Gothik yazısını icâd eden (doğrusu keşfeden olmalıdır) kişi piskopos Wulfilas’dır ve amacı Kitab-ı Mukaddes’i Gothça kaydetmekti. Gothça (Gothic) Milâd’dan sonra 400’lü yıllarda yazılı bir dil hâline gelmiştir. Aynı senelerde, Ermenî Aziz Mesrob, Ermenî Kilisesi için Ermenî yazısını geliştirdi. 845-850 seneleri arasında, Aziz Kiril (Saint Cyrill) ve kardeşi Methodos, Slavlar’ın Hristiyanlaştırılması temelinde ‘Glagolitik’ yazıyı ortaya koydu. Bu yazı, Kirilik (Cyrillic) olarak bilinir ve Slavlar bu yazıyı kullanmaktadırlar. Tangut prensi 1036 senesinde Tangut yazısını geliştirdi. Kore kralı Sejong 1446’da Kore yazısını, Sequoyah (Sikwayi) 1820’de Cherokee yazısını, İngiliz Methodist misyoner John Evans 1845’de, Kanada Cree’lerinin yazısını geliştirdi ki, bu yazı Baffin Adası Eskimoları’nın modifiye yazısıydı. Eskimo Uyako, 1890’larda Alaska yazısını, Momoru Doalu Bukere, Sierra Leone ve Liberya’da yaşayan Vailer’in yazısını, Müslüman bir terzi olan Kisimi Kamala Afrika’daki Mendeler’in yazısını 1935’de ortaya koydu. 1915’de, Njoya, Kamerun’da yaşayan Bamumlar’ın yazısını, Somali Sultanı’nın oğlu İsman Yusuf, Somali alfabesini keşfetti, 1904’de Batı Apacheları’ndan Silas John Edwards, rüyetinde gördüğü 62 duayı özel bir yazıya geçirdi. Çin’de, Smuel Pollard, Miao dili için bir yazı ortaya koydu. Dembele, 1960’larda, Mali’de Dita alfabesini keşfetti (icâd etti).
Mevzuumuz lisân-alfabe, özellikle de Yunan lisânına-alfabesine ilişkin bazı bilgiler ve misâller.
Lucretius şöyle der:
‘Quin etiam passim nostris in versibus ipsis
multa elementa vides multis communia verbis
cum tamen inter se versus ac verba necessest
confiteare est re et sonitu distare sonanti
tantum elementa queunt permutato ordine solo’
Meâlen şöyle;
‘Emin olmak için, mısralarımda, birçok kelimeye ortak birçok harf (elementa) görüyorsunuz; İştirâk etmelisiniz ki, bu mısralar ve bu kelimeler, mânâ ve ses bakımından birbirlerinden ayrıdırlar. Harflerin yalnızca düzenlerini değiştirmek suretiyle birçok şey mümkündür’.
M.Ö. 4. asırda yaşayan heccav-şair Νικοχαρης’e (Nikokhares-Nikoharis) göre, ‘Alfa-Vita’sı (Alfabesi) olmayan adam yani ‘Αναλφαβητος’ (Analfavitos) kişi boş bir adamdır. O, iyi konuşuyor olda dahi yetersizdir. Yani, Alfabe’siz ‘Söz-Konuşma’ çok mânâlı değildir.
Kritias şöyle der:
‘Φοίνικες δ’εϋρον γράμματ’ άλεξιλογα’ yani ‘Fenikeliler, Kelâm’ı muhafaza eden hurufatı buldular’.
Yunan Alfabesi’ni bulanın kim olduğu konusunda muhtelif görüşler var; Kimilerine göre, Yunan Alfabesi’ni bulan Nafplios’un oğlu Palamadis’tir. Hekateos’a göre ise, Yunan Alfabesi’ni Danaos Mısır’dan getirmiştir. Eşil’e göre, ilk alfabe kâşifi Prometheos’tur. Seyyah ve Vak’ânüvis Herodotos’a (İrodotos) nazaran, kızkardeşi Evropi’yi (Evropa-Avrupa) aramaya çıkan Kadmos, alfabeye Thebes şehrinde ulaşır.
Kadmos’un bulduğu (Thebes’den getirdiği) bu alfabe, İonia bölgesinde ‘Φοινήκια’ (Finîkia-Finikeli şeyler) olarak adlandırılır.
Aristotelis, Eforos ve Diadoros da, alfabeyi Kadmos’un bulduğunu kabul etmektedirler.
Yunanca’daki ‘Καδμος’ (Kadmos) kelimesi Semitik dillerden geçmedir. Arabca ‘Kadim’, ‘Kıdem’ kelimeleriyle İbrânîce’deki ‘Adam Qadmon-İlk İnsan, Âdem’ deyimindeki ‘Qadmon’ kelimesi, Yunan efsânevî kralı ‘Kadmos’a isim sahibliği yapmıştır. Semitik (Sâmî) dillerde ‘Qadm’, ‘Şark’ mânâsına gelmesine nazaran, Kadmos, ‘Şark’ın Adamı’ veya ‘Şarklı Adam’ olarak tanımlanmaktadır.
Eski Girit’te, ‘ποινικαστάς’ (Pinikastâs veya Finikastas kelimesi ‘Yazar’ mânâsına gelmektedir ki, bu deyim Fenikeliler’in ‘yazan’ insanlar olduklarına bir atıf teşkil etmektedir.
Fenike alfabesinde 22 harf bulunmaktadır:
Alf—Ð veya Ë veya “
Bêt—タ
Gaml—Ð
Delt—△
He—ヨ
Wau—フ
Zai—エ
Hêt—ㄇ
Têt—⊙
Yôd—ヌ
Kaf—ゝ
Lamd— し
Mêm—そ
Nûn—ら
Semk— き
‘Ain—ο
Pê—つ
Şâdê—ア
Qôf—ヱ
Rôs—q
Sin—w
Tau— x
Fenike Alfabesi’nde ‘Φ’ (Fi) harfi mevcud değil ve ilginç olarak Eski Girit’te de kullanılmıyor. Bu harf Yunan Alfabesi’ne özgü. Eski Yunanca da, Fenike yazısı gibi sağdan sola doğru yazılıyor.
Girit, Thira (Santorini), Melos, Sikinos ve Anafi adaları, Yunan Alfabesi’nin en iptidaî biçimlerinin kullanıldığı yerleşim birimleri olarak ortaya çıkıyor. M.Ö. 900’lere tarihlenen Knossos mezar yazısı Yunan yazısına en eski misâl olarak kabul edilmektedir. Ancak, Yunan yazısını ilk kullananlar Εβοια (Evia) adasında yaşayanlar; Bunlar Al-Mina’daki (Kuzey Suriye’de bir antik yerleşim) tüccarlarla sıkı ilişkiler içinde bulunuyorlar ve Fenikeliler’in arasında yaşıyorlar. Hesiodos, Evia-Halki kökenli, yine Omiros (Homeros-Omer) de Hios adasında yaşıyorlar yani Yunan alfabesinin ilk kullanıldığı coğrafyalarda ve her ikisi de bu iptidaî yazıyı kullanıyorlar.
Bu verilere nazaran, Yunan yazısının yaklaşık 3000 (2900) senelik bir tarihi olduğunu tesbit edebiliyoruz.
Şimdi de bazı Yunanca kelimelerin etimolojileriyle alâkalı ilginç değerlendirmelere bakalım:
Δορύλαιον (Dorîleon) kelimesi bizim Kütahya’nın tarihî ismi. Bazı yazarlar, kelimenin ‘Δορω’ (Doro-Verilen Hediye)+ Ελαιον (Eleon-Yağ) kelimelerinden mürekkeb bir sözcük olduğunu ve ‘Verilen-Hediye edilen Yağ’ mânâsına geldiğini söylüyorlar. O dönemlerde, ‘Yağ’ın bir hediye değeri olmasına nazaran mânâlı olabilir. Δόρυ (Dôri) kelimesi ise ‘Mızrak’ mânâsına. Eski dönemlerde ise, ‘Ağaç’ veya ‘Odun’ mânâsına. Sanskritçe ‘Darû’, Hititçe ‘Taru’, Gothça ‘Triu’ kelimeleri ise ‘Düz’ mânâsına. İngilizce ‘Tree’ kelimesi ‘Ağaç’ anlamında. Homeros’ta bu kelime ‘Sivri uçlu bir silah’ olarak ifâde buluyor. Bu bakımdan, ‘Δορυλαος’ (Dorilaos) biçiminde yazıldığında ‘Mızraklı Halq’ mânâsını da haiz. Büyük Usta Eleftheriadis ise, değişik bir etimoloji buluyor: Aramîce ‘Dur-Ulu’ kelimesine gidiyor. ‘Dur-Ulu’, ‘İlâh’ın Kulesi’ mânâsına. Dorileon kelimesinin Aramîce ‘Dur-Ulu’dan geldiğini belirtiyor.
Bâb; Arabca, Süryânîce, Aramîce lisânlarında ‘Kapı’ mânâsına. ‘Él, İl, Al, Ul, İl-ou’’kelimeleri Aramî-Süryânî-İbrânî lisânlarında ‘İlâh’ mânâsına. Bâb-il, Bâb-El, Bâb-Al, Bâb-Ul veya Bâb-İl-ou kelimeleri ‘İlâh’ın Kapısı’ mânâsına. Burada kadedilen ilâh Marduk. İbrânîce’de ‘Eloi’ kelimesiyle karşılanan ‘Allah’ kelimesinin Arabca’daki ‘ALLAH’ kelimesiyle kelimî akrabalığı var.
Gaza (Gazze) şehrinde çok eski iki mâbed (kalıntısı) var: Bunlardan biri İbrânîce ‘Kerufi-il’ diye anılıyor ve Yunancası ise ‘Κρητογενους Διος’ (Kritogenus Dios) yani ‘Girit’te doğan ilâh’. Neden böyle adlandırıldığı bilinmiyor. Gaza’daki ikinci en eski mâbed ise, ‘Hananean Mâbedi’ ve Hananea eski Filistin’de bir ilâhe. Bu mâbed ona adanmış.
Babilliler Arablar’a ‘Aribi’, ‘Arebi’ veya ‘Erebi’ diyorlar. Homeros, Arablar’dan bahsle ‘Έρεμβοί’ (Eremvî) kelimesini kullanıyor. Arab kelimesini Arab hurufatıyla yazarken ‘Ayn-Re-Be’ harflerine başvuruyoruz. Arabca ‘Ayn’ harfinin Yunanca’daki karşılığı ‘O Mikron’ yani ‘Küçük O’ eşdeyişle bizim bildiğimiz ‘o’. Yani Yunan hurufatına uydurarak yazmak gerekirse, ‘Οραμπ’ (Orab) şeklinde yazabiliyoruz. Samaritanlar’ın Arablar’a ‘Urub’ veya ‘Orub’ dedikleri biliniyor.
Yunanlar, Yahudiler’e ‘Εβραίος’ (Evreos) diyorlar ve ‘E-β-ρ-ο-ς’ yani Arabca karşılığı olarak verecek olursak ‘He-Be-Re-Ayn-sin’ ve İbrânîce’ye göre, ‘Heh-Beth-Reiş-Ayn-Sameh’. Bunu Türkçe okumaya kalksak, ‘Evros, Evreos, Ebros veya Ebreos’ şeklinde okuyabileceğiz. Arabca ve İbrânîce’den hareketle ise ‘Hebros, Hebreos’ şeklinde okuyabiliriz. Fransızca ‘Hebreux’ (Ebrö), İngilizce ‘Hebrew’ (Hibru) olarak yazılıp okunuyor. Arab kelimesini Yunanca yazarken de ‘Α-ρ-α-β-ο-ς’ (Aravos) diye yazıyoruz. İngilizler ‘Arab’, Fransızlar ‘Arabe’ (Arab) diyorlar. Son tecridde; Arab’ın ‘A, r, b’siyle, ‘Evreos’un veya ‘Hebrew’nun ‘E,b,r’si ortak. Yani, Arab ile İbrânî kelimeleri yakın akrabalar. Büyük Usta Eleftheriadis şuraya geliyor; Eski Yunanca Ιβηρ (İvir) olarak adlandırılan İberya (İspanyol yarımadası) kelimesinin da Arab ve İbrânî ile alâkası olabilir mi? Sicilya’nın ilk yerleşenlerinden biri İviras (İbiras) soyu. İvirler (İbirler) ethnolojik olarak Livili (Libili). Bunlar, libya’ya da ismini veren topluluk. İbri, Ebri, İberi veya Eberi olarak da adlandırılıyorlar. Ayrıca hâl-i hazırda İspanya’da ‘Evura’ (Ebura) isimli bir şehir de mevcud, Quadalaquivr nehrinin kıyısında. İvirler (İberler) İtalya’dan İspanya’ya geçiyorlar ve yerleşiyorlar. Yine, Yunanlar, Türkiye’yle Yunanistan arasında doğal sınır teşkil eden Meriç nehrine ‘Evros’ diyorlar ve Livaditis bu kelimenin de ‘Arab’ ve ‘İbrânî’ kelimeleriyle bağlantılı olduğunu söylüyor.
İtalya’da bulunan ‘Napoli’ şehrinin aslı Yunanca ‘Neapolis-Yenişehir’den mülhem. Yine ‘Nevşehir’ ilimizin orijinal ismi de ‘Neapolis’. Kastamonu ilimizin şirin ilçesi ‘İnebolu’nun da atası ‘Neapolis’. Filistin’deki ‘Nablus’ şehrinin kökeni de ‘Neapolis’.
Χώμα (Hôma) veya Χουμά (Humâ) kelimesi Yunanca, Toprak, çamur madde ve siyah mânâlarını hâvî. Eski Mısırlılar ve Kıptîler bu kelimeyi aynı mânâlarda ‘Χάμτου’ (Hâmtu), Χέμτου (Hêmtu) veya ‘Qhêmtu’ biçiminde söylüyorlar. Bu kelimelerden gelişen ‘Hêmbtou’ kelimesi ise, ‘Siyahlar’ın Toprakları’ mânâsına kullanılıyor. Herodot bu topraklarda yaşayan insanlardan bahisle, ‘Μελάγγαιον’ (Melâgeon) kelimesini ve Eski Mısırlılar’la aynı mânâda ve ‘Siyah Topraklar’ın İnsanları’ olarak kullanıyor. Apollodoros ise, ‘Μελαμπόδων Χώραν’ (Melabôdon Hôran) deyimini aynı mânâda kullanıyor. Yunanca kökenli olan ‘Χημεια’ (Himia) ve ‘Kimya’ mânâsına gelen kelime de, yukarıdakilerle bağlantılı.
Latince ‘Homo’ kelimesi ‘İnsan’ anlamında. İçindeki ‘H’ ve ‘M’ harfleri, Semitik bir mefhum olan ‘Ham’la alâkalı kabul ediliyor. Bilindiği gibi ‘Ham’, Hz. Nuh’un oğullarından biri ve ‘Hamitler’e soy veriyor. ‘Homo’ kelimesinin, yukarıda bahsettiğimiz Yunanca ‘Hôma’ (Toprak, siyah, çamur, madde) kelimesiyle ilişkisi daha kuvvetli görünüyor. Homa kelimesi ayrıca, derunî mânâda ‘Ψημένον ύπό του ηλίου’ (Psimênon îpô tu ilîu-Güneş’in altında kavrulan) mânâsına da geliyor. Bu tanım ‘İnsan’a uyuyor. Buradan başka bir yere geçebiliyoruz: Αίθίοπας’ (Ethîopas). Bu kelime Amharik (Habeş) lisânında Yatyiopya olarak söylenmektedir. Αίθω (Etho): Yunanca, ‘Yanmak, kavrulmak’ οπος (Opos), Όψ (Ôps) ve Όψη (Ôpsi)den mülhem yani ‘Görünüş, yan, yüz, durum’ mânâsına. Ethiopas: Yanmış görünen, kavruk görünüşlü, yanık yüzlü. (Güneşin altında) yanmış insan: Ethiopyalı: Ethiopas. İlm’in, ilk insan topluluğunu Nil nehri cıvarında ve Ethiopia’nın (Habeşistan-Avisinia) Omo (daha doğrusu, Homa veya Hama olabilirdi) vâdisinde aramasının nedenini de böylece işâretlemiş oluyoruz. İlm, ‘Yanık İnsan’ı arıyor. Bu bağlamda, devreye, toprak, madde, çamur, hamur, siyah, koyu ve insan kavramları devreye giriyor ve Yüce Referans’a başvuruyoruz: ‘Ve le qad khalaqne’l insâne min ssalssâlim min hameim mesnûn’ (Hicr Sûresi, 26. Âyet), yaklaşık olarak ‘Andolsun ki, insanı hame’den (kuru balçık, çamur, işlenebilen kara toprak) khalq ettik’. Evet, Kur’an’da da ‘Hamein’ kelimesi geçiyor ve yüklenen mânâ, ‘Kara Toprak, Kuru Balçık, Çamur’. Homeros da, ‘İliada, A. 423-5’de, ‘Άμύμονας Αίθιοπήας’ (Âmîmonas Ethiopîas-Olağanüstü Ethiopia(lı)) ifâdesini kullanır. ‘Mükemmel Yanık Yüzlü(ler)’ veya ‘Mükemmel Yanık İfâdeliler’. Kim bunlar? Muhtemelen ilk insan soyu ve çok güzeller. Amharik (Ethiopia) lisânında ‘Habeş’ veya ‘Habş’ kelimesi ‘Karışık’ mânâsına. Yunanca, Habeşistan kelimesinin karşılığı olarak ‘Αβησσυνία’ (Avisinîa) kelimesi kullanılıyor. Eski Yunanca’da, ‘Βήσσα’ (Vissa) kelimesi ‘Ormanla kaplı Vâdi’ mânâsına geliyor. Amharik lisânındaki ‘Karışık’ mânâsı daha güçlü bir ihtimâl. Suriye’deki ‘Hama’ ve ‘Hums’ kentleri, mutfağımızın en güzel yemeklerinden ‘Humus’ da aynı kökten gelmekte…
Attika’nın efsânevî kralı Kekrops… Attika’ya bu nedenle ‘Kekropia’ da denmiş. Kekrops’un da Afrika kökenli olduğu iddiası var; ‘Kêkrub’ veya ‘Kêkrob’ kelimesi, ‘Korûb’ veya ‘Gorub’ kelimesinden mülhem ve ‘siyahlar’ mânâsına geliyor. Yine Minoa döneminde, Attika’da bir yerleşim olan Kropîa’nın kökünde de aynı Afrikî kelimeler var.
‘Meli’ Yunanca ‘Bal’ mânâsına, Latince ‘Mel’, Türkçe ‘Bal’, Fransızca ‘Miel’ kelimeleri buradan mülhem. Hititçe ‘Milit’, Eski İrlanda lisânında ‘Mil’, Arnavutça ‘Mjalte’, Gothça ‘Mili’ veya ‘Miliq’. Yunanca ‘Melisa’, Balarısı mânâsına, Türkler bu ismi kız çocuklarına veriyorlar. Latince ‘Mellitus’ kelimesi ‘Ballandırılmış, Balla tatlandırılmış, Ballı Tatlı’ mânâlarına geliyor.
Yunanca, ‘Μήλο’ (Mîlo) kelimesi ‘Elma’ mânâsına. Latince ‘Mâlum’ (veya Pommum), Macarca ‘Alma’, Romence ‘Mere’. ‘Melon’, Fransızca ‘Kavun’ mânâsına. Yunanca, ‘Meli’ (Bal) kelimesinin etimolojisi net değil; ‘Meri’ (Baldır veya But mânâsına) olarak veriliyor. Daha doğru olması muhtemel olan, ‘Mehli’ kelimesi ve ‘Melîpikton’ anlamında yani ‘Baldan yoğun, Bal pıhtısı, Çok ballı’ kelimesinin sinonimi. Mehli kelimesi ‘Helva’ veya ‘helua’ kelimesinin irtibâtı kuvvetli bir olasılık. Helva da, aynı mânâya geliyor. Bal, Elma, Kavun ve Helva aynı sülâleden…
‘Hut’ Arabca ‘Büyük Balık’ mânâsına. ‘İhthis’ Eski Yunanca ‘Balık’. ‘Kithos’, Eski ve modern Yunanca’da ‘Büyük Balık’ mânâsına. Pelasgi (Yunanlar’ın kurucu atalarından biri) lisânında, Hutu veya Khutu ‘Büyük Balık’ mânâsına. Arabca ‘Hut’, Yunanca’ya geçerken, evvelâ ‘İhuth-u’, bilâhare ‘İhth-us’ biçimlerini alıyor. Yine Arabca’dan İon lehçesine ‘Hu-ton’ ve daha sonra ‘Hiton’ veya ‘Kithon’ olarak giriyor.
‘Μέδομαι’ (Mêdome) fiili Eski Yunanca’da ‘öngörmek, önceden düşünmek, tedbir almak’ mânâlarını haiz. ‘Μήδος’ (Mîdos) kelimesi, ‘Midas’ın İkâmeti’ mânâsına. Midas kelimesi , bir görüşe göre, Pers-Med ve Frigya imparatoru (kralı) ‘Mada’dan evrilerek geliyor. ‘Μήδεα’ (Mîdea) kelimesi ‘plan, tasarı, düşünce’ anlamına geliyor. ‘Μητιάομαι’ (Mitiâome) ve ‘Μητιάω’ (Mitiâo) fiilleri ‘öngörmek, önceden düşünmek, tedbir almak’ anlamında. ‘Μήτις’ (Mîtis), ‘Μητιέτης’ (Mitiêtis) ve ‘Μητιόεις’ (Mitiôis) kelimeleri ‘Bilge, arif, âlim, filozof, akıllı’ mânâsına geliyor. Homeros, ‘Φάρμακα Μητιόεντα’ (Fârmaka Mitiôenda-Ariflik İlâcı) diye bir mefhum kullanır. ‘Μέντωρ’ (Mêntor-Müşavir, Danışman, rehber) kelimesi de aynı kökenden ve ‘Midas’ kelimesi de buradan. Yani Midas kelimesi, içinde, ‘öngörülülük, akıllılık, ariflik’ mânâları barındırıyor.
Eski Sâmî lisânlarında, ‘Mêdâ’, ‘Midâ’, ‘Miidâ’ veya ‘Madâ’ biçiminde söyleniyor ve ‘(birşeyi) uzatmak, sürdürmek, (zamanı) genişletmek, yaymak, sermek, büyütmek, germek, ertelemek, sonraya bırakmak, tehir etmek, sağlamak, tedârik etmek, vermek, sunmak’ mânâlarına geliyor. Yukarıdaki izâhattan yola çıkıldığında, Kral Midas, ‘Zamanı geren, yayan, genişleten, uzatan, tehir eden, büyüten’ ‘bilge’ bir kral olarak anlaşılıyor. Mitolojik tanımlara göre, ‘iki büyük boynuzu olan’ biçiminde tasvir ediliyor. Bu mecâzdan, Midas’ın, ‘Midon-Medya’ ve ‘Frigya’ ülkelerinin ikisinin birden krallığını yaptığını çıkaran yorumcular var. (Eleftheriadis, İstanbul sultanlarına da (Osmanlı), Avrupa ve Asya’nın hâkimleri oldukları için, Zul-Karneyn ismi verildiğini belirtiyor).
Latince, ‘Medicamentum’ ve ‘Re-med-ium’ kelimeleri ‘İlâç’ mânâsına. Bunlar, Eski Yunanca, ‘Μητιόεντα’ (Mitiôenda-Âriflik, Âlimlik, Bilgelik, Filozofluk, Akıllılık) kelimesinden mülhem. ‘ Μάντης’ (Mândis) Yunanca, ‘Gaibden haber veren, İlâh’la görüşüp bilgi alan, kâhin, büyücü, öngörülü kimse’ mânâsına. Hind-Avrupa kök lisânında ‘Men’ kelimesi ‘Düşünmek’ mânâsına. Sanskritçe ‘Mânyate’, Eski Slavca ‘Minjo’, Lithuanca ‘Miniû’, Eski İrlanda lisânında ‘Muiniur’, Latince ‘Mens’ kelimeleri de ‘Düşünce, akıl, hafsala’ mânâlarına geliyor. Mania (Mani) kelimesi de buradan mülhem. (MA isimli yazımda bu konuda tafsilât var). ‘Mada, Meda, Miida, Mida, Midas, Mentor vd.’ Bu ‘Men’le bağlantılı.
Mandis kelimesinin bir mânâsı da ‘Hekim, Tabib’. Buradan Latince’ye de ‘Med-icus’ olarak sıçrıyor. Latince, ‘Med-icina’ (Tababet, Tıbb) kelimesi de aynı kökten. Homeros, Mandisler’i ‘İatros’ (Hekim) olarak ele alıyor. Böylece, Hekimler de, Mandisler gibi (olarak) Allah’dan ilhâm alan, bilgi alan, yardım alan meslek erbabı olarak tasvir ediliyor. Yani, Hekimlik, Kâhinlik, Filozofluk, Âlimlik, Âriflik, Bilgelik arasında, kelimîlik ve mânâ bağlamında, ortak bir ‘KÖK’ten gelme gerçeği var.
Yunanca ‘Ύγίεια’ (Îgîa-Sıhhat, sağlık), ‘Ύγεία’ (Îgîa-Sıhhat, sağlık), Ίά-ομαι’ (Îâ-ome: Sıhhat bulmak), ‘Ίώμαι’ (Îôme: Sıhhat bulmak, sağlığa kavuşmak), ‘Ίη-τήρ’ (Îi-tîr: Hekim, Tabib), ‘Ία-τρός’ (Îa-trôs: Hekim, Tabib) kelimelerinin Pelasgi lisânından köken aldığı kesin gibi. Pelasgi lisânında ‘Hâgi’ ve ‘Hîgi’ ifâdeleri ‘Sıhhatim yerinde, sağlıklıyım’ mânâsına geliyor. Sâmî lisânlarında, meselâ Arabca’da şu harflerle yazıyoruz: Elif-He-Ye-Elif ve şöyle okuyabiliyoruz: İhyâ! Evet Pelasgi lisânına Sâmî lisânlarından ve ‘İhyâ’ mânâsıyla geçiyor. Yani, Yunanca ‘Îgîa-Sıhhat’ kelimesinin aslı Sâmîce ‘İhyâ’. ‘İatrôs-Hekim’ kelimesi de ‘İhyâ edici, ihyâ eden’ mânâsına. Modern Yunanca’da, ‘Για-τρός’ (Ğiyatrôs) biçiminde yazılıp söyleniyor.
Arabca kökenli; Cebel-el Tarıq, Gibraltar; Âmir-al Mâ, Amiral veya Admiral; Wad-el Qebir, Quadalaquivr, Al-Harezmî, Algoritma olup çıkmış; Sanskrit ve Zend lisânlarındaki ‘Gan’, ‘Gaganni’ kelimeleri Yunanca’ya ‘Genesis-Yenesis, Latince’ye ‘Gens’ olarak girmiş. Onların da aslı ‘Kün’ veya ‘Kan’ yani Sâmî kökenli. Latince’deki ‘Rex’in (Kral) aslında Eski Mısır’ın Güneş İlâhı ‘Râ’dan mülhem olduğunu kaç kişi biliyor. Sanskritçe ‘Racâ’ da oradan. Yine Sanskritçe ‘Mâha Raciâ’ kelimesi de ‘Büyük Kral’ mânâsına ve Yunanca ‘Mêgas Ârhon’ diyoruz. Sanskritçe ‘Mâha’ Yunanca ‘Mêgas’! Eski Arâmîce’de ‘Roa’ ve ‘Roj’ deniyor krala.
Yunanca ‘Θεός’ (Theôs), ‘Θείος’ (Theios) veya ‘Δίος’ (Dîos), ‘İlâh’ mânâsına. Olimpos ilâhı Zeus’un Yunanca karşılığı da ‘Διας’ (Dias). Latin lisânına buradan ‘Deus’ ve ‘Divus’ olarak geçiyor. Sanskritçesi, ‘Dêvas’, Lithuancası ‘Devas’. Fransızcası ‘Dieu’ (Diö). Latince ‘Dies’, ‘Gün’ ve ‘Diurnus’ ise ‘Günlük’ mânâsına geliyor. Sanskritçe ‘Dyam’ın anlamı ‘Gökyüzü’, ‘Divyam’ ‘Parıldamak, aydınlanmak’, ‘Divasas’ ise ‘Gün’ mânâsına. Yunanca ‘Diôs’, ‘Dîa’ ve ‘Evdîa’ kelimeleri ‘İyi Gün’ mânâsına kullanılıyor. Anglosaksonlar, bu mânâda olmak üzere, ‘Tiws Doeg’ diyorlar ve bu deyimden ‘Tues-Day’ (İyi-Hoş Gün) yani Salı günü oluşturulmuş. Salı günü genelde Batı Avrupalılar, özelde de Anglosaksonlar için mühimsenen ve sevilen bir gündür ve Eski Keltler, Salı gününü bayram yaparak ve oruç tutarak geçiriyorlar. Latince’de de benzer bir durum var: ‘iuvi-dies’ diyorlar eskiden, yani ‘Yardım günü’ veya ‘Kâr günü, yarar günü’. Fransızca’ya ‘Jeudi-Perşembe’ olarak geçiyor. Latince ‘Dies Lunae’ dediğimiz de ‘Ay günü’nü anlıyoruz ve bu, İngilizce’ye ‘Moon-Day’ olarak aynen geçiyor ve bilâhare ‘Mon-day’ oluyor. Fransızca’ya ‘Lundi (Löndi)’ ve İtalyanca’ya ‘Lunadi’ olarak giriyor. Biz bunlara ‘Pazartesi’ diyoruz ve ‘incelik’ yok. Kim uydurmuşsa, çok kötü uydurmuş, hiçbir derinlik ve fikrîlik yok. Latince ‘Dies Martius’ yani ‘Mars Günü’, Fransızca’ya ‘Mardi’ olarak giriyor. Galyalılar bu günden korkuyorlar ve o gün Pazar-panayır kurmuyorlar. Mars’ın asabîyeti olsa gerek. Daha sonra, Merkür, Satürn, Güneş vs. var. Farsça ‘Div’, Türkçe’ye ‘Dev’ olarak girmiş ve ‘Theos’ ve ‘Deus’la alâkası olduğunu sanıyorum. Sâmî lisânlarında ‘Dauâ, Daoâ veya Daovâ’ biçiminde söyleniyor. Bu kelimelerin mânâsı ‘Çığlık atmak, haykırmak, çığırmak, dâvet etmek, yardıma çağırmak’. Arabca’ya gittiğimizde ‘Dua’ kelimesini de ‘Dâvet’ kelimesini de buluyoruz. Osmanlıca-Türkçe ‘Duacı’ kelimesini Yunanlar ‘Deômenos’ biçiminde söylüyorlar. Evet, Theos, Deos, Deus, Devas. Bunlar da, Sâmî kökenli ve işin ucu ‘Dua’ya gidiyor. Yani aslında Theos veya Deus, ‘Kendisinden yardım istenilen, yardıma çağırılan, kendisine haykırılan, yakarılan bir Varlık, yani ALLAH’ O’na yakarırken ‘DUA’ ediyoruz ve onu yardım etmesi için ‘DÂVET’ ediyoruz. İşin aslı bu; DOA-DAUA-DAOVA-DUA-DÂVET ve Theos-Deus!
İşin merkezinde ‘Dua’ var ‘Yakarış’ var, ‘Yardım Talebi’ var, yani ‘Semâvat’ var, ‘Gökler’ var. Bir sürü dil teorisi mevcud. Bir dilbilimci dost şunu söylüyor, ‘Sayısız dil teorilerini yazanları küçük cahiller gibi görüyorum, olaya siyâsî, psikolojik veya ideolojik bakıyorlar. Kimsenin aklına, ilk insan Âdem’in veya her kimse onların ‘hangi lisânı’ konuştukları gelmiyor. Gelse de, adını koyamıyorlar, koyamazlar da. Nasıl bileceksin, hangi lisânı konuştuklarını. Ben, insanın diliyle berâber yaratıldığını düşünüyorum. Yani bir Kök-Dil var. Hangisi olduğunu bilmiyorum ama olduğunu biliyorum. İnsan, insanlığını kaybedip şeytanlaştıkça, kendisine bahşedilen lisân da karmaşık ve özünden kopuk bir hâle geldi ve böylelikle gitgide insanlar birbirlerini anlamaz oldular. Göklerin üstün lisânı onlara unutturuldu, yeryüzünde sayısız lisân ortaya çıktı. Birkaç bin yıl öncesine aid tahminler yürütebiliyoruz ama onlar da da bir fikir birliği yok. Daha evveline gittiğimizde ise, herşey birbirine karışıyor ve orada kalıyoruz, duruyoruz ve teorilerden birine sarılmak zorunda kalıyoruz’.
Son tecridde; lisânsız adam bir hiç, ‘yok’ hüqmünde. Öyleyse dünya toplumunun kahhar ekseriyeti de ‘ihmâl edilebilir’ kadar ‘var’! Günlerini 200-300 kelimeyle konuşarak geçiriyorlar (bunların yarısı da tekrardan ibâret. Gidin bir devlet dairesine veya bir kahvehâneye, hattâ bir üniversite kantinine, bir gün oturup dinleyin insanları, göreceksiniz ki, 5 saat içinde, birbirinden farklı ortalama 200 kelime kullanıyorlar: Gelmek, gitmek, koşmak, para vermek, para almak, çalmak, futbol, toto, loto, ev, araba, borç vs. yani sıradan kelimeler ve kavramlar). Bu adamlar dünyaya nasıl şekil verebilirler. Biz Üst-Dil dediğimizde, birileri bunu ‘Faşizm’ falan zannetme ‘dehâsını’ göstermiş ve ‘ulaşılmazlığını!’ teşhir etmişti. Yalçın Küçük gibileri ise, ‘dil’i sosyalistlerin iyi bildiğini söyler. Peki, haydi, Yalçin Küçük’ün tezine kulak verelim ve ‘açın bakın, modern dille yazılmış ciddî eserlerdeki dil kalitesine, derinliğine ve üstünlüğüne, beğeniyor musunuz?’ diye soralım. Yalçın Küçük, kendisi bundan mutmain ise, mes’ele yok. Haydi diyelim, Yalçın Küçük ve taifesi, ‘500 kelimelik’ olsunlar veya ‘1000’. Şimdi yine sual edelim: ‘Bu seviye, perspektif vermeye, geliştirmeye ve cemiyyet üzerinde tasarruf etmeye kâfî mi? Ey Yalçın Küçük, sen, 500 kelimenle, Mütefekkir üzerinde nasıl tasarruf edeceksin, nasıl hâkimiyet kuracaksın, ayaklarını yere nasıl basacaksın?’ Sokaktaki adama egemen olabilirsin ama, ‘Müslüman’a ve öncüsüne nasıl güç getireceksin? En az 10.000 kelimeyle ‘ouverture’ yapan Üstad’ın çizgisine, Mütefekkir’e, 5000 spesifik ve derunî kelime ve mefhumla bu sahaya uzay ve uçak gemisi dinamiğiyle giren İBDA’nın önünde senin hâlin nice olur, taifenin ki nasıl olur? Hele bunları da bir anlat bize. Biz senden, 1 şey aldıysak (ben almadım) sen bizden 1000 aldın ve ‘Allah Razı Olsun, teşekkür ederim’ de demedin. Senin ve herkesin İBDA’nın sâdece ‘DİL’inden alacağınız şeyler deryâlar mesâbesinde, var işin fikir boyutunu sen anla. Büyük sözler söylemek kolaydır da, arkasını getirmek zordur. Bak, senin cumhurbaşkanın Mr. Ahmet Necdet Sezer ortaya uydurma bir ‘Oydaşma’ kelimesi attı ve sözde ‘Fikir birliği etme, mutabık olma’ demek istedi. Ne diye? ‘Mutabakat’ kelimesi Arabca ya, olmaz cumhuriyet ilkelerine uymuyor, kalsın. Sözlüklere bile alınmamış bu ‘Oydaşma’ kelimesi, ne de Eşeklere has bir kelime, ne de güzel su kaçırıyor Eşeğin mâlûm uzvuna, değil mi?. ‘Oynaşma’ gibi bir şey herhâlde. Senin sevgili eski şair başbakanın da bayılıyor böyle uydurma kelimelere: Çekinser diyor, uzlaşı diyor vs. Dedikçe de ‘traji-komik’ bir profil çiziyor. İşte devletin hâkimleri bunlar, Tansu’yu saymıyorum zira o mâlûl sınıfından olduğu için mâzurdur! Bunların konuştuğu dile bak ve gerisini sen tahlil et! Yaaa! Yalçın Küçük, bunlar ve daha binlercesi, Mütefekkir’e, Üstad’a, hattâ sana ve bana yol gösterecek, dirije edecek, akıl verecek, perspektif sunacak durumdalar mı? Sen bile bundan uzakken, onlar bizim için istikâmet belirleyecek? Elini vicdanına koy ve dil’in ehemmiyetini bir daha düşün. İdeolojik-politik mülâhazalar bundan sonra gelir, evvelâ ‘Dil’. Bu konuda bayağı yaralı olan Kürtler’in deyimiyle ‘Zıman!’.
En son Tecridde; Mütefekkir çözümü de bilgiyi de vermiş: Gerçek Dil Cennet ve Melâike’nin lisânı olan orijinal Süryânîce’dir. Hz. Âdem’in yani ilk insan ve ilk peygamberin lisânı bu lisândır, yani göklerin ve gök ehlinin lisânı. Gökten kopuldukda, bu lisân da dejenere edilmiş ve göklerle irtibât zorlaşmıştır. Gök lisânı, EN ÜST-ŞUUR ve EN-ÜST MÂNÂ lisânıdır yani EN-ÜST DİL’dir. Teorilerle kavranır bir şey değildir, yaşanır ve zevken idrâk edilir. Allah tarafından bazı seçilmiş kullarına bahşedilen bir ‘ÖZEL ve SPESİFİK’ lisândır. Yani TEK DİL vardır ki, O da ALLAH’ın seçkin abdlere öğrettiği dildir. Bizim gibi, kıçıkırık 200 kelimeyle konuşan adamların haddi, BÜYÜK İLİM (Grand Science) ve BÜYÜK DİL (Supra Lingua) olamaz. Vechemizi Mütefekkir’e çevirmek ve iyi talebeler olarak her dediğini emir addetmekten gayrı yollar, Dilsizleşme’ye, Maymunlaşma’ya ve Sefilleşme’ye yol açacaktır, açmaktadır…
Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)