– Akit Gazetesi’nden İktibas –
MURAT ALAN’IN RÖPORTAJI
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatlarından Ali Rıza Yaman, Mirzabeyoğlu’na yapılan TELEGRAM işkencesiyle ilgili olarak Akit Gazetesi’nin sorularını cevabladı.
İBDA-C lideri olduğu iddiasıyla gözaltına alınıp müebbet hapis cezasıyla cezalandırılan Salih Mirzabeyoğlu, 12 yıldır cezaevinde yatıyor. 11 yıldır TELEGRAM işkencesine maruz kaldığı söylenen Salih Mirzabeyoğlu, şu ânda Bolu F Tipi Cezaevi’nde ve 6 yıldır 3 metrekarelik tek kişilik hücrede tutuluyor. Kamuoyunun yakından tanıdığı Salih Mirzabeyoğlu’nun durumunu avukatı Ali Rıza Yaman ile konuştuk.
Müvekkili Mirzabeyoğlu’na ileri teknolojik yöntemler kullanılarak işkence yapıldığını vurgulayan Ali Rıza Yaman, 56 eser sahibi bir ilim ve sanat adamının hukuksuz bir şekilde alıkonulduğunu, yapılan işkencelere rağmen Mirzabeyoğlu’nun insanlığa faydalı olacak eserler üretmeye devam ettiğini ifade etti. Mirzabeyoğlu yargılaması ve Ergenekon iddianamesine de giren TELEGRAM işkencesine kadar birçok konuyu Mirzabeyoğlu’nun avukatı Ali Rıza Yaman ile konuştuk. M.A.
***
Salih Mirzabeyoğlu’nun hayat şartlarından başlayalım isterseniz?
Salih bey, biliyorsunuz 12 yıldır cezaevindedir. 11 yıldır TELEGRAM işkencesine maruzdur. Şu anda Bolu F Tipi Cezaevi’nde, 6 yıldır kaldığı 3 metrekarelik tek kişilik hücresindedir.
Kimlerle görüşebiliyor?
Haftada bir gün, iki saat avukatlarıyla. İki haftada, o da bir saat ve kapalı olmak üzere ailesiyle…
Sizin haricinizde?
Bizim haricimizde, hiç kimseyle görüşemiyor. İdam cezası verildiği ve bu, ağırlaştırılmış müebbete çevrildiği için tam bir tecrit altında.
Röportaj öncesi bahsettiğiniz TELEGRAM işkencesine geleceğiz… Ondan önce hukuk sürecini kısaca anlatmanızı rica ediyoruz.
Hukuk sürecini; “fikri idam teşebbüsü” olarak özetleyebiliriz. Mirzabeyoğlu Davası’nda hukuk, fikri idam teşebbüsünün bir âleti, bir maşasıdır. Ve ortada sonucu başından belli bir tiyatro vardır. O dönemin İçişleri ve Adalet Bakanı’ndan polisine medyasına kadar herkesin rolü bu tiyatroda bellidir. Tiyatro, Salih Bey’in 29 Aralık 1998’de, saat 14 sularında o gün için ilkokula giden çocuğunu almak üzere gittiği okulun önünde başlıyor… Salih Bey’in yanında eşi ve diğer çocuğu olduğu hâlde, üzerine saldırılıyor. Okulun önünde, eşinin ve çocuklarının yanında ve hiçbir resmî belge gösterilmeksizin… Aynı hukuk tanımaz tavırla, evi ve arabası aranmış, daha sonra da eşiyle birlikte, emniyete götürülmüştür.
ÖRGÜT EVİNDE YAKALANMIŞ ALGISI OLUŞTURULDU
Bakın bu hiç bilinmiyor. Sanki örgüt evinde çatışmada yakalanmış gibi bir algı var kamuoyunda.
Bilinmiyor, çünkü 28 Şubat medyası tam da belirttiğiniz gibi “Efsanevî örgüt lideri Salih Mirzabeyoğlu, saklandığı örgüt evinde yakalandı” tarzında haberler yapmıştır. Oysa ki, okulun önünde, ailesinin yanında… Salih Bey, o gün için 41 tane eserin altına imza atmış bir fikir adamıdır. Hakkında hiçbir arama, yakalama, tutuklama kararı yoktur. Ama buna rağmen, sanki aranıyormuş, sanki kaçıyormuş ve sanki kaçtığı yerde yakalanmış gibi bir havayla haber servis edilmiştir… Daha sonrasında; sorgulama safhası. Bu sorguda, hukuk adına sergilenen tiyatronun ruhunu veren çok ilginç diyaloglar yaşanıyor. Müsaadenizle aktarmak isterim.
Buyurun…
Sorguda Salih beye; “Yukarıdan bastırıyorlar, sen İBDA-C örgütünün lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin!” deniliyor.
Çok ilginç…
MADEM BİR ÖRGÜT VAR, SEN DE LİDERİ OLMALISIN!
Daha da ilgincini söyleyeyim… Salih Mirzabeyoğlu’na; “Biliyoruz. Tamam, hiç kimseyle görüşmediğini ve tanımadığını kabul ediyoruz; talimat da vermediğini kabul ediyoruz… Gelelim şu liderlik mevzuuna…” deniliyor. Salih Bey de; “Hiç kimseyle görüşmemişim, talimat vermemişim, bunu siz de biliyor ve söylüyorsunuz. Ben bu durumda illegal bir örgütün nasıl başı olabilirim ki?” diye mukabelede bulunuyor. Aynı polis ısrarla devam ediyor: “Gel sen şunu güzellikle kabul et. Hem biz sana kötülük yapmak istemiyoruz. İsteseydik evinin bahçesine eroini gömer, ‘Eroin yakaladık’ derdik.” Salih Bey bu ‘cazib’ teklifi kabul etmeyip, fikir adamlığından bahsedince; sorgucular 28 Şubat Türkiye’sinde hukukun nasıl işlediğini gösteren fevkalâde bir lâf ediyor: “Aslanım, savcı senin kitablarını okuyacak değil ya… Buradan önüne ne giderse o.” O kadar ki iddianamede Salih Bey için; “Örgüt mensublarının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tesbit edilmemiş olmakla beraber…” ifadesi mevcuttur.
Tesbit edilemediyse, neye istinaden ceza veriliyor?..
Tesbit yok, münasib görme var… İBDA-C markasıyla faaliyet gösteren yapılar var. Bunlar hiç kimseden emir ve talimat almadan eylem yapıyor. Vakıa bu. Bu vakıa karşısında iddia makamı; “Lidersiz bir örgüt düşünülemediği gibi, örgüt mensublarının gerçekleştirdiği eylemlerden de örgüt liderinin sorumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırı düşer. İBDA-C adlı örgüt mensublarının gerçekleştirdiği tüm eylemlerden örgüt lideri de sorumludur. İBDA-C örgüt mensublarının Kumandan kod adlı sanık İzzet Erdiş’e bağlılığı…” diyor. Ortada hiyerarşik bir ilişki yok. Hiyerarşi olması bir tarafa, tanışıklık yok. Eylem yok. Talimat yok. Fikrî bir yakınlık, bağlılıktır söz konusu olan. O gün için 41 tane eser vermiş bir yazarın fikirlerinin etkisinin olmasından daha tabiî ne olabilir? Kaldı ki, tanışıklık da olabilir. Bu bir şey ifade etmez. Ortada hiyerarşi yok, eylem yok, eylem talimatı yok, tanışıklık yok… Buna rağmen ‘olsa olsa budur’ mantığı üzerine bina edilen bir hüküm var. Bu sakat mantıkla verilen karar, idam olmuştur. Özdemir Sabancı’yı öldürdüğü söylenen Fehriye Erdal’ın yaptığı eylemden, yaşamış olsalardı, Engels ve Marks sorumlu tutulup, onlara idam cezası verilebilir mi? Bunu hangi hukuk mantığı kabul eder?
Peki bu kadar alenî bir hukuksuzluk nasıl yapılabilir?
Bu kadar alenî bir hukuksuzluk, ancak âmir-memur ilişkilerine göre belirlenen bir hukuk sisteminde yapılabilir. Hele bu ilişki tarzı, 28 Şubat gibi hukuk haysiyetinin yerlerde süründüğü bir dönemde daha belirgin hâle gelmişse durum daha vahimdir. 28 Şubat sürecinin ruhunu, mantığını en iyi bilenlerin başında gazeteniz ve okuyucuları gelir. Yeri gelmişken belirtelim; tesbih tanesi gibi dizilip, brifing alan ve aldıkları emre göre hareket eden sözde hukukçulara karşı gazetenizin verdiği mücadele; son derece takdire şâyandır.
TELEGRAM METODUYLA İŞKENCE
TELEGRAM işkencesine gelelim isterseniz.
Belirttiğimiz gibi; Salih Mirzabeyoğlu, 12 yıla yakın bir zamandır cezaevindedir, Kartal F Tipi Cezaevi’ne alındığı günden bu yana, yâni 2000 yılından beridir de TELEGRAM işkencesine maruzdur. TELEGRAM, yani zihin yönlendirme işkencesi; düşünce formunun, sistem zihniyetinin dışarıdan değiştirilmesi teşebbüsüne ve bu maksatla irâdenin, kimliğin, kişiliğin parçalanmasına yönelik olarak yapılan bir işkence türüdür. İşkencenin hedefi; insan iradesinin teshir ve zapt altına alınıp, istenildiği gibi yönlendirilmesidir. Hâl bu olunca içiçe bahisler hâlinde TELEGRAM’ın birçok yönü ortaya çıkmaktadır… Burada hedef; insan iradesidir. ‘İnsan iradesi’ni hedef alan bir işkenceyi anlamak, anlamlandırmak, mukavemet etmek, ciddi bir fikrî seviyeye sahib olmayı gerektirir. TELEGRAM’ın felsefî, fizikî, ruhî, ilmî, tıbbî, teknik, mühendislik, metafizik, psikolojik, parapsikolojik, nörofizyolojik, vs, vs… birçok yönü var…
Salih Mirzabeyoğlu’nun şikâyeti nedir?
Daha önceden de ifade edildiği gibi; hem Salih Bey’in ve hem de bizim en büyük şikayetimiz bu… Yani meseleye bir psikiyatr edasıyla yaklaşılıp, “Evet, şikayetiniz nedir?” denilmesi. İşkence; “Evet şikayetiniz nedir?” denildiği ânda başlıyor. Bu soru, işkencenin en önemli unsurlarından biri ve hatta bizatihi kendisidir. TELEGRAM’ı anlamak için belli bazı mevzulara dair malûmat sahibi olmamız gerekir. Bunlardan biri de mantık ilmidir, özellikle de “yeni mantık”… Zira işkence; hâkim isbat mantığı ve sorunu üzerine bina edilmiştir. Hadi isbatlayalım. Ne yapalım? Elektro-manyetik dalgaları elimizle yakalayıp, gösteremeyeceğimize göre… Mevzu zannediyorum anlaşılıyor. Binlerce kilometre öteden biri sizi cep telefonundan arıyor. Nasıl arıyor, nasıl sesini duyuruyor? Milyarlarca telefonun frekansı niçin ve nasıl karışmıyor? Elektro-manyetik dalgalarla. Peki bu dalgaları eliyle tutup, “işte bu dalgayla konuşuyorum” diyebilen var mı? O zaman? O zaman evvelâ şunu anlayacağız; bu işkenceyi bildik ve hâkim isbat mantığıyla isbatlamaya kalkmak işkencenin bizatihi kendisidir.
Ergenekon sanığı Ümit Sayın’ın dediği gibi, kendi içinde boğmak…
Aynen… TELEGRAM’cıların mantığı şu: İşkence nasıl olsa isbatlanamaz. İşkenceye muhatab kalan ısrarla meseleye dikkat çekerse kestirmeden ‘majör depresyon’ teşhisi konulur, alttan alta da ‘kafayı sıyırmış’ düşüncesi zerkedilir. Kendince majör depresyon teşhisinde bulunan doktor bile meseleyi izah etmeye kalkan hastasını daha ilk cümlesiyle boğar: ‘Siz böyle bir şeyin olabileceğine gerçekten inanıyor musunuz?’ Bu söze muhatab kalan kişi eğer Salih Mirzabeyoğlu değilse, yaşadıklarını anlamlandıramaz, kendinden iyice şübheye düşer ve işkenceden maksat hasıl olur: İşkence katlanarak artar, insanın iradesi esir alınır, kişinin en başta kendisine, daha sonra ailesine ve tedricen çevresine yabancılaşması sağlanır.
DALGALARLA FİZİKÎ İŞKENCE
Fizikî tezahürleri nedir?
İşkence aynı zamanda fizikîdir de. İnsandaki arazın, hastalığın ortaya çıkarılması suretiyle gerçekleşiyor bu saldırılar. Salih Bey’in kendi kendine tesbit ettiği bu hâdiseyi, Cerrahpaşa Tıb Fakültesi’nden bir profesöre anlattığımızda Salih Bey’i doğrulamış ve ‘Bir noktaya teksif edilen elektro-manyetik dalgalarla o bölgedeki rahatsızlık azdırılabilir, belli yerler bloke edilebilir’ demiştir. Akla hayale gelmedik ahlâksızca ifade ve görüntülerden, vurma, yakma, bloke etme, kaşıntı verme şeklinde gerçekleşen fizikî saldırılara kadar işkencenin her türlüsünü yaşayan Salih Mirzabeyoğlu’nun günlerce uyumadığı da oluyor. Uyuyabildiği dönemlerde de fizikî olarak tazyik sürüyor, uyku ile uyanıklık arasında bir hâlle karşılıklı cedelleşme devam ediyor. ‘Deliksiz ve rahat’ bir şekilde 2 saatlik uykunun ardından ‘tamam, bu kadar yeter!’ denilerek yine uyandırılıyor.
ESER ÜRETMEYE DEVAM EDİYOR
Bir adliye muhabiri olarak bu mevzuların çokça konuşulduğuna şahid oluyoruz. O konuşmalarda şöyle bir şey de söyleniyor: “Salih Mirzabeyoğlu’na iddia ettiği işkence yapılsaydı, istediklerini yapar, kitab yazdırmazlardı.” Ne diyorsunuz?
Bunu biz de duyduk ve bunların konuşulmasını güzel bir gelişme olarak algıladık. Zira “böyle bir şey olur mu canım, nereden çıkartıyorsunuz, hapishâne şartlarının etkisiyle söylenen sözler” safhasından, “böyle bir şey yapılmamıştır, yapılsaydı netice alınırdı” safhasına gelinmiş demektir. Ki, bunu TELEGRAM’cıların mağlubiyetini kamufle çabası olarak görmek mümkün. Zira işkencede istenilen neticenin alınamadığının en büyük tezahürü; Salih Mirzabeyoğlu’nun bu süreçte yazdığı 15-16 tane eserdir. Salih bey, bu eserleri için “TELEGRAM Serisi” der. “Yapılmak istenseydi, yapılırdı.” sözündeki yapılan aynı vahim mantık hatasına ayrıca dikkat çekmek isterim.
Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Mirzabeyoğlu’nun, cezaevine konulduğunda 41 eseri vardı. Çok kısaca ve kabaca anlattığım süreçte her şeye, en başta da TELEGRAM işkencesine rağmen 16-17 tane daha eser verdi… Konuşmaya buradan başlayalım: 56-57 tane eserin altında imzası olan bir fikir adamı niçin cezaevindedir? Kim, hangi mantıkla kendisini mahkûm etmiştir? Ve bu haksızlık niçin olması gerektiği şekil ve kadarıyla konuşulmamaktadır?
‘VERİRSİN DALGAYI İSA OLUR… ANLATMAYA KALKSA KİMSE İNANMAZ’
Ergenekon İddianamesi’nde buna benzer bir ifadeyi hatırlıyorum…
Evet. Zannediyorum Ümit Sayın’ın ifadesiydi. “Verirsin dalgayı, İsa olur, Musa olur… Anlatmaya kalksa, kimse inanmaz.” diyor. 2000’li yılların Türkiyesi’nde bu mevzu konuşulmaya başlandığı vakit, yarım ağız konuşuluyor ve bütün cehd, nasıl isbatlanacağına veriliyordu. Dayatılan ve sahte olan isbat mantığının dışına çıkan herkes hemen farkeder ki; işkenceden gaye de asıl olarak budur. Özetlersek… Elektro-manyetik dalgalarla yapılan işkenceyi; bildik türden hâkim ve dayatılan isbat mantığıyla isbatlamak pek mümkün değildir. Zira diyalog şöyle gelişecektir: Şikayetin nedir? Derdini anlat… İşte şöyle oluyor, böyle oluyor… İsbatlayabilir misin? Psikolojik sıkıntılarından dolayı böyle söylüyor olabilir misin? Malûm hapishâne şartları insana sıkıntı verir, psikolojisini bozar… Kişinin dili döner ve meseleyi ifade ederse söylemesi gereken şudur: Bahsettiğim elektrikî dalgaları elimle tutup size gösteremem ya, nasıl bir isbat istiyorsunuz?
KAYNAK
Akit Gazetesi, 20 Aralık 2010