Mitolojilerde “İnsan-ı Kâmil” Meselesi

Bütün mitler, hemen hemen aynı mânâ ve sembollerden oluşmasına rağmen, bu kültürlerin ne zaman ne de mekan olarak birbirlerine yakın olduklarını gösteren kesin bir delil yoktur. Bu da tek bir “öğreti”nin, farklı noktalardan yola çıkan, değişik güzergahlara yönelen açılımları olduklarını gösterir. Nakledilişleri, çağlar boyunca dış biçimi değiştirilerek şartlara uyarlanmış, fakat temel aynı kaldığından bütün mitlerde bazı semboller hep aynı mânâyı ifâde etmiştir. Bu ortak “ilk bilgiler”in daha sonraki kuşaklara iletilmesi, illâ ki bu çerçevedeki tüm gelişmelerin ve bu gelişmelerin yol açmış olabileceği tüm uygulamaların iletilmesini de gerektirmez. Bütün mitolojilerde her şey “ilk kutsal örnekler”e dayanır. Bizim açımızdan bu meseleye bakışta, “ilk insan, ilk peygamberdi ve peygamberler olmasaydı medeniyet olmazdı” ölçüsü, her zaman düsturumuzdur.

Bütün medeniyetlerin irfan yemişleri, geçmişten bugüne gelirken, yeni zaman ve mekan şartlarına uygun olacak şekilde bir kaynaştırmaya maruz kalmışlardır. Rene Guenon’un dediği gibi, bugün için, Kalde, Mısır ve diğer geleneklere ne olduğunu kim bilebilir? Günümüzde arkeolojinin bulgularından yola çıkarak bir fikir öne sürmek riskine girecek değiliz; bunu yapanlar, konunun genel şümûlünü değerlendirmekten acizdirler. Kuşkusuz, çağların alâmetini görmek ve yeni devrenin hazırlanmasına başlangıç noktası oluşturmak üzere, çağın sonunda, her şeyin tekrar buluşması gerekmiyor mu?

Bugünkü modern anlayış, zamanın dairevî devir anlayışını, tarihin reddi olarak yorumlar ve asla kabul etmez. Felaket mefhumunun, bir anlamda “tarihî varoluş”a bağlanabilmesi, aslında, devrin gidişatının “inici” bir hareket ihtiva etmesinden dolayıdır. Ve bütün mitlerde gördüğümüz felaket mefhumu da hep aynı mânâyı ifade eder. Bu durumun, modern anlayışın kavradığı biçimiyle “ilerleme” fikrine doğrudan zıt olması, her devrî gelişmenin, ”aslında her tezahür sürecinin” kaçınılmaz olarak, ilkeden tedricî bir uzaklaşmayı ihtiva ederek, bir iniş oluşturmasıyla açıklanır. Mitolojilerdeki ve dinlerdeki düşüşün anlamı da bu olsa gerektir. Üstad Necib Fazıl, zamanın devrî anlayışını Allah Resulü’nün yaşadığı döneme atfen şöyle izah eder: “Milâttan sonraki altıncı asırda manzara, insanlığın, bir dairenin tam devri halinde bütün bir hayat yaşayıp tekrar sıfıra döndüğüne ve önünde korkunç bir hiçten başka bir şey kalmadığına işaret…” Yine Üstad’ın Çöle İnen Nur isimli eserinde Allah Resulü’nün Veda Hutbesinden:

“Ve içinde gaye ve dava memuru insanoğlunun yaradılışından o güne değin hiçbir ferdine nasib olmamış derinlik ve yükseklikte şu cümle vardır:

-İşte zaman yaratıldı yaratılalı devrini yapa yapa nihayet gaye noktasına erişti. Zaman ve mekan emrime verildi ve siz bu sırra riayetiniz nisbetinde mekanı döşeyecek ve zamanı işleteceksiniz. Resul olduğuma inanıyor fakat memuriyetimi anlayabiliyor musunuz?” [1]

Bütün medeniyetlerdeki zamanın devri mevzuunun merkezinde İnsan-ı Kâmil vardır. Bu anlamda, İBDA külliyatında geçen, meâlen, “Kainat’a teşmil eden mânâ – İnsan-ı Kâmil. İnsandan murad, Allah sevgilisi…” hatırlanmalı:

“Kıyamete kadar O’nun Şeriatı ile hükmolunacaktır; O’ndan sonra Resûl yok, sadece o ruha verâset var… Ve her dönemin hükmü ayrı oldu… Tevil ve tevazu hamaratlığına girmeksizin ve işin esprisinin anlaşıldığını umarak, YAĞMURCU’nun muradı ve görevi gereği, küfür mahreçli kanallardan işlenen mevzuların uyuma dair unsurlar hâlinde ele alındığını bildirelim.” [2]

Takvim: Kavm, kıyam, eğriyi doğrultma, düzeltme, kesme, yoluna koyma, biçime koyma. Ahseni takvim: En güzel nizam, tertib, şekil ve suret. Mecazi olarak insan.

Rene Guenon“Gerçek insanın (İnsan-ı Kâmil’in) durumunda ‘insan’ ve beşeriyet tek ve aynı şeydir, çünkü gerçek insan kendi bütün imkanları içinde beşer tabiatının gerçekleştirilmesi yahut olması gerekenin yerine getirilmesidir” der. Ve ona göre, gerçek insan aslında bir kişidir ve gökyüzü ve yeryüzünün oğlu tarifini da yalnız o hak ediyordur. “Yani gerçekte varlıkların sonsuz çeşitliliğini üreten bu olgudur. İşte insan olarak kendi merkezî rolünü yerine getirmeye onu kabiliyetli kılan budur ve rolünü tam anlamıyla insan olabildiği takdirde ifa edebilir. O tüm varlıklar için gerçek atanın sembolüdür. Sonradan beşeriyet, yeryüzü çevrimi boyunca kendisini aslî kökünden uzaklaştırdı ve sıradan insan olarak sadece yeryüzünün oğlu oldu.”

Bir önceki yazımızda, yılan ve ejderhanın yağmurcu mânâsına geldiğini ve uzakdoğu anlayışında yılan ve ejderhanın ying ve yang’ın sembolü olduğunu belirtmiştik.

Salih Mirzabeyoğlu: Meâlen, «Hatta daha yaygın geleneksel sembolizme göre o, iki yarısı Gökyüzü ve Yeryüzü olmak için henüz ayrılamamış “Âlem Yumurtası”dır.»

“Asyalılar’a göre yumurtanın sembolü kuşlar”

“SİN harfinin ebcedi 60 sayısı”

“SİN – İNSAN demek”

“Kadın ve erkek bir YUMURTA – haya

-hayat, haya, rahmet, su-

YER ile GÖK arasında

ve ikiye ayrılınca YUMURTA

doğdu EROS-SİN…” [3]

Âlem yumurtası, sıklıkla yılan ve kuş sembolizmiyle rabıtalanmıştır. Ve bütün bu semboller, “ideal ile toprağa bağlanma arasında bir berzahta kıvranan insanoğlunun OLUŞ ıztırabını” ve bu devirlerin merkezindeki gerçek insanı anlatır. Ying ve Yang; Gökyüzü ve Yeryüzü, Yukarı Sular ve Aşağı Sular mânâsında yılan ve ejderhayla sembolize edilir.

Salih Mirzabeyoğlu: “Berzah – dünya ve ahiret arasında

bu da hayal alemine mensub…

BERZAH – mertebelerin en cömertidir

iki denizin birleştiği yerdir” [4]

Rene Guenon“çifte spiral Hermes’in sembolü olarak (caducee)nin iki yılan figürü ile çok net olarak gösterilmiştir” der. Hermes’in kendisine gökyüzü ve yeryüzü âlemleri arasında bir aracı rolü verilmiştir. O devrin gerçek insanıdır. Guenon, Hermes’in, Mısırlı Toth, Hintte Budha, Mayalarda Quetzalcoatl yani kuş yılan, İslâm geleneğinde Seyyidna İdris ve Hızır, Yahudilerde Hanoch ile özdeşleştiğini söyler. Özellikle Meksika’daki yılan figürü, Hint gelenekleriyle çok benzerlik gösterir. (Kartalın pençeleri arasındaki yılan ve Garuda, Naga.) Yılan bazen kılıcın yerini alır ve kılıç en yüksek ifadesinde, bilgeliği ve kelâmın gücünü simgeler.

Hayat: Yılanlar… Hayyat: Terzi… Hayat: Diri.

Rene Guenon“Bütün bunlarla birlikte âlem yumurtasının ve spiralin üstünde bir kuş sembolü vardır. Bu kuş Hintte Hamsa’ya müsavidir ve ruh yahut ilahî nefes anlamına da gelir.” [5]

Metin Bobaroğlu«Aşkın insan, İnsan-ı Kâmil, İslâm anlayışında Zümrüd-ü Anka olarak temsil edilir. Simurg otuz kuş demektir ve bu otuz kuş yanar ve onun küllerinden Zümrüd-ü Anka doğar. Hakkındaki söylemlerin en can alıcı ve en kafa yorucu ifadesi “eşsiz benzersiz eylemi” mânâsıdır.»

Mayaların tüylü yılanı, Quetzal denilen bir kuşla da sembolize edilir. Zaten Quetzalcoatl da kuş yılan mânâsına gelir ve Mayaların devreden çağlarının en önemli sembolüdür. Mitolojiye göre kendini ateşe atar ve sabah yıldızı olarak yeniden doğar.

Bahattin Ögel«Bir rivayete göre kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş… Kuşa gök kuşu, direğe de göğün direği deniyor. Orta Asya ve Sibirya efsanelerinde bu direk “Hayat ağacı” gibi anlatılmış. Hayat ağacı yerle göğü birleştiriyormuş.» [6]

Samuel Noah Kramer“Sümer metinlerinde gök gürültüsü bulutlarını sembolize eden İmdugud adlı kutsal bir kuş var. Bu kuş kaderleri veriyor, sözüne karşı gelinmiyor ve yardımlar yapıyor. Onun kanatları açılınca bütün göğü kaplıyor. Bu kuş Akadlılarda Anzu adını alarak birinci yüzyıla kadar çiviyazılı metinlerde varlığını korumuştur. Bazen kartal olarak da algılanan bu kuş ve yılanla ilgi bazı hikâyeler var Sümer metinlerinde.”

Andrew Collins: «Mısır’ın Bennu kuşu ise yeni bir çağın bitişine ve yeni bir dünya devrinin başlamasına işaret ederdi. Bennu kuşunun Heliopolis’e dönüşünün görüldüğü her sefer, bir uzun dönemin sonunun ve diğerinin başlamasının işaretini verirdi. Heredot’un “History” kitabında o, “Arabistan yarımadasından gelir ve ebeviyen kuşu, her tarafı sarı sakızla (mür) yapıştırılmış olarak, güneş tapınağına gelir ve cesedi gömer”, olarak geçer. Onun görünmesi ilahî düzenin yaşayan ifadesi olmak ve firavunun kendini çağın ruhu ilan etmesidir. Onun devri 500 yahut 1460 olarak geçer kitâbelerde.» [7]

Salih Mirzabeyoğlu: “Demek oluyor ki yaratılışın aslı “teslis-üçleme“ üzerinedir; irade ve emir Allah tarafından, oluş keyfiyeti de mahluk tarafından olmak üzere üç esasa bağlıdır.” [8]

“Gökyüzü, yeryüzü, insan” terimlerinin oluşturduğu üçlünün Çin, Hint, Maya ve diğer medeniyetlerde bulunan benzerliklerine dikkat çekerek mevzuya devam etmek gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü bütün bu dairevî döngülerin merkezinde olan asıl mânâ “kâmil insan, gerçek insan.”

İlk olarak uzakdoğu sembolizmindeki, “Ti en”, “Ti”, “Jen”, kavramlarının oluşturduğu üçlü ile başlayalım. Ti en: Gökyüzü. Ti: Yeryüzü. (Ti kelimesi Sümerce hem kaburga kemiği, hem hayat özü olarak yaratılış sahnesini gösteren tabletlerde birbirine sarılmış iki yılan simgesi olarak gösterilir. Aynı zamanda bu ikili sarmal, tıpta DNA sembolüdür.) Jen: İnsan.

Hint’teki “Prusha”, Prusha’nın ‘hareketsiz’ faaliyetine yahut uzakdoğu geleneğindeki ‘Gökyüzüne’ tekabül eder. Prakriti, yeryüzü anlamındadır. Bununla birlikte, zuhur eden insan, Avatar’dır. Tuhaf ama, Avatar’ın annesi prakriti (yeryüzü) ile aynı şey olan Maya’dır.

Güneş-Akıl-Vişnu, her düzensizlik döneminde insanları kurtarmak amacıyla, 9 kez dünyaya inmiştir. Her seferinde başka bir kılık ve ad taşımıştır. Vişnu dünyaya her inişinde bir öncekinden daha az kusurlu ve kâmil bir nitelik taşımaktadır. Vişnu, bu sefer Avatar adını taşıyacaktır. Sanskritçe “avatar iniş demektir. Hindu dininde bu kelime Vişnu’nun “ruh hâlinden cisim hâline geçmesi” anlamında kullanılmıştır. Çünkü Vişnu’nun her inişi ilahî, ruhî varlığının cisimleşmesidir. Eski Hint metinlerinde Vişnu’nun bu cisimleşmeleri ve inişleri için çeşitli anlatımlar vardır. Kimi anlatımlarda Vişnu 25 kez cisimleşmiş ve yeryüzüne inmiştir. Başka anlatımlar bu inişlerin sayılamayacak kadar çok olduğunu ileri sürmüşlerdir. Şimdi beklenen inişin de, Kalki isminde ve at üstünde gerçekleşeceğine inanılmaktadır.

Rene Guenon“Vişnu, Vişnu olarak gösterildiğinde sarmal şekilde oturmuş bir yılanın üzerinde bulunur; elinde deniz kabuğundan yapılma bir düdükle metal bir disk tutmaktadır. Vişnu’nun kullandığı araç, yarı insan yarı kartal olan Garuda’dır. Vişnu bu gelişmeyi ve geliştirmeyi sanki daha iyi belirtebilmek için çeşitli avatar(yeryüzüne iniş)larda bulunur, yeryüzüne her inişinde bozulan düzeni daha gelişmiş olarak kurar. Halk efsanelerinde serüvenleri pek çoktur. Özellikle Balık, Kaplumbağa, Yabandomuzu, Aslan, Cüce, Rama ve Krisna biçimlerinde cisimleşmelerinin çeşitli efsaneleri vardır ve pek ünlüdür. Hint mitolojisinin Tufan hikayesinde de balık olup insan Manu’yu sırtına alarak kurtaran ve insan soyunun yeniden türemesine imkan hazırlayan odur.”

Rene Guenon“Uzakdoğu üçlüsü (triad) tabanı üstte bir üçgen biçiminde tasvir edilebilir. Bu bildiğimiz üçgenin yansıması olarak görünür. Toparlayacak olursak T’ai chi, T’ien ve Ti (yani büyük uç, Gökyüzü ve yeryüzü) ikinci üçlü de; Gökyüzü, Yeryüzü ve İnsan’dan ibaret. Ve ters yüz edilmiş bu iki üçgeni aynı tabana sahib olarak nazara alırsak, bu iki üçlü bir dörtlüyü oluşturur. Bu dörtlünün (yani tabanları aynı olan iki üçgen) iki kutbu arasında tüm zuhurat oluşur, sembolik olarak da ‘insan’ tam merkezi temsil etmesi ve dolayısıyla insanın zuhuratın ihtiva etiği bütünün bir sentezi olduğu anlamına gelir. Böylece yeryüzü ve gökyüzünün arasında mevkîlendirilmiş insan, onların karşılıklı ürünü yahut neticesi olarak nazara alınır. İkili tabiatı nedeniyle onları birleştiren ‘aracı’ olur.”

Rene Guenon“Gökyüzü örter, yeryüzü dayanır. Gökyüzü hintte Prusha, yeryüzü Prakriti… Örtmek kelimesi ise Sanskritçe Varuna ki, bu ‘var’ kökünden türemektedir. Varuna kelimesiyle eş anlamlı olarak Yunanca Ouranos kelimesi Latince’de örtmek yahut saklamak anlamına gelen ‘caelare’den türeme ‘Caelum’ kelimesi ile aynı sembolizmi ihtiva eder.”

Yeryüzünden gökyüzüne yükseliş ise bir çok farklı kültürde, bir ağaç yahut kutbun gerçek yükselişi ile sembolize edilmiştir.

Hermetik zümrüt levhada kelimesi kelimesine; “O yeryüzünden gökyüzüne yükselir ve tekrar gökyüzünden aşağı yeryüzüne iner ve yukarda bulunan şeylerin ve aşağıda bulunan şeylerin gücünü kazanır.” yazar. Gerçek insan yeryüzü ile gökyüzü arasında irtibatın sürdürülmesinden mesul insandır.

Rene Guenon“Gökyüzünden tekrar yeryüzüne gelen aracı mânâsıyla ‘yağmurcu’ bağlantısı sembol olarak İbranilerde de yaygın olarak kullanılır. Aynı zamanda semavî kişiliğinin şuurunda olan ve bu dünyada avatar olarak görünen şahısla eş tutulabilir. Aynı şekilde Hazreti Süleyman’ın mührü de (birbiri içine geçmiş, biri aşağı biri yukarı bakan iki üçgen) dikine duran üçgen semavi, aşağı doğru bakan ise arzî tabiatı temsil eder ve bu da aracı insanın sembolüdür. Uzak Doğu’da kaplumbağa sembolü de aracı insanın sembolüdür.”

Bu arada şunu belirtelim, bir de aşkın insan kavramı vardır, gerçek insan, aşkın insanın vekili yahut temsilcisidir.

“Rahmet: Yağmur. Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek…” [9]

«Çünkü Allah, “Canlı olan her şeyi sudan yarattık“ buyurdu. Bunu iyi anla… Her şeyin aslı sözdür ve bütün mevcudat, Allah’ın “Kün-Ol” emrinden meydana gelmiştir… “Rahmet” ile “yağmur” arasındaki ilgiye, kelâm plânında değinmiştik… Şimdi “kelâm” ile “su” arasındaki ilgi; kamus… Kamûs: Derya. Deniz. Denizin ortası ve derin yeri. Büyük lûgât kitabı…» [10]

«Kün: “Ol” mânâsına emir. Allah birşeye “Ol” derse, o şey olur… Künâ: Etrafı çevrilerek ekilen yer… Hadika: Etrafı duvarla çevrilmiş bahçe… Hadeka: Gözün siyahlığı, gözbebeği… Engüre: Gözbebeği… Engerek: Çok zehirli bir yılan… Salih: Kara yılan.” [11]

«Ebdâl diye isimlendirilen veliler sınıfından, bilinmeyen Ebdâl’den biri olan Mûsa el-Sedrânî anlatıyor… Kaf dağı ve onu kuşatan yılan:

-“Kaf Dağı’na ulaştığım zaman, onu kuşatan büyük yılanın görünüşünden ürktüm!”

Kaf ismindeki dağ, okyanusu kuşatmıştır; kâinatı kuşatmıştır; bu dağı da büyük bir yılan kuşatmış, bir daire hâlinde başı ve kuyruğu bitişmiştir.» [12]

“Kaf: (Bir dağ adı). Bir harf ismi… Ufuk… Ufuk (ufk): Kıyı, kenar. (…) Netice olarak “Kâf”, hayâl ve istikbâldir.” [13]

«Hayye: Yılan… Hayye: “Gel… Haydi” anlamında… Hayy: Diri, canlı. Bir şeyi cem ve ihrâz eylemek… Hayyat: Yılanlar… Hayt: İp. (Akıl. Ölüm). İki şeyi birbirine bağlayan. Dikiş dikmek. (…)» [14]

“Tinnîn: Ejderha, büyük yılan… Kur’ân harfleriyle, aynı yazılışta, tîn: İncir. (İnsanlar)… (…)” [15]

«Kaf: Ufuk… Ufuk: Zar… “Hayat bir zar içinde, hayatı örten bir zar!”… Umman: Okyanus. Büyük deniz… “Okyanusu kuşatan zar!”… Kâmus: Derya. Deniz. Denizin orta yeri. Büyük lûgat kitabı… (…) Kaf dağını halkalayan yılan?..» [16]

“Kelâm üstü kokunun hayatı: Deniz – Kâf Dağı – Yılan…” [17]

KAYNAKLAR:

[1] Necib Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, Büyük Doğu Yay., s. 50

[2] Salih Mirzabeyoğlu, Yağmurcu – Gerçekliğin Peşinde, İBDA Yay., s.54

[3] Salih Mirzabeyoğlu, Mitoloji ve Esatir – Güneş ve Ay, Baran Dergisi 156. Sayı.

[4] Salih Mirzabeyoğlu, Mitoloji ve Esatir – Güneş ve Ay, Baran Dergisi, 142. Sayı

[5] Rene Guenon, Büyük Üçlü, İz Yay., s. 89

[6] Bahattin Ögel, Türk Mitolojisi, TTK Yay., s. 598

[7] Andrev Collins, Cennetin Tanrıları, Avesta Yay., s. 192

[8] Salih Mirzabeyoğlu, Yağmurcu – Gerçekliğin Peşinde-, İBDA Yay., s. 49

[9] A.g.e., s. 36

[10] A.g.e., s. 48

[11] A.g.e., s. 49

[12] A.g.e., s. 299

[13] A.g.e., s. 301

[14] A.g.e., s. 301

[15] A.g.e., s. 302

[16] A.g.e., s. 302

[17] A.g.e., s. 302

Aylık Dergisi, Nisan 2010

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!