Mantık ile ilgili birçok esere kabaca göz gezdirdim. Bu yazıda bu kabataslak okumanın bende bıraktığı intibaları hızlıca not edecek ve beraberinde getirdiği soruları kendime soracağım. Uzun bir yazı dizisine kabaca bir giriş mahiyetinde olacak. Başın başında insan ne zaman mantıklı olmaya karar verdi diye sorduğumuzda, mantık meselesini tekâmül nazariyeleri içinde ele almanın gerekli olduğunu ve oradan da antropolojinin yedek bir meselesi olduğunu kabule zorlanırız. Mantıklı olmaya karar vermek gibi bir kırılma noktasında o aydınlanmanın sebebi ise bizlere muallak kaldığından, mantık meselesini tartışacak, konuşacak zemini bulamayız.
Öncelikle kitapları karıştırdığımda ilk dikkatimi çeken, bu meselenin diğer meseleler ile pek de bağlantısı yokmuş gibi ele alınması. Sanki mantık denilen şey, ruhun ölümü sağlandıktan sonra işleyecek bir disiplin gibi ele alınıyor. Kim bu meseleye el atarsa atsın, genellikle diğer mevzuları “parantez içine alarak” ilerleme gibi bir yol tutuyor. Mantığı ölü kalıplar içerisinde işleyebilecek bir alan gibi görüyor ve böylelikle “eşya düzeni” dedikleri şey ne ise, o düzenin işleyiş prensipleri halinde ele alıyor. Tıpkı Bergson’un zekâ için söylediklerine benzer bir anlayışla bakılıyor. Örneğin mantık meselesi tarih felsefesinden, psikolojiden, sosyolojiden yani kısaca değişen ve dönüşen ne varsa hiçbiri ile bir ilgisi yokmuş gibi ele alınıyor ve bu tutum, reelden kasıt ne ise ona denk geldiği psikolojisi ile hareket ediliyor. Bu noktada ilk sorumuzu sorabiliriz: Ferdden ferde, toplumdan topluma değişen mantık anlayışları dururken, bu yolun doğru olduğuna gerçekten inanmak için ne tür sebeplerimiz var veya bunu kabul etmek için yeteri kadar veriye sahip miyiz?
Bir diğer mesele mantığın doğru-yanlışın kriteri gibi ele alınışı… Bir şey mantıklı ise doğrudur, bir şey mantıksız ise yanlıştır şeklindeki sarsılmaz inancımız. Peki, gerçekten bunu mu kastediyoruz? O zaman şöyle soralım, biz, bir şeye mantıksız derken neyi kastediyoruz? Bunu en alelade insan dahi hemen cevaplayabilir; bir şeye mantıksız demek, mantıksız dediğimiz olayın prensiplerimize uymamasıdır. Bu şekilde verilen cevap, mantığın bir alet olarak, değerlendirilen fenomenin, olgunun veya düşüncenin prensiplerimiz arasında bir köprü vazifesi gördüğü çıkarımına götürür bizleri. Bir diğer taraftan ise mantıksız olanın da doğru olabileceği çıkarımına götürür. Yani mantıklı dediğimiz bir yanlışın olabileceğini de, mantıksız dediğimiz bir doğrunun da olabileceği sonucuna götürür. Ayrıca buradan şöyle bir noktaya da çıkabiliriz: Günümüzde mantığın hiçbir muhtevaya sahip olmayan bir saf biçim olduğu anlayışının da eleştiriye tabi tutulmasının gerekli olduğu… Burada “mantığın doğru-yanlış meselesi ile bağlantısı var mı, varsa nasıl bir bağlantısı vardır?” şeklinde bir soru sormak zorunda kalıyoruz. Yaptığımız okumalarda mantık-doğru-yanlış ilişkisinin genellikle bir kurgu içerisinde verildiği kanaatine vardığımızdan, bunları diğer yazılarımızda açacağımızı belirterek bu yazıda bu kadarı ile yetiniyoruz.
Yine yaptığımız araştırmalarda mantığın, zihin ile ilgili bir mesele etrafında ele alındığını görmemize rağmen, yine aynı kişilerce tüm meselelere uygulandığını görüyoruz. Bu da, mantığın kendi hakikatini ve sınırlarını izleyebileceği alanların da mantığa irca edilerek, hem kendisinin hem de kendisine uygulama alanı diye seçtiği alanlarının hakikatini bozduğunu görüyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, dinamik bir alan olan psikolojiye mantığın uygulanışı veya sosyoloji alanına uygulanmasında elde edilen çıkarımların yanlışları… Hastalık nedir sorusuna belli bir mantıktan hareketle verilen cevapların insanları hasta ettiğine birçok defa şahit oluşumuz gibi… Oysa burada hem hastalığın tanınmaması hem de mantığın ne olduğunu bilmeden “mutlak mantık” şeklinde ön kabullerimizin, hakikatleri nasıl bozduğunu tespit ediyoruz. Yine bu anlayışla “din” meselesine bakışın nasıl katliamlara sebep olduğunu da hâlâ görüyoruz. (Adnan Oktar kitaplarının çok fazla destek görmesi ve bazı kurum ve kuruluşlar tarafından finanse edilmesinin en büyük tehlikelerinden biri de, bilim mantığının dine sokulması şeklinde bir formasyon kazandırmasından ileri geldiğini düşünüyoruz).
Nurettin Topçu’nun Mantık isimli kitapçığından devam edelim:
– “Mantık, “doğru düşünmenin kaidelerini ortaya koyan ilimdir” diye tarif edilir. Düşüncemizin normal işleyişini Psikoloji ilmi anlatmaktadır. (Normal?) Ancak duygu ve irade olayları mantığı ilgilendirmez. Şu halde duygu ve irade olayları dışarda kalarak, sade zihin olayları üzerinde yaptığımız araştırmalarla, düşünmenin ilmini yapmış oluyoruz. Mantığın psikoloji ile ilgisi işte bu noktada kendini göstermektedir; çünkü zihin hakikate ulaşmak gayesiyle ne yolda işletilmesi gerektiğini bilmek için, onun kendiliğinden nasıl işlemekte olduğunu bilmek lüzumludur. Bu sebepten, bazıları mantığın “zekâ psikolojisi” olduğunu söylerler. Ancak psikolojide anormal haller, yani şuurun hastalık halleri de incelendiği halde, mantık zihnin yalnız normal işleyişini incelemek iddiasındadır. Şu halde “mantık, normal zekanın psikolojisidir” demek daha doğru olacaktır. Böylelikle mantığın psikolojiden ibaret olduğu görülürse de, hakikatte bu iki ilim birbirinden ayrıdır. Zira psikoloji, şuur hallerini olduğu gibi ele almakta ve ulaşılması gerekli olan herhangi bir gayeyi göz önünde tutmamaktadır. Mantıkta ise, hakikate ulaşma gayesi güdülür. Hakikate ulaşmak için zihnin gelişigüzel işlemesi kâfi değildir. Bunun için bir takım kaidelere uymak zorunludur. Bu kaidelerin dışına çıkınca yanılma tehlikesi kendini gösterir. İşte bu sebepten mantığa normatif (kaide koyucu) ilim denir. Ahlâkın, vicdanı iyiliğe ulaştırıcı kaideleri gibi, mantığın da, aklı hakikate ulaştırıcı kaideleri bulunduğundan, bu iki ilim normatif ilimlerdir.” (Nurettin Topçu, Mantık, Yayın Tarihi 2011.06.01, 3. Basım)
Çelişkilerle dolu bu alıntıya kelime kelime yaklaşmadan kabaca bir değerlendirmeye gidelim. İlk önce “normal”, “normal olmayan” ayırımı başlı başına bir mesele ve bu anlamda bunun tespitini mantığın hangi kaidelerinden çıkarıyoruz sorusu bir tarafa, mantık ile bu ilginin kuruluşu üzerinde durulmalı değil mi? Psikolojinin kendine seçtiği varlık kategorisi ile mantığın yöneldiği kategori farklı kategoriler mi? Farklı değilse birbirinden farklı iki ilim dalı olduğunun neye dayandırıldığı bilinmeli değil mi? Bir taraftan mantık belli kaidelere uymalı iması varken diğer taraftan kaide koyucu oluşu ayrıca değerlendirilmeli… Mantık hakikate ulaşma gayesi güder derken bile ne türden cinayetler işlenildiğini diğer yazılarda ele alınmak üzere burada noktalıyoruz.
Şu şekilde toparlayalım: Zihnin belli kaidelere göre çalıştığını kabul eden, yani zihnin bir bilgisayar gibi belli bir programa göre çalıştığı imasını kabul etmek zaten irade meselesini dışarda bırakma çabası gibi görünüyor. Bu anlamda zihnin belli kaideleri var cümlesini ne kadar muğlak olduğunu kabule götürür. Yok, eğer o şekilde değil de zihin bazı kaidelere göre çalışır, bu kaideleri de mantık ortaya koyar deniyorsa, bu sefer de mantık bu kaideleri nasıl elde ediyor diye sormak lazım?