ELİF’TE KANDİNSKY
İBDA Mimarı’nın resim hikmetine dair eseri “Elif”te, Kandinsky öncelikle “Kırmızı” üzerine düşünceleriyle ele alınır. Hiç şübhesiz “Resim redd kökündendir” hikmetiyle de ilgili bu bölümden sonra, Kandinsky’yi bu sefer resim ve müzik ilgisi içinde görürüz:
– «Estetik değerleri önemseyen ve “sanat sanat içindir” ilkesini benimseyen Kandinsky, resmi, bir anlamda müziğin dili olarak görüyordu; “müziğin mücerret dili” dersek, müziğin de mücerretin bir dili olduğunu anlatmış oluruz. Kandinsky, resmi, müziğin dili olarak görüyordu.
Kandinsky’de sanat ve sanatı üzerine düşünme bahsinde dikkati çeken husus, Picasso vesilesiyle de üzerinde durduğum gibi, gerçek bir düşünür olarak hareket etmesidir; zaten ilk “mücerret resim” ressamı olarak tanınması da bunu gösteriyor.
“Resim, redd kökündendir!”… Redd; def’… Def’: Atma, itme, savmak. Savunma. Himaye etmek… Def’: Sıcaklık… Def’î: Hemen, bir ânda… Defi’: Kızgın olan nesne…
Resme nisbetle tecellinin “sıcak” ve tecelliye nisbetle resmin “soğuk” mânâsı üzerinde durmuştuk: Tecellinin tecelli olunanla ayniyeti, çizginin gerek mefhum ve gerekse resim anlamıyla taraf ilzam etmeyen perde gibi oluşu, neticede hem “sıcak” ve hem de “soğuk” nitelemesinin bulunduğunu gösterir.
Dikkat: Kandinsky, “Satha Göre Nokta ve Çizgi” isimli eserinde, ufkî çizgiye “soğuk”, amudî–yukarı çizgiye de “sıcak” nitelemesinde bulunarak, çizimin mücerret unsurlarının etkilerini ortaya koymaya çalıştı.
Önemli: 1895’teki bir Moskova sergisi, Kandinsky’ye, Fransız empresyonistlerini (intibaiyye okulunu) tanıttı. Monet’nin “Haystack” adlı eserini görmenin onda meydana getirdiği duygular, kendisini bekleyen akıbeti önceden haber veriyor gibiydi. “Burada resmin kendisinin ön plâna çıktığı intibaına kapılmıştım. Bu yönde daha fazla ilerlemenin mümkün olup olamayacağını düşünüyordum!” diyordu.
İntiba’: Kalb ve ruhta hasıl olan tesir. Görüş ve anlayış. Matbu olmak, tab’ olmak, basılmak.» [*]
ÜÇ TEMÂYÜL, ÜÇ İLHÂM
Wassily Kandinsky, 1866 yılında Moskova’da doğdu. Çocukluğundan itibaren, ailesinin etkisiyle sanatla ilgilenmeye başladı. Müzik ve resim, onun en çok ilgisini çeken sanatlardı. Babası tarafından resme, annesi tarafından müziğe teşvik ediliyordu. Çocukluğunda piyano ve viyolonsel çalmaya başladı. İlk yağlıboya takımını almak için para biriktirdiğinde 13-14 yaşlarındaydı.
Böylece küçük yaşından başlayarak, ruhunda seslere ve renklere karşı olağanüstü bir duyarlılık gelişti. Bununla birlikte 19 yaşında hukuk fakültesine yazılacak ve yeni bir yol tutar gibi olacaktı. Hukuk eğitimi ona sadece “mücerret–soyut” düşünce alışkanlığını kazandırdı; o yine sanatkâr ruhlu kaldı. Hayatını bütünüyle resme adamasını ve resimde mücerret resme yönelmesini sağayacak üç önemli gelişme yaşadı:
Bunlardan ilki, yukarıda da bahsedildiği gibi, Moskova’ya gelmiş olan gezici empresyonist sergidir. Claude Monet’nin tablolarındaki “objesizlik” kendisini çok etkiler. İkincisi, yine Bolşoy’da sahnelenen Richard Wagner’in Lohengrin dramasıdır. Bir ortaçağ masalı üzerine yazılan bu dramada Wagner’in yakaladığı ses sentezi, Kandinsky’ye, aynı şeyi resimde de yapmak düşüncesini aşılar. Üçüncüsü, atomun parçalanmasıdır. 1896’da Henri Becquerel ve onun ardından Maire ve Pierre Curie, atomun parçalanmasından ortaya çıkan radyoaktif enerjiyi keşfettiler. Bu gelişme Kandinsky’ye, maddî dünyanın, görünür gerçekliğin altında müthiş bir kuvvetin olduğu fikrini ilhâm etti.
Resim, müzik ve hukuk eğitiminin ardından, gençliğinde yaşadığı bu üç ilhâm, Kandinsky’nin “mücerret resmin pîri” olmasına yol açtı.
Kandinsky’nin yetiştiği yıllarda Rusya’da, “Ruskaya Duşa – Rus Ruhu” dedikleri bir rönesans yaşanmaktadır. Edebiyatta Puşkin, Dostoyevski, Gogol, Turgenyev, Çehov, Tolstoy gibi büyük örnekler, müzikte kezâ Çaykovski ve Rus Beşleri, bu rönesansın temsilcileridir. Oysa resim alanında aynı parlaklık henüz görünmemektedir.
Kandinsky, ilk resimlerini Rusya’da yaptı. Ancak bunlar sadece sanatında doğacak güneşin ilk ışıklarıydı. 30 yaşına geldiğinde soluğu Münih’te aldı. Münih’te Phalanx sanat akımına katıldı. Phalanx, eski çağlarda mızraklı askerlerin omuz omuza dizilmesiyle verilen savaş düzeninin adıdır; namazdaki saf tutma hâlinin savaşa uygulanmış biçimi… Fransız filozof Fourier, bu sistemi, eşitlik temeline dayalı toplum ütopyasına ad olarak vermiştir. Phalanx akımı, sanatçılar arasında bu eşitliği öngörüyordu.
Kandinsky, Almanya’dan Fransa’ya geçti ve orada Van Gogh, Gauguin ve Monet gibi empresyonizmin öncülerinin sanatlarını daha yakından inceleme imkânı buldu. Sonra tekrar Rusya’ya döndü; Rus halk kültürünü ve Ortaçağ duygu ve düşünce dünyasını inceledi. Resim anlayışı bunlar üzerinde şekillendi. Daha sonra bu üç ülke arasında bir defa daha gidip gelecekti.
SANATTA İLK VERİMLİLİK DÖNEMİ
Kandinsky, başlangıçta çalışmalarını dört kategoride yoğunlaştırdı:
– Çerçevelenmiş karton üzerinde renkleri spatulaya yaydığı “küçük yağlıboya çalışmalar”,
– Küçük ve kalın siyah mukavvalar üzerinde, genellikle ortaçağdan mülhem konuları suluboya ile işlediği “renkli çizimler”,
– Kanvas üzerinde daha detaylı çalışmalar olan “resimler”,
– Ve grafik çalışmalarının başlangıcını teşkil eden, 40’tan fazla “ağaçbakı”.
Daha başlangıçta, çağının sanat anlayışına köklü bir eleştiri arayışı içindeydi. Üç buudlu ifade imkânlarının bile ötesine geçmek istiyordu. Yâni bildiğimiz, dünya gözüyle gördüğümüz “en, boy ve derinlik” anlayışının ötesinde asıl ruh hayatının, zihin idrâkının ve duyguların resimlerini çizmek istiyordu. Bütün geçmiş çağların resim tekniklerini araştırıyor, Avrupa’yı karış karış dolaşıp, yeni sanat ve bilim araştırmalarını inceliyor, bilinen bütün kalıbları kırmak istiyordu.
1908–1914 arası dönem, onun bu sanat arayışlarının gözle görülür kıvama geldiği yıllar oldu. İntibacılık (empresyonizm) akımından yola çıktıysa da bu dönemde iyiden iyiye dışavurumcu (ekspresyonist) renk anlayışını temsil ediyordu. Fırçasından çıkan eserler, yavaş yavaş gözle görülür dünyanın suretlerinden uzaklaşmaya başladı. 1909 yılında Almanya’da “Yeni Sanatçı Topluluğu”nu kurdu; bu topluluk resimde ruhî sâiklerin (motive) peşine düşmüştü.
Özellikle filozof Bergson’un “Yaratcı Tekâmül” adlı eseri ve hayat hamlesi (élan vital) görüşü (1907), Kandinsky üzerinde derin etkiler bıraktı ve onun dehasının ortaya çıkmasında mühim bir rol oynadı. Kandinsky en önemli eseri olan “Sanatta Zihnîlik Üzerine”yi bu ilhâmla yazdı. Bu eserde, renklerle ilgili fikirlerini tamamlamış, “mavi”nin gücünü keşfetmiş ve Franz Marc ile birlikte “Mavi Atlı” sanat grubunu kurmuştu. Şöyle diyordu:
– «Ruhumuz uzun ve materyalist bir dönemden sonra yeniden uyanış yaşamaktadır… Ama yine de inançsızlıktan doğan karabasanlara yem olabilir… Güzellik, ruhî ihtiyaçtan doğar. Ruh bir piyanodur. Renkler bu piyanonun tuşları, gözler ise tellerine vuran çekiçlerdir. Sanatçı, o veya bu tuşa dokunarak insan ruhunu titreten eldir.»
Kandinsky’nin Münih’te geçirdiği bu yıllarda, şöhreti dünya çapında duyulmaya başlanır. Matisse ve Picasso kadar ilgi görmektedir. İki büyük sergi açar. Mavi Atlı grubuna meşhur Klee de katılır. Ancak Birinci Dünya Savaşı patladığında Almanya’da bir Rus olmak hiç kolay değildir. Ülkesine dönmek zorunda kalır ve bu verimli sanat dönemi böylece sona erer.
ÜÇ DÖNEM, ÜÇ ÖLÜM
Kandinsky, bir kez daha doğduğu şehirde, Moskova’dadır. Fakat inkılab hâlindeki sanatçı ruhu, orada da boş durmaz. Bir gün telefonda bir ses duyar. O sesten o kadar etkilenir ki, âşık olur. Ve bir süre sonra o sesin sahibi Nina Andreevskaya ile evlenir.
Savaş yılları Rusya’da zorluklar ve kargaşalar içinde geçer. Nihayet 1917 sonunda Lenin ve Troçki, Çar’ı devirir ve Rusya’da komünizm ilân ederler. Komünizmin resmî sanat politikası, öncelikle mücerrettir. Vladimir Tatlin’in kurduğu konstrüktivizm akımı, Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretilir. Kandinsky de bu akademiye üye olur. Ayrıca Moskova Resim Kültürü Müzesi’nin yöneticiliğine getirilir.
Ancak sanatçının bu dönemi verimsiz geçer. Resim üretimi durmuş gibidir. Kendisini yazmaya verir. Ne var ki, “ruhçu” diye dışlanmaya başladığı bir dönemdir. Mutsuzdur Kandinsky. Fikirleriyle çevresi arasında büyük bir uçurum vardır. Çareyi Rusya’yı terketmekte bulur ve 1921’in son günlerinde Berlin’e ulaşır.
Ve Almanya ruhuna bir kez daha hürriyeti iade eder sanatçının. Siyasetin ruh üzerindeki tahakkümü kalkar. Klee, Feininger ve Von Jawlensky gibi isimlerle bir araya gelerek “Mavi Dörtlü” grubunu kurar. Peşpeşe büyük eserler vermeye başlamıştır. Her tablosu ayrı bir şaheserdir artık. New York sanat muhitlerine de buradan ulaşır ve ekonomik olarak da rahatlamaya başlar. Geometrik şekillerin önemini keşfettiği ve renklerle ilgili fikirlerini bu şekiller üzerinde ifâdeye geçtiği yıllardır. Şöyle der:
– «Bugün daireleri seviyorum. Eskiden atları sevdiğim kadar, hattâ daha fazla… Çünkü dairenin verdiği tedai imkânları, atların verdiğinden çok daha fazla!»
Bununla beraber, bir kez daha siyaset devreye girecek, ruh ve sanat üzerinde tahakküm kurmaya kalkacak ve bu mutlu dönem böylece sona erecektir. Kandinsky, Almanya’da başından beri ressam Klee ile birlikte hareket etmektedir. Ve başından beri Bauhaus sanat okulunda çalışmaktadırlar. Önce Weimar’da olan bu okul, muhafazakâr hükümetin “bunlar komünist” suçlaması yüzünden kapanır. Bir müddet sonra Dresden’de tekrar açılır. Ancak bu kez de Naziler gelir. Bauhaus okulunun öğrenci ve öğretmenlerini tehlikeli bularak sorgulamaya başlarlar. Bunun üzerine okul kapanır ve Kandinsky, 1933 yılı sonunda, eşi Nina ile birlikte soluğu Paris’te alır. Arkasından Naziler, mücerret resme savaş açarlar, Kandinsky’nin geride kalan eserlerini toplayıp “Yoz Sanat” adı altında halka teşhir eder ve sonra da yok ederler.
Paris’te pek tanınmaz Kandinsky ve oranın curcunası içinde sosyal açıdan tam bir yalnızlığa mahkûm edilir. Sadece Miro gibi birkaç yakın dostu vardır. Fakat pîri olduğu mücerret resim Paris’te gelişme hâlindedir. 1930’da kurulan Daire ve Kare ile bir yıl sonra kurulan İbda–Tecrid (Abstraction-Création) resim grupları, mücerret resmi Paris sanat çevrelerinde sevdirmiştir. Yıllık olarak yayınlanan Abstraction-Création: Art Non-figuratif (İbda-Tecrit: Suretsiz Sanat) adlı dergi, mücerret resmin dilini sanat çevrelerinde oluşturmaktadır.
Gelgelelim, çok geçmeden Paris’in curcunası içinde “mücerret sanat” heyecanı kaybolacak, onun yerini “Sürrealizm” adı verilen, ondan doğma, fakat “hain evlat” gibi onun kaba bir yorumu olan yeni bir akım alacaktır. Sanatçı bu dönemde yine çok az üretkendir. “Gök Mavi” adlı tablosu bunlardan en önemlisidir. Yeniden Maviye dönmüş ve şöyle demektedir:
– «Mavi, ne kadar derine inerseniz, o kadar huzur verir!»
Son büyük eserlerini verir ve sessizlik içinde, hayata veda eder. (1944)
Böylece üç ayrı dönem yaşar “mücerret resmin pîri” ve üç ayrı ölümle ölür. Rusya’da “sağcı” diye, Almanya’da “solcu” diye ve nihayet Fransa’da “aziz” diye öldürülür!
* Salih Mirzabeyoğlu, ELİF –Resim Redd Kökündendir-, İBDA Yayınları, İstanbul 2003, s. 73-74.
KAYNAK: Akademya Dergisi, II. Dönem, Sayı 4, Ağustos-Ekim 2013.