Zekice kurgulanmış hırsız filmlerini, zekice kurgulanmış polis filmlerine tercih ederim. 1960’larda çekilmiş Ocean’s Eleven’in modernize edilmiş Ocean’s serisi favorilerimdendir. Geçelim…
Koreografi, Yunanca kökenli choreia ve graphy’den terkib edilmiş; adım tasarımcılığı, dans besteciliği, adım düzeni ve bu adımlara dayanan hareket akışını anlatan bir kavram. Ama bu bilgileri internette bulabilirsiniz. Öyleyse, geçelim…
Ocean’s Twelve’de, ilk izlediğimden beri, beni bir felsefî problem veya pi sayısına dair bir bakış açısı kadar etkilemiş bir sahne ve melodisi vardır: Lazer dans sahnesi. Konu zihnimde 15 sene asılı kaldı ve şimdi olgunlaşıp bugünün düşünceleri içine damladı. Öyleyse geçmeyelim, bir bakalım…
(Wikipedia’da bu parça ile ilgili aşağıdaki bilgiler veriliyor: La Caution, Fas kökenli Hi-Tekk ve Nikkfurie üyelerinden oluşan bir Fransız hip-hop ikilisidir. 2004 Amerikan filmi Ocean’s Twelve‘de (enstrümantal formda) yer alan “Thé à la Menthe” şarkıları ile tanınmışlardır. “Thé à la menthe” terimi Fransızca’da “nane çayı” anlamına gelmektedir.)
Sonra…
Filmi izleyenler bilir; randomize lazerlerle korunan müzede, çalmak istediği değere ulaşması için bu engeli aşması gereken bir kahraman vardır: Vincent.
Konumuz her biri daha önce ele aldığımız melodilerde yer yer değinilmiş alt konuları içerdiği ve yer tasarrufu için her birini burada tekrar açamayacağımız için, bu geçmiş işlemleri ‘tensör’ler hâline getirip lazer dans işlemimize dahil edelim…
Şöyle ki, Vincent, şuurdur; ve her şuur, maksatlıdır. Bu maksatlı olma durumu; aslında, şuurun, maksadı içine çoktan yerleştiğinin ifadesidir. Ama konusu içine hareketsizce yerleşmiş bir şuur ne işe yarar ki? Vincent’in zihni ve bedeni, lazerlerin bu tarafında duruyordur. Ve biz, Vincent’in, lazerleri geçip topuklarını birbirine vurmadan, maksuduna ulaştığı fikrini kabul etmemekte haklıyızdır. Öyleyse?..
Randomize lazerler; fikirler ve maddedir. Randomize olmak, bağıntı ve izafetlerin bilinmemesidir. Kanun, realiteden şuurun çıkardığı bu bağıntılardır. Vincent bu bağıntıları bilse idi, bir koreografi tasarlar ve biraz cehd ile lazerleri aşabilirdi; bu bir yoldur. Ama lazerler rastgeledir. Zihnimizde bir formasyonu, bir şeması çıkarılamamıştır ki arasından geçişimizi sağlayacak bir adım ve hareket akışı notasyonu tertib edip de karşı hareket üretelim. Bir fikrî şema ve fikrin hareket tekniği mânâsına, diyalektik notasyon. Buraya kadar, ‘diyalektik ne işimize yarar?’ sorusuna da bir cevabçık ürettik.
Daha sonra…
Ama gerçek, yâni realite orada. Ne yapmalı?..
Derin bir konsantrasyon, maksada tam bir mutabakat ve realite algımızı genişleterek, şimdinin süresini hem geçmiş ve hem de geleceği içine alacak kadar genişletmek. Artık, bir maksad ve maksud yok, hepsi şimdide ve tek bir sürede verili. Tek yapmamız gereken, bu sürenin içine yerleşmek. Yâni geçmiş, fikir ve hesab yok. Gelecek, tasarım ve hüküm yok. Tek varolan; şimdi, saf bir dikkat ve murakabe… Bir tür zaman genişlemesi gibi… Aslında zaman dışı bir âna yerleşme ve şimdi Vincent bedeniyle sergileyeceği her saf harekette zamanı üreten olacaktır.
Eğer bir koreografi olsaydı bu eylem, daha önce bir dansçının geçtiği adımları takib etmekten ibaret olacak ve yalın eylem olmayacaktı. Realiteye bu atılım ve eylemiyle katılım, bedenin hareketinin akışı ile, şimdi dediğimiz bu tek ânı genişletmekte ve zamanı üretmektedir. Vincent tek şansını kullanmakta; gayesi olan değere çoktan yerleşmiş şuuru onu, zihnini ve bedenini bu maksuda cezbetmektedir.
Harekete illâ bir sebeb göstermek gerekseydi eğer, Aristo’nun kendisi hareket etmeyen ilk hareket ettiricisine mukabil, biz bu gayeyi verirdik. Ama hareketi hareket olarak sebebten bağımsız gerçek kılan, işte bu cezbedir. Vincent’in hareketi, -öyle demek uygunsa- ilk olduğu, mekân zamanda ‘ünik’ olduğu için, yalın eylemdir. Ve bir sayı doğrusunda 1 rakamı ile 2 rakamı arasına sonsuzca genişleyen rasyonel nicelik yerleştirmeye benzer bir genişleme üretmektedir…
Ama lazerler ve madde; şuur ve Vincent için engellerdir. Fakat engel, aynı zamanda, hareket için dayanaktır; Vincent bu zemine yaslanır ve sıçrar, ayrıca şu heykeli kendine perde kılıp lazerden kaçınır. Demek ki bunlar kadansif duraklardır. Bu, realiteye doğrudan katılım, zamanın mânâsıyla tam bir mutabakat demektir ki, Vincent’i kovalayan lazerler, aralarındaki boşlukları ona fısıldayan yardımcılara dönüşür.
Bu realite, sahte metafiziğin karşısına konumlanmış sahte fiziğin bahsettiği sahte gerçek değildir. Madde ile form arasına yerleşmiş, hissedilen, yaşanan, gözlenmekten çok katılınan, eskilerin ‘hak’ dedikleri realitedir. Vincent, ‘aman lazer geliyor sola zıplayayım, başka lazer geliyor eğileyim’ diyerek bunun içinden çıkamazdı. Tek yolu, realitenin süresine yerleşmek, ona katılmak ve sezgilerine kendini bırakmak, oluşan mutabakata güvenmekti. Bunun için en başta istavrozuna bir öpücük kondurmuştu. Vincent için tek yol budur… Ve lazerleri geçen Vincent, topukları ile ‘yuppi’ yaptıktan sonra, artık şuur yalın eylemiyle maddeden bir form çıkarmış, bir diyalektik kurulmuş ve bir koreografi oluşmuştur. Tek yapılması gereken, bu koreografinin notasyonudur. Biri alır, okur ve tekrar edebilir…
En sonra…
Âlemde, dünyanın içine yerleşmiş insan… Âlemde, insandan başka, bahsettiğimiz mânâda yalın eylem üreten varlık yoktur. Ve insanın âlem içindeki, yaratılmışlar içindeki imtiyazlı durumu, işte bu saf eylem merkezi olma durumuyla açıklanabilir…
İnsan, ‘Eşref-i Mahlûkat’tır. Bu şeref, bu ‘yalın eylem’le doğrudan alâkalıdır.