Mustatil ve Calcar Avis

‘Mustatil’ Arapça bir kelime ve ‘Uzayan, uzun ve diktörtgen’ anlamlarını havî. Üstad’ın ‘Cinnet Mustatili’ ilk akla gelen ‘Mustatil’. ‘Calcar Avis’ Latince bir kavram ve Tıp terimi. ‘Kuş mahmuzu-Kuş tepgici’ şeklinde çeviriyoruz. ‘Calcar’ın İngilizcesi ‘Spur’, Yunancası ise ‘Σπιρούνι-Spirũni’, Arapça ve Osmanlıcası ‘Mahmuz’ veya ‘Mihmiz’, zorlama Türkçe’de ise ‘Tepgiç’ (‘Tep’ kökünden türeme). Calcar Avis’i İngilizce söylersek ‘Bird’s Spur’, Yunanca söylersek ‘Spirũni tu puli’ dememiz gerekiyor. Fakat her ikisi de Latincesi’nin-belki de ben öyle alıştığım için-ihtişamına ulaşamıyor, kulağıma hoş gelmiyor. ‘Calcar Avis’ bambaşka.

Peki neyin nesi bu Calcar Avis? Evet! ‘Calcar Avis’ Beyin’deki sayısız oluşumdan biri ve Beyin’in bir parçası olan ‘Hyppocampus’ (orijinali Yunanca ‘Ĩπποκαμπος-Ĩpokampos-Denizatı’ isimli alt oluşumun da alt oluşumu (parçası) olan bir mikro-yapı. Bu yazıyı insanları bunaltıp içlerini karartmak gibi mazohist bir insiyakla kaleme aldığımı eşdeyişle iç dünyamın-Cumhuriyet’in ilk dönem Fransa yetiştirmesi aydın ve yarı-aydın (diplômé mais non cultivé-diplomalı ancak kültürsüz) takımının bir bölümünün sevdiği bir kelime olan-‘bouleversement’ (Bulversöman-altüstoluş)larını sizlerle paylaşmak istediğimi itiraf etmeliyim.

Ortaokul yıllarımda, ‘Peau d’Orange’ (Po d’Oranj-Portakal kabuğu) isimli bir gerilim romanı okumuştum. Roman’ın baş kahramanı kadınları öldürüyor, derilerini çeşitli kimyevî işlemlerden geçiriyor ve ‘reddedilemez’, ‘taklidi imkânsız’ ve ‘bir defa kullanılabilecek miktarda’ bir parfüm üretiyor, bu parfümle bir başka kadını cezbediyor ve onu da öldürüyor ve seri cinâyetlere imza atıyordu. Aynı günlerde –belki de roman’ın etkisiyle-bir rüya gördüm; Gümüşsuyu’ndaki Süryânî Kadîm Kilisesi’nde kendi cenâze törenimi izliyorum ve roman kahramanı, içinde uzandıgım siyah ve salipli tabuta küçük bir şişe parfüm boşaltıyor ve elinde de Guiseppe Verdi’ye ait bir libretto tutuyor. Rüyayı gördükten birkaç gün sonra kuzenim Kıymet kendini asarak intihar etti. Sosyalist egilimliydi ve THKO’ya sempati duyuyordu. O günlerde (ve Tıbbiye’deki son yıllarıma kadar) ‘Koku’ mes’elesi bende âdeta bir ‘takıntı’ (obsesyon) hattâ bir ‘zorlantı’ (kompülsiyon) hâline geldi. ‘Koku’nun nelere muktedir olabileceğini bugün hâlâ tam mânâsıyla bilemiyoruz. Beyinden buruna ulaşan ‘Olfactor Lifler’in (Koku sinirinin lifleri, yolları) büyük bir kısmının ‘myelin’ ismi verilen yağlı bir maddeyle kaplı olmadığını, bunun sebebinin ise ‘myelin’in impulsları (dış uyaranları-gizli güçleri) 1000 misli daha hızlı iletmesi nedeniyle insan’ın ‘koku’ kabiliyeti için uygun düşmediğini (aksi hâlde kilometrelerce uzaktaki kokuları bile duyabilirdik ve hayat çekilmez hâle gelirdi) bilebiliyoruz.

Arpa boyu seviyesinde varabildiğimiz nokta itibârıyla ‘Beyin’ adı verilen hilekâr, sahtekâr ve üçkâğıtçı ‘mükemmel’ merkezî organın çoğu sırrından hayli uzağız. Şimdi hiçbir kesintiye uğratmadan, anlaşılmaz kavramlardan da imtina etmeyerek yukarıda zikrettiğimiz ‘Hyppocampus’ (Denizatı) isimli alt oluşum’a ait, ‘kilit’ rol oynadığını zannetiğimiz birkaç alt-oluşumunun adını yazalım:

1-Bulbus Cornus Posterioris (Arka Boynuz’un Kabartısı): Splenium Corporis Callosi’nin (Katı Cisim Şişliği’nin) liflerinden oluşur ve ‘Calcar Avis’in üst tarafında yer alır.

2-Calcar Avis: Kuş Mahmuzu. Cornu Posterior’un (Arka Boynuz’un) iç-yan (intero-medial) kısmında bulunan kabartı.

3-Pes Hyppocampi: Hyppocampus’un pençe biçimindeki ön ucu.

Daha 10-15 tane alt-oluşum, onların da alt-oluşumları ve ötesi mevcut.

Aynı Quantum fiziğindeki ‘bileşenlerin bileşenlerinin bileşenleri…’ gibi. İşin nereye varabileceğini, nerede aklımızı zayedeceğimizi kestirmek çok zor.

Bildiğimiz (zannetiğimiz) tek şey, ‘Hyppocampus’un (Denizatı’nın) ‘Rinencephalon’un (Koku beyni) kumandasının ‘Hyppocampus’ta olduğu, bunun dışında, yukarıda mezkur ve gayrı mezkur hiçbir alt-oluşum’un ne işle görevli olduğu (görevlendirilmiş) olduğu bilinmiyor. Somut veriler yavaş yavaş silinip, ufuk belirsizleştiğinde herşey birbirine karışıyor ya da, ‘herşey herşey olup ecinnilere karışıyor’, koku rayiha’ya, rayiha nefes’e, nefes ‘Hu’ya, ‘Hu’ ‘Hayy’a, ‘huy’a, ‘Huy’ Nefs’e, Nefs Ruh’a, Ruh Kalb’e, Kalb Ayn’a, Ayn dil’e, Dil gönül’e, gönül aşk’a, aşk labirentler’e, labirentler rüyâ’ya, rüyâ hülya’ya, hülya ‘Holi’ye (Yunanca safra), ‘Holi’ Melanholi’ye (Melankoli-Kara safra), melankoli, melankoli ‘Holy’ye (Mukaddes’e), ‘Holy’ ters dönmüş bir kule’ye, kule ‘köle’ye, köle ‘hâle’ye, hâle Hz. İsa’ya, Hz. İsa Paraklitos’a, Paraklitos nazar’a, nazar kuşluk vakti’ne, kuşluk vakti Yatsı’ya, Yatsı hüzn’e, hüzün cezbe’ye, cezbe divâneliğe, divânelik ibda’ya, ibda da yeniden koku’ya ve en nihâyetinde ‘Cinnet Mustatil’ine dönüyor, esritiyor, ürkütüyor, bir çekip bir itiyor. Ama o ‘esrârengiz rayiha’ hep kalıyor, ortadan kaybolmuyor.

Araplar’ın bir deyimi var: Mustatil-ür Re’s yani ‘Uzun Kafalı’. Bilim dili’nde bunun Yunancası kullanılıyor: Dolikosefal yani ‘Uzun kafalı’. Bu fizikî bir tanım. Mânâ buuduyla bakıldığında, ‘Uzun Kafalılık’ zor bir durumu ifâde edebilir. Psikiyatri Literatürü’nde böyle bir terim yok, şahsıma ait bir ‘benzetme’ terimi sâdece. Eminönü’nden kalkan eskilerin deyimiyle strapendeli bir dolmuşla, Taksim-Gümüşsuyu-Dolmabahçe hattı’nda ilerleyen bir yayanın Kabataş’ta karşılaşıp bir kazayı birlikte oluşturmalarını, bu kazanın bileşeni olması gereği yayanın bir eczâhâne’ye girip ilâç alışını, bu kazanın ‘mukadder’ oluşunu hazırlayan Kader makâmını, ‘tesâdüf!!!’ün arkasındaki Küllî şuuru, silahta sıkışıp kalan ve Selma’yı vuran kurşunu yelelerinden tutmayan bilinci yani 5. Mevsimi, İncir ağacı ile Kâinat’ın ‘Sikomorf’ (İncir biçimli) yapısı arasındaki ilişkiyi, ‘Ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok’ diyen, cümle kurabilen eşeğe bunları söyleten irâdeyi, körlüğü zedelemenin ne mene bir şey olduğunu, Âmâ’dan, cehl’den, ahadiyyet, vahdaniyyet, nübüvvet-i teşriniyye, Nefs-i Mardiyye, Nefs-i Sâfiyye, Feyz-i Akdes gibi ‘üst perde’ mefhumlardan dem uran ‘Yargıcı kravatlı-YSL veya Kenzo parfümlü-Caniche köpekli-Tight’lı-astroloji meraklı-Akatlar’da, Nakkaştepe’de-Acarken’te, Ulus’ta, Çekirge’de, Kavaklıdere’de mukîm’ snobların Hz. Mikail (AS)ın görevlerini Kanlıca Camiî imamından sorup da, ‘Yağmurlar’dan mes’ul bir büyük Melek’tir cevabını aldıklarında kıkır kıkır gülüp, ‘Yapma ya! O kadar mı?’ deyip makara yapmalarını kavramaktan-kovalamaktan acizim. O nedenle cinnet diktörtgeninden bir türlü çıkamıyorum.

Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu ve Üstad Necip Fazıl’ı okudukça onları müdhiş kıskanıyorum ve Allah bir insana bu kadar büyük bir çözümleme kudreti verebilir mi acaba? diye düşünüyorum. Marks’tan, Engels’ten, Lenin’in ‘Felsefe Defterleri’nden, Hegel’den (Tin’in görüngübilimi’nden), Feuerbach’tan, Anti-Duhring’den, Kapital’den, Komünist Manifesto’dan, Dimitrov’dan, Nietzsche’den, Kant’tan, Jung’dan, Bernardin de Saint-Pierre’den, Orhan Veli’den, Safo’dan, Noam Abraham Chomsky’den, Ali Şeriatî’den, Albert Camus’den, devrimci sendika muhalefeti’nden, Kılıç Yarası’ndan, Tasfiyeciliğin Tasfiyesi’nden, Freud’den ve Fromm’dan, Psikanaliz’den, Zola’dan (Nana’dan, Toprak’tan), Gorki’den buz gibi soğuduğumu hissediyor, teselli kabilinden, ‘Kraçotovka istasyonundaki bir kadın’ misali, Sartre’a, Borges’e, Zinon’a, Platon’a, Dostoyewsky’ye yanaşıyorum. Yitik zaman için hayıflanıyorum. Kollektivizm, Bilimsel Sosyalizm, Üretim İlişkileri, Reel Sosyalizm, Üçüncü Cebhe, Kongo Pratiği, Köylü İhtilâli, Otonomist Marksizm-Negrizm, Ana Çelişki, Altyapı-Üstyapı, Madde-Düşünce ilişkisi, Varlık sorunu, Sağ ya da Sol Sapmalar gibi baba kavramların (problematiklerin) duvar diplerinde-gölgelerinde pineklemektense, ‘Vehim huysuz bir attır, binebileni istediği yere vasıl eder’ düsturuna kulak verebiliyorum. Bu arada, ‘Ayva’yı-ağacını kim üretti? Artık değeri kim ve neden zimmetine geçirdi? İdeolojik-Siyâsî Erk’in ‘skandalist’inin (tetikçisinin) arkasındaki irâde nedir gibi ‘naif’ soruları kendime saklamakla birlikte, bu irâdeyle Kabataş’taki kazayı örgütleyen irâdenin ayniyetinden şübhem yok, fakat bunlar, Cinnet Diktörtgeni’nin içine hapsolmuş, Mustatil-ür Re’s’imi (Uzun kafamı) ‘hür’ kılmaya kâfî gelmiyor. [Ben ‘kâfî gelmek’ deyimini çok sık kullanırım, her kullanışımda da-yanımda olduğu zamanlar-bir mültecî dostum ‘kâfir mi dedin?’ biçiminde sulu-zırtlak ve salakça bir espri yapar. Ben de ağıza alınmayacak galiz küfürler savururum]. Şöyle desek ne olacak peki: “Kâfir geliyor!” yani dilimiz böyle sürçse… Cümleyi genişletsek: “Uzun kafamı ‘hür’ kılmaya kâfir gelmiyor“. Sonra da şöyle düzeltsek: “Uzun kafamı ‘hür’ kılmaya kâfir kâfî gelmiyor” ve nihâyet desek ki: “Akıl kâfî gelmiyor…”. Opisthodromikos (Mürtecî) bir kardeşiniz olarak, ‘Akl’ı ‘Kâfir’in yerine koyduğumu akıllarından geçirenler haklıdırlar. Yani, bugünkü ‘Akıl Paradigması’ ve ‘Akl’a dayalı (bilimsel!) Îslâm tahlili’ ‘Kâfir’in tâ kendisidir. Boşuna demiyormuş Sultanahmet çöplüğündeki deli muallim, ‘akıl, gel …..e takıl’ diye (O zamanlar o adamdan nefret ederdim, 80-81). Globalist-Siyonist-Protestan aklın takılması en uygun yer orası. Rayiha’yı engelleyen de, tahlil kâbiliyetimizi dumura uğratan da, Sevgili’den uzak düşmemize yol açan da işte bu akıl. Cinnet Dikdörtgeni’nin uzun ve kısa hudutlarını bu ‘akıl’ oluşturuyor. Yıkılmadıkça bu akl’ın iktidarı, ‘Mukaddes Rayiha’ bize hiç uğramayacak, yıkmalıyız bu ‘akl’ı, mutlaka ve mutlaka!… Calcar Avis’in ne olduğunu böylece çözeriz…

Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR