Haftanın melodisini gönderdiğim sayılı arkadaşlarımdan Ömer Ebrar… Bir önceki Mark Knopfler melodisinde ben ‘baba’lardan bahsedince, ‘Neil babadan bahsetmemişsin’ dedi.
Daha önce Neil Young ve Like a Hurricane üzerine konuşmuştuk kendisiyle. ‘Like a Hurricane‘i yap bakalım’ demişti. Ben de özel bir sohbetimizde yapmıştım. Şimdi onun revize hâlini aktarayım, hatırladığım kadarıyla…
Neil, gitarın sınırlarına bakıyor burada. Limitleri tüketmek istiyor. İşte bu performanstır.
Bir dansçı hayal edin ‘yıldızlardan yıldızlara dans eden’. Bu dansçı öyle bir figür sergiler ki, izleyiciye yerçekimine aykırıymış gibi görünür. İlk defa sergilenen bu imkânsız figür ‘yaratıcılığın’ eseridir. Ve bir kez ‘tekniği’ metodu idrak edildiğinde, hiç de yerçekimine aykırı olmadığı anlaşılır ve artık muhtelif biçimlerde kullanılır hâle gelir.
Kompozisyon içinden taşmamıştır, yâni saçma değildir. Tabiata değil, zihnimizdeki ‘tabiat kanunlarına’ aykırı görünmüştür. Bir ‘yalın eylemdir’; bu sebeble, alışkanlıklarla örülü alana imkânsız görünmüştür. Şimdi önümüzde bir vakıa-realite ve iki yön vardır. Hâdiseyi inkâr mı edeceğiz, zihin kalıblarımıza yabancı olduğu için; yoksa kanunları yeniden mi yazacağız?..
Neil, gitarı o kadar zorluyor ki burada, basit bir kırılma, gitarı kompozisyonun dışına atar ve müzik olur muzak.
Ama olmuyor. Yerçekimine aykırı görünmesi yerçekimine aykırı olduğu anlamına gelmiyor, kanun hâlâ orda duruyor… Dansçının ve Neil’in yaptığını yapmak zor ve ustalık ister, sanatçı sezgisi ister ve zamanın-ânın ruh durumuna tam bir şahsî mutabakat, katılım, yani süreye atılım ister…
Şöyle de söyleyebilirim: Youtube’da bu parçanın birkaç kaydını bulabilirsiniz. Her birine dikkat edin. Gitar daima başka bir biçimde tınlıyor. Her biri aynı melodi, aynı parça olmasına rağmen üstelik.
Müzisyenler bunun sebebi için, ‘hücum kayıt’ derler. Bu çaldığın, bu zamanın ve ruh durumunun sana verdiğidir. Bir daha o ruh durumunu yakalamak mümkün olmayabilir. Aslında ise, bir ruh durumu, bir insan şahsiyeti kadar ünik ve eşsizdir. Yani aynı süreyi bir daha idrak etmek mümkün değildir. Ancak bir benzerini, o eşsiz figürün üretilmesini sağlayan sürenin dışyüz bir benzerini, bir üst üste gelişini, temsilî bir tekrarını, yani eşzamanlığını, izdüşümünü yapmak mümkündür.
Sonra…
Bu kadar limitlere zorlanan-evrilen gitar, bir keyfiyet dönüşümüne uğruyor ve yanık bir Anadolu sazına d-evrilmeye başlıyor sanki. Ömer’in en sevdiği (benim de!) 6. dakikadan sonrası bir ağıt.
Yılanların galib olduğu dünyada, ‘kuşların ağıtı’…
Dhafer Youssef, hatırımıza düştü; ona da bakalım bir vakit.
En sonra…
Kasırganın gözü…
Performans yanlış anlaşılıyor çok defa; nice mükemmel kavramı kendi mübtezel hâllerine indiren modern zaman adamı algısına nisbetle bu böyle. En başta sergilenen türlü şebekliklerin, bahsettiğimiz performansla hiçbir alâkası yoktur. Ama daha da öze gidersek, performans, -meselâ- yerden göğe yükselmek gibi algılanıyor. Oysa bu da yanlıştır. Bizim kastettiğimiz mânâda -gerçek Batılı aydın gözünden ve sözünden aldığımızı kendi diyalektiğimize tatbik ederek bu mânâyı elde ettik- performans, gökten yere inen adam tavrıdır.
Onun ‘nefs’ül emir‘ dedikleri varlığının özü bu âlemden değildir. Bu âleme yerleşmiş olması ve hemcinsleri ile bir arada vakit geçirmesi sebebiyle, ‘cins müşterekliği’ üzerinden edinilen bir intibâın verdiği alışkanlıkla, varlığının özüne dair sergilenen-zuhur eden bir fiiline, hâline, ‘olağanüstülük’ atfediyoruz.
‘Misâli tersinden koyuyoruz’; onun ‘olağanüstülüğü’ yerden göğe yükselmesi ile değildir. Gökten yere inmesiyledir. “Eğer kanatları varsa, bu, göğe çıkmak için değil, yere inmek içindir”.
Böylece performans, yerçekimini tüm gerçekliği ile hissetmemizi sağlayan, ruhun maddeye temas ettiği noktada maddeye yeni bir keyfiyet veren aksiyon demek olur.
İşte, bakın: ‘ahlâk başlıyor’!..