Leibniz Düşüncesinde Yaratıcı ve Matematik – Herbert Breger

Tercüme: Mahmud E. Duru
[Bu makale, Mathematics and Divine: A Historical Study, Ed. T. Koetsier, L. Bergmans, Elsevier, 2005 kitabından tercüme edilmiştir.]

1. GİRİŞ

Leibniz, birçok filozoftan farklı olarak, kendi felsefî sistemini açıkladığı büyük bir eser yayınlamamıştır. Düşüncesi, birkaç kitab ve yayınlamış birkaç makale ve miras bıraktığı çok büyük sayıda mektub ve taslaklara dağılmış sözlerden yeniden inşâ edilmesi gerekmiştir. Bununla birlikte böyle bir yeniden inşânın neticesi oldukça tutarlıdır.

Leibniz Hıristiyan Tanrısına inanıyor ve çok aşırı bir şekilde akla ve onun kapasitesine değer veriyordu. Onun düşüncesi, bu iki varsayımından çıkarılmış bir tema üzerine kurulabilir. Bundan çıkan netice, ilk olarak, Tanrı’nın sadece belirsiz bir hayâli değil, bir kavramı vardır. Bu kavram, apaçık olarak, “en mükemmel varlık”la ilgili olmalıdır. [16, dizi VI, cilt 4B, s. 1531] En mükemmel varlık zorunlu olarak en akıllı varlıktır. Yeterli sebeb ilkesi, bize, Tanrı’nın bütün karar ve hareketlerinden dolayı rasyonel bir sebebin var olduğunu tekeffül eder. Bilgi bir mükemmellik[1] olduğundan dolayı en mükemmel varlık en bilge olmalıdır. Aktif olma, pasif olmaktan daha mükemmel olduğu için Tanrı Kadir-i Mutlak olmalıdır. Daha kesin konuşmak gerekirse, mantıkî olarak ne kadar her şeye gücü yeterlik mümkünse mükemmel varlık o kadar güçlü olmalıdır. Başka bir ifâdeyle, “her şeye gücü yeterlik” tanımı tezatlı olmamalıdır. Tanrı kaldıramayacağı bir taşı yaratabilir mi gibi soruları tartışan entelektüel muammalar, Leibniz’in düşünce tarzına uymaz. Ahlâkî buudlar için olduğu gibi, Leibniz kesin olarak makuliyet ve iyilik arasında sıkı bir bağlantının olduğuna inanmaktadır: En mükemmel varlık kendi vasfı olan en yüksek iyiliğe göre hareket edecektir. Bu zorunlu olarak Tanrı’nın bütün dünya ihtimâllerinden en iyisini yaratacağını imâ eder. [16, ser VI, cilt 4B, s.1533-1534] Zira aksi hâlde ya “her şeye gücü yeter” olmayan veya mutlâk iyi olmayan veyahut en bilge olmayan olacaktır. Leibniz yaşadığımız dünyada mükemmel olmayan şeylerin de olduğunun farkındadır fakat en iyi dünya ihtimâli ilkesi, onun makuliyete dair beslediği yüksek saygının doğrudan bir neticesidir. Yeri gelmişken, Leibniz bir matematikçinin nasıl itiraz edebileceği de tahmin eder: Gittikçe çoğalan sonsuz bir diziyle karşılaşan bir matematikçi, bir maksimumun olmaması gerektiğini bilir. Bundan dolayı Leibniz şunu belirtir: Eğer her muhtemel iyi bir dünya için ondan daha iyi bir dünya ihtimâli sözkonusu olsaydı, Tanrı hiçbir dünya yaratmamış olacaktı zira bu durumda varolan bu hususî dünyayı seçmenin ve yaratmanın yeterli bir sebebi olmayacaktı. [15, VI, s.107, 304] Mutlâk akıl sahibi varlık asla rastgele hareket etmez.

Bu Tanrı fikriyle devam etmeden önce iki ikaz faydalı olabilir. İlk olarak Leibniz’in characteristica universalisalemşümûl vasıf projesi kısaca ele alınmalıdır. Leibniz felsefî muhakemenin, matematikî muhakemenin gösterdiği ikna ediciliğe sahib olmadığı gerçeğinin çok iyi farkındaydı. (krş. [15, VI, s. 468]) Matematikte, felsefedeki Aristocular ve Eflâtuncular gibi, Öklidçiler ve Arşimetçiler yoktu. [16, dizi VI, cilt 4A, s. 695] Matematikçilerin muhtemel hatâların keşfi için kendi vasıtaları var iken, felsefecilerin hizmetinde böyle vasıtaları yoktur ve gittikçe artan bir şekilde daha titiz ve dakik muhakemeleri benimsemeleri gerekmektedirler. [16, dizi VI, cilt 4A, s. 705; dizi II, cilt 1, s. 475, 478; 15, IV, s. 469] Makuliyet, düşüncemizin matematikleşmesine izin veren bir şey olmalıdır; nasıl matematikçi matematikî nesneleri ifâde etmek için harf veya başka semboller ve onlarla işlem görmek için kurallar veriyorsa, Leibniz, düşüncelerimizin önemli bir kısmını formüle ermek için sembol ve kuralların bulunmasını teklif etmiştir. [20, 10] Bu durumda felsefî bir mevzuda farklı kanaatlere sahib iki felsefecinin münakaşa etmesine gerek kalmayacak ve birbirlerine “calculemus” (hadi hesablayalım) diyeceklerdir. [16, dizi VI, cilt 4A, s. 493] Bu yüzden, Leibniz’in bir hesab makinesi icadının güçlü felsefî bir karşılığı vardır. Ayrıca, Leibniz, bize, bu characteristica universalis’in puta tapanların ihtidasına çok yarayacağını, çünkü hak dinin en makul din olduğunu ve makul delillere karşı koymanın mümkün olmadığını söyler. Buna ilâveten, dinden dönüşün artık hiç olmayacağını, matematikî bir doğruluk olarak bir kez anlaşıldı mı, artık asla reddedilmeyeceğini de belirtir.[2]

Leibniz, düşünmemizin temsili için uygun semboller bulmak için bazı girişimlerde bulunmuştur. Bunlardan basit olmakla birlikte çok ilginç birisi, temel veya indirgenemez nosyonlar ile birleşik nosyonların olduğuna dair fikridir. Eğer bu doğru ise, temel nosyonları temel sayılarla ve nosyonlar arasındaki “gerekir” ilişkisini, sayılar arasındaki “ile bölünür” ilişkisiyle eşleştiren, nosyonlardan tabiî sayılara bir eşleşme yapılabilir. Bunu göstermek için, Leibniz klasik insanın akıllı canlı varlık oluşu örneğini verir. Eğer “akıllı” nosyonu 2 sayısı ile ve “canlı olmak” nosyonu 3 sayısı ile eşleşirse, insan olma nosyonunun 6 ile eşlemesi gerekir. [16, dizi VI, cilt 4A, s. 182, 201-202] Sonsuz sayıda asal sayı olduğu gibi, model ilk bakışta göründüğünden daha fazla güçlüdür. Leibniz, diğer taslaklarda, her nosyonu bir pozitif ve bir de negatif tamsayı çiftinden oluşmuş sıralı bir sayı çifti ile eşleştirir. [16, dizi VI, cilt 4A, s. 224–256] Leibniz de farkındadır ki böyle bir characteristica universalis ile olsa bile, “Sezar 15 Martta öldürüldü” gibi münferit bir ifâdenin çıkarımı imkânsızdır, zira böyle bir ifâde sonsuz sayıda sebebler ihtiva eder ve Sezar gibi bir nosyon sonsuz sayıda unsurdan oluşmuştur.

Sayıların bir characteristica universalis için kullanımının da metafizik bir temeli vardır. Leibniz, çok iyi bilinen Tanrı’nın her şeyi ölçü, sayı ve ağırlığa göre yarattığı [Eflâtun, Philebos 55e; Sapientia Salomonis 12, 21] sözünü aktarır. [16, dizi VI, cilt 4A, s. 263; krş. Dizi I, cilt 12, s.72 ve 15, VI, s. 604] Leibniz, kendisinin de itiraf ettiği gibi, bazı varlıkların ağırlığının bazılarının da kısımlarının olmadığını ve bundan dolayı ölçüden mahrum oldukları şeklinde devam eder. Fakat bir sayıyı hesaba katmayan bir şey yoktur. Öyleyse sayı “quasi figura quaedam metaphysica” (sanki bir tür metafizik figür-çev) [16, dizi VI, cilt 4A, s. 264] ve bu yüzden aritmetik, eşyanın güçlerini araştırmanın bir doktrinidir ve bundan ötürü de İlâhî yaratmanın mükemmelliğidir.

İkinci uyarı insan ve ilâhî akıl arasındaki farkla ilgilidir. Dekart’a göre, eğer Tanrı istemiş olsaydı, bir dairenin yarıçaplarının farklı uzunluklara sahib olmasına, 1 ve 2’nin toplamının 3’ten farklı olmasına veya bir üçgenin açıları toplamının iki dik açıdan farklı olmasına karar verebilirdi.[3] Leibniz matematikî hakikatlerin kurgu olmadığını iddia eder; aksine onlar fikir alanında var olmazlar ki[15, VII, s. 305] Tanrı’nın aklından başka bir şey değildir [15, VI, s. 614; II, s. 304-305; 16, dizi VI, cilt 6, s. 447] O’nun iradesine bağlı değildirler; [16, dizi VI, cilt 4A, s. 1532-1533; 15, VI, s. 226, s. 614] Tanrı kendi kendini nakzetmeden zorunlu hakikatleri değiştiremeyecektir. [4, s. 310] Birisi bunu matematiğin otonom olduğu şeklinde yorumlayabilir. İnsanoğlu, matematikî hakikatleri bulmakta Tanrı aklının esas kısmını keşfeder. Bu sadece matematik ve mantık için geçerli değildir; ayrıca içinde iyilik, adalet ve mükemmellik üzerine olan bazı ifâdeler olmak üzere metafizikteki birçok hakikat için de geçerlidir. Leibniz bu hakikatlere, mümkün hakikatlere zıt olarak zorunlu veya ebedi hakikatler der. Zorunlu hakikatler her muhtemel dünyada geçerli iken mümkün hakikatler bu dünyanın Tanrı’nın yarattığı ve başka türlü de yaratabileceği hususî bir yapısına bağlıdır. Bundan dolayı Kepler’in kanunları, Galilei’nin boşlukta düşen cisimlerle ilgili kanunu ve “Sezar öldürüldü” kaziyyesinin hepsi mümkün hakikatlerdir.

İnsanların sahib olduğu akıl, bütün akılla uyumludur; o, bütünden, sadece bir damla okyanustan ne kadar farklı ise veya daha bariz olarak sonlu sayılar sonsuzdan ne kadar farklı ise, o kadar farklıdır. [15, VI, s. 84] Öyleyse akıl, Tanrı ve insanın ortak mülküdür. Sadece bütün insan toplumunu birbirine bağlayan ve dostluğun temeli olan şey değildir, ayrıca Tanrı ve insan arasındaki bağlantıdır. [17, s. 10-11] “Kutsal metinlerde, Kilise babalarının yazılarında ve akılda bulunabilecek gerçek huzur, Tanrı’nın sesini dinlemek için duyuların harici zevklerinden kurtulmayla elde edilebilir, yani ebedi hakikatlerin iç ışığıyla.”[4] Buna göre, matematik yapmak, şübhesiz başkalarının refahı için bilfiil gayret göstermek bir Hıristiyan için zorunlu olmasına rağmen, Tanrı’nın sesini dinlemenin bir yolu gibi gözükmektedir ve hattâ kutsal hizmetle kıyaslanabilecek bir şeydir. [9, s. 194-195, 202-203]

2. BÜTÜN MUHTEMEL DÜNYALARIN EN İYİSİ

İmdi Tanrı’nın hangisinin yaratılması gerektiğine karar vermek için bütün muhtemel dünyaları mütalâa ettiğini tasavvur ediniz (bu formülasyon zamanî bir sıralamayı imâ etmeyi kasdetmez, zira Tanrı zamanda değildir.) Tanrı’nın kararı için makul bir dayanak olmak zorundadır. Bu çerçevede, Leibniz’e göre düşüncenin temel bir matematikî temeli vardır, Tanrının muhtemel dünyalara dair muhakemesi kesin olmalı ve prensib olarak, yeteri kadar yüksek kapasiteli bir zihin tarafından anlaşılabilir olmalıdır. Tanrı, bütün muhtemel dünyaları hesablayıp en iyisini seçtiğinden dolayı mükemmel bir matematikçi olmalıdır. [16, dizi VI, cilt 4B, s. 1616; 15, II, s. 105; 15, III, s. 52; 15, IV, s. 571] Tanrı’nın bir matematikçi olduğu şeklindeki eski fikre [19] Leibniz tarafından vurgulu bir şekilde yeni bir anlam verilmektedir. “Tanrı düşünceyi hesablayıp işlerken dünya da meydana çıkmaktadır.” [5] Yaratma fiili, “İlâhî matematik” vasıtasıyla yapılmaktadır”[6] ve bir uç değer probleminin çözümünden farklı bir şey değildir. Tanrı, bütün ihtimâller arasında, birbiriyle uyumlu azami sayıda öz, cevher seçer. Bu seçim, göründüğünden çok daha fazla karmaşıktır. O, basit olarak maksimum sayıdaki maddî nesneden ziyade aynı hayatın bütün seyir ihtimâllerine sahib yaşayan canlıları kasdeder. Bundan başka ahlâkî iyilik, adalet gibi bütün mükemmellik türleri, ontolojik çeşitler ve bu gibilerin de hesaba katılmaları gerekir. Meselâ Tanrı, insanlar için tehlikeli olmalarına rağmen, aslanları yaratmaya karar verdi, fakat eğer hiç aslan olmasaydı dünya daha az mükemmel olacaktı. [15, VI, s. 169] Dahası, zamanî bir buud da sözkonusudur. Belki şimdiki zamana kadar olandan daha iyi bir dünya olabilirdi fakat bu dünya istikbal için daha az imkâna sahib olduğundan seçilmemiştir. [15, VI, s. 237] Tanrı’nın bunu nasıl hesabladığını anlayamayacağımız açıktır. Fakat Leibniz, bütün şeylerde, azami tesiri asgari harcamayla sağlayan bir belirleme ilkesinin olduğunu iddia eder. [15, VII, s. 303] Zaman ve mekân veya genel olarak dünyanın kapasitesi, harcama olarak veya dünya binasının dikileceği yer olarak görülmelidir ki çeşit çeşit formları, odalarının sayısı ve zarafeti neticeyi oluşturur. Belirleme ilkesini izah etmek için Leibniz bir üçgen örneğini verir. Eğer hiçbir sınırlayıcı durum sözkonusu değilse, bilge insanın tercihi eşkenar bir üçgendir. [16, dizi VI, cilt 4B, s. 1617] Eğer iki nokta birleştirilecek ise, en kısa çizgi en iyi çözüm olacaktır. Heterojen maddedeki sıvılar küre şeklini almaya eğilimlidir ki küre en fazla hacme sahib olan şekildir. Bunlar, sadece belirleme ilkesinin bazı örmekleridir. [15, VII, s. 304] Azami sayıda öz/cevher yaratmak, bunlar arasındaki karşılıklı tesir için çok basit kanunların kullanımına ihtiyaç duyar. Aksi hâlde Tanrı kaba tuğlalar kullanan bir mimar gibi olacaktır ki bu tuğlaları kullanmak gerek duyulandan daha fazla mekâna mâl olacaktır. [16, dizi II, cilt I, s. 478]

Tanrı bu dünyayı bu inşâ prensibine göre yaratmış olduğu gibi, Leibniz kendi felsefesinin temel kuralı veya başka bir ifâdeyle bu dünyaya dair bilgimizin temel kuralını şöyle söyleyebilir: Eşyanın sebebi her yerde aynıdır fakat mükemmellik form ve dereceleri sonsuzca değişiklik arzeder. [16, dizi VI, cilt 6, s. 71, 72, 472, 490] Filozof, bilinmeyen veya sadece belirsizce bilinen nesneleri aynı kalıba göre açıkça bilinen nesneler gibi düşünebilmelidir; bundan dolayı eşyanın sebebleri açısından felsefe kolaylaşacak ve değişik işleme şekillerine göre de çok zenginleşecektir. Tabiat, ne kadar çok düzen ve dekorasyon hayâl edilirse o kadar çok bu işleyişleri sonsuzca çeşitlendirecektir.

Üçyüz yıl sonra şuna benzer sorulara sahib olmaya meylettik: Gerçekten matematik, hattâ İlâhî matematik büyük bütün muhtemel dünyaları hesablama meselesini çözebilir mi? Her fert sonsuz ahval belirtirken [26, dizi VI, cilt 6, s. 289-290], tek bir kişinin hayatını hesablamak dahi çok zordur. Biliyoruz ki formel olarak çözülemeyecek diferansiyel denklem sistemleri vardır ve isbat edilmiş matematikî neticelerle bağlı olduğundan Tanrı da onları çözemeyecektir. Doğrusu, Leibniz’in kendisi, bir tarafta reel sayılar ile öbür tarafta bütün hakikatler arasında bir benzetme göstererek Tanrı’nın hesablama kapasitesine bir çeşit sınırlama getirir. [16, dizi VI, cilt 4B, s. 1616, 1657–1658] Zorunlu hakikatler, rasyonel sayılara tekabül eder; zorunlu hakikatler, tıpkı rasyonel sayıların sonlu veya devirli ondalık bir temsil üreten sonlu sayıdaki adımda hesablanabilmesi gibi sonlu sayıda adımlarla sağlanabilir. Mümkün hakikatler, irrasyonel sayılara tekabül eder; mümkün hakikatler, tıpkı irrasyonel sayıların, sonsuz devirli olmayan ondalık bir temsil neticesi veren sonsuz adımda hesablanabilmesi gibi ancak sonsuz adımda isbat edilebilir. Leibniz’e göre matematikte sadece potansiyel sonsuzluk vardır; [16, s. 320-323] bu yüzden Tanrı dahi sonsuz bir hesablamayı bitiremez: bitirilmiş olma imkânsızlığı, sonsuzluğun mutlâk özüdür. Böylece Leibniz, şübhe götürmez bir şekilde Tanrı’nın her muhtemel dünyaya dair mümkün hakikatler sonsuzluğunu hesablayamacağını kesin bir anlamda açıklığa kavuşturur. Şübhe yok ki bazı durumlarda sonlu bir hesablama yeterli olacaktır. Geometrik dizilerin toplamını bulmak için sonsuz sayıda toplama işlemi yapamayacağımıza rağmen yine de toplamı hesablayabiliriz. Fakat bu olguya işaret etmemektedir; açıkça genel olarak mümkün hakikatlerin hesablanmasının imkânsız olduğunu kabul etmektedir. (yeri gelmişken, bu imkânsızlık Leibniz’in hürriyet teorisi için bazı avantajları sahibtir.) Bu demek değildir ki Tanrı ne yaptığını bilmemektedir, zira O görme kabiliyetine sahibtir: Tanrı, birbiri ardınca bütün adımları bitiremezse de sonsuz bir hesablamanın neticesini derhal görür. Öyleyse sorularımız gerçekte cevablanmamıştır fakat en azından bu bakış açısına göre daha fazla soru sormak zordur.

Yukarıdaki küme teorisi paradokslarına dair tartışma ek itirazlar telkin etmektedir. Bütün muhtemel dünyalar toplamının iyi tarif edilmediği görülmektedir; muhtemel dünyalar için Russell paradoksu ve Richard antinomisi benzerliklerini vermek mümkün gözükmektedir. Eğer bu doğruysa, Leibniz’in Tanrısı bu zorlukların üstesinden gelemez ve Leibniz’in muhtemel dünyalar teorisini, Cantor’un ve Zermelo-Fraenkel küme teorilerini kullanmadan yeniden formüle etmesi gerekir. [11, s. 103-105] 

3. İKİLİ SİSTEM VE YARATMA

Matematik ile yaratma fiili arasında başka bir ilişki daha vardır. 1697 yılında Wolfenbüttel’li Dük Rudolf August’a gönderilen bir mektubta Leibniz, yokluktan dünyayı yaratma ile ikili sayı sistemi arasındaki benzerliği göstermek için bir madalya basmayı teklif etti. [16, dizi I, cilt 13, s. 116–125; ayrıca krş. dizi I, cilt 12, s. 66–72]. Madalyanın üzerinde “yaratma tasavvuru”, “her şeyi yokluktan çıkarmak için vahid yeterlidir” ve “Bir zorunludur” sözleri vardı.[7] Bundan başka ikili gösterimle bazı sayılar toplama ve çarpmanın bir örneği olarak da gösterilebilirdi. 17 nci yüzyılda, Latince “nullum” kelimesi “sıfır” anlamına geldiği gibi “hiç” anlamına da geliyordu. “Bir zorunludur” kelimeleri Hz. İsa’nın Martha’ya söylediği sözlere [Luke 10, 42] bir imâ olarak görülebilir [16, dizi I, cilt 13, s. 119, satır 24–25; s. 120, satır 6–7; 22, 1973, s. 49] fakat bu sözler ayrıca Leibniz’in zorunlu varlık olarak Tanrı nosyonuna da işaret etmektedir. Bu sonuncusunu Leibniz’in Tanrı’nın varoluşunun isbatlarına dair tartışmada tekrar ele alacağız.

Leibniz, Rudolf August’a gönderdiği mektubunda boşluk ve karanlığın (Genesis 1, 1) sıfır ve yokluğa tekabül ettiğini, oysa suların üstünde uçan Tanrı ruhunun Kadir-i Mutlak Bir ile ilgili olduğunu açıklar.[8] Benzerlik ilk bakışta umulandan daha ileriye gider. Leibniz defalarca bütün yaratıkların mükemmelliklerini Tanrı’dan, kusurluluklarını da kendilerinden olduğunu belirtmiştir. ([15, VI, s. 603, 613; IV, s. 476]; ayrıca krş. [13, VII, s. 239; 16, dizi I, cilt 15, s. 560]) Mistik İlâhiyat üzerine bir risalede, Leibniz, hafif bir terminoloji farkıyla, bütün yaratıkların Tanrı ve yokluktan türediğini iddia eder; “özleri” Tanrı’danken “hiçlikleri” veya

“kötü durumları” kendilerindendir.[9] Leibniz devamında, bu durumun sayılar tarafından harika bir şekilde gösterildiğini ve bütün şeylerin özünün sayılara eşit olduğunu belirtir.[10] Her yaratıkta biraz yokluk bulunur, aksi hâlde Tanrı olurdu. Yaratıklardaki mükemmellikten yoksunluk, bilgideki karanlık, iradedeki tereddüt, ihtiras ve özlerinin sınırlı oluşudur. Diğer taraftan özümüzde, sonsuzluk, bir iz, hattâ Tanrı’nın bilgeliğine ve Kadir-i Mutlaklığına dair bir tasavvur vardır. [21, s. 128, 130] Leibniz bazen insanları küçük tanrılarla bile kıyaslar. [16, dizi VI, cilt 6, s. 389; 15, II, s. 125; IV, s. 479] Başka bir deyişle, mahlûklar mecazen belli bir 1 ve 0 karışımı olarak da görülebilir.

İkili sistem benzetmesi sadece yokluktan yaratılmayı misâllendirmekle kalmaz ayrıca dünyanın güzelliğini ve mükemmelliklerini de gösterir. [16, dizi I, cilt 13, s. 117; cilt 12, s. 69–70] Onluk sayı sisteminde muvazeneler öyle kolay bir şekilde görülmemektedir; ikili sistemde, eğer sayılar birbiri altına yazılırsa, her sütun kendi periyodikliğine sahibtir. Benzer şekilde, Tanrı’nın yaratmasında var gibi görünen düzensizlik, eğer doğru bakış açısı bulunursa kaybolur ve güzellik ile âhenk gâlib gelir. (Bunun bir başka örneği Kopernik sistemi olabilirdi. [15, VII, s. 120] Aynı şekilde, meselâ kare sayılar veya küp sayılar veya herhangi bir sayının katları alt alta yazılsa periyodiklikler bulunabilir. [22, s. 245, 255-256]) Leibniz, başka bir mektubta sözkonusu benzetmeyi daha da ileri götürür: 0 (sıfır) yaratmadan önceki boşluğu ifâde eder. İlk yaratma gününün başlangıcında 1 yani Tanrı vardı. İkinci günün başlangıcında, daha önce yaratılmış olan iki, yani gök ve yer vardı. Nihayet yedinci günün başlangıcında her şey yaratılmıştı ve bundan dolayıdır ki bu gün en mükemmel gün veya sebt günüdür; yedi ikili sistemde 111 şeklinde gösterilir ve hemen yedinci günün mükemmelliğini gösterir ki mübarek bir gündür. Bundan başka 111 işareti teslise de işaret eder. [22, s. 285]

Açıkçası Leibniz, eğer daha önce değilse burada ananevî sayı mistisizmi alanına girmektedir. Başka bazı ananevî mistisizm ile ilişki örneklerinden bahsedilebilir. Bazı bölümlerde, Leibniz, Tanrı’yı merkezi her yer ve çevresi hiçbir yer olan bir daireye benzeten ananevî mistik bir deyişle mutabıkmış gibi gözükmektedir. [16, dizi VI, cilt 1, s. 531; 12, s. 31, 49; 15, VI, s. 604, ayrıca krş. IV, s. 562; 3, s. 24–25] Leibniz bu sözü Pascal’ın Daha Fazla ve diğer eserlerinden okumuş olabilir. [17, s. 19-34]

Leibniz’in “tanrı tek sayıları sever” sözü[11] (yayınlarında Lebniz pi’nin dörde bölünmesi dizisi denilmekte) başka bir sayı mistisizmi örneği gibi gözükmektedir. Fakat bu söz Virgil’den bir alıntıdır [Eclogae 8, 75] [22, s. 4] ve eğitimli bir 17 nci yüzyıl bilginin böyle bir durumda bu klâsik ifâdelere başvurması çok tabiî gözükmektedir.

İtalyan matematikçi Grandi de dünyanın yoktan yaratılışını matematikî vasıtalarla göstermeye çalışmıştır. 1 − 1 + 1 − 1 + 1 ••• ıraksak sonsuz dizisini, 1 + (−1 + 1) + (−1 + 1) ••• = 1 ve (1 − 1) + (1 − 1) + ••• = 0 olduğunu belirterek ele almıştır. Tanrı, benzer bir yolla, yoktan bir şey yaratmış olabilirdi. Leibniz bunun kaba bir misâl olmadığını düşünmüş fakat sırf sonsuz sıfır tekrarının, gerçekten bize yeni bir hakikat getiren Tanrı’nın yaratması ile kıyaslanabilir olmadığı şeklinde tenkid etmiştir. [13, V, s. 382] Leibniz, açıkça, bu alandaki her muhtemel benzetmeyi kabul etmemiştir. Mahnke [18, s. 21] Pisagorculuğun, Leibniz’in temel hususiyetlerinden biri olduğunu iddia etmiştir. Leibniz’in bir characteristica universalis araştırmasının nihâî kaynağının Gülhaçlılar’ın veya diğer dinî mistiklerin fikirlerinde bulunduğu doğrudur. [17, s. 19; 9, s. 191] Diğer taraftan, Leibniz, umumiyetle, felsefî ifâdeler için matematikî benzetmeler vermekten hoşlanırdı. [15, II, s. 112, 258; III, s. 635; VI, s. 261–262, 508] Bu benzetmelerin illâ (Yeni-) Pisagorculukla ilgili olması gerekmiyordu. Ayrıca Leibniz, mümkün olduğu kadar diğer insanların görüşlerini kendininkinde bir araya getirmeyi istiyordu. O, defalarca, “Hor gördüğün şey az olsun ki her yerdeki iyilikten faydalan, umumî şiara sahibim” anlamında sözler söylemiştir.[12] Bağlılarından birisi matematikî metodlar kullanarak teoloji/İlâhiyat üzerine bir risale telif etmek mümkün müdür sorusu üzerine, Leibniz, daha önceden en azından felsefenin ilgili bölümünün matematikî metodla formüle edilmiş olması şartıyla bunu tasdik etmiştir. [16, dizi I, cilt 13, s. 551] Leibniz’e göre, matematik, fizik, felsefe ve ilâhiyat Tanrı’ya ulaştıran bir merdivenin basamaklarıdır. Şimdi insan bilgisinin bu birbiriyle içten bağlı basamaklarına bir bakalım. 

4. TANRI’YA ULAŞTIRAN BİR MERDİVEN

Tanrı bilgisi bütün bilgi ve hikmetin temeli veya kaynağıdır. [15, III, s. 54; 21, s. 128] Bulunan her yeni hakikat, her tecrübe veya teorem Tanrı güzelliğinin yeni bir aynasıdır. [16, dizi IV, cilt 1, s. 535] Zihin mükemmelliği ki bilgimizin ilerlemesi neticesidir, insanı Tanrı ile birleştirir. [16, dizi II, cilt 1, s. 270] Matematik, özellikle fikirler dünyasına girmek için uygundur [15, IV, s. 571] ve bize İlâhî düşüncelerin âni bir pırıltısını vererek bizi hoşnut eder. [15, VI, s. 262] Matematik, ilâhî bir ilim, düşüncelerimiz için bir testtir ve Leibniz onun çılgın bir âşığı olduğunu itiraf eder. [16, dizi II, cilt 1, s. 475, 433]. Önemli bir matematikî başarı, sağlam bir zihin en güvenilir işaretidir. [16, dizi II, cilt 1, s. 492] Leibniz, matematikî başarılarının, kendi felsefî ve teolojik ifâdelerinin dikkat celbetmesine yardımcı olmasını ümit etmiştir. [16, dizi I, cilt 13, s. 556–557; dizi II, cilt 1, s. 433–434, 491–493; ayrıca krş. dizi I, cilt 13, s. 516, satır 24–25] Burada açıkça Pascal ile bir paralellik vardır ve Dekart’ın niyeti ne olursa olsun, onun matematikî başarılarının bir filozof olarak ona yardımı dokunduğuna dair küçük bir şübhe vardır. Diğer taraftan, Leibniz, matematikçi L’Hôpital’e yazdığı bir mektubta kendi zamanındaki felsefî ve teolojik tartışmalardan şikâyet etmiştir. [13, II, p. 219] Muhakkak ki matematik ve ilme, meselâ Çin’deki Cizvit misyonerlerine gösterdiği tavırda gösterdiği gibi, aslî bir ilgisi vardı. Bu misyonerler, Çinlileri etkilemek ve onları Hıristiyan dininin yüceliğine inandırmak için, Avrupa matematiği ve astronomisinin üstünlüğünü kullanmaya çalışmışlardı. Leibniz, bunu reddetmemiş –onun deyişine göre Çinlilerin fikirleri zaten epeyce akla uygun Hıristiyanlığa yakınmış-, fakat o, Cizvitlerin bundan dolayı Çinlilerden başka türlü yapsalar öğrenebilecekleri kadar çok öğrenememelerinden kaygı duymuş. [16, dizi I, cilt 13, s. 516; dizi III, cilt 4, s. 409–416; 14, cilt IV, bölüm 1, s. 82] Kartezyen matematik ancak cebir problemlerle uğraşır; fakat ilmî problemlerin ekserisi transandantaldır ve bundan dolayı sonsuz küçükler -infinitezimal hesabına ihtiyaç duyar. Leibniz bu olgunun felsefî bir izahını vermiştir: Tabiattaki her şey sonsuz bir tabiata sahib bir Yaratıcının imzasını taşır; bu yüzden sonsuzluğun bir ilmi olan infinitezimal hesabı, tabiî bilimdeki her matematik uygulaması için gereklidir. [13, V, s. 308] Tabiat ile sanat (yani mühendislik) arasındaki fark kantitatif-kemmî değil, kalitatif-keyfîdir: hâlbuki insan tarafından yapılan her makine sonlu sayıdaki organlara sahib iken bir canlı sonsuz sayıya sahibtir ve bu şekilde Yaratıcısının sonsuz gücünü ve hikmetini görünür kılmaktadır. [15, IV, s. 396, 482, 505]

Bundan başka, Leibniz’in açıkladığına göre, süreklilik ilkesi sonsuzluktan türemektedir. Bu ilke, İnfinitezimal hesabın temeli olarak [7], matematikte kesinlikle olmalıdır ve ayrıca başarılı bir şekilde fizikte de uygulanmaktadır zira bütün şeylerin Yaratıcısı mükemmel bir matematikçi gibi hareket etmektedir. Özellikle sözkonusu ilke, Dekart’ın çarpma kanunlarının yanlış olması gerektiğini imâ eder, [15, II, s. 105; III, s.52] çünkü bu kanunlardan birine dair olan ön şartlar bir başka kanunun ön şartlarına dönüştürülebilir fakat neticeler bu değişiklikle birbirine dönüştürülmüş olmayacaktır.

Laplace demon-cininin Leibniz’in yazılarında bir habercisi var: Tabiattaki her şey, Leibniz’in açıkladığı gibi, matematikî bir şekilde kaçınılmaz olarak vuku bulur. Hesablamak için yeterli bir anlayış, hafıza ve akla sahib birisi, bir kâhin olabilecek ve geleceği şimdiden görebilecektir. [15, VII, s. 118; IV, s. 557]

Dünya bir bütün olarak sadece bir uç değer probleminin çözümü değildir, aynı şey onun bazı kısımları için de doğrudur. Bunun için bir matematik örneği verilebilir: Eğer iki nokta arasındaki en çabuk iniş (brachystochrone) belirlenmişse, aynı çizgi, aynı kavis üzerinde bulunan herhangi başka iki nokta arasındaki en çabuk iniş çizgisidir. Dünya aslında, yalnızca bütün kısımlarında en mükemmel olduğu için bir bütün olarak en mükemmeldir. [15, VII, s. 272–273] Leibniz daha sonraları bu fikrini değiştirmiş gibi gözükmektedir; başka bir yerde belli kısımlarda bir düzensizlik miktarının mümkün olduğunu [15, III, s. 636] ve güzel bir şeyin kısımlarının güzel olmak zorunda olmadığını belirtir. [15, VI, s. 245–246] Sadece, sebeb ve netice arasında bir ilişki olduğunu belirten tabiî kanunlar yoktur, ayrıca finalite-gayelilik ilkeleri de vardır. Mekanik bir sistem, eğer yerçekimi merkezi mümkün olabildiğince düşük olursa, istikrarlı bir durumdadır. [15, VII, s. 304] Optik, katoptrik ve diyoptrikte en kolay yol ilkesi vardır: Işık her zaman en az dirençli yolu izler. [15, VII, s. 273–278; IV, s. 506] Leibniz’in bu mevzudaki görüşleri, daha sonra gelen bir matematikçi olan Maupertuis’ten üstündür. Leibniz, sadece en çok belirli bir durumun (bir maksimum veya bir minimumun) varoluşunu iddia etmiş fakat Maupertuis, tabiata âit bütün işlemlerin, hareketin daima bir asgariyi gerektirdiğini (ki yanlıştır) imâ eden Tanrı’nın iktisadı ilkesini varsaymıştır.

Günümüzün bilim felsefesi bakış açsısına göre burada itirazlar olabilir. Tabiatın sebeblilik kanunları ne olursa olsun, bununla veya bir uç değere dönüşen fizikî ifâde[11, s. 106-109] ile muhtemelen onları finalite-gayelilik ilkeleri olarak ifâde etmek her zaman mümkündür. Öyleyse fizikteki gayelilik ilkelerinin varoluşu, muhtemelen, Tanrı’nın bilgece yaratmasından dolayı değil, daha çok fizikçilerin çabalarından dolayıdır.

Felsefe, matematik ve fizikten sonra, Tanrı’ya ulaştıran merdivenin bir sonraki basamağıdır. Matematikçiler filozof olmalı, tıpkı filozofların matematikçi olmaları gerektiği gibi; [15, I, s. 356] bu iktibastaki “matematikçi” (geometriciye zıt olarak) muhtemelen fizikçileri de kapsamaktadır. Leibniz, münferit ruhların birlikler ve maddî bedenlerin sonsuzluklar olduğunu belirterek, “Benim temel mülahazalarım birlik ve sonsuzluk etrafında döner”[13] olduğunu ilân eder ki bunların araştırılması için infinitezimal hesabı gerekir. L’Hôpital’e yazdığı bir mektub taslağında, Leibniz, “Benim metafiziğim, tâbiri câizse, tamamen matematikîdir veya ona dönüştürülebilir.” ileri sürer.[14] Bu sözü söylerken, aklında bir characteristica universalis projesi olduğu açıktır. Leibniz, bir hazine bulmaktansa isbat edilmiş bir metafizik bulmayı tercih ettiğini itiraf eder. [16, dizi II, cilt 1, s. 475] Başka bir mektubta, Leibniz, biraz farklı tâbirlerle: Matematik, gerçek mantık olan yeni icatlar bulma sanatı ile yakından ilişkilidir ve metafiziğin bu sanattan neredeyse hiçbir farkı yoktur, der. Metafizik tabiî İlâhiyattır ve Tanrı bütün bilgilerimizin kaynağıdır. [16, dizi II, cilt 1, s. 434; ayrıca krş. dizi I, cilt 13, s. 554]

Bir sonraki basamak, felsefeden İlâhiyata olan basamaktır. “Bir felsefeci olarak başladım, bir İlâhiyatçı olarak bitirdim.”[15] Felsefenin matematikte sağlam bir temeli varsa, Tanrı bilgisi elde edilebilir. Bu epistemolojik iddia, sonlu varlıkların sonsuz olan hakkında hiçbir şey bilemeyeceğini savunan Dekart’a karşı savunulmuştur. [Descartes: Œuvres, ed. Adam/Tannéry, cilt 8, Paris 1905, s. 14–15] Gerçi matematik aksini isbat eder. Sadece sonsuz dizilerin asimptot ve toplamlarını bilmekle kalmıyor, ayrıca sonlu bir hacme sahib (Toricelli’nin sonsuz üç buudlu cismi gibi) sonsuz geometrik şekilleri de biliyoruz. [15, IV, s. 360, 570] Filozof F.M. van Helmont Mesih’in Tanrı ile insan arasında bir varlık olduğunu iddia etmiştir. Leibniz, onun eğer matematik hakkındaki bilgisi daha çok olsaydı böyle bir şey söylememiş olacağını söylemiştir: Sonlu ve sonsuz arasında olan herhangi bir şeyin kendisi ya sonlu veya sonsuz olmak zorundadır. Hiç kuşku yok ki sonsuzluğun (ikinci seviyeden diferansiyeller, vs. tarafından gösterildiği gibi) farklı dereceleri vardır, fakat bu dereceler sonsuzdur ve bundan dolayı sonsuz sayıda Mesih olmalıdır ki saçmadır. [16, dizi I, cilt 11, s. 18–19].

5. TANRI’NIN VAROLUŞU

Leibniz’in Tanrı’nın varoluşunu isbatlayabileceğine inanıyor olması bir sürpriz gibi görülmeyecektir. Bu isbatlardan , mevzuumla ilgili olan ikisinden, zor olan teferruatlarına girmeden bahsedeceğim. Birincisine, ontolojik (varlık bilime âit) isbat denilir ve Canterbury’li Anselm tarafından ortaya atılmış ve Dekart tarafından da kabul edilmiştir. Bu isbatın temel fikri kabaca şöyledir: Tanrı, en mükemmel varlıktır; varoluştan yoksunluk mükemmellikten yoksunluğa işaret eder, bu yüzden en mükemmel varlık var olmak zorundadır. Leibniz’in bu muhakemeye dair tenkidi (ve onu daha da geliştirme çabası) 20 nci yüzyılın başlarındaki matematikçilerin küme teorisi ile ilgili paradoksları tartışmalarını hatırlatabilir. Leibniz’e göre ontolojik isbat doğrudur; fakat ek olarak, en mükemmel varlık nosyonunun tutarlı olduğunun isbatının verilmesi gerekir. [15, VI, s. 614; VII, s. 310, IV, s. 405–406; 16, dizi VI, cilt 4B, s. 1531] İkinci isbat, (her muhtemel dünyada geçerli olmak anlamında) ebedi veya zorunlu doğrular vardır ve bunların ekserisi matematik ve mantık doğrulardır, ifâdesiyle başlar. Bu doğruların hakikati bilfiil varolan bir şeyin üzerine kurulmalıdır. Yani öyle zorunlu bir varlığın üzerine kurulmalı ki onun özü varoluş anlamına gelsin; başka bir deyişle onun için varoluş mümkün olmanın neticesi olsun. [15, VI, s. 614; VII, s. 305]

Teolojinin belli bir problemi, şübhesiz Teslis meselesidir. Leibniz, ne Newton gibi Teslisi inkâr etmiş ne de Teslis doktrinin bir tezat ihtiva ettiğini kabul etmiştir. Atanasyus İman akidesi (Athanasian creed) üç ferdin fakat yalnız bir Tanrı’nın olduğunu belirtir. Bu akideye atıf yaparak, Leibniz düşüncesini şöyle açıklar: Eğer B, A ise ve C, A ise; B, C değil ve C de, B değilse, o hâlde bu durumda iki A vardır. Bu ifâdenin, hepsi A olup fakat birbirinden farklı olan B, C, D gibi üç varlık için benzeri de geçerlidir. Leibniz devam ederek “Ve bu sayıların kaynağıdır.”[16] der. Leibniz’in çözümü şudur: “A” nosyonu (yani “Tanrı”) iki farklı anlamda kullanılmıştır: Tanrı, aslî bir anlamda, tek olan ve üç ferdin paylaştığı İlâhî özü ifâde etmesine rağmen münferiden Teslisi oluşturanlardan herhangi birini ifâde eder.

Başka yerlerde bu meseleyi kendi üzerine düşünen bir zihinle karşılaştırır. Düşünen varlık ve onun üzerine düşündüğü varlık, sırasıyla aktif veya pasiftir ve bundan dolayı farklıdır fakat yine de aynıdır. Benzer şekilde Teslis’deki farklılık, bütün rasyonel/makul hareketlerin üç temel kökünden yani güç, bilgi ve iradeden türetilebilir ki bunların hepsi aynı öze âittir. [4, s. 313; ayrıca krş. 16, dizi VI, cilt 4B, s. 1461; cilt 4C, s. 2292] Öyleyse Leibniz’e göre Teslis akidesi aklın üstünde olmasına ve onu tam anlamıyla anlamamamıza rağmen akla ters değildir. Leibniz, -monoteizmi isbat etmiş olduğunu iddia ettiği gibi- Teslisi isbat etmeye çalışmamış, fakat Teslise karşı yapılan aslî tezat ihtiva ediyor ithamını çürütmeye çalışmıştır. Dindeki her şey akılla araştırılamasa da din akıl üzerine kurulmuş olmalıdır ki başka türlüsü bâtıl inanç olur. [4, s. 309; ayrıca krş 16, dizi VI, cilt 6, s. 494] Leibniz, Ortodoks İlâhiyatçıların tenkidini çekmemek için dikkatli olsa da genel intibâ onun Katoliklik ile Protestanlık arasında uyuşma temeli için zorladığı ve ayrıca Musevîlik, İslâm ve Çin dini olarak düşündüğü şey ile bir mutabakat temeli aradığıdır.

6. SON SÖZLER

Bu makalenin mevzuu bizi Leibniz’in akılcığı üzerine teksif olmaya götürdü. Fakat peşin hükümlü olmamak için onun düşüncesinde, en azından bahsedilmesi gereken bazı eğilimlerin olduğunun bilinmesi gerekir. Özellikle düşüncesindeki ferdiyetçilik, en az akılcılık kadar önemlidir. Dünyada tek biçimlilik yoktur; sadece canlı şeyler birbirinden farklı değildir, iki yaprak, iki yumurta ve genel olarak herhangi iki cisim birbirinden farklıdır. [15, IV, s. 554] Öyleyse aklî tecridin gücü ve her yerdeki benzerlik, sonsuz münferit varlık çeşitleri ile desteklenmiş, tamamlanmıştır. Onun felsefî düşüncesindeki “küçük idrak”in önemi bir başka örnek olabilir. Nihayet Leibniz’in maddenin her zerresindeki sonsuz canlı fikri bugünün akılcılarını şok bile edebilir. Ve tipik bir akılcı, şöyle diyerek oyunların matematikî incelemesi lehine konuşmasını beklemez: “İnsan zihni kendini, ciddi meselelerden ziyade oyunlarda daha aşikâr olarak gösterir.”[17]

KAYNAKLAR

[1]  E.J. Aiton, Leibniz. A Biography (Bir Biyografi), Bristol, Boston, 1985. [Matematik ve bilime özel bir ilgiyle hazırlanmış çok iyi bir biyografi.]

[2]  M.R. Antognazza, Leibniz de Deo Trino: Leibniz’s conception of the Trinity (Leibniz de Deo Trino: Leibniz’in Teslis anlayışının felsefî yönleri), Religious Studies (Dinî çalışmalar) 37 (2001), 1–13.

[3]  P. Beeley, Points, extension, and the mind-body problem. Remarks on the development of Leibniz’s thought from the Hypothesis physica nova to the Système nouveau, Leibniz’s ‘New System’, (Noktalar, teşmiller ve zihin-beden problemi. Hypothesis physica nova to the Système nouveau ve Leibniz’ın ‘New System’ (Yeni Sistem) eserlerinden Leibniz’in düşünce gelişimi üzerine notlar. ) R.S. Woolhouse, ed., Firenze, 1996, s. 15–35.

[4]  E. Bodemann, Ein Glaubensbekenntnis Leibnizens, Zeitschrift des Historischen Vereins für Niedersachsen, 1899, 308–315.

[5]  E. Bodemann, Die Leibniz-Handschriften der Königlichen öffentlichen Bibliothek zu Hannover, Hannover, Leipzig, 1895.

[6]  H. Breger, Leibniz, Weyl und das Kontinuum, Beiträge zur Wirkungs- und Rezeptionsgeschichte von Got- tfried Wilhelm Leibniz, A. Heinekamp, ed., Stuttgart, 1986, s. 316–330.

[7]  H. Breger, Analysis und Beweis, Internationale Zeitschrift für Philosophie, Heft 1 (1999), 95–106.

[8]  H. Holzhey and W. Schmidt-Biggemann (eds.), Grundriss der Geschichte der Philosophie. Die Philosophie des 17. Jahrhunderts, cilt 4, Basel, 2001, Leibniz üzerine olan bölüm, s. 995–1159. [Leibniz aktivitelerinin her yönüyle ilgili kısa bilgileri. Bir bibliyografi de ihtiva eder.]

[9]  A. Heinekamp, Leibniz und die Mystik, Gnosis und Mystik in der Geschichte der Philosophie, P. Koslowski, ed., Darmstadt, 1988, s. 183–206.

[10]  P. Jaenecke, Wissensdarstellung bei Leibniz, Leibniz und die Gegenwart, F. Hermanni and H. Breger, eds., München, 2002, s. 89–118.

[11]  Leibniz: Le meilleur des mondes, ed. A. Heinekamp ve A. Robinet (Studia Leibnitiana, Sonderheft 21), Stuttgart, 1992. [Muhtemel dünyaların en iyisi meselesi üzerinde değişik yazarların makaleleri.]

[12]  Leibniz: Discours sur la theologie naturelle des Chinois, ed. by W. Li and H. Poser, Frankfurt/Main, 2002.

[13]  Leibniz: Mathematische Schriften, ed. by C.I. Gerhardt, 7 volumes, Berlin, Halle 1849–1863; Tekrar basım:Hildesheim, 1971.

[14]  Leibniz: Opera omnia, ed. L. Dutens, 6 cilt, Genève, 1768.

[15]  Leibniz: Philosophische Schriften, ed. C.I. Gerhardt, 7. cilt, Berlin 1875–1890; Tekrar basım: Hildesheim, 1965, 1978 .

[16]  Leibniz: Sämtliche Schriften und Briefe, ed. the Academies of Göttingen and Berlin, 8 dizi, Darmstadt 1923 seqq. [39 cildi basıldı fakat yayını daha tamamlanmadı].

[17]  D. Mahnke, Unendliche Sphäre und Allmittelpunkt. Beiträge zur Genealogie der mathematischen Mystik, Deutsche Vierteljahresschrift für Literaturwissenschaft und Geistesgeschichte, cilt 23, Halle, 1937.

[18]  D. Mahnke, Die Rationalisierung der Mystik bei Leibniz und Kant, Blätter für deutsche Philosophie, cilt 13,1939/40, s. 1–73.

[19]  F. Ohly, Deus Geometra, Tradition als historische Kraft, N. Kamp and J. Wollasch etc., eds., Berlin, New York, 1982, s. 1–42. [Mevzu üzerine genel bilgiler, Leibniz üzerine sadece bir paragraf var.]

[20]  E. Scheibe, Calculemus! Das Problem der Anwendung von Logik und Mathematik, Leibniz. Tradition und Aktualität. Vorträge des V. Internationalen Leibniz-Kongresses, cilt 2, Hannover, 1989, s. 341–349.

[21]  F. Vonessen, Reim und Zahl bei Leibniz. Zwei kleine philosophische Schriften von Leibniz, Antaios 8 (1967), s. 99–133 [s. 128–133 Leibniz’in “Von der wahren Theologia mystica“ broşürü basılmıştır.]

[22]  H.J. Zacher, Leibniz’ Hauptschriften zur Dyadik, Frankfurt/Main, 1973.

 

DİPNOTLAR

1  En üst sınırı olmayan –hız veya sayı gibi- nitelikler mükemmellikler olarak kabul edilemez.

2  [16, dizi VI, cilt 4A, s. 269; dizi II, cilt 1, s. 491]. Leibniz, yaklaşık yirmi yıl sonra daha şübhecidir; inkâr edilemez delilleri reddeden insanlar da vardır. [16, ser I, cilt. 13, s. 553-554]

3  R. Descartes, Œuvres, ed. Adam/Tannéry, cilt. 1, Paris 1969, s. 145, 152; cilt. 2, Paris 1972, s. 118.

4  [16, dizi I, cilt 5, s. 600]: “La veritable Quietude qu’on trouve dans la Sainte Écriture, dans les Peres, et dans la raison est de se detourner des plaisirs exterieurs des sens, afin de mieux écouter la voix de Dieu, c’est à dire la Lumiere interieure des Verités eternelles”.

5  “Cum Deus calculat et cogitationem exercet, fit mundus” [16, dizi VI, cilt 4A, s. 22].

6  “Mathesis quaedam Divina” [13, VII, s. 304].

7  “Imago creationis”, “Omnibus ex nihilo ducendis sufficit unum”, “Unum est necessarium”.

8  17 nci yüzyılda Tanrı’yı 1 sayısı ile karşılaştıran tek kişi Leibniz değildi. [K. Radbruch, Mathematische Spuren in der Literatur, Darmstadt, 1997, s. 30–31].

9  “Selbstwesen” veya “Unwesen” [21, s. 130]; ikinci kelimenin anlamı varoluşun nefyi ve şeytanî öz’dür. Leibniz Plotin tarafından ortaya atılan ve bu teoriye göre şeytanın, herhangi müsbet bir şey yerine mükemmellikten bir yoksunluk ve mahrumiyet olduğunu iddia eden ananevi teorinin taraftarıdır.

10  Leibniz, diğer bölümlerde,  Pisagorcu gelenekten bu ünlü deyişe, yani bütün şeylerin özü sanki sayılardır, sözüne daha zayıf bir anlamda işaret eder. ([16, dizi I, cilt 12, s. 66, 71]; ayrıca krş. [22, s. 43–48])

11  [13, V, s. 118–122, ekteki 23 no’lu çizim: “Numero Deus impare gaudet”; ayrıca krş. 16, dizi I, cilt 12, s. 66].

12  15, III, 384: “J’ay cette Maxime generale de mepriser bien peu de choses et de profiter de ce qu’il y a de bon par tout.” Ayrıca krş. III, s. 620; II, s. 539; VI, s. 19; 13, VI, s. 236.]

13  [16, dizi I, cilt 13, s. 90]: “Mes Meditations fondamentales roulent sur deux choses, sçavoir sur l’un it é et sur l’infini”.

14  [16, dizi III, cilt 6, s. 253]: “Ma metaphysique est toute Mathematique pour dire ainsi, ou la pourroit devenir”.

15  [5, s. 58]: “Je commence en philosophe, mais je finis en theologien”.

16  “Atque haec origo est Numerorum” [2, s. 2, 10 (dipnot 7)]; ayrıca krş. [16, dizi VI, cilt 4A, s. 552, 2291–2292 ve 15, VI, s. 63–64].

17  [16, dizi VI, cilt 6, s. 466]: “l’esprit humain paroissant mieux dans les jeux que dans les matieres les plus serieuses”. Ayrıca krş. [15, IV, s. 570; VI, s. 639].

Kaynak: Akademya Dergisi, II. Dönem, Sayı 2, Eylül-Aralık 2011, s. 252-267

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!