TİMAR-Bir şeyin devam ve intişarı için yapılan hizmet. “Osmanlı’da Sipahiye verilen öşrü alınacak arazi”. (Üstadım, Beklenen Nizâm hakkında: “Avrupalı’nın, ruh plânında taklide değer hiçbir kıymeti bulunmadığını meydana çıkaracak bir nizam!” dediği… Ruh plânında taklide değer hiçbir kıymeti bulunmadığı: Doğrudan ve derinden şâhidi olduğum dava… Herşey, ama herşey, “olmuş, olan ve olacak olan” keşif ve icâdlar, zamanın maksatlılığına tâbi, gerçekleşmeden önce “mümkün olma özelliğiyle var” olanlardır; neticede Allah Sevgilisi yoluna, O’na ve Yaratan’a bağlanacak olan… Hadîs: “Hikmet, müminin yitik malıdır; nerede bulursa alır!”; bütün keşif ve icâdlar, fayda anlayışı İslâm, ehl-i ile kapılacak olan… İstikbâlin, bir tasavvur ve gelecek hakkında oradan “kapma-çalma” olması, bunun Hâlihazır’a âit oluşu gibi, bir ganimet hakkı olarak anlaşılması gereken dava, yine Üstadım’ın “Beklenen nizam”ından: “Ve mevcut Garb bilgilerini maharetle çalacak ve ehliyetlilere mal edecek bir Nizâm!”; ehliyetlilerin tasarruf edecekleri… Batı’nın hayran kaldığı “İslâm’da Vakıf” müessesesi de, kıymetini bilmediğimiz değerin, oradan öğrenilişi gibi; ve Büyük Doğu’nun uyardığı… Bütün bir “İdeolocya” manzumesine sirayet eden mânâsının çerçevelenişi, “Adlî Tıbb”a yakışır olarak, Abdullah Kiracı’dan… Bir iktibasla başlıyor ve devam ediyor: “Osmanlı İmparatorluğu devrinde pek büyük bir inkişafa mazhar olan vakıflar sayesinde, bir adam vakıf bir evde doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakıf mallarından yer-içer, vakıf kitablardan okur, vakıf bir mektebte hocalık eder, vakıf idâresinden ücretini alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülür!”… Son dönemin en önemli vakıf tarihçilerinden olan Nazif Öztürk, bunları söylerken, Osmanlı şehir ve ziraî alanlarının kahir ekseriyetinin niçin devlette olduğuna ve o şekilde tutulduğuna, vakıfların önünün DEVLET tarafından niçin bu kadar açıldığına –Hukuk mevzuu!– girmemektedir. Veya sürekli söylenegelen TİMAR sistemi ve bu sistemdeki bozulmanın Osmanlı’yı büyük sıkıntıya soktuğu tesbitine derin bir neşter vurmamaktadır; zira tımar arazileri, bir çeşit “irsadî-Mükafat, gözetleme ve denetleme, hazır ve âmade kılma” vakıfları olduklarından, timar sistemi aslında vakıflardan ayrı düşünülemeyecek bir vakıadır. (…) Elbette vakıf meselesi, içtimaî gaye gözeterek, fertlerin Allah rızasını için kurdukları kurumlarla alâkalıdır. Yukarıdaki izâhımız ise, vakıfların sanıldığından çok daha geniş ve derin bir tesir sahasına sahib olduğunu göstermek için… Bir yazımızda da belirttiğimiz gibi, Resûlullah (S.A.V.) devrinde fethedilen Arabistan yarımadası hariç, bütün İslâm topraklarının “vakıf” kabul edildiğini hatırladığımızda, Müslüman idarecilerin Devlet ve Toprak ilişkisine nasıl baktığı daha iyi anlaşılır. “Din ü Devlet”in şahsında cisimleştiği Müslüman idareci –yâni son tahlilde Halife–, İslâm topraklarını kendi malı değil, vakıf malı gibi bir emanet görür ve bütün düzeni bu anlayış üzerine inşaya çalışır. Halifeden sonra Padişah, emir, sultan vesaire.)