Pek çok kişi için hipnoz hâlâ kuşkulara açık bir metod olmayı sürdürmektedir. İlim çevrelerinde ise, daha önceleri olduğu gibi bugün de hipnozu kötülemek veya tamamen aşağılamak için her şey yapılmaktadır. Hipnozun bir tedavi metodu olarak önemli bir yer edinmesine karşılık, bu mevzuyla ilgili görüşler henüz çok bulanıktır. Hipnoz, şuuraltına ulaşmada oldukça hızlı ve güvenli bir yoldur. Aslında hipnoz bir tür uykudan başka bir şey değildir; düşe benzer bir durumdur. Hipnozun hafif ve derin safhaları, temel olarak birbirinden farklıdır. İnsan kişiliğine yönelen bir teknik ile hemen herkes hipnoz altına sokulabilir. Derin hipnoz altındayken, şuuruyla bağdaştırabildiği ölçüde, bütün telkinleri yerine getirir. Diğer bir ifadeyle: Hipnotik emirlerin o kişi için ahlâkî olması gerekir. (İyileştirme niyetli olarak tıbda.) İnsanın şahsî iç dünyası, hiç kuşkusuz beynin özellikle o dönemlerde edindiği çeşitli intibalarla biçimlenmektedir. Bu şekilde beyine ulaşan bilgiler, ruhun şuurlu ve şuuraltı unsurlarını ortaya koyar. Çoktan unutulmuş tecrübelere, hâdiselere ve resimlere ulaşılabildiği için hipnoz bu birbirinden ayrı şuur dünyaları arasında bir münasebet aracı olarak görev yapabilir. Hipnoz sırasında unutulmuş veya bastırılmış̧ hâdiselerle ilgili hatıralar, şaşırtan biçimde bütün teferruatıyla yeniden yaşanır. Böylece bir kişi hipnoz yoluyla geri döndürülerek çocukluğunu ve hatta doğum ânını tekrar yaşayabilir… Şimdi dikkat:— “Tıpkı düşte olduğu gibi, hipnoz altında da bütün diğer gerçekler tabiilik kazanır. Meselâ, kanatlanıp bir kuş gibi havada süzülebilir veya beton bir kütle gibi ağırlaşıp yere çakılabilir. Hipnoz altındaki kişi, tıpkı uyuyan biri gibi ruhî ve bedenî açıdan gevşerken, şuuraltı –ikinci ben– her şeyi duyar; çünkü hipnoz, şuurun devre dışı bırakılması anlamına gelmez. Hipnoz altındaki insan, yeni intibaları daha iyi idrak edebilir ve daha iyi değerlendirebilir. Zaman sınırları tıpkı düşte olduğu gibi ortadan kalkar; bu yolla da bir zaman kaymasıyla başka bir çağa gitmek ve bu çağdan kendi zamanımıza geri dönmek mümkündür. Buna göre insanoğlu belli şuur görünüşlerinden sıyrılabildiği için hipnoz, algıların değişmesini sağlar.”
Bebeklik ve çocukluk çağlarında yaşanan, çoktan unutulmuş olmakla birlikte şuuraltına depolanmış tecrübelerin, –unutmak, saklamanın başka bir şeklidir!–, yetişkinlerin düşünce ve davranışlarını yönlendirdiğini tespit eden –aslında çizen demek lâzım!– kişi Sigmund Freud olmuştur.
Ateist olan Sigmund Freud’un aksine, Psikolog Carl Jung, insanda doğuştan dinî bir ruh olduğuna inanmaktadır. Buna bağlı olarak Jung’un “şuuraltı” ile ilgili görüşleri Freud’unkilerle uyuşmamaktadır. Jung bir doktor olarak edinmiş̧ olduğu tecrübelere dayanarak, “müşterek şuuraltı” diye nitelendirmiştir. Aslına bakarsanız bu, “Hakikat-i Ferdiyye, Ruh-i Muhammedî, Küllî Ruh” davasının, yâni içinde “küllî oluş̧” ile “ferdî”nin bir bütün olarak “zât sırrı neyse o” şeklinde bulunduğu, mevzuuna mahsus nitelenişidir.
Bu müşterek şuuraltı, kişiye has olmayan “şuuraltının derin bir katmanını, –buna şuuraltının ikinci bodrum katı denilebilir– biçimlendirir. Jung’a göre müşterek şuuraltında “prototip-esas model” denilebilecek, insanın manevi hayatının ilk tecrübelerini ifâde eder remzler-semboller bulunmaktadır. Burada söz konusu olan, ezelden beri varolmuş, sürekli yeniden ortaya çıkan basit tasavvurlar veya resimlerdir; yılan, ejderha, iyi veya kötü ruhlar veya yaşlı bilge adam buna iyi bir örnektir. Modern insanın uyanık hâlde artık şuurunda bulundurmaya gerek görmediği bu resimler, şuuraltına kaydırılır ve ancak RÜYÂ-DÜŞ-HAYÂL sırasında tekrar su yüzüne çıkar. HİPNOZ yoluyla doğum ânından daha geçmişe gönderilen insanlar, meselâ filân yüzyılda yaşamış X Bey veya Z Hanım olduklarını iddia ederler. Hatta bazen uyanıkken, bilmedikleri yabancı bir dili konuştukları bile olur. Bu dil, HİPNOZ altındaki kişinin yaşamış olduğunu iddia ettiği ülke veya bölgede konuşulan dildir. Bazı kişiler daha da ileri giderek, HİPNOZ altında yüzyıllarca önce yaşamış̧ oldukları iddiasında bulundukları zamanın lehçeleri veya arkaik dillerini kullanırlar. İşin garibi, hipnoz altındaki kişi, bazen “geçmiş hayatında sandığı” kullanmış olduğu dilde konuşmayı tercih etse de, bugün kullandığı dili de anlar ve bu dilde cevap verir. Şimdi, kalın fırça darbeleriyle psikologlardan çerçevelediğim HİPNOZ davasının niçin üzerinde durduğumu söyleyeyim: Zaman, helezon şeklinde sonsuza bir akıştır; bu, niteliği değişik olmak üzere Doğu mistisizminde de böyle kabul edilir, zamanı eşyanın dördüncü buudu olarak gören Einstein fiziğinde de. Bugün efsanelerle fizik ve fizikle mistisizmin iç içe bir görünümle topluca ele alınması, mistik ve efsanelerde kendini gösteren bir takım hususların, –biri de TENASÜH meselesi–, ilmin çeşitli dallarında gerçeklenmeye mevzu olmasını getirmektedir; fizik ve psikoloji başta.
*
Psikanaliz açısından HİPNOZ’u Freud ve Jung’dan gösterirken, MANYETİZMA türünden ve biyo-enerji ile gözlerden karşısındakini tasarrufuna alma benzeri uyurgezer uyutmalarda, “kişinin geçmiş hayatında” denilebilecek anlatılanlar, nasıl yorumlanmalı? Evvelâ, TENASÜH bahsi, çeşitli dinlerin dinî ritleri ile bir inanç mevzuu olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, psikanaliz ve manyetizma türü hipnozda, bu uyutulanın anlattıklarının, uyutulma gayesine uygun bir yorum meselesi olmaktadır. Freud ve Jung’da, “geçmiş hayatta yaşanan” diye bir mevzu görmüyoruz. Birkaç kelime ile TENASÜH bahsine değinelim: — “Bir şeyi bilmek o şey olmak demek değildir; dolayısıyla, istisnaî mahiyetteki birkaç hâdise ile tenasüh ispatlanamaz!”
— “Geçmiş hayata yönelik anlatılanların, çevre telkiniyle alınanların, sonradan unutulması ve HİPNOZ vasıtasıyla ortaya çıkması da mümkündür!”
*
Tenasüh: Yeniden dünyaya gelme. Tenassuh: Aklı başına gelmek. Nasihat almak. İkinciye misal, bâtın kahramanlarının tasarrufu altındaki kişinin hâlidir; Mansur’un nuru, yüz elli sene sonra Attar’ın ruhunda tecelli etti denmesi gibi.
Kaynak: https://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-dusvr-kirgiz-6-h169.html