşatan bugünkü ahtapot hâlini almıştır. Öyle ki, emrindeki çok sayıda “think tank – düşünce kuruluşu”, üniversite, hastahâne, askerî laboratuvar, sanayi ve basın kuruluşu bünyesinde onbinlerce uzman çalıştıran bir organizasyon ağıdır bugün TAVISTOCK. 1953 yılında CIA’in hayata geçirdiği meşhur MK-Ultra zihin kontrolü projesi başta olmak üzere, şimdiki TELEGRAM’ı doğuran uğursuz projelerin ve kültür emperyalizmi taktiklerinin belki bir numaralı teorisyeni de odur. TAVISTOCK’un sözkonusu “zihin kontrolü” uzmanlığıyla ne çapta bir ağ kurduğunu merak edenler, emekli binbaşı Erol Bilbilik’in “İşgal Örgütleri: CIA, NATO, AB” adlı eserine başvurabilir. [12]
TAVISTOCK üzerinde biraz daha derinleşildiğinde karşımıza çıkacak şaşırtıcı bir diğer gerçek de, TAVISTOCK’un ardındaki Rockefeller, Rotschild ve Warburg gibi siyonist ve mason “elit-seçkin” ailelerin, tüm bu zihin kontrolü araştırmalarını II. Dünya Savaşı sırasında –görünüşte Nazi karşıtı kampta yer almalarına rağmen!- Nazilerle işbirliği hâlinde sürdürdükleridir. Öne sürdükleri bahane de, “savaşın ilmî (!) araştırmayı engellememesi gerektiği”dir.
Toplama kamplarında binlerce insanın ölümü pahasına Dr. Josef Mengele gibi Nazi kasabları tarafından yürütülen “travma temelli zihin kontrolü” ve “mükemmel robot insan” üretme projelerinden elde edilen zengin (!) tecrübe, savaştan hemen sonra tüm bu ilim (!) adamlarının “Ataç Operasyonu – Operation Paperclip” ile ABD ve Güney Amerika’ya transferi neticesinde, bugünkü TELEGRAM’a giden uğursuz yolu döşer.
Sözkonusu gizli transferle muhtelif sahalarda uzman yaklaşık 5000 Nazi ilim adamı Amerika kıtasına getirilir ki, “Ölüm Meleği” Josef Mengele de bunlardan biridir. Mengele ve diğerlerinin “tecrübe”si, öncesindeki küçük çaplı başka zihin kontrolü projelerine katkı sağlasa da, asıl 1953’te başlatılan meşhur MK-Ultra ve “MK” ile başlayan diğer projelerin belki en önemli belkemiğini teşkil eder.
Bu projelerin kod isimlerinin başına getirilen “MK” ibâresi, kimi araştırmacıların ifâdesine göre, Almanca “Meinung Kontrolle” yâni “Zihin Kontrolü”nün yahud yarı İngilizce yarı Almanca “Mind Kontrolle”nin baş harfleridir.
Anlaşılacağı üzere TELEGRAM, Nazilerin toplama kamplarında tatbik ettiği “travma temelli zihin kontrolü” projesinin, artık “uzaktan elektromanyetik dalgalarla” gerçekleştirilen en gelişmiş versiyonudur.
Nazilerin dünya mason ve siyonist “seçkin”leriyle olan ilişkisinin “Faşist ve Sosyal Darwinci” kökleriyle ilgili olarak, Amerikan derin devletinin “çok şey bildiği” için katlettiği TELEGRAM araştırmacısı Jim Keith’in “Amerikan Derin Devleti ve Beyin Yıkama Operasyonları” adlı eseri müthiş öğreticidir. [13]
“Sosyal Darwinci” demişken, Kültür Emperyalizminin arkasındaki “seçkin” siyonist ve masonların inandığı bu dünya görüşüne “kafatası ölçümleri” yaptırtacak kadar candan inanan bir kişi daha vardır tarihimizde. Taha Akyol’un ifâdesiyle 1924’den sonra ağzından veya kaleminden hiçbir “antiemperyalist” söz dökülmeyen, yine Taha Akyol’un tesbitiyle “İngilizlerle artık açıktan açığa yakınlık kuran” bu kişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Batının İslâm dünyasında görmek istediği şahsiyet tipinin meşhur “rol modeli” Mustafa Kemal Atatürk’ten başkası değildir. [14]
Malûm olduğu üzere, Batının ÖNCÜ KÜLTÜREL İŞGAL’i onun devrinde ve devrimleriyle, hani şu meşhur “kurucu felsefe”yle Anadolu’da kökleştirilmiş; siyasî, askerî, iktisadî MADDÎ İŞGAL de “tabiî olarak” hemen bu “manevî işgal”in peşisıra gelmiştir. Bugünün gizli açık 100 küsur Amerikan ve NATO üssünün RAHATÇA Anadolu’ya kazık çakmasının temelinde yatan “gerçek” tam da budur.
Bilvesile, Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, kendisine sorulan bir soruya bakınız nasıl cevab veriyor:
– “Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki Müslüman-Bolşevik kimliğini bir kenara bırakırsak, samimiyetle inanıp dile getirdiği fikrî hayatında kimlerden etkilendi?
Bir konu üzerinde derinlemesine okumaktan çok, dediğim gibi tercüme dergilere yansıyan yayınları izliyor. 1925’e kadar daha popüler bir bilimi izliyor. Ve Türkiye’ye yansıyan şeklinden de ciddi biçimde etkileniyor, mesela Ludwig Büchner’in Madde ve Kuvvet kitabından yahut Draper’in Din ve Bilim Çatışması ki Abdullah Cevdet çevirisiyle bu kitap aynı zamanda çok ciddi bir İslam eleştirisidir. Gökalp üzerinden Durkheim’den etkilenmiştir, SOSYAL DARWİNİZM’den çok ciddi etkilenmiştir. Yani Darwin’in kuramının toplum hayatında geçerli olacağı görüşünden, zayıfın daima güçlüye karşı mağlup olacağı fikri. Ve tabiî çevreye daha fazla uyum sağlayanın daha kalıcı olacağı inancı. Savaş için de, toplumsal hayat için de geçerli olan bu diye inanıyorlar. Bu fikir Batıda da savaşın meşrulaştırılmasında etkili oldu. Atatürk bu saydığımız kitapların Türkçe tercümelerini okuyor. Ancak 1930’dan sonra çok ciddi bir okumaya girişiyor. Özellikle antropolojik çalışmalar üzerine çok okuyor. Sonunda şunu söyleyebiliriz, Fransa’da ”asır sonu dünyası” denen ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar uzanan dönemin ve bu dönemin, bu dünyanın ürünü olan pek çok fikri benimsemiş biri Atatürk.” [15]
Netice olarak, TELEGRAM’ın ve onun en gözde silâhı olduğu KÜLTÜR EMPERYALİZMİ’nin ardında ilk bakışta iki süpergüç olarak ABD ve Rusya görünmekteyse de, özellikle Batı dünyası çerçevesinde biraz daha derinlere inildiğinde, bu kez İngiltere ve Nazi Almanyası, hepsinin arkasında da –sevgili yavruları İsrail de hâliyle dahil olmak üzere- siyonist ve mason “seçkin” aileler karşımıza çıkmaktadır. Bunlar, “dünyayı yöneten” kimine göre 300, kimine göreyse 13 ailedir. [16]
Türkiye’yi de, ne şu parti ne de bu, Mirzabeyoğlu’nun teşhisiyle “3000 AİLE”nin yönetmesi gibi!..
1978 yılında kaleme aldığı “Operation Mind Control: Our Secret Government’s War Against Its Own People – Zihin Kontrol Operasyonu: Gizli Hükümetimizin Kendi Halkına Karşı Savaşı” [17] adlı kitabla bir çığır açan ve Amerikan hükümetini de yöneten ama kendileri ön plânda gözükmeyen “gizli” seçkinlerin “zihin kontrolü” projelerini ifşâ eden Walter Bowart’ın kullandığı bir kavram dikkat çekicidir: KRİPTOKRASİ. Kriptokrasi yâni “gizlilik idaresi” tesbiti, bugün çoğu devletler kadar, dünyanın da gerçekte hangi “rejim”le yönetildiğini sergilemesi bakımından bizce çok önemli.
Bu “gizli” seçkinlerin kimliği, niteliği ve nasıl iş gördükleri, bugün tüm dünyada artık çok iyi bilinen bir gerçek. Kimilerinin “İlluminati”, kimilerinin “Tek Dünyacı Elit”, kimilerinin “300’ler Komitesi”, kimilerinin “13 Siyonist Mason Aile” dediği bu gizli dünya hâkimlerini Üstad Necib Fazıl, hem de daha 1940’lardan başlayarak “BEYNELMİLEL YAHUDİLİK” olarak ilân etmiş, dış çember ve maske olarak o geniş masonluğu kullanan fakat çok gizli bir iç çemberde kendi “dünya imparatorluğu”nun entrikalarını hazırlayıp her yerde fiiliyata döken VATANSIZ “siyonist” çekirdeğe dikkat çekmiştir. Üstelik, İsrail’in bir “görüntü” olduğunu, aynı şekilde –Henry Ford’un yazdıklarını tasdik ederek- ABD’yi de bir “üs” olarak kullandıklarını, ama asıl tüm dünyaya kök salan ve tüm dünyayı yöneten bu “gizli” çekirdeğe dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Kimilerinin daha yeni farkettiği “İlluminati” denilen oluşuma da –adını ve kurucusunun ismini vererek!- yine 1940’larda atıf yapmıştır. Üstad’ın Büyük Doğu’larda müstear isimlerle yayınladığı yazılar derlenerek hazırlanmış “Yahudilik – Masonluk – Dönmelik” adlı eser, bu bakımdan çok dikkatle okunması gereken bir hazinedir ki, bir fikir vermek için biz yalnızca birkaç kısa iktibasla iktifâ edeceğiz:
– “İsrail dışı ve göze görünmez imparatorluğu içinde yahudi, daima (Site)lerde, (Metropol)lerde büyük şehirlerde kümelenmiştir. (…)
Masonluk, (Büyük Doğu)nun, ilk sayılarından beri üzerinde durduğu baş meselelerden biridir. Bu dâvanın iç yüzünü, sırlarını, pek girift mimarîsini ifade için kitaplık çapta büyük tahlil ve terkip cehdlerine ihtiyaç vardır.
Gerileme tarihimizden sonra izmihlâl tarihimizin başlıca müessiri olan ve gizli Yahudilik saltanatının şeref tacını taşıyan bu korkunç müessiseyi en mahrem maktâlarına kadar tanımak, mukaddesatına bağlı ve fikir haysiyetine mâlik her Türk için sadece bir borç değil, tarih boyunca bir çok hâdise ve inkılâbın iç yüzüne nüfuz ve yeni bir dünya görüşüne vüsul bakımından da başlı başına bir yoldur. (…)
1914 tarihinde münteşir ve son derece mahrem Mason talimatnamesinden derlediğimiz bu merasim, hakikatte gizli plânla da bütün devletlere ve hükûmetlere hükmeden Masonların, çocukları bile kahkahayla güldürecek şekilde ve sadece esrarlı (!) olmak için ne gülünç tertiplere başvurduklarını gösterir. Fakat bu merasimdeki ahmaklık ifadesine bakıp da onları mühimsememek ve tâundan ağır içtimaî illet cephelerini azımsamaya kalkmak en büyük hata olur.” [18]
Kültür emperyalizmini, ferd, toplum, devlet ve dünya çapında nakış nakış ördükleri bir AĞ ve kaçacak delik bırakmayacak sağlamlıkta inşâ ettikleri bir KAFES hâlinde, kısaca BATICI HAYAT TARZI diyebileceğimiz bir nitelikte özellikle son birkaç yüzyıldır insanlığa dayatan siyonist, mason ve “tek dünya devleti” kurma heveslisi “seçkinler”in içyüzünü sergileyen çok sayıda eser var piyasada. [19] Elbette bunlar “komplo teorisi” (!), kuklalarının yazdıklarıysa “ilim, bilim, hakikat” (!).
Doğrudur, en son ve en etkili silâhı TELEGRAM olan, insanlığa kasdetmiş şeytanî bir “komplo”dur karşı karşıya bulunduğumuz. [20]
PARAPSİKOLOJİNİN YENİ ADI: PSİKOTRONİK
TELEGRAM’ı araştırmak, inanıyor ve umuyoruz ki, BEYİN ve ŞAHSİYET OLUŞUMU üzerindeki ilmî, askerî ve istihbarî araştırma ve uygulamaların bu yüzyıldaki başdöndürücü ilerlemesinin ortaya çıkardığı sonuçları öğrenerek, kişinin dilediği her alanda bizzat kendisinin ve çevresinin zihnî potansiyellerini geliştirme imkânı sunması yanında, dünyadaki ilmî ve teknolojik gelişmenin o âna kadar belki hiç farkına varmadığı sahalarına yönelik her anlamda “verimli” bir ilgi ve bilgi de doğuracaktır kişide. Başlangıçta belki entellektüel bir merakla yöneldiği TELEGRAM sahası, her bakımdan “işe yarar” sıçratıcı bir fikir ve ilim zevkinin pekişmesine vesile olacaktır kendisinde.
Bu fikir ve ilim zevkinin, bildik türden “akademik” bir ilgiden ibaret olduğu düşünülmemelidir. TELEGRAM bahsinin kapısını araladığı belki asıl ÇARPICI dünya, bu “silâh”ı kullananların da başvurduğu OLAĞANÜSTÜ birtakım metodlar, teknikler, enerjiler ve inanılması güç de gelse, akademik araştırmalarla harmanlanmış “gizli ilimler”dir.
İBDA’nın KENDİNDEN ZUHUR prensibinin bir yönü, nasıl kişide mevcud gizli potansiyellerin en ileri seviyede geliştirilmesine dairse, bir diğer ifâdeyle nasıl kişinin doğarken kendisiyle birlikte getirdiği tohumun meyve verici bir ağaç hâlinde inkişâfı hedeflenmişse, TELEGRAM’cı dünya hâkimlerinin kendileri ve sadık kulları için istediği de “bir bakıma” bu çerçevededir. Ne var ki onların dileği “herkes”in iyiliği veya gelişimi değildir. Sadece “seçilmiş” yarı-tanrılar olarak gördükleri nefsleri ve “asil soyları” için bunu istemekte, kırıntısını “ödül” olarak uşaklarına dağıtmayı öngörmekte, bunların dışında kalan herkesi ise ya zihni yönlendirilmiş birer MANKURT olarak istihdam etmeyi veyahud da fazlalık görüp tasfiye etmeyi hedeflemektedirler.
İşte bu amacın gerçekleşmesi için akademinin bildik MATERYALİST AKILCI kalıblarıyla yetinmemekte, kendilerinin insanlığın ilk günden bugüne sahib olduğu gizli açık bütün ilim, beceri ve tekniklerin “sırlarına” vâkıf olmak zorunda “seçkinler” olduklarına yönelik inanç ve kibirleriyle, GİZLİ İLİMLER, MİTOLOJİLER, SIRADIŞI KABİLİYETLER, ALTERNATİF ENERJİLER, TÜM DÜNYA DİNLERİNDE RASTLANAGELMİŞ OLAĞANÜSTÜLÜKLER üzerinde de olanca ciddiyetleriyle yoğunlaşmaktadırlar. Mirzabeyoğlu’nun ifâdesiyle, “MATERYALİST MİSTİK” bu yeni yaklaşımı kucaklamaktan zerrece çekinmemektedirler.
Tüm bu araştırmalarının vardığı nokta ise, aşkın ve kendilerine hâkim bir yaratıcı fikri olmayıp yahud bundan ziyâde, aslında kendilerinin “ilâhî varlıklar” oldukları; diğer bir deyişle, alelâde kalabalıklardan farklı olarak, içlerindeki “ilâhî” enerji, bilgi ve potansiyelle irtibat kurabilen “yüksek şahsiyetler” olduklarıdır. Keyiflerince yorumladıkları birtakım PARÇA unsurlara sıkça başvursalar bile, BÜTÜN olarak “müesseseleşmiş din – örgütlü din” dedikleri semâvî dinlere çoğu düşmandırlar. Bunun yerine, oradan buradan devşirdikleri unsurları bir “çorba”da katıştırarak kendi putunu kendi yapar, gerçekte kendi nefsine tapar NEW AGE “inançlı”larıdır bunlar; “mutlak ilâhî kanun” tanımayan lâik veya seküler zihniyet sahibleridirler.
Çoğu “yaratıcı yoktur” demezler, çoğu “mutlak hâkim bir yaratıcı vardır” da demezler, “tanrı benim içimdedir, ben o tanrıdan bir parçayım, yâni ben bizzat tanrıyım, kozmik enerjinin veya kozmik şuurun seçkin temsilcisiyim” derler. Modern fiziğin, özellikle Kuvantum Fiziği’nin terminolojisi, ihtiyaç duydukları ilmî ve ciddi görüntüyü kendilerine sağlamakta, “eklektik-senkretik” yâni BULAMAÇ bu yeni “din” veya “kült” arayışlarının niçin “dalgalar” ve “enerjiler” üzerinden kendisini ifâde etmeye çalıştığını açıklamaktadır. Yaratıcıya şeksiz şübhesiz iman ve itaat mi? O da “cahil garibanlar” içindir onlara göre. Daha fazla uzatmadan, Şafak Başkaya’nın “New Age Hareketi: Modern Bir Dinsellik Biçiminin Sosyo-Kültürel Analizi” başlıklı yayınlanmamış yüksek lisans tezi, bu konuyu etraflıca araştıracak olanların mutlaka başvurması gereken bir kaynak bizce. [21]
Bu “her şeyi bilir ve her sırra vâkıf” (!) yarı-tanrı dünya hâkimleri, DİNLER veya PARAPSİKOLOJİ alanındaki olağanüstülükleri de, gerçekte “insan”ın kendi “gizli” yüksek şuur ve enerjisinin bir ifâdesi olarak görür, kutsallık atfetmedikleri ilmî bir fenomen, bildik fizik kurallarıyla izah edilemese de kendine göre “tabiî” kanunları olan hâdiseler olarak değerlendirirler. Bir başka deyişle, bizim “aydınlanmacı” (!) yobazlar gibi “yok böyle şeyler” demezler. Sokaktaki “insan”ı, kendinde mevcud “yarış arabası” potansiyelinin farkında olmayan ve bu olağanüstü gücünü kullanmayı öğrenmeksizin bir ömür “at arabası” kalan güdükler olarak görürler ki, doğrusu haksız da değiller.
Peki olağanüstülüklere karşı bu “açık fikirli” tutumları onlara ne kazandırmıştır? Ahiretlerini kaybetmişlerdir belki ancak bugün bir şekilde dünyaya hükmettikleri, bu vesileyle TELEGRAM gibi kültür emperyalizminin en “nâdide” silâhını icad ettikleri ortadadır. Bu yarı-tanrılar (!), artık kendilerine “köle insan” yaratmanın sırrına erdiklerini düşünmekte; insan şahsiyetini biçimlendirmenin her türlü kültürel, ilmî, teknolojik ve askerî teçhizatına sahib olduklarına inanmaktadırlar. SİBERNETİK de zaten bunun için –belki buldukları değil ama- geliştirdikleri bir diğer disiplindir. 1964’da şöyle der CIA Başkanı Richard Helms:
– “Sibernetik, bir çocuğun karakterine bir şekil vermekte, bilgiyi ve tekniği telkin etmekte, tecrübeyi bir araya getirmekte, sosyal davranış biçimlerini kabul ettirmekte kullanılabilir. Bu fonksiyonların tamamı, kişinin gelişme sürecinin “kontrolü” şeklinde özetlenebilir.” [22]
Sadece “sibernetik” destekli değil, diğer sahaların yanısıra, psikoloji, parapsikoloji, mitoloji, sosyoloji ve antropoloji destekli “multidisipliner” bir BİLİM’dir onlar için zihin kontrolü ve TELEGRAM. Eski İngiliz istihbaratçısı John Coleman’ın hem CIA hem MI-6 için söylediği de budur:
– “Zihin kontrolü ve davranış değiştirme uygulamasının şef seviyesindeki tatbikatçılarının çoğunun, çok farklı fikir ve inançlardan kültleri kucaklayan gizli cemiyetlerle, özellikle Isis-Osiris, Kabala, Sufî, Kathar, Bogomil, Bahaî, Manici mistisizmle dün ve bugün yakından ilgili oldukları not edilmelidir. (…)
Mutlak bir kesinlikle söyleyebilirim ki, İngiliz istihbaratı MI-6 ve CIA görevlileri, TAVISTOCK’ta metafizik, zihin kontrolü, davranış değiştirme, beş duyu dışı idrak, hipnoz, gizli ilimler, satanizm, İlluminati ve Manici kültler üzerine eğitim alıyorlar.
Bunlar, ortaçağların kalıntılarına dayanan inançlardan ibaret değildir onlara göre. Aksine, öğretilen bu şeytanî güçler, bundan birkaç yıl önce düşünülemeyecek derecede etkili kılmaktadır zihin kontrolünü.” [23]
Burada bahsi geçen İngiliz orijinli ancak dünya çapında teşkilâtlı TAVISTOCK’un, TELEGRAM başta olmak üzere Batı kültür emperyalizminin başvurduğu çoğu “zihin kontrolü ve yönlendirme” metodlarının belki “birinci derecede” TEORİSYENİ olduğu hususuna bir mim koyarak devam edelim.
CIA ve MI-6 için böyle olan, Pentagon için de farklı olacak değildir elbet. Dr. Nick Begich’in “İnsan Zihnini Kontrol Etmek” adlı çarpıcı eserinden, TELEGRAM teknolojisinin öncülerinden Yarbay John B. Alexander’la ilgili olarak “anlamlı” bir bilgi paylaşalım bilvesile:
– “Los Alamos Laboratuvarları’ndaki ofisinden John Alexander, ölümcül olmayan silâh sistemlerinin [TELEGRAM’ın literatürdeki bir diğer adı] gelişimindeki öncülerden biri oldu. Anlaşılması güç bilim ve parapsikoloji dallarına eğildi ve daha sonra zihin eğitme teknikleri üzerinde Janet Morris ile birlikte bir kitab yazdı.” [24]
Bugünün dünya hâkimlerinin, telepati, telekinezi ve duru görüş gibi sıradışı kabiliyetleri araştıran PARAPSİKOLOJİ’yi, kutsallığın sözkonusu olmadığı ve kanunları bildik “bilim”le açıklanamasa da BAŞKA “tabiî” kanunları olan verimli bir saha olarak gördüğünü söylemiştik. Bu sahada onlarla yarışan, hattâ birçok bakımdan NATO Bloğunu sollayan taraf ise, Sovyetler Birliği ve eski Doğu Bloğunun marifetli ülkesi Çekoslovakya olmuştur.
Çek ilim adamları, “parapsikoloji” kelimesinin “fantazi” tedaî ettiren vasfından rahatsız olmuşlar, özellikle psikolog Zdenek Rejdak’ın [1934-2004] yoğun çabalarıyla, “parapsikoloji” yerine, başlangıçta Doğu Bloğunda sonra her yerde yerleşen PSİKOTRONİK kavramını öne çıkartmışlardır. İşte TELEGRAM’ın literatürdeki bir diğer meşhur adı, bu yüzden “PSİKOTRONİK SİLÂH – psychotronic weapon”dur.
“Parapsikolojik” kabiliyetleri olan insanlar, nasıl mevcud literatürdeki fizik kanunlarına uymayan ve “insan”dan doğan meçhul bir enerji, bir “ruhî enerji”, bir “biyoenerji” kullanarak, meselâ “telepati”yle binlerce kilometre uzakta bulunan insanlarla haberleşebiliyor, meselâ “telekinezi”yle herhangi bir temas olmaksızın cisimlere veya başka varlıklara tesir edip hareket ettirebiliyor, meselâ “duru görüş”le binlerce kilometre uzaklıktaki kişi veya nesneleri berrak biçimde görebiliyorlarsa, bu bakımdan insanın kendi “PSİKOTRONİK ENERJİ”sini kullanıyorlarsa, TELEGRAM’ın uzaktan insanlara tesiri de “cihaz”ın bu meçhul marifetine işaret etmek üzere “PSİKOTRONİK” olarak nitelendirilmektedir.
Bu bahiste, “Gerçek Tıb –Yitik Şifânın İzinde-” adlı güzel eserin sahibi Dr. Aidin Salih’in kitabının son bölümünde söyledikleri önemlidir:
– “İnsan ruhunun çağımızdaki diğer bir düşmanı ise “psikotronik etki”dir. Psikotronik etki, parapsikolojik ve ekstrasensör [beş duyu dışı] etkilerin diğer bir adıdır. Psikotronik etkinin en basit kullanımı hipnozcu ve ekstrasenslerin müşterilerine uyguladığı “seanslar”dır.
Sovyetler Birliği yıkılmadan önce Taşkent’te çeşitli kâhin, şaman, hipnozcu, medyum ve ekstrasenslerin faaliyetlerini incelemek için ilmî merkezler kurulmuştu. Bu merkezlerin ilgisini çeken esas şey, bu insanların beyinleri tarafından üretilip yayılan elektromanyetik dalgaların (biyolokasyon) müşterilerinin beyinlerini nasıl yönlendirebildiği olmuştur. Araştırmalar sonucunda, şamanın, kullandığı davul sesinin dalgaları ile tedavi ettiği kişinin beyin dalgaları arasında bir uyum oluşturduğu ve bu sırada dua okuyarak onun beynine istediği emirleri yerleştirdiği gözlenmiştir. Çağımızda bu olaya “neurolinguistik programlama” [NLP] denilmektedir.
Neurolinguistik programlama metodları kullanımının en yaygın örneklerini, distribütör yetiştirme merkezlerinde, rap müziğinde, reklamlarda, pek çok filmde ve televizyon programında görmek mümkündür.» [25]
Daha önce bu vesileyle söylediklerimizi, önemine binâen yine aktaralım ve bugün her köşe başında açılan “modern NLP kursları”na bakarak “şaman da ne ola ki?” diye şaşıranlarımız varsa hemen cevablayalım: NLP’nin Amerika’daki “resmî” teşekkül sürecinde sadece Afrikalı şamanlar değil, Hindli yogiler ve hipnoz ustaları da kullanılmış. Peki kimmiş bu NLP’nin kurucuları denirse, NLP’nin literatürdeki “isim babası” iki kurucusunun ismi Richard Bandler ve John Grinder. Bu ikilinin ortak kitablarının ismi de artık şaşırtıcı olmayacaktır sanırız: “The Structure of Magic”, yâni “BÜYÜNÜN YAPISI”. “Büyücü”lerimizden dilbilimci John Grinder’in öne çıkan ve herkesçe bilinen RESMÎ vasfı da yine –artık- çok enteresan olmasa gerek: CIA Ajanı!..
Parapsikoloji, Psikotronik, Zihin Kontrolü ve “TELEGRAM öncüsü” diğer araştırma ve uygulamaların, –Batıda olduğu kadar- Sovyetler Birliği başta olmak eski Doğu Bloğunda ne seviyeye ulaştığını öğrenmek isteyenler, Sheila Ostrander ve Lynn Schroeder’in birlikte kaleme aldıkları “klasik” kıymeti kazanmış “Parapsikolojik Savaş” adlı eserine başvurabilirler. [26]
SIRADIŞI KÂŞİF TESLA: ‘İSTİKBÂL METAFİZİKTEDİR!’
Diğer yandan, TELEGRAM’ın beynin ELEKTROMANYETİK faaliyetini taklid ettiği ve bu tür dalgalarla beyne tesir ettiği açıktır. Ancak TELEGRAM’da elektromanyetik enerjiye ilâveten “psikotronik enerji” veya başka birtakım “meçhul” enerji ve dalgalar da kullanılmakta mıdır; işte bazı uzmanlarca tartışılan bir mesele de budur. Bu tartışmayla birlikte öne çıkarılan isim ise, “SIRADIŞI” meşhur mucid Nikola Tesla. Hani hepimizin kulağına küpe olması ve hem TELEGRAM hem de istikbâldeki medeniyetimiz bakımından daha da derinden idrak edilmesi gereken şu çarpıcı tesbitin sahibi dev ilim adamı:
– “Bilim, fizikî olmayan fenomenler üzerinde çalışmaya başladığı zaman, bir on senelik zaman dilimi içinde, var olduğu bütün asırlar boyunca yapmış olduğu gelişmeden daha fazlasını yapacaktır.”
Haykırdığı ve aslında “biz”e yakışan bu prensibi lâfta bırakmamış, çığır açıcı ve hayranlık uyandırıcı sayısız “icad”a tam da bu prensible imza atmıştır Tesla. Onun hikâyesi, bildik “fizik” dünyasının kurallarıyla ve diğer “fizik” uzmanlarının tarzıyla çoğu zaman barışmaz, hattâ çoğu zaman “inanılmaz” bir nitelik belirtir. Ne var ki, bugünkü dünya hâkimleri onun “sıradışı” hayatına, sözlerine, araştırmalarına ve buluşlarına gülüp geçmemiş, aksine şimdi her ân karşımıza çıkan teknolojik ürünlerde onun buluşlarını temel almış, üstelik TELEGRAM’ı doğuran esrarengiz teknolojiyi oluştururken belki en büyük ilhâmı da ondan almış veya çalmıştır.
Aslına bakılırsa, bugünkü fizikçilerin pîri Newton bile kendi çapında bir simyacı ve hermetik sayı hesablarıyla kehânet kitabı yazan bir “ezoterist”tir. Aytunç Altındal’ın “gizli ilimler”in Batı dünyasındaki macerasını ele aldığı “Bir Türk Casusunun Mektupları” adlı eseri, birbirinden çarpıcı malûmatla doludur bu bakımdan. [27]
“Çöpçü” yetiştirmeyi materyalist akademilere havâle ederek, kendisi “METAFİZİĞİ” ve ÖNCÜ olmayı seçmiş, hayat ve ilim tarzı hepimize binbir “ders”le dolu büyük âlim Nikola Tesla’nın hikâyesini, ABD’de yaşayan Pakistan asıllı TELEGRAM mağduru öğretmen Kai Bashir’in kaleminden naklederek yazımızı nihâyetlendirelim:
– “Birkaç sene sonra Nikola Tesla’nın hikâyesini okudum.
Bir kuşla telepati vasıtası ile nasıl haberleştiğini anlatıyordu. Tesla, 20. yüzyılda yaşayan en büyük bilim adamlarından biriydi. Radyo, radar, seri üretim, uzaktan kumanda ve alternatif akım sistemi gibi modern zamanlarda kullanılan bir çok kolaylığın temelinde onun bulduğu prensibler yatıyordu. Denilir ki, Tesla’nın buluşları kendi zamanından birkaç asır ilerdedir.
Çocukluğunda insanların ve nesnelerin etrafında ışık ve elektrik görmüştü Tesla. Hayatını görmüş olduğu bu ışığın arkasında yatan temel prensibin ne olduğunu anlamak için harcadı. Hayatının son dönemlerinde New York’ta yürüyüş yapar, Beşinci Cadde ve Herald Meydanına gidip güvercinleri beslerdi. Bir gün Tesla, arkadaşı John O’Neill’e şunu anlatmıştı:
“Senelerdir güvercinleri beslerim, binlercesini beslerim, kim ne diyecek ki?
Fakat aralarında bir tane güvercin vardı, çok güzel bir kuştu, tamamen beyazdı, kanatlarının uç taraflarında hafif bir grilik vardı; o çok farklıydı. Dişiydi. O güvercini nerde olsa tanırdım. Nereye gidersem gideyim, o güvercin gelip bulurdu beni. Onu ne zaman görmeyi istesem, sadece bunu diler ve çağırırdım, o da mutlaka uçup gelirdi bana. O beni anladı, ben de onu.
O güvercini sevdim… (…)
Derken, bir gece karanlıkta yatağımda yatıyor, her zamanki gibi problem çözüyordum. Pencere de açıktı, uçup geldi, pencereden içeri girdi ve masama kondu. Anladım ki beni istiyor, bana önemli bir şey söylemek istiyordu. Kalkıp yanına gittim.
Ona baktığımda, bana ölmek üzere olduğunu söylemek istediğini anladım. Sonra, tam mesajını almıştım ki gözlerinde parlak bir ışık belirdi, çok kuvvetli ışık huzmeleri.
Evet, sorulmamış bir soruya cevab vererek devam etti, gerçek bir ışıktı. Çok güçlü, göz kamaştıran, kör eden bir ışıktı. Laboratuvarımdaki en güçlü lambalarımdan elde edebileceğimden bile çok daha güçlü bir ışık.”
Tesla’nın bu hikâyesine birçok insan inandı, fakat ayı oynatan adamın hikâyesine kim inanırdı ki? Oysa belki de doğruyu söylemişti, ayı ile kendi zihniyle irtibat kurmuştu. Eğer gülmeyip ayı oynatan adamı dinleseydik, belki biz de önemli bir şey öğrenmiş olacaktık. Bu, Tesla’nın kendi sözleriyle anlattığı hikâyesiydi. Sadece telepati ile kendi kurduğu haberleşmeyi değil, ama ayrıca güçlü bir ışığın bulunuşunu da açıklayan dünyanın en büyük bilim adamlarından bir tanesinin hikâyesi. Tesla’nın şâhid olduğu bu güçlü ışık neydi acaba? Bir çeşit psikokinezi olabilir miydi? (…)
Gizli hükümet, hedef aldığı herhangi bir finansmanı kesebilir. Parasız, hiçbir araştırmaya devam edilemez. Bu hikâye, hükümetin, yapılan önemli araştırmalar hakkında vatandaşı nasıl cahil bıraktığının küçük bir örneği. İlk önce telepati teorileri ve diğer önemli keşifler hakkında daha fazla bilgiye yönelen araştırmaları hedef olarak seçiyorlar. İkincisi, görünmeyen hükümetin kapalı kapıları arkasında devam edecek olan araştırmalar, Birleşik Devletler’in diğer istihbarat teşkilâtlarından bile gizlenerek yürütülüyor. Bu dramlar hiçbir zaman haber medyası aracılığı ile halka duyurulmuyor. Zihin kontrolü teknikleri var olduğu ve kötüleme, manipüle etme veya kökünü kazıma amaçlı olarak özel kişi veya kişiler tarafından kullanılabileceği için, tehlike çok daha büyük şimdi.
1980’li yıllarda, özel bir araştırmacı olan Nikola Tesla tarafından icad edilen ve dünyanın uzak yerlerine mesajları taşıyan bir gönderici hayata geçirildi. Bu büyük mucidin başka pek çok icadları vardı ki bu sadece bir tanesiydi.
Hayret edilecek şey, herhangi bir sinyal, bir radyo sinyalini dünyanın içinden uzaktaki herhangi bir noktaya yönlendiren Tesla’nın büyüten vericisi ile her tarafa aktarılabiliyordu. Sinyalin gücü sabitti veya istenen noktaya eriştiğinde daha güçlü oluyordu.
Tesla, çalışmaları Birleşik Devletler hükümeti tarafından gizli tutulan bilim adamlarından bir tanesiydi. İlmî konularda yazılar yazan ünlü yayıncı Hugo Gernsback, Tesla’nın başarılı çalışmaları hakkında, “eğer gerçekten buluşu yapan kişiyi kastediyorsanız, yâni diğer bir deyişle fikri düşünen ve keşfeden, -sadece başkalarının icad ettiklerini geliştiren değil,- bu durumda en ufak bir şübhe yok ki, Nikola Tesla bu dünyanın en büyük mucididir. Yalnızca bu dönemin değil, bütün zamanların en büyüğü.”
New York’taki Güney Beşinci Cadde’de bulunan laboratuvarında Tesla, arkadaşlarını “pek alışılagelmemiş şekillerde” eğlendirirdi. Misafirlerinden bir tanesi de yazar Mark Twain idi. Tesla bir ampul yaktı, ancak şaşılacak şey, ampulün hiçbir kablo bağlantısı yoktu. Bilinmeyen bir güç alanı ampulü yakmıştı. Sonra parmaklarını şaklattı ve kırmızı bir ateş topu belirdi. Onu elleriyle alıp kendi giysilerine temas ettirdi, saçlarında gezdirdi, kucağına koydu, ama ateş topu onu yakmadı. Bugün bile Tesla’nın bu ateş toplarını nasıl yaptığı keşfedilmiş değildir.
Tesla’nın makalelerinden bir tanesinde, bu ateş toplarını nasıl yapmayı becerdiğinden bahsediliyor olabilir. Tesla, “İnsanın En Büyük Başarısı” başlıklı yayınlanmamış makalesinde şöyle diyor:
“Çok uzun zaman önce insan, algılanabilir her şeyin bir ilk maddeden [primary substance] veya kavrayamayacağımız kadar lâtif bir şeyden geldiğini farketti, tüm uzayı dolduran bir şeyden, Akaşa’dan veya ışık saçan esirden. Hayat veren Prana veya yaratıcı güç onu varoluşa çağırınca, her şey ve tüm fenomenler, sonu gelmez devirler hâlinde ondan çıkar ortaya. Bu ilk madde daha fazla bölünemeyecek kadar küçük ve müthiş hızlı bir dönüşe sokulunca, kaba madde [gross matter] olur; güç azaltılınca da, hareket durur ve madde kaybolur, aslî ilk madde hâline döner geri.
İnsanoğlu, tabiatın tüm süreçleri içerisinde en büyük hayranlık uyandıracak böyle bir süreci kontrol edebilir mi? Tabiatın hiç tükenmeyen bu enerjilerinden yararlanıp, acaba bütün fonksiyonları kendi emrinde kılabilir ve tüm bunları sadece kendi irade gücüyle gerçekleştirebilir mi? Şayet bunu yapabilseydi, sınırsız ve tabiatüstü güçlere sahib olurdu.
Maddî varlığı ortaya çıkarıp yok ederek onu kendi isteği şekillerde bir araya getirebilmek, insanoğlunun zihnî gücünün en üstün tezahürü, fizikî dünya üzerinde kazandığı en tam zaferi ve en parlak başarısı olurdu ki, Yaradanının yanı başında bir mevkîye yükselir, nihaî kaderini yerine getirmiş olurdu.”
Radyo yayını dışında, bilim adamları Nikola Tesla’nın bir başka enerjinin daha aktarımını keşfetmiş olduğunu iddia ederler. Ancak çok iyi gizlenmiş bir sırdır bu. Bu netice üzerinde Tesla’nın kendi beyanları da vardır zaten. 1931’de şöyle konuşur muhabirlere:
“Yeni bir KAYNAK derken, bilebildiğim kadarı ile daha önce hiçbir bilim adamının güce çeviremediği fakat benim çevirdiğim bir kaynağı kastediyorum… (…)
Şu kadarını söyleyeyim, bunun o çok lâfı edilen atom enerjisinin ortaya çıkmasıyla hiç alâkası yok. Genelde kastedilen anlamda, zaten böyle bir enerji de yok. Benim kullandığım akımlarla, 15 milyon voltluk yüksek bir basınç uygulayarak, ki bu şimdiye kadar kullanılmış en yüksek basınçtır, atomları parçaladım ama hiçbir enerji çıkmadı…”
Bir başka vesileyle ise şöyle demiştir Tesla:
“Nasıl enerjiyi 100 mil öteye aktarabileceğime eminsem, aynı enerjiyi bir milyon mil yukarıya gönderebileceğime de en az onun kadar eminim. Değişik bir enerji türünü… Bu durumda enerji, bir santimetrenin milyonda birinin yarısından bile daha az genişlikte bir kanaldan geçip gidecektir.”
Daha sonraları “Industrial Research Magazine” (Sınaî Araştırma Dergisi) yazarı Frederic Jueneman, Stanford Üniversitesi’nden Dr. R. Helliwell ve Dr. J. Katsufrakis’in çok alçak frekanslı radyo dalgaları ile deneyler yaptıklarını yazdı. Yazar Margaret Cheney bu deney hakkında şöyle yazacaktı:
“(…) dünyanın manyetosferi modüle edilerek yüksek enerji partiküllerinin dalga dalga atmosferimize döküleceğini; aynı şekilde, sinyal açılıp kapatılarak enerji akışının başlatılabileceğini veya durdurulabileceğini buldular.”
Jueneman, Tesla tarafından keşfedilmiş prensib hakkında da şöyle yazar:
“Eğer Tesla’nın rezonans etkileri, Stanford’daki ekibin göstermiş olduğu gibi, ufacık bir sinyal tetiği kullanılarak son derece güçlü enerjileri kontrol edebiliyorsa, o vakit bu prensibi daha da genişleterek gök yüzündeki yıldızların alan çevrelerini bile etkilememiz mümkün olacak demektir… İlâhî bir kibirle, belki bir gün yıldızların yörüngelerini dahi etkileyebileceğiz.”
Nikola Tesla, bir seferinde, Amerikan hükümetinin kendisinden bir şey rica etmesine gerek olmadığını, istedikleri her şeyi zaten elde edebileceklerini söylemişti.
Tesla’nın yakın arkadaşlarından J.J. O’Neill, bilim adamının süper hafızası hakkında şunları yazar:
“Tesla’nın Colorado Springs’deki başarılarının tam hikâyesi hiçbir zaman anlatılmadı ve asla anlatılmayacak. Bütün kayıtlar, o hiç şaşmaz aklına kaydedilmişti ve öldüğünde onunla birlikte mezara gitti.
Laboratuvarlarda bilim adamlarının ve mühendislerin rutin olarak gerçekleştirdikleri yapmış oldukları deneylerin detaylı kayıtlarını tutma işini Tesla’nın da yapması ve deneylerinin detaylarını bir tarafa kaydetmesi gerekmiyordu. Kimsede rastlanmayan bir hafızaya, buna ilâve olarak acayib bir tekrar gözünün önüne getirebilme kabiliyetine sahibti, geçmişteki olayları tüm yönleri ile gözünün önüne getirebiliyordu. Akıl danışacağı herhangi bir kitaba da ihtiyacı yoktu onun, çünkü istediği formülü temel konseptlerden kendisi bulup çıkarıyordu. Logaritma cetvelini bile kafasında taşıyordu. Bu yüzden, yapmış olduğu deneyler hakkındaki yazılı kayıtlar çok eksiktir. Yazılı olanlar da genelde önemsiz şeyler.”
O’Neill ayrıca şunları yazdı:
“Daha sonra pratiğe dökerek geliştirmeye niyetlendiği çok önemli temel bahisler, onun zihninin arşivlerinde depolanmıştı…”
1934 senesinde “New York World Telegram” gazetesinden bir muhabir, Tesla’nın savunma plânının “bulanık” olduğunu yazmıştı. Tesla, bir Ölüm Işını keşfetmiş olduğuna dair iddiası hakkında yazan bu muhabire 24 Temmuz 1934 tarihinde cevab verdi:
“Lâzım olan enerjinin ışınları o şekilde üretilemez ve ayrıca onların şiddeti mesafenin karesi ile azalır. Ama benim uygulamaya koyacağım vasıta öyle olmayacak. Bizim uzaktaki bir noktaya ulaştırabileceğimiz enerji, diğer her türlü ışınla gönderilebilecek olandan çok daha fazla olacak.”
Tesla daha sonra şunları söylemiştir:
“Geçen sene boyunca zamanımın büyük kısmını, yeni küçük ve kompakt bir cihazın mükemmelleştirilmesi için harcadım, bunun yardımı ile ciddi miktarlarda enerji yıldızların arasından uzaydaki herhangi uzak bir mesafeye gönderilebilir ve bu arada en ufak bir dağılma bile olmaz.”
Tesla, yüz yaşına kadar yaşayacağına ve bütün projelerini gerçekleştireceğine inanıyordu. 1937 senesinde o çok sevdiği güvercinlerine yem vermeye giderken bir taksi çarptı ve üç kaburgasını kırdı, ruhu güçlükleri altetmeye öylesine yatkındı ki, bu kazayı atlattı. Ancak daha sonra 1943’te vefat etti. Tesla’nın vefatının hemen peşinden, Birleşik Devletler federal ajanları gelerek bütün kâğıtlarını mühürlediler. Tesla’ya ait bazı dokümanların kayıb olduğu rapor edildi. Hükümet kaynaklarına göre, bunların az bir kısmı, bir Birleşik Devletler savunma araştırma ajansının kütübhânesinde ortaya çıkmıştır.
Tesla’nın çalışmaları üzerindeki esrar perdesi öylece kaldı. Tesla’nın keşfettiğini söylediği enerji neydi? Prensiblerini Birleşik Devletler’in gizli hükümetine hiç açıkladı mı? Ve onlar bu prensibleri telepatinin ve enerji silahlarının geliştirilmesi için kullandı mı? Gizliliğe önem veren bir bilim adamı olarak, acaba sırlarını o şaşırtıcı hafızasında saklamış olabilir miydi? Tesla hakikaten kendi zamanının bin yıl ilerisinde miydi? 1980’li yıllarda bir çok yazar, Tesla’nın çalışmalarının geride çözülmemiş bir dolu bilmece bırakmış olduğunu tartıştı.” [28] [29]
SONUÇ: TELEGRAM ARAŞTIRMASI BİZE NE KAZANDIRIR?
Mircea Eliade’nin dikkatimizi çektiği üzere, mitolojide çok rastlanılan bir tema da, efsanevî birtakım varlıkların kadîm zamanlarda insanlar tarafından katledilmesi, ancak onların çektiği ıztırab ve toprağa akıttığı kandan bugünkü “besleyici” bitki ve hayvanların doğmasıdır. Her ne kadar kendilerine ihanet edilmiş olsa da, bugün insanların “hayat”ta kalmasını sağlayan “nimetler”in borçlu olunduğu bu efsanevî varlıklar asla unutulmaz ve hep şükran duyulur onlara. [30]
Mitolojideki bu tema ne zaman karşımıza çıksa, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığı ve hem adını, hem teorisini, hem de pratiğini kendisinden öğrendiğimiz TELEGRAM gelir hep hatırımıza. Mirzabeyoğlu, 13 yıl boyunca barbarca işkencelere maruz kalmış ve ihanetin her türlüsünü yaşamıştır belki ancak tüm bu ıztırablar boşa gitmemiş, bu vesileyle yepyeni bir “dünya” DAHA hediye etmiştir hepimize. Bizce çok mütevazı bir dille, şöyle ifâde eder bunu kendisi:
– “Şair Bodler’in, simyadan mülhem, sevgilisine “sen bana çamur verdin, ben ondan altun yaptım!” demesi gibi, bize zehir yedirdiler, biz onu panzehir ve bağışıklık aşısı yolunda kullandık.” [31]
Öyle bir “dünya”dır ki TELEGRAM vesilesiyle Mirzabeyoğlu’nun önümüze serdiği, bir yandan “geleceğin teknolojisi”nin sırlarını şimdiden fısıldamakta ve bizi hem fikrî, hem ilmî, hem de maddî olarak yarınlara hazırlamakta, diğer yandan da TELEGRAM’ın “sahte” ama insanoğlunu kıskıvrak yakalayan büyüsünde mündemiç unsurların tahlili ve “hakikatlerinin hakikati”ni muazzam bir nefs, dünya, kâinat ve tarih muhasebesi içerisinde gösterme yoluyla, bizi asıl geleceğin insan, toplum ve dünyasının YAŞANMAYA DEĞER iklimine, EFSANEVÎ imarına ve İNSAN’ın dünya hâkimiyetine hazırlamaktadır.
Tek kelimeyle, TELEGRAM’cıların hükmettiği “şeytanî dünya düzeni”nin şimdiki maddî-manevî tasallutundan kurtulup, CENNET MİSÂLİ bir hayat süreceğimiz “insanî dünya düzeni”ne… Cennette başlayıp dünyada devam eden o kadîm kavgada, Şeytan ve avânesine karşı İNSAN’ın zaferiyle taçlanacak o güzel günlere…
Öyleyse TELEGRAM, elbette Mirzabeyoğlu’nun önümüze serdiği ufukla kendisine bakıldığında, araştırmacısının altyapısına, istidadına, kabiliyetine, performansına, belki en önemlisi araştırma arzusunun şiddetine bağlı olarak, “dünya çapında” fikir, ilim, sanat ve aksiyon adamlarının doğmasına vesile bir “sıçrama tahtası” olacaktır. Mesele, TELEGRAM bahsinin böyle bir potansiyel belirtip belirtmediği değil, kimlerin bu “araştırma”ya şimdiden ve ciddi olarak gireceğidir.
Şu âna kadar anlattıklarımız da, TELEGRAM’ın sırf maddî çerçevesi bile bir UMMAN olan mahiyetini ve uçsuz bucaksız potansiyelini gözler önüne serme çabası olarak görülmemeli, sadece bu ummana açılacak ve insanlığa benzersiz inciler kazandıracak usta kaptan namzedlerine belki acemice de olsa küçücük bir katkı dairesinde değerlendirilmelidir.
1 http://en.wikipedia.org/wiki/Mind_control (22 Kasım 2012)
http://en.wikipedia.org/wiki/Directed-energy_weapon (22 Kasım 2012)
http://en.wikipedia.org/wiki/Electromagnetic_weapon (22 Kasım 2012)
2 Salih Mirzabeyoğlu, TELEGRAM -Zihin Kontrolü-, İBDA Yayınları, İstanbul 2003.
Salih Mirzabeyoğlu, ÖLÜM ODASI B-YEDİ -Giriş-, İBDA Yayınları, İstanbul 2012.
3 Sefer Darıcı, SUBLIMINAL İŞGAL –Bilinçaltımızı Ele Geçiren Mesajlar-, Destek Yayınları, İstanbul 2012.
4 Telegram mağdurları tarafından kurulan ve dünyanın çeşitli yerlerinde protesto gösterileri, toplantılar, radyo programları, resmî temaslar, röportajlar ve çeşitli basın-yayın faaliyetleri gerçekleştiren bu tür organizasyonlara Mind Justice (Zihin Adaleti) ve Targeted Individuals (Hedeflenen Ferdler) birer örnektir:
http://mindjustice.org/ (22 Kasım 2012)
http://targeted-individuals-europe.com/ (22 Kasım 2012)
5 Zihin kontrolü ve Telegram hakkında binlerce sayfalık (çoğu Türkçe) bilgi ve belgeye ulaşmak için, Telegram mağduru Erkut Ersoy tarafından derlenen çok geniş kapsamlı dosyalar aşağıdaki sayfadan indirilebilir:
http://istihbaratdunyasi.wordpress.com/2012/09/26/mk-ultra-mind-control-zihin-kontrolu-hakkinda-hersey-3/ (22 Kasım 2012)
6 Gülçin Şenel, “Telegramcıların Bayat Taktiği: Bu Adam Deli”, Haftalık Baran Dergisi, Sayı 286, 5 Temmuz 2012.
http://www.yeniakademya.org/yazarkonu-40-gulcin_senel-554-telegramcilarin_bayat_taktigi__%E2%80%9Cbu_adam_deli%E2%80%9D.html (23 Kasım 2012)
Gülçin Şenel, “Devletin Mirzabeyoğlu’nu Telegram’dan Kurtarma (!) Plânı”, Akademya İnternet Sitesi, 28 Eylül 2012.
http://www.yeniakademya.org/yazarkonu-40-gulcin_senel-568-devletin_mirzabeyoglu%E2%80%99nu_telegram%E2%80%99dan_kurtarma__!__pl%C3%A2ni.html (23 Kasım 2012)
7 Türkçedeki zihin kontrolü ve Telegram kitabları listesi için:
Gülçin Şenel, “Türkçedeki Zihin Kontrolü ve Telegram Kitabları”, Haftalık Baran Dergisi, Sayı 283-284, Haziran 2012.
Yeni çıkan kitabların da eklendiği son liste için:
http://yeniakademya.org/yazarkonu-40-gulcin_senel-552-turkcedeki_zihin_kontrolu_ve__telegram_kitablari.html (22 Kasım 2012)
8 Gültekin Avcı, “Öldürme Teknolojileri ve Kozinoğlu”, Bugün Gazetesi, 17 Kasım 2011.
http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/175524-oldurme-teknolojileri-ve-kozinoglu-makalesi.aspx (23 Kasım 2012)
9 Hayreddin Soykan, “Kültür Emperyalizminin Gözde Silâhı Telegram”, Baran Dergisi, Sayı 308, 6 Aralık 2012.
10 Barbara Opall, “U.S. Explores Russian Mind-Control Technology – U.S., Russia Hope to Safeguard Mind-Control Techniques”, Defense News, 11-17 Ocak 1993, s. 29’dan nakleden:
http://zihinkontrol.blogcu.com/abd-ve-rusyada-zihin-kontrol-teknolojisi/976323 (23 Kasım 2012)
Haberin İngilizce orijinali:
http://mindjustice.org/factsht.htm (23 Kasım 2012)
11 John Coleman, THE TAVISTOCK INSTITUTE OF HUMAN RELATIONS: SHAPING THE MORAL, SPIRITUAL, CULTURAL, POLITICAL AND ECONOMIC DECLINE OF THE UNITED STATES OF AMERICA, Joseph Holding Corporation, Carson City 2005.
12 Erol Bilbilik, İŞGAL ÖRGÜTLERİ: CIA, NATO, AB, 2 Basım, Asya Şafak Yayınları, İstanbul 2008, s. 17-29.
http://yeniakademya.org/yazarkonu-73-iktibas-535-cia_ve_tavistock_insan_iliskileri_enstitusu___erol_bilbilik.html (24 Kasım 2012)
13 Jim Keith, AMERİKAN DERİN DEVLETİ VE BEYİN YIKAMA OPERASYONLARI, Trc: Sibel San, Nokta Kitap, İstanbul 2006.
14 Taha Akyol, AMA HANGİ ATATÜRK, Doğan Kitap, İstanbul 2008, s. 348 ve devamı.
15 http://www.haberturk.com/gundem/haber/769043-ataturku-hala-bilmiyoruz (24 Kasım 2012). Büyük harfle vurgu bize âid.
16 Robin de Ruiter, 13 ŞEYTANÎ KAN BAĞI –İlluminati Hanedanlığı-, Trc: Naime Erkovan, Selis Yayıncılık, İstanbul 2005.
17 Walter H. Bowart, OPERATION MIND CONTROL: OUR SECRET GOVERNMENT’S WAR AGAINST ITS OWN PEOPLE, Dell Publishing Company, New York 1978.
18 Necib Fazıl, YAHUDİLİK – MASONLUK – DÖNMELİK, 3 Basım, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2010, s. 47, 113, 143.
19 Hıristiyan akademisyen Texe Marrs’ın Türkçeye “İlluminati -Entrika Çemberi-” olarak çevrilmiş “Circle of Intrigue – The Hidden Inner Circle of the Global Illuminati Conspiracy” adlı eseri, birtakım fantazi unsurlar ayıklanmak kaydıyla, çok önemli veriler sunmaktadır:
Texe Marrs, İLLUMİNATİ –Entrika Çemberi-, Trc: Ali Çimen – Petek Demir, 7 Basım, Timaş Yayınları, İstanbul 2002.
20 Hayreddin Soykan, “Kültür Emperyalizminin ve Telegram’ın Ardındaki Güçler”, Baran Dergisi, Sayı 307, 29 Kasım 2012.
21 Şafak Başkaya, “New Age Hareketi: Modern Bir Dinsellik Biçiminin Sosyo-Kültürel Analizi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006.
http://www.belgeler.com/blg/14i4/new-age-hareketi-modern-bir-dinsellik-biiminin-sosyo-kltrel-analizi-the-new-age-movement-a-socio-cultural-analysis-of-a-modern-type-of-religiosity (26 Kasım 2012)
22 Kai Bashir, MIND CONTROL WITHIN THE UNITED STATES, Özel Basım, Cincinnati 1997, s. 4-5. (Trc: İlhan Bekbay)
23 John Coleman, THE TAVISTOCK INSTITUTE OF HUMAN RELATIONS: SHAPING THE MORAL, SPIRITUAL, CULTURAL, POLITICAL AND ECONOMIC DECLINE OF THE UNITED STATES OF AMERICA, Joseph Holding Corporation, Carson City 2005 (PDF versiyonu, s. 224-225’den tercüme: Hayreddin Soykan). Büyük harfle vurgu bize âid.
http://chomikuj.pl/kuszaba/Polityka/Dr+John+Coleman/Dr+John+Coleman+-+the+Tavistock+Institute+of+Human+Relations,164436080.pdf (26 Kasım 2012)
24 Dr. Nick Begich, İNSAN ZİHNİNİ KONTROL ETMEK – Duygular ve Davranışlar Kontrol Edilebilir mi?-, Trc: Merve Duygun, Yakamoz Yayınları, İstanbul 2011, s. 81.
25 Hayreddin Soykan, “Mirzabeyoğlu’nun Verdiği Metafizik Dünya Savaşı”, Akademya Dergisi, II. Dönem, Sayı 3, Mayıs-Temmuz 2012, s. 25.
26 Sheila Ostrander – Lynn Schroeder, PARAPSİKOLOJİK SAVAŞ, Q Matris Yayınları, Trc: Mustafa Başkaya, İstanbul 2003.
27 Aytunç Altındal, BİR TÜRK CASUSUNUN MEKTUPLARI –Batı’da Seküler Düşüncenin Gelişimine Katkı-, Alfa Yayınları, İstanbul 2010.
28 Kai Bashir, MIND CONTROL WITHIN THE UNITED STATES, Özel Basım, Cincinnati 1997, s. 24-26, 63-66. (Trc: İlhan Bekbay. İktibas edilen pasajların tercümesini redakte eden: Hayreddin Soykan).
29 Hayreddin Soykan, “Telegram Vesilesiyle Esrarengiz Psikotronik Enerji”, Baran Dergisi, Sayı 309-310, 13-20 Aralık 2012.
30 Mircea Eliade, MİTLERİN ÖZELLİKLERİ, Trc: Sema Rifat, 2 Basım, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 125-145.
31 Salih Mirzabeyoğlu, TELEGRAM -Zihin Kontrolü-, s. 9.
KAYNAK: Akademya Dergisi, II. Dönem, Sayı 4, Ağustos-Ekim 2013.