TARİH, bir mazi ilmi olduğuna göre, hemen dünden başlayarak her ânıyla bütün beşerî faaliyetleri ve eserlerini, mektubundan, evrakından, günlük eşyasından, binasından, abidesine kadar, bire bir insan sayısına kadar ilgisi içinde ne varsa tesbit ve muhafaza edebilseydi bile, bunlardan genel veya mevzularına özel anlatımlar çıkarmak ve hüküm vermek, ister istemez “dünyaya bakışımızla ilgili” bir tertib meselesi değil mi? Dünyanın herhangi bir yerinde günlük ihtiyaca dair kırık bir yazı tableti, alelâde bir günlük eşya, sıradan bir mağara çiziği-resminden, “İnsanlık tarihine” binlerce yılı izâh eden bir ışıkmışcasına hükümler çıkarmak nazara alındığında, kayıblar? Dünya hayatı, zaman, söylemeye ne hacet, “delilleri karartan bir delil” hâlinde aktığına göre, öyle de olsaydı böyle de olsa, tarih ister istemez düşünceyedir, düşünce içindir, düşünce ile mümkün olabilendir. Tarih, ilim mevzuları kadar mevzu, hâdiseden ne anladığına dair hâdiseleriyle, tek kişilerin günlüklerine vesaire vesaire “herşey” demek olmaya doğru bir mânâ ifâdesine girerken, ister istemez bir ıstıfa ve eleme işi, tefekküre girer girmez de yine sırf bu meseleden dolayı “geçmiş ve hâl”e bakışta bir “hayâl hakikatine” yer verici değil mi? Şuurlu ve şuursuz, şu malûm mânâdaki TARİH bile, bu kıstas içindedir. O hâlde, “zamanın maksatlılığı” diye bir derdi olmayan insan dahi “benim hiçbir gayem yoktur gayesinde biridir” hakikati gibi, aklı erene, “bir insan ve kâinat meselesi”ne sahip olma şartı, esastır. Demek ki tarih, kilo hesabiyle ölçülebilir bir bilgi de değildir. HADİSELER’e bakan bir irfan kıvamı ve irfan kıvamı içindir; kendi öz mevzuuna bakışta bile. TARİHE ilgi böyle bir gayeye girince, onun karanlık taraflarının bir piramidin yukarıya doğru merkezi bir toplanış ifade etmesine benzer bir şekilde, aradaki eksik taşların yokluğunu da giderici mahiyeti ortaya çıkar. İzâfiler ve izâfetler âleminde yaşarken, hâdiseleri dış yüzünden inceleyip, içyüz hakikatini ister istemez hecelemeye bırakırken, bu iş ister istemez “varlık ve bilgi – ontoloji ve epistemoloji” mevzuuna doğru gitmiyor mu? Neticede MUTLAK FİKİR GEREKLİ davasına? Biz, tarihe bir ibret olarak bakarken, nereden gelip nereye gittiğimiz, nasıl hüküm kestiğimizi, ÜSTADIM’ın usûlü içinde belirtmiş oluyoruz. Bu bakış içinde bir hata bile, neticede “işin aslını Allah’a havale” şuuru için, hemen bu hakikat içinde yerini alabilir bir yeni veri değerlendirme meselesine girer. Boyuna yaz-boz için değil, önce “muhakeme selâmeti” hakkında bunları söylüyorum…
Kaynak: https://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi-kibris-adasi-98