Osmanlı Devleti’nin İzahlı Kronolojik Askerî Tarihi

DOĞU STRATEJİ VE TAHLİL MERKEZİ, OCAK 2004

Allah Allah eyvallah
Başuryan, sine püryan, kılıç al kan!
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran!
Eyvallah! Eyvallah!
Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan!
Kulluğumuz Padişaha ayan.
Üçler, Yediler, Kırklar!
Gülbanki Muhammedi, Nur-i Nebi, keremi Ali!
Pirimiz hünkarımız Hacı Bektaşî Veli
Demine devranına hu diyelim!
Huuuuuuuuuuu!

Bir devletin bir askerî şubesinin tarihi, onun siyasi tarihi veya iktisadî tarihi veyahut coğrafik tarihi olabilir mi?.. Askerî tarihinin böyle bir hususiyeti, devletin genişlemesine, büyümesine veya küçülmesine ve nokta-i nazardan iktisadî ve coğrafî tarihini teşekkül ettirebilmesi mümkün olabilecekken, askerî teşkilatının sadece bir kısmını hem de çok küçük bir kısmını meydana getiren bir teşekkülünün, bir devletin ve milletin kaderini böylesine tesir altına alıp, kendi tarihi yanında devlet-milletin iktasedi ve siyasi (ve unutmamak lazım, diğer teşükkleriyle topyekün askeri teşkilatının) tarihini meydana getirmesi, dünya üzerinde belki de hiç tezahür etmemişken, bu “nimet!!!” aziz Türk milletinin başına gelmştir!.

Kara ordusu içinde bulunan “piyade sınıfı”ndan bir sınıf olan Yeniçeri Ocağı, işte böyle bir “nimeti” içinde barındıran bir teşkilattır.

İsmi üstünde, “yeni çeri-yeni asker” tipi bir teşkilat, bir Beylik’in Devletmesi için teşekkül ettirilmişve bunu da -elbette diğer sınıfların da tesiriyle- kamilen başarmışve tıpkı şımartılan bir çocuk rhiyatına bürünmüşsonrasında; ilk önce kendi çapında ve afedilebilecek hareketler içine girmişama yaptığının hata olduğu ve bir anda yapmaması gerektiği ihtarı ile aklı başına gelmişise de, daha sonrasında sankı “baba yadigari” bir antikanın bütün kabahatine rağmen “baba yadigari” olması hasebiyle kokusu ve çirkinliğine rağmen saklanması misali şımarıklıklarının karşılığını hiçbir zaman hakettiği cezayı alarak görmemişve böylece de şımarık çocuk, “nankör evlad”a dönüşüvermiş.

Nankör evlad, aileyi dışarıya karşı koruyacağına, dışarıyı aileden korumaya ve aile içinde terör estirmeye başlamış!

Bunda ailenin büyüklerinin de kabahati mevcut elbette; “basmamışlar tokadı” veya “geç kalmışlar”…

İşte Yeniçeri Ocağı veya diğer ismiyle “Bektaşiler Ocağı”nın tarihi, bu türden bir tekamül göstermiş, Beylik’i Devlet haline getirmiş; sonra o Devlet’in dışarıya karşı hurucunu engellemiş; sonrasında da Devlet içinde terör estirerek tesiri altına almıştır.

Bunun içindir ki, Osmanlı Devleti’nin askeri, siyasi, hukuki, iktisadi ve coğrafi tarih ve tekamülü Yeniçeri Ocağı’nın tarihidir, onunla aynıdır. O ne zaman “iyi” olmuşise Devlet de iyi olmuş, o ne zaman “kötü” olmuşise Devlet başaşağı düşmeye başlamıştır.

Bu kronoloji çalışmasında, Yeniçeri tarihini evveli ve sonrası ile kaleme aldık; göreceksiniz ki, Osmanlı tarihini yazmışolduk.

Bu şekildeki bir kronolojik çalışma veya tarih tetkiki, kuru bir hamaset edebiyatı yapılmaya engel olmakta ve tarihinin sadece vakaları anlatma işi olmadığını da münasib bir tarzda ortaya koymaktadır.

Kronolojimizin esasını, rahmetli Üstad Necip Fazıl’ın “Yeniçeri” isimli muazzam eseri teşkil etmektedir. Biz, bu eserin -esasta mevzusu da olmayan- Yeniçeri öncesi ve sonrası Devletin nasıl olduğunu gösterici kronolojik bir dökümünü yaptık.

Yaptığımızın, Osmanlı kronolojilerinden farklı hususiyeti budur: Hem askeri bir şubenin kronolojisinden topyekün bir milletin tarihini gösterdik hem de bir ateşetrafında dönen pervane misali Fikrin etrafa-aktüele yayılmasına numüne misal kılmaya çalıştık.

Daha evvelden neşrettiğimiz “Osmanlı Kronolojisine Ek” üst başlıklı tetkiklerin yanına bu “esası” da koyuyoruz; bir müddet sonra “Enderun” üzerine yapacağımız neşriyat ve çok kosa bir süre sonra vereceğimiz “Sadr-ı azamlar Listesi” ile Osmanlı Tarihi hakkındaki tetkiklerimiz devam edecektir.

Osmanlı Sultanlarının biyografileri ve özellikle başka milletlerden yaptıkları evlilikleri anlatan tetkiklerimiz ise son noktayı koymayı beklemektedir.

Osmanlı Devleti ve Osmanoğulları hakkında çok şeyler konuşuldu, konuşuluyor da…

Biz ise daha pek konuşmadık.

Şu ana kadar sadece “refleksif” hareketler içinde idik.

Umulur ki, İbda bağlısı tetkikatçılar ile “konuşacağız” ve hakikatleri ortaya koyacağız.

GİRİŞ

Dünyaya 600 sene hükmetmişbüyük bir hanedanlık kurmuşbulunan Osmanoğullarının Beylik dönemleri hakkındaki bilgiler, sonradan kayıt altına alınmışbelgelere dayandığından karışıktır.

Osmanoğullarının Oğuzların sağ kulundan Bozokların Gün Han kolunun Kayı boyundan oldukları bilinmektedir. Kayı kelimesinin anlamı, Yazıcızade Ali’nin Seçuknamesine göre “kuvvet ve kudret sahibi”dir.

İşte bu soya bağlı Osmanoğullarının Anadolu’ya gelişleri hakkında muhtelif rivayetler mevcuttur. Osmanlı tarihleri, Kayılar’ın Merv şehrinde Süleyman Şah idaresinde yaşarken İlhanlı-Moğol istilası üzerine Batıya çekilerek Alaaddin Keykubat (1219-1236) devrinde Anadolu’ya geldiklerini bildirmektedir.

Yeni yapılan tetkiklerde ise, Alp Arslan’ın 1071’de Malazgirt zaferinden sonra, Selçukluların anadoluya yayılışları esnasında, bu bölgeleri Türkleştirmek-İslamlaştırmak için kendilerine bağlı birçok Türk aşiretini de kısım kısım getirip belli bölgelere yerleştirdiğini, bunlardan birisinin de Kayı boyu olduğunu göstermektedir.

İşte bu Kayılar, Alaaddin Keykubat zamanında Ankara’nın Batısındaki Karacadağ mevkiine yerleştirilmiştir.

Alaaddin Keykubat, Kayı boyundan olan Artukoğullarının Harput şubesine son vererek burayı 1233 yılında almıştı. Ve bu Kayı boyunu Alaaddin Keykubat’ın dağıtarak Karacadağ mevkiine yerleştirmişolduğu büyük ihtimalle doğrudur. Çünkü, Gıyaseddin Keyhüsrev, bir hadise sebebiyle Uca yani Bizans sınırlarına kadar geldiğinde onu karşılıyanlar arasında Kayı Aşireti Beyi Ertuğrul da bulunmaktadır ve o, Sultan’a hediyyeler takdim etmişve oğlu Osman Bey’in küçük oğlunu da Sultan’ın hizmetine sunmuşve Gıyaseddin Keyhüsrev de bu çocuğa Kahta taraflarında bir bölgeyi tımar olarak vermişti ki, bunun neslinden gelen Halil Bayat ve Ahmet Bey’ler (bugünkü Doğu’daki “Bayat” ailesi-aşireti bu soyun uzantısıdır.) o taraflarda aşiret reisliği yaparlarken Yıldırım Beyazıd Malatya üzerine yürüyüp (1399) orasını almışve bu hükümdarlar da Yıldırım’ın yanına gelerek “akraba olduklarını” söylemişlerdir.

Bir başka rivayet ise, İlhanlı saldırıları esnasında Alaaddin Keykubat’ın bu soyu Karacadağ mevkine yerleştirmişolduğudur.

Kayıların Karacadağ mevkiine ne zaman yerleştirildikleri kesin olarak belli olmamakla beraber, bunların XIII. yüzyılın ortalarında Karacadağ bölgesinde oldukları ve yine Kayılardan bir kısmının Sögüt ve Domaniç bölgesini işgal ederek Osmanlı Devleti’ni kuranların çekirdeğini teskil ettikleri tarihi bir gerçektir.

Kayılar Söğüt bölgesini işgal ettikleri zaman reisleri Ertuğrul Bey idi. Tarihi kayıtlara göre; Bizanslıların Alaaddin Keykubad’a karşı taarruzu esnasında (1231) Ertuğrul Gazi Bey’in Selcuk ordusunun akıncılığını yaptığı, Bizans ordusunu yenilgiye uğrattığı, İlhanlıların sınırları geçtiği haberi üzerine Alaaddin Keykubat’ın bölgeden ayrılarak İlhanlılar üzerine gittiği; Ertuğrul Bey’in Karacahisarı ve Söğüt’ü fethettiği, Bilecik Tekfuru’nu da “harac bağladığı”, Selçuklu Sultanının da bu bölgeyi Ertuğrul Bey’e mülk olarak verdiği sabittir.

İşte dünyayı titretecek, nam salacak, “İslam ve Türk” kavramlarının birbirinin aynı hale getirecek büyük bir hanedanlık olan Osmanlı Devleti’nin Beylik olarak ilk teşekkül devri böyle başlamıştır.

Şimdi yıkılışına kadarki vetire:

KRONOLOJİ

1231

Bizans İmparatoru Teodor Laskaris’in bir ordu ile Sultanönü (Eskişehir civarı) bölgesine gelmesi ve Selçuklular ile muharebesi… Bu harbde Ertuğrul Bey, büyük kahramanlıklar göstermiş; Bizans’lıların yardıma çağırdığı Aktav Tatarlariyle Yenişehir ovasında üç gün süren bir muharebeye girişmişve düşmanı bozguna uğratmıştır. Akabinde de Karacahisar ile Söğüt bölgesini zaptetmişve Bilecik’i haraca bağlamıştır.

1258

Osman Bey’in Söğüt’te doğumu…

1281

Kayı boyunun Karacadağ, Söğüt ve Domaniç bölgesine yerleşmesini sağlayan Ertuğrul Gazi Bey’in vefatı…

1298

Ertuğrul Gazi’nin vefatı üzerine Kayı aşireti reislerinin Osman Bey’i Aşiret Reisi olarak seçmesine, Ertuğrul Bey’in kardeşi Dündar Bey, kendisi Bey olmak istediğinden, itiraz etmişise de, reislerin ilk kararlarında ısrarlı olmaları sebebiyle bu isteğinden vazgeçmişve Osman Bey “Bey” olarak ilan edilmiştir; fakat bir müddet sonra tekrar yeğeni aleyhine faaliyetlerde bulunmaya başlayınca öldürüldü ve böylece Uc’taki Oğuz aşiretinin fikirbirliği ile Osman Bey’in hepsine “Baş” oldu…

1284

Selçuklu Sultan Gıyaseddin Mesud tarafından “Söğüt ve havalisinin kendisine ikta edildiğine” dair Osman Bey’e gönderilen ferman…

1287-88

Bölgedeki en güçlü Tekfurlardan İnegöl Tekfuru ve Karacahisar Tekfuru ile yapılan muharebeler…

1289

Selçuklu Sultan Gıyaseddin Mesud tarafından, İnönü ve Eskişehir’in ilhak edilmesinden ötürü bu bölgeye “Uc Beyi” olduğunun Osman Bey’e ferman ile bildirilmesi

1291

Osman Bey’in emrindeki Samsa Çavuşve kardeşi Sülemişile görüşmesi ve kendileriyle işbirliği yapan Harmankaya Tekfuru Kösemihal ile beraber Sorgan, Taraklı ve Göynük bölgesine akınların başlaması…

1298

İlhanlıların hakimiyetinin azalmasi sebebiyle başlayan Uc Beyleri isyanları sebebiyle İlhanlı Keyhatu’nun (bu isyanları bastırma işini Anadolu Selçuklu Sultan Mesud’a havale etmesi ve onun da) bu işe onu memur etmesi ile Osman Bey’in siyaset sahnesine adım atması…

1299

Selçuklu sultanınca Osman Bey‘e Beylik olarak tanındıklarının alameti olarak gönderilen tabl-u alem (davul ve sancak)

İnegöl Hisarı’nın fethi; Osman Gazi’nin kardeşi Sarı Satu ile onun oğlu Bayhoca, bu fetıh esnasında şehit düştüler…

Bilecik ve Yarhisar’ın fethi…

1301

Yenişehir ve Yundhisar’ın fethi…

Yenişehir artık fetih merkezi haline gelmiştir…

1302

Köprühisar’ın fethi…

1303

Marmaracık fethi ve Bizans’ın büyük komuta merkezi İznik’in muhasarası… İznik’in düşürülmesi o an için mümkün olarak görülemediğinden fakat devamlı muhasara altında tutulması planlanarak hemen yanına, dağ kenarına bir kale yaptırılmışve buradan İznik’in devamlı olarak baskı altında tutulması düşünülmüştür; kalenin kumandanı olarak da zamanının cihangiri Taz Ali isimli gazi tayin edilmiştir.

1307

Osman Gazi‘nin Koyunhisarı Zaferi; Kete ve Kestel’in fethi…

1308

İmralı (Galios) Adasının Gazi Aykut Alp’in oğlu Kara Ali tarafından sulh yoliyle fethedilerek Osmanlı beyliğine katılması…

1310

Etrafındaki derin ve genişherdekleri ve keskin nişancı okçulariyle ünlü Koçhisar Kalesi’nin fethi…

1313

Leblebüci (Lubluce) Hisarı, Lefke ve Mekece Hisarlarının Köse Mihal tarafından Osmanlı Beyliğine dahil edilmesi…

Gevye Akhisarı (Pamuk Ova)nın fethi…

Kara Ali tarafından Gevye ve Tekürpınar’ın fethi…

1314

Osman Gazi’nin Bursa’yı muhasara altına alması… Fethin o an mümkün olmadığı anlaşılınca, devamlı tazyik altında tutmak için Uludağ ve Kaplıcalar tarafına iki kale yaptırılarak ve komutaları Osman Bey’in yeğeni Aktimur ile kölesi Balabancık’a bırakılarak civardaki kalelerin fethine devam edildi.

1317

ORHAN BEYİN “KUMANDAN” OLARAK TAYİN EDİLMESİ…

1318

Orhan Bey’e bağlı kumandanlardan Samsa Çavuşve Konuralp, Sapanca Gölü kenarındaki Ebesuyu; İznik bölgesindeki Karategür Hisarı ile civardaki hisarları fethettiler.

1321

Osman Beyin, bir kısım gazileri Rumeli tarafına göndermesi…

1324

Osman Gazi’nin rahatsızlığı sebebiyle, FİİLEN, ORHAN GAZİ’NİN BEYLİĞİN İDARESİni eline alması…

1325

5000 kişilik bir kuvvetle Bursa’nın fethi…

Osman Gazi’nin Bursa’nın fethi haberini aldıktan sonra vefatı…

ORHAN GAZİ’NİN TAHTA ÇIKIŞI…

Mayıs 1329

İznik’in yardımına gelen Bizans İmparatoru III. Andronikos’un Darıca ile Eskihisar arasındaki Pelekanon mevkiindeki muharebesi; canını zor kurtaran İmparator evvela Flokrini-Tavşancıl Kalesine sonra da İstanbul’a çekildi.

Bizans’ın artık tehdit olarak kaale alınmaması, Anadolu’daki kalalarının bir bir ele geçirilmesinin sökün etmesi…

1330

Dileyenin mallariyle şehri terketmesine izin verileceğinin duyurulması neticesinde, zaten Bizanstan gelecek yardımdın iyice ümidi kesen İznik’in fethi…

1331

Ticarî faaliyetleriyle meşhur olan İzmit’in muhasarası; fakat Bizanstan gelen askerî yardım sebebiyle muhasaranın kaldırılması…

Bu arada Bizanslıların “sulh-dostluk” teşebbüsleri; Bizans İmparatoru III. Andronikos, kendi kızı PRENSES ASPORÇE’yi “cariye statüsü”nde Orhan Gazi’ye vermiş, muhasaranın ve fetih harekatlarının ilerleyişini durdurmak istemiştir…

Osman Gazi’nin yine böyle bir evliliği daha olmuş; Orhan Gazi ile gecinmek isteyen bir Tekfur kendi kızını (PRENSES HOROFİRA/NİLÜFER HATUN) ona gelin olarak vermiştir.

1337

İzmit Kalesinin (ve çevresinin) 6 senelik bir muhasara neticesinde fethedilmesi…

Bölgenin idaresi, Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’ya verilmişve bunun adaletli idaresi ile Göynük, Mudurnu ve civarındaki yerler de fethedilmiştir…

Diğer yandan, Kara TimurtaşBey de Armutlu ve Gemlik mevkiilerini fethetti…

1345

Karesi Beyliği’nin ilhakı…

Böylece, Karasi Beyliğinin elinde bulunan sahil şeridinin ele geçirilmesi ile Osmanlıların Rumeli tarafına geçişleri önünde hiçbir engel kalmamışoldu…

1346

Orhan Gazi’nin KANTAKUZENOS’UN KIZI THEODORA ile evliliği ve Bizans ile ittifakı; daha doğrusu, büyüyen bir beylikle iyi münasebetler kurmak isteyen zayıflayan Bizans İmparatorluğunun “dostluk teşebbüsü” olarak kıznı vermesi; bu türden münasebetler ileride daha da fazlalaşacaktır.

Kantakuzenos ile Bizans tahtında hak taleb eden Ioannes arasında çatışmaların artması…

1347

Orhan Gazi’nin hanımı Theodora ile birlikte, donanma ile Üsküdara gelişi, “kayınpederi” Bizans İmparatoru Kantakuzenos ile görüşmesi; bu görüşme neticesinde Bizans ordusuna yardım için Osman Gazi’nin 6000 kişilik bir kuvvet göndermeyi taahhüt ettiğinin işaretlenmesi…

1349 – 1352

Bizans’a yardım için Süleyman Paşa‘nın (yanlarında küçük bir donanma olduğu halde) 20.000 kişilik bir kuvvetle Rumeli’ye geçişi ve Sırbistan Kralı Stefan Duşan’ın Selanik şehrini almasının engellenmesi…

Bizans Kralı Kantakuzenos’un bunun üzerine Gelibolu yarımadasındaki Çimpe (Çimli) Kalesini Süleyman Paşaya vermiştir…

Kantakuzenos ile Bizans tahtında hak taleb eden Ioannes arasında çatışmaların daha da şiddetlenmesi; bütün bunlar, Orhan Gazi’nin Bizans’ın iç işlerine dahil olmasına vesile olmaktadır...

Bu müdahale vetiresi esnasında girdikleri muharebeler ve kurdukları ilişkilerle de Rumelinin fethi için “tecrübe” kazanmakta ve alt yapısı hazırlanmaktadır…

1352

Osmanlılar’ın Cenevizliler’e Osmanlı topraklarında serbest ticaret yapma imtiyazı vermeleri…

1354

Gelibolu’nun fethi…

Eretna Devleti’nin elinde bulunan Ankara’yı, doğu sınırlarının kilit noktası kabul edilerek Süleyman Paşa tarafından fethi; Orhan Gazi’nin yaşlanması sebebiyle ORDUNUN İDARESİ FİİLEN OĞLU SÜLEYMAN PAŞA’NIN İDARESİNE bırakılmıştır…

1355

Bizans İmparatoru Kantakuzenos, gerek Osmanlıların Rumeline yerleşmeleri ve gerekse de Gelibolu’yu fethetmeleri üzerine, bunun kendi iktidarı için ne kadar tehlikeli olduğunu görmüşve anlaşmaya çalışmaya başlamıştır; Orhan Gazi’ye görüşme talebinde bulunmuş, Geliboluyu boşaltmalarını ve Çimpe’yi de 10.000 altun karşılığı geri almak istediğini söylemişise de, karşılık olarak, “hastalıktan dolayı görüşmenin mümkün olmadığı” ve Çimpe’nin istenirse -zaten hediye olduğu için- ücretsiz bırakılabileceği ama Gelibolu’nun askerî bir fetih ile kazanıldığından terkinin caiz olmadığı cevabını almıştır.

Bunun üzerine Kantakuzenos, Sırp ve Bulgar Prensleriyle görüşmeye başlayıp, Türklerin Rumelindeki fetihlerinin durdurulması için işbirliği teklif etmişise de, Bozcaada’ya kapattığı Ioannes’in Venedikliler tarafından kurtarılıp İstanbul’a geri dönmesiyle tahtı terketmek zorunda kalmışve ölümüne kadar yaşayacağı manastıra kapanmıştır; Orhan Gazi ile de ilişkiyi kesmiştir…

1357

Şehzade Murat’ın, Şehzade Süleyman Paşa ile birlikte Çorlu ve Lüleburgaz’ı fethetmesi…

1359

Orhan Gazi’nin Theodora’dan doğma oğlu Şehzade Halil’in İzmit Körfezinde Foça Ceneviz korsanları tarafından kaçırılması üzerine, ilişkileri iyileştirmek isteyen Bizans İmparatoru Ioannes’in, bizzat donanmasiyle Foca’ya gitmesi, yarısı kendisi yarısı da Orhan Gazi tarafından ödeneceğini bildirerek Cenevizlilere 100.000 altun vererek Sehzade Halil’i kurtarması ve bizzat kendi elleriyle İzmit’te babasına teslim etmesi; ayrıca orada yapılan andlaşma ile Osmanlıların Rumelinde yaptıkları fetihlerin, Rumeline yerleşmelerinin Bizanslılarca kabulü gerçekleşmişoldu…

1360

Orhan Gazinin oğlu, RUMELİ FATİHİ SÜLEYMAN PAŞA’NIN, Balkanlardaki devletlerin kendi iç ve dışilişkilerindeki pürüzler sebebiyle pek bir zorluğa uğramadan giriştiği faaliyetleri kökleştirmek, yarımadayı “Türkleştirmek/İslamlaştırmak” için Karasi Beyliğindeki göcebe Türkleri bu topraklara yerleştirme faaliyetleri esnasında, av sırasında atdan düşerek ÖLÜMÜ…

1360

ORHAN GAZİ’NİN VEFATI VE I. MURAT’IN (HÜDAVENDİGAR) TAHTA ÇIKIŞI…

1361-1362. (Hicri 763)

Sultan I. Murad zamanında, Çandarlı Kara Halil Paşa ve Rüstem Paşa’nın tavsiyesi ile, “ACEMİ OĞLANLARI OCAĞI”nın Gelibolu’da kurulması.

1362

Kadıaskerlik/Kazaskerliğin teşkili; ilk Kazasker olarak Bursa Kadısı Çandarlı Kara Halil’in tayini...

Sultan Murad’ın yetişkin bir evladı olmadığından Lalası Şahin Paşa’nın Beylerbeyi-Ordu Kumandanı olarak tayini…

1362-1363

PENÇİK KANUNUNUN ÇIKIŞI… (1. Kronolojinin bitiminde bu kanun hakkında malumat vardır, bakınız.)

I. Murad’ın devr-i saltanatının başlarında “Pençik Kanunu”nun (Beştebir Kanunu) çıkışı…Böylece, “daimi maaşlı ve düzenli ordu”nun, bilinen ismiyle “Yeniçeri”liğin kuruluşunun temelinin atılması…(2. Kronolojinin bitiminde Yeniçeri Ocağı (veya diğer isimleriyle Ocağ-ı Bektaşiyan/Zümre-i Bektaşiyan/Dudeman-ı Bektaşiyan) hakkında malumat vardır, bakınız.)

1363

Evrenos Bey tarafından Edirne’nin Rum ve Bulgar kuvvetleri bozguna uğratılarak fethedilmesi…

Sultan Murad Hüdavendigar’ın harb sahasında bulunmak üzere Dimetoka’yı merkez yapması…

1364a

Beylerbeyi Şahin Paşa’nın Filibe’yi; Trakya Kumandanı Evrenos Bey’in de Gümülcine’yi alması…

Anadolu’dan Türklerin/Müslümanların getirilmesi ve sahil şeridlerine yerleştirilerek buralarının emniyetinin sağlanmasının başlaması…

Böylece Edirne’den sonra buralarının ele geçirilmesiyle Bizans, Bulgar ve Makedonya Sırp Prensliğinin irtibatları kesilmişolduğu gibi, Bulgar ve Sırp topraklarına karşı akın yapılmasının yolu da açılmışoldu.

Papa V. Urban’ın teklifi ile Sırp Eflak ve Bosna Devletleri ile Macar Krallığından müteşekkil bir ordunun, Osmanlıların Rumelindeki ilerleyişini durdurmak, fethedilen yerleri geri almak için saldırısı; Hacı İlbey komutasındaki Osmanlı ordusunun bunları Sırpsındığı Meydan Muharebesinde bozguna uğratması…

1364b

Hicri 766’ya denk gelen bu tarihte, Osmanlı Devleti’nde, Bursa’da ilk defa olarak “top dökümü” yapılmıştır. Fakat, barutun azlığı sebebiyle bu top her harbde kullanılmaz, kullanılsa bile bir veya iki atışyapılır idi. Orduda böyle bir top olduğu söylentisi bile düşman safları için tehdit edici bir faktördü.

Tüfeğin ilk kullanımı da Yıldırım Beyazıd ile Timur arasında yapılan “Ankara Muharebesi”nde (H:804;M:1402) görülecektir. Bunun yanında ilk tüfeğin 1386’da Konya Ovasında Osmanlı – Karaman Harbi esnasında (burada bir top da bulunmaktadır.) kullanıldığından da bahsedilir.

24 Ağustos 1366

Bizans İmparatoru Ioannes’in dayısı Savua Kontu Amede komutasındaki bir donanmanın saldısiyle, Gelibolu’nun Osmanlı’nın elinden çıkışı…

1368

Bulgar Kralı İvan Aleksandır’ın, yapılan taarruzlar ve fetihler neticesinde Osmanlı himayesini kabul etmesi ve kızı PRENSES MARYA’yı (Gülçiçek Hatun olarak ismini değiştirdiği rivayet edilir.) Sultan Murad’a “cariye” olarak verişi…

1371

Bulgar Kralının Sırp Kıralı ile birleşerek harekete geçmesi üzerine Beylerbeyi Lala Şahin Paşa’nın komutasında Osmanlı Ordusunun muharebeye girmesi; Çirmen Zaferi!..

Sultan Murad’ın İskece, Kavala, Drama ve Serez’i fethetmesi…

Serez’in “Uc” olarak sayılması ve komutasının Evrenos Bey’e verilmesi… Evrenos Bey, ilk Akıncı komundanlarındandır ve “töre” gereği Türk’tür; Akıncı teşkilatına sadece Türkler alınmaktadır.

Makedonya yolunun sonuna kadar açılması…

1374

Sırp Kralı Lazar’ın Osmanlı Devleti’ne her yıl 500 okka gümüşve harplerde asker vereceğini kabul etmesi…

1377

Gelibolu’nun Osmanlılar’a iadesi…

1380

Sultan Murad’ın Rumelinde büyük harekata teşebbüsü…

1382

Manastır’ın haraca bağlanması…

Burası bir müddet sonra harac vermeyi reddettiyse de Çandarlı Hayrettin Paşa, maiyetindeki Evrenos Bey olduğu halde hem burayı hem de Ohri kasabasını fethetti.(1385)

1384

Çandar Beyliğinin 1383’de ikiye ayrılmasından sonra Sultan Murad’ın Süleyman Paşa’yı babası Beyazıd Bey’e karşı desteklemesi, Kastamonuyu almasına yardım etmesi; sonrasında, kendisine hainlik yaptığından ondan alması; Beyazıd Bey’in güçlenmesi üzerine, Kastamonu halkının Süleyman Paşa’ya olan bağlılığını görerek, idareyi ona bırakması ve üstelik büyük kızını da “zevce” olarak vermesi…

1385-1386

Nişve Sofya’nın alınışı…

1387

Sultan Murad Hüdavendigar’ın kızı Melek Hatun ile evli bulunan Karamanoğulları Beyi Halil’in oğlu Alaeddin Bey, Osmanlıların kendilerine hudud olmasından telaşa düşerek, onların Rumelinde fetihlerde bulunmasından faydalanarak Bosna Kralı ile anlaşmışve Beyşehir’i işgal eder (1386)… Bunun üzerine Osmanlı ordusu harp nizamına geçti; iki sulh teklifi de reddedildi.

Sırp Despotu, Köstendil Beyi, Bizans İmparatoru, Saraç Türkleri ve diğer Türk unsurlardan müteşekkil Osmanlı Ordusu, Konya üzerine yürüdü, Alaeddin Bey komutasındaki Karamanoğulları ordusu yenildi, Alaeddin Bey kaleye sığındı; hanımı (Sultanın kızı) Melek Hatun’u “ricacı” gönderek “canının bağışlanmasını diledi” ve bağışlandı; böylece Beyşehir de fethedildi.

1388

Balkanlardaki Türk hakimiyetine karşı birleşen Balkan devletlerinin ittifağı ve 30.000 kişilik bir orduyla saldırarak Akıncı türkleri Ploşnik mevkiinde bozguna uğratması…

Balkan ittifakının teşekkülü…

1389

I. Kosova Zaferi..

Sultan Gazi Murad Han’ın harp meydanında “Allah’a şükretmek masadiyle” adeten dolaşması easnasında, yaralı halde bulunan Bulgar Kralı Lazar’ın damadı Miloş Kabloviç tarafından sanki bir şey söyleyecekmişcesine çağrılarak şehit edilmesi…

Osmanlı kuvvetleri bu harbde az sayıda da olsa top ve tüfek gibi ateşli silahları kullanmıştır.

YILDIRIM BAYEZİD’İN TAHTA CÜLUSU…

Ülkesi fethedilen Sırp Kralı Lazar, oğlu Prens Stefan aracılılığiyle Sultan Yıldırım Beyazıd’a “bağlılık yemini” etmişve kızı PRENSES OLİVERA’yı da Yıldırım Beyazıd’a “cariye” olarak vermiştir; karşılığında da “harac” vererek hakimiyetine devam etmiştir…

1390

Aydın-Saruhan-Germiyan-Menteşe beyliklerinin ilhakı…

1390

Gelibolu tersanesi’nin inşası…

1391

İstanbul’un Sultan Yıldırım Beyazıd tarafından, Bizans’ın andlaşmaya sadık kalmaması üzerine ilk muhasarası…

Osmanlı kuvvetleri bu muhasarada top ve tüfek gibi ateşli silahları kullanmıştır.

1393

Venedik Devletinin Macar Kraliyle anlaşması üzerine Türkler üzerine harp kararı alınması ve Bulgarların da onlarla birleşmesi ihtimali üzerine Osmanlıların Bulgar Devleti’ni ilhak etme kararını alması; Tırnova’da meydana gelen şiddetli muharebe neticesinde Bulgar Kralı Şişman ve oğlu esir edildi; Silistre, Niğbolu ve civarı fethedildi…

1394

Osmanlı Devleti kuvvetlerinin Arnavutluk içlerine kadar ilerleyerek fethe devamı; İstanbul’un muhasarası da devam etmektedir.

1396

Osmanlılara karşı tertip edilen Sırpsındığı, Çirmen ve Kosava seferlerinden sonraki Dördüncü Haçlı Seferinin İslamlar tarafından bozguna uğratılması: Niğbolu Zaferi; Yeniçeri Ocağı’nın dillere destan mücadelesi ve bir efsane haline gelmesinin ilk tezahür zemini…

[70 bin kuvvetinin 30 binini Yençerilerin meydana getirdiği Osmanlı ordusunun Niğbolu’da küffarı imha etmesi…

Burada öyle bir sahne vardır ki, “Yeniçeri”nin “İslam ve Türk adetleriyle” nasıl sarmalandığını ve küffara karşı nasıl bir yalınkılıç öfke içinde bulunduğunu göstermeye yeter bir kahramanlık destanıdır.

18 Ağustos 1396’da Severin’den Tunayı geçerek Osmanlı topraklarına tecavüz eden İngiliz, İskoç, Alman, Leh, Bohemya, Avusturya, İtalyan ve Macarlardan müteşekkil ve Maar Kralının emrindeki 130 bin kişilik işgalci ordusu, çoğu kadın ve çocuk 10000 kişilik masum kafilesini iplerle bağlayarak sürükleye sürükleye önlerinde getirmektedirler. İlk tecavüz ettikleri Vidin ve Rohova’da da erkek, kadın, ihtiyar genç bütün müslümanları kılıçtan gecirip şehid etmişlerdi. İşte bu alçak sürüsü, Osmanlı ordsunu görünce, karşılarında bu 10 bin masumu türlü işkencelerle katlederek şehid etti.

İlk saldıran, o asrın cengaverleri olarak nam salmışbulunan Fransız şövalyeleri idiki, çok kısa bir sürede bu çelik zırhların içindeki adı cengaverlerin Yeniçeriler tarafından imhası gerçekleşti ve ardından da bütün küffar ordusu imha edildi.

İşte bu muharebe esnasında Yeniçeriler, artık dünyanın tanıyacağı ve karşısında durmaktan çekineceği palalarının, çelikleri parçalayacak şekilde durmadran indirip kaldırırken, “ROHOVA!.. VİDİN!… ROHOVA!.. VİDİN!.. ROHOVA!.. VİDİN!..” öfkeli haykırışlarını atmaktaydı. Bu sahne, küffara korku verirken, tüm müslümanları gözyaşlarına boğmakmta ve iman öfkesini artırmaktaydı!

İki katliamın, iki şehirdeki binlerce masum müslümanın kanının davasının böyle bir iman öfkesiyle alan bu “Yeniçeri”, artık kuşkusuz “Osmanlı-Türk” olmuşlardı. ]

Bağdat’ta ikamet eden İslamların halifesi, bu zafer sebebiyle Yıldırım Beyazıd’ı “SULTAN-I İKLİM-İ RUM” olarak lakablandırmışve bundan sonra Osmanlı padişahları “Bey” yerine “SULTAN” olarak anılmaya başlanacaktır.

Osmanlı kuvvetleri bu harbde top ve tüfek gibi ateşli silahları da kullanmıştır.

Timur tehlikesi sebebiyle ara verilen İstanbul muhasarasının tekrar başlaması…

1397-1398

Akçay Zaferi ve Karaman ülkesinin Osmanlı hakimiyetini kabulü…

İstanbulun muhasarası için Güzelcehisar-Anadoluhisarı’nın inşaı…

Mora’ya taarruz…

1398

Karadeniz beyliklerinin ilhakı…

28 Temmuz 1402

160 bin kişilik Timur ordusuyla, 70 bini ancak bulan Osmanlı ordusu arasında ANKARA MEYDAN MUHAREBESİ ve Sultan Yıldırım Bayezid’in, yanında harbe devam eden iki Beylerbeyi ve oğlu Şehzade Musa Çelebi ile esareti...

Yeniçerilerin büyük kısmının bu harbde imhası…

Çandarlı Ali Paşa’nın -mağlubiyetin görülmesi üzerine- Yenicerilerin bir kısmını alarak harb meydanından uzaklaşması ve Yıldırım Beyazıd’ın kendisine bağlı Yenicerilerle Timur ordusunun merkezine dogru yüklenişi ve kendisinin esir edilmesi üzerine, Yeniçerilerin de teslim olması…

Osmanlı kuvvetleri bu harbde az sayıda da olsa top ve tüfek gibi ateşli silahları kullanmıştır.

Bu harbde, on bin civarında Yeniçeri kesin olarak kaybedilmişve Rumelindeki futuhat tamamen durmuştur. Bu vaziyet, Akıncı Beylerinin getirdiği “Pençik oğlanları” kafilelerini tesir etmişti. Çandarlı Ali Paşa, Osmanlının bu ağır yenilgiden tekrar bir zafer çıkarabilmesi için yeni bir düzenlemeye gitmişve “DEVŞİRME KANUNU”nu çıkarmıştır. (3. Kronolojinin bitiminde bu kanun hakkında malumat vardır, bakınız.)

1402-1413

Fetret Devri, iç karışıklıklar…

1411

Çelebi Mehmed‘in tahta çıkışı…

1413

I. Mehmed‘in duruma hakim olup devleti yeniden kuruşu; Rumelinin Hıristiyan tebasının bu hengame esnasında isyan ve ayaklanma çıkarmaması, Osmanlı Devleti’nin “adaleti”nin bir delili idi ve bu delil idi ki, tekrar hakimiyetin sağlanmasını getirdi.

(Celaleddin Hızır) Hacı Paşa‘nın ölümü…

1415

Çelebi Mehmet’in Sarajevo-Saray Bosna’yı zaptı…

1416

26 Mayıs’ta Kaptan-ı Derya Çalı Bey’in kumandası altındaki Osmanlı donanmasiyle Venedik donanması arasında deniz muhaberesi; Çalı Bey’in şehadeti ve donanmamızın yenilgisi; akabinde karşılıklı tavizlerle yapılan sulh…

Simavna Kadısı Şeyh Bedreddin’in, Eflak Prensi ve İsfendiyaroğullarının yardımiyle, sapık fikirleri sebebiyle mecburi iskan edildiği İznik bölgesinden kaçısı…

Macar Seferi…

Eflak Seferi…

1417

Avlonya’nın fethi…

1418-1420

Samsun bölgesinin zaptı…

1420

Şeyh Bedreddin’in İznik’ten kaçtıktan sonra Alevilerin bol bulunduğu Deli Orman’a geçişi ile isyanı…

Çelebi Sultan Mehmed’in Şehzade Murad ve Vezir-i azam Amasyalı Beyazıd Paşa ile birlikte Ege bölgesinde isyan çıkartan Şeyh Berdeddin’in müridi yahudi Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa’yı, kuvvetleriyle imha edişinden sonra Beyazıd Paşa’şı Şeyh’in yakalanmasına me’mur etmiş, o da Şeyh’i yakalayarak Serez’e getirmiş ve muhakeme neticesinde idam edilmiştir.

1421

ÇELEBİ MEHMED’İN ÖLÜMÜ VE II. MURAD’IN CÜLUSU…

Osmanlı Ordusunda-Devleti’nde Yeniçeriye karşı ilk şüphe işte anda ortaya çıkmaktadır. Çelebi Mehmet at sırtında ölümüyle… Varis Şehzade Murad Amasya’dadır ve hemen haber verilse bir ayda ancak gelir; ya o gelene kadar asker bunu öğrenir de bir fesat çıkarırsa!?. Nitekim, öyle de oluyor. Devlet erkanının bu işi farkettirmemek için hemen uydurdukları bir sefer emri üzerine Yeniçeriler, “İyi gideriz amma önce Padişahımızın yüzünü görelim, sağsa ne ala, değilse ona göre davranırız!” derler. Bunun üzerine, Çelebi Mehmed’in cesedi ahta oturtuluyor, elleri bir kukla gibi arkada bulunan bir vazifeli tarafından idare ediliyor ve böylece onu bu vaziyette gören asker de “evet, sağmış!” deyip gidiyorlar!.. Aslında “kukla” olan Çelebi Mehmed değil, iki asır kadar sonra hakikaten Yeniçeri zorbalığı altında bir kukla haline gelecek olan Devlet’tir!.

1422

Bizans’tan, İsfendiyaroğullarından ve Eflak Prenslerinden büyük destek gören Mustafa Çelebi’nin (“Düzmece Musafa” lakablı) bertarafı…

Haziran ayında İstanbul’un tekrar muhasarası; Osmanlı kuvvetleri bu muhasarada az sayıda da olsa top ve tüfek gibi ateşli silahları kullanmıştır.

1425

Düzmece Mustafa’ya katılan İzmir Beyi Cüneyd‘in idamı…

1 Ekim’de, Düzmece Mustafa’ya verdikleri destek ve devlet aleyhindeki hareketleri sebebiyle Osmanlı-Venedik Harbinin (1425-1430) başlaması…

1425 – 1426

Teke Beyliği’nin intikali…

1426

Tuna ve Sırbistan seferleri; Sırp Kralı-Despotu Lazaroviç’in kesin boyunduruk altına alınması, haraç ödemesi ve Osmanlıların Hırvatistan’a kadar ilerlemesi…

1427-1428

Germiyan Beyliği’nin intikali…

Sırp Kralı Stefan Lazaroviç’in ölmeden evvel tehtı yeğeni George Vulkoviç’e bırakınca, II. Murad, Prenses Olivera’nın (Kral Stefan’ın kız kardeşidir.) Yıldırım Beyazıd’la yaptığı evliliği ileri sürerek taht üzerinde hak talep etmiş, bunun reddedilmesi ve üstelik saldırılara başlanması üzerine de taarruza geçerek ilerlemeye başlamıştır. Vulkoviç aldığı darbeler üzerine elçiler göndererek, kızını (PRENSES MARA DESPİNA) “cariye” olarak vereceğini (fiilen 1433’de bu nikah gerçekleşmişve Prenses Mara, 400.000 Dükalık çeyiziyle gelmiştir.) söyleyerek eman dilenmiş, kabul edilmesi üzerine bir müddet sessiz kalmışfakat sonradan (1428) tekrar harekete kalkışınca taarruz karşısında yeniden af talep etmişve böylece üç senelik bir sulh mukavelesi yapılmıştır.

Bu taarruz ve andlaşma ile Timur hengamesindeki evvelki hududlara tekrar vasıl olunmuştur.

29 Mart 1430

Selanik’in fethi; 4 Eylül’de yürürlüğe giren andlaşma ile de Venedik Arnavutluk ve İnebahtındaki idaresi karşılığı senelik 236 Duka haracı ve Osmanlı gemilerinin Bogazlara girişinin emniyetini sağlayacağının güvencesini veriyordu.

Osmanlı kuvvetleri bu muhasarada top ve tüfek gibi ateşli silahları da kullanmıştır.

1431

Yanya’nın işgali…

1432

Fatih Sultan Mehmed’in doğumu…

 

1433-1434

Bizans Kralı Jean Paleolog’un, Haçlı Seferi tertibi için müzakarelere başlaması; Macar komutanı Yanko-Hünyadi Yanoş’un, Osmanlılara karşı tesirli saldırıları; küçük isyan tesebbüsleri ve bunların bastırılması…

1435 (-1438)

Arnavut Beyi İvan Kastriota (İskender)in Venedik ve Macaristan devletlerinin teşvikiyle isyanı; isyan bastırıldı ama netice olarak Osmanlı Devleti’ni 50 yıl kadar uğraştıracak bir meselenin de temeli atılmışoldu.

1439

Sırbistan’a büyük taarruz ve Semendire’nin alınısı…

1440

Belgrad kusatması; fakat neticesiz kalmıştır…

Osmanlı kuvvetleri bu muhasarada top ve tüfek gibi ateşli silahları kullanmıştır.

12 Haziran 1444

II. Murad’ın hanımı(şehzade verdiğinden ötürü nikahlanmışve cariyelikten çıkartılmıştır.)Prenses Mara Sultan’ın tesebbüsü ile başlayan bir dizi müzakerelerden sonra Osmanlı Devleti’nin, esasında çok tehlikeli neticelere sebeb verebilecek olan gelişmeleri kendi lehlerine çevirmelerini ve Tuna boylarında hakimiyetini sağlayan Segedin Sulhü…

Acımasız Yanko, bu andlaşmayı imzalamamıştır.

Rumelinde ve Anadolu’da sulhü sağladığını düşünen Sultan ve Çandarlı Halil Paşa’nın devlet içindeki hakimiyetinin artması…

İKİNCİ MURAD’IN TAHTAN ÇEKİLİŞİ VE ŞEHZADE İKİNCİ MEHMET’İN TAHTA ÇIKIŞI…

1444b

Haçlı Ordusuna karşı yapılan muharebe ve VARNA ZAFERİ…

Bu harbde, Macar Kralı IV. Ladislas, 500 kadar seçkin şövalyesiyle birlikte Osmanlı merkez grubu (yani, Murat’ın ve Yeniçerilerin) üzerine saldırmışsa da, Yeniçerilerin böyle bir saldırı ihtimali üzerine hazırladığı engeller, dereler, hendekler, demir kazıklar ve kalkanlar yüzünden dağılmak zorunda kalmışve sonunda da hayatını kaybetmiştir.

Bu harbde yaptıkları ihanet ve alçaklık sebebiyle (cepheden kaçmalar) Sultan Murad, bu işi gerçekleştirenleri “karı kıyafeti giydirip sokaklarda dolaştırmak istemiş” ise de araya giren ricacılarla bundan vazgeçmiştir. Yeniçerinin bu ilk ve büyük çürüme tezahürlerini gösterdiği Varna Harbi, Yeniçerinin kahramanlıklariyle de doludur. O “ricacılar”, aslında kahramanlara değil (mesleği asker olanın zaten vazifesidir o!) bu çürümüşlükleri kurtarmışve yaşatmışlardır.

1446

Bizans’ın “haçlı siyasetine” destek verdiğinden ötürü Mora üzerine akın ve boyun eğdirilişi…

Osmanlı kuvvetleri taarruz esnasında top ve tüfek gibi ateşli silahları kullanmıştır.

Acımasız Yanko’nun, Osmanlılarla anlaşma isteğinde olan Eflak Beyi Vlad Drakul’u öldürmesi…

İKİNCİ MEHMED’İN TAHTTAN ÇEKİLİSİ VE 2İNCİ MURAD’İN İKİNCİ DEFA CÜLUSU…

Bu cülus esnasında Yeniçeriler dişlerini göstererek “tahta geçme” hadisesi olduğundan “Terakki-ek maaş” isteriz!” diyerek ayaklandılar. Yarımşar akçe bulunup dağıtılan Yeniçeri, Devlet’in nasıl dağıtılacağını öğrenmeye başlamıştır.

1448

Acımasız Yanko’nun ağır bir yenilgiye uğratılması; İKİNCİ KOSOVA ZAFERİ…

Osmanlı Devletinin Balkanlardaki hakimiyetinin kuvvetlenmesi…

1450

İkinci Murad’ın akim kalan Arnavutluk seferi; sefere Sultan Mehmed de katılmışdır.

“Arkebüz”ün (1600’lere kadar kullanılan bir cins tüfek) Osmanlı kuvvetleri tarafından kullanılması…

18 Şubat 1451

İKİNCİ MURAD’İN ÖLÜMÜ VE İKİNCİ MEHMED’İN (FATİH) ÜCÜNCÜ DEFA CÜLUSU…

26 Mart’ta Anadolu Hisarı’nın tam karşısında, Boğaz’ın en dar olan bölgesinde, “Boğaz-kesen”, “yenice-hisar”, “Yenice-kale” isimleriyle bilinen Rumeli Hisarı’nın Sultan II. Mehmed Han’ın hazırladığı porjeye muvafık olarak Mimar Müslihiddin Ağa tarafından üç buçuk ayda “şayan-ı hayret bir iş!” olarak, yıkılan Saint-Michel Kilisesi arsası üzerinde inşaı…

Böylece Boğaz tamamen İslam’ın kontrolüne giriyor, Bizans’a gelebilecek her türlü yardım engelleniyordu.

Rumeli Hisarı, Allah Resûlü’nün ism-i şerifinin “Kûfî hatt” ile yazılışına uygun olarak Sultan tarafından projelendirilmiştir; her “Mim” harfinin yerine bir Kule, “Hâ” ve “Dal” harflerinin yerine ise istihkam dikilmiştir.

1451-1512

Geçis devri. Fatih Sultan II. Mehmed ve İkinci Bayezid devri...

1453

İstanbul’un fethi…

II. Mehmed’in “Fatih” lakabı ile anılması…

Bir sahne, Üstad’dan:

“- Fatih’in 200 bine yaklaşık ordusu surlardan içeri girmekte Üzerinde Kelime-i Tevhid yazılı yeşil sancak Fatih’in önünde.. İstikamet, Ayasofya… Ferman: “Bir müezzin duvara çıkıp ezan okusun!” Bu fermanda Feth-i Mübin’in gayesine bağlı bütün bir mana… Gür sesli müezzin, Allah adını, kokmuşBizans havasına yayarken… hiç kimsenin, hasis ve nefsani birşey düşünemeyeceği bu anda Fatih ne görse iyi… Bir yeniçeri Fatih’in gözleri önünde, heybesine atmak üzere, mabed (Ayasofya) duvarından kıymetli bir çiniyi söküyor… Fatih, yeniçerinin başına topuzla vurdu ve haykırdı:

“-Ben size şehirde ganimet malına el uzatmanız için izin verdim ama unutmayın ki mülk hazinenindir.

Ne kadar tekrarlansa yeridir ki Fatih’den Kanuni sonlarına kadar yeniçeri hep bu topuz altında yürüdü; sonra da topuzu eline aldı ve gerisi malum…

Yukarıdaki basit levha, HİLALE ESİR DÜŞEN SALİBİN BELİRTTİĞİ MANA ÖNÜNDE BAŞINI YÜKSEKLERE KALDIRACAĞI YERDE O SALİBİN MEKANINDAKİ MADDEYİ AŞIRMAYA BAKAN YENİÇERİDEN, GİZLİ YENİÇERİLİK TIYNETİNDEN NE MÜTHİŞ İŞARET!..”

1458-1460

Mora’nin ele geçirilisi…

1461

Trabzon Rum İmparatorlugu’nun sonu…

1461

Candarogullari’nin ilhaki…

1463

Osmanli-Venedik Savasi’nin baslamasi…

1466

İkinci Mehmed‘in Arnavutluk seferi…

1468

Karamanogullari’nin sonu…

Yeniçeriler, bu gaza sonunda Fatih’in Bursa’ya dönüşünde edebsiz tavırlar içinde.. “Cülus bahşisi isteriz!” diyerek ayaklandılar. Hepsinin kılıçtan geçirilmesi gerekirken, 10 kese akçe dağıtıldı; fakat bu durumun acısını çıkartmak istercesine, dağılmadan sonra Yeniçeri Ağası Kazancı Toğan Bey ve birkaç ileri gelen “Huzur-u Hümayun”da kamçiyle dövülerek askerlikten tardedildi.

Bu durum ise Yeniçerileri sindirdi; Fatih hemen harekete geçti ve “Kapıkulu” denilen Hassa Alayından 7000 asker Yeniçeri Ocağına katılarak çürümenin önüne geçmeye ve ıslah etmeye çalıştı ki, bunda da biraz muvaffak oldu.

1470

Egriboz’un alinisi…

1473

Otlukbeli Zaferi; Osmanli-Akkoyunlu Devleti mücadelesi…

1475

Kirim’in Osmanlı hakimiyetine girişi…

1476

Boğdan seferi ve zaferi…

1478

Fatih tarafindan ilk altin paranin darbettirilmesi…

1479

Osmanli-Venedik Sulhü ile Fatih‘in Venedikliler’e, Trabzon ve Kefe’de ticaret yapma hakki taniyan ahidname vermesi…

1480

Otranto’ya çikis ve akim kalan Rodos kusatmasi…

1480

Kadıaskerligin Rumeli ve Anadolu olarak ikiye ayrilması…

1481

FATİH SULTAN MEHMED’İN VEFATİ VE İKİNCİ BAYEZİD’İN TAHTA ÇİKİSİ…

Fatih’in “Hünkar Çayırı” mevkiinde vefatının Yeniçeriden gizlenmesi, bunun haberinin alınması, akın akın İstanbul’a yığılma, Sadr-ı azam’ın evini basma ve kendisini katletme, malını yağmalama, ardından sokaklara çıkıp zengin evlerini yağmalama vesaire… İstanbul muhafızı İshak Paşa’nın muhafızlarla önlerine geçisi ve yalvarmalarla bu REZİL İSYANIN sona erişi… Sultan II. Beyazıd’a verilen dilekçe ile de bu rezilliklerinin hesabının kendilerinden sorulmamasını, maaşlarına yüksek zamlar yapılmasını istemeleri… Hepsi kabul edildi!..

1481

100 dirhem gümüsten 400 akçe kesilmesi…

1482

Cem Sultan’in maglubiyeti, Rodos’a ilticası…

1483

Morova Seferi ve Hersek’in ilhakı…

1484

Boğdan Seferi…

1484

Kili ve Akkirman’in fethi…

1485

Osmanli-Memlük mücadelesinin baslaması…

1489

Memlüklere karsi toprak kaybı…

1491

Osmanli-Memlük Sulhü…

1492

Macar Seferi…

İspanya’dan çikarilan Yahudiler’in Osmanli Devleti’nin himayesine girmesi…

1495

Macarlarla mütareke; Cem Sultan‘in ölümü; Sehzade Süleyman‘in dogumu…

1497

İlk Rus elçisinin İstanbul’a gelisi…

1498

Lehistan Seferleri…

1499

Venedik Harbi…

1499

İnebahti’nin alınışı…

1499

PREVEZE BASKINI…

1500

Modon, Navarin ve Koron’un alınışı…

1502

Venedikle sulh…

1511

Sahkulu Baba isyani

Sehzade Selim Hareketi…

1512

İKİNCİ BAYEZİD’İN TAHTTAN ÇEKİLİSİ, BİRİNCİ SELİM’İN (YAVUZ SULTAN) CÜLUSU…

Yavuz Sultan’ın bu vaka üzerine bir sözü, esasında Osmanlı Devleti’nin başlangıcından sonuna kadar neye bağlı kaldığını göstermektedir:

“- ALLAH’A ŞÜKÜR, SALTANAT BİZE NASİB OLDU. ŞANIMIZ VE İSMİMİZ ALEME DUYULDU. ALLAH ŞAHİDİMDİR Kİ, GAYEM ALLAH’IN KELAMINI YÜKSELTMEKTİR.”

1514

ÇALDIRAN ZAFERİ, Tebriz’e giriş…

Yenicerilerin Yavuz Sultan Han’ın çadırına kurşun atacak kadar edebsiz hareketleri... Yavuz’un yakındaşı Hemdem Paşa’yı kandırarak, onun “Yeniçeri kullarınız bunca zamandır düşmana tesadüf edilmemesinden üzgündürler Sefer yorgunluklarından artık dayanamayacak hale geldiler!” demesini ve daha bu sözünü tamamlayamadan celladın yağlı ilmiğini boynunda görmesini sağladılar ki, bu hareketle “bu nasıl bir Sultan!” diyerek korku içine düştüler!.

1514

Şahkulu‘nun Yavuz Sultan Selim‘in Tebriz’i isgaliyle Amasya’ya sürgün gönderilişi…

Yeniçeriler -hala- “sefer yorgunluğu” bahanesindeler; buna Yavuz’a nakleden ve hatta onları kışkırtan Vezirler ise, Cellada teslim…

1516

5 Haziran’da Üsküdar’dan başlayan Mısır Seferinin 24 Ağustos’da Mısır Sultanı Kansu-Gavri’nin ölümü ile bitişi: MERC- İ DÂBIK ZAFERİ…

1517

Kansu-Gavri’nin ölümü üzerine yerine geçen yeğeni Tumambay’ın Mısır’a “sultan” olmuşve Osmanlı kuvvetleriyle giriştiği ve canını zor kurtardığı harb: RİDANİYE ZAFERİ

Harbden iki gün sonra, her evi silahlandırılmışKahire’ye giren Yavuz’a Kansu-Gavri’nin oğlu Mehmed gelmişve bağlılığını bildirmiştir.

Ancak, bu işgalin üzerinden üç geçmeden, Yavuz’un Kahire’den civar beldeleri fetih için ayrılmasını fırsat bilerek saldırıya geçen ve etrafına 12 bin kişilik bir kuvvet toplayan Tumambay’ın Kahire’yi tekrar ele geçirmesi üzerine Yavuz Sultan Selim, bu işgali imhaya Veziriazam Yunus Paşa’yı me’mur etmiştir.

Her evin bir siper olarak kulllanıldığı, her evden Osmanlı kuvvetleri üzerine ok, mızrak, neft ve kızgın yağın atıldığı göğüs göğüse cereyan bir şehir harbinden sonra Kahire’nin ikinci defa fethedilişi tamamlanmıştır.

Tumambay’ın takibine memur edilen 40 bin kişilik ordu, 30 Mart günü onu yakalamışve bir sultana yakışır muamele ile saygıda kusur göstermeden Yavuz’un huzuruna getirmiş; bilahare Tumambay’ın tesirinin Mısır halkında yükseldiğinin görülmesi üzerine idam edilmiştir.

Mısır’ın fethi, böylece tamamlanmıştır.

Burada kazanılan bu zaferle birlikte Mısır-İran ittifağı ortadan kaldırıldığı gibi, Anadolu’nun “birlik”i de sağlanmışve Birinci Dünya Harbi’ne kadar devam edecek olan Ortadoğu’daki Osmanlı hakimiyeti tesis edilmişoluyordu.

1517b

15 Şubat pazar günü muhteşem bir merasimle Kahire’ye giren Yavuz Sultan Selim, bu tarihten sonra “EMİR’ÜL MÜMİNİN” (kendisinin ifadesiyle (HADİM’ÜL MÜMİNİN) ünvanını almışve HİLAFET Osmanoğullara intikal etmiştir.

6 Temmuz’da, Mısır Sultanlarına tabi olan ve Hicaz emareti başında bulunan “Mekke Şerifi” ünvanlı Şerif Berekat’ın, oğlu Ebu Numeyy eliyle, “ilhak talebinde” bulunması ve Haremeyn’in (Mekke ve Medine) Osmanlı Devletinin himayesi altına alınması...

Mısır’da daha yapacak pekçok işi varken, daha Çaldıran’da başgösteren Yeniçerilerin isyankar tavırları sebebiyle Yavuz’un Mısır’dan erken olarak ayrılması…

1517

Üçüncü Vezir Pirî Mehmed Paşa’nın, Haliç’te tersane yaptırması ve düşman ordularını dehşete düşüren muazzam Osmanlı donanmasını ikmal etmesi…

1517

Piri Reis‘in Mısır’da Sultan Selim‘e ilk dünya haritasını sunması…

1518

25 Ocak’ta Veziriazam tayin edilen Piri Mehmed Paşa’nın 19 Mayıs günü Irak’ın kuzeyine taarruza me’mur edilmesi; Yavuz’un maksadı, İran’ı haritadan silerek Türkistan’a kadar gitmek…

1519

Celali isyanı…

Cezayir’in ilhakı…

1520

Yavuz’un 18 Temmuz’da Macaristan seferine çıkarak istanbul’dan Edirne’ye hareketi…

I. SELİM’İN 21/22 EYLÜL CUMA/CUMARTESİ GECESİ VEFATI, I. (KANUNİ) SÜLEYMAN’IN CÜLUSU…

1521

Belgrad’ın fethi…

Piri Reis‘in Kitab-ı Bahriye adındaki eserini hazırlaması…

1522

Kanuni Sultan Süleyman Han’ın cülüsü ile birlikte isyan eden Şam Emiri Canbirdi Gazali’ye silah ve mühimmat yardımı yapan ve ayrıca Adalar Denizi ile Akdeniz’e hakim olup korsanlık yapan, Anadolu sahillerine kadar da bu işlerini vardıran, “Haçlı-Siyonist” bir teşkilat olan (Siyon Mabedi Şövalyeleri) Rodos Şövalyelerinin mekanı olan Rodos Adasının, başında Sultan-Halife’nin olduğu uzun bir muhasara (29 Temmuz’da başlayıp 20 Aralık’ta zaferin gelmesi) ve harb ile fethedilişi…

Bu harbde, Yavuz Sultan Han’ın temellerini attığı casusluk teşkilatı büyük işyapmış, Şövalyelere kadar hulul edilmişve zaferin gelmesinde büyük tesirleri olmuştur.

Osmanlı kuvvetleri bu harbde az sayıda da olsa top ve tüfek gibi ateşli silahları kullanmıştır.

Yeniçeri yine itaatsizlikte ve cepheden kaçmada; engel olmanın ve cepheye tekrar sürmenin yolu ise hazine kapılarının açılması ve bol bol ihsan dağıtımı… Yeniçeri, “paralı asker” bile değildir artık sanki, memleketini soyan hırsız halindedirler…

1524

Mısır’da Hain Ahmed Paşa isyanı…

1525

İlk Fransız elçisi İstanbul’da…

1526

Mohaç Zaferi…

1527

Bosna’nın fethi’nin tamamlanması

1528

Piri Reis‘in Kanuni Sultan Süleyman‘a ikinci dünya haritasını takdim etmesi…

1529

10 Mayıs’ta İstanbul’dan Ordu-yu Hümayun’un Kanuni’nin liderliğinde çıkışı ile başlayan; şiddetli yağmur altında geçen 17 günlük (27 Eylül’den 14 Ekim Perşembeye kadar) Birinci Viyana Seferi ve Muhasarası…

“Kendimi onun yanında cesaretsiz ve umur-u icraiyyede mütereddid görüyordum; onun yanında istiklal yaşayamadım!” dediği Pirî Mehmed Paşa gibi büyük bir vezir-i azamı, Makbul-Maktul İbrahim Paşa isimli Rum veya Hırvat veyahut Cenovalı olduğu hakkında muhtelif rivayetler bulunan ehliyetsiz bir nefsperestin akıl vermeleri ile azleden, üstelik bu “Maktul Hırvat”ı kendisine damad da yapan, hatta bu sefer esnasında protokol kaidelerinin hilafına (Şeyhülislam’ın hakkıyken) kendisiyle atbaşı giden bu edebsize haddini bildirmeyen Kanuninin “kanuni” olmasına yakışmayan hareketlerinin tezahürleri bu sefer esnasında meydana çıkmıştır.

Bu muhasara esnasında Viyana surlarının arkasında, birbirleriyle girdikleri şiddetli ve vahşi kavgayı Müslüman Türk “tehlikesine” karşı bir kenara atan Protestan ve Katolik asker, şövalye ve soylulardan müteşekkil bir birleşik avrupa ordusu mevcut idi; yani, Türk-İslam tehlikesi karşısında birbirlerini boğazlayan bu iki grub ittifak etmişlerdi.

Akim kalan bu muhasara, Orta-Avrupa hakimiyetini tescil ettirmişolmakla birlikte, büyük bir zaafiyet ve acziyetin görülmesinin de tezahürü olmuş, artık Osmanlı ordusu, ilerleyişyerine, mevcut hududlarını zorla, güç bela müdaafa hattına geçmiştir.

Bu sefer esnasında Yeniçerilerin yaptığı edebizlikler, ihanetler sayılamayacak kadar çoktur.

Budin’in istirdadı…

Barbaros‘un Marsilya’ya çıkması…

1532

Alaman Seferi

1533-1534

BARBAROS’UN OSMANLI HİZMETİNE GİRİŞİ VE CEZAYİR BEYLERBEYLİĞİNE TAYİNİ…

1534

Irakeyn seferinin açılışı, Tebriz’e ikinci defa girişve Bağdat’ın alınışı…

Yavuz’un eşi, Kanuni’nin annesi Hafsa Valide Sultan’ın vefatiyle, KADINLAR SALTANATININ işaretinin ortaya çıkmasıHafsa Sultan’a kadar kadınlar devlet işlerine karışmazken, Kanuni Sultan Süleyman’ın gözdesi Hürrem Sultan, bu ölüm ile birlikte sarayda kendini engelleyen dirayetli bir otoriden kurtulduğundan devlet işlerine Kanuni’nin kendisine olan zaafı sebebiyle karışmaya balamışve ileride de bu işi had safhaya ulaştırmıştır.

Hürrem Sultan, Yeniçeri Ağaları ve Sadr-ı azam Rüstem Paşa ile anlaşıyorlar ve “Yeniçeri, “padişah ihtiyarladı, Rüstem Paşa’nın boynu vurulmalı, Şehzade Mustafa tahta çıkmalı, Padişah da Dimetoka’ya sürülmeli!” diyerek ayaklanacakmış”” haberini Kanuni’ye getiriyorlar. Kanuni bu yalan habere inanıyor ve öz evladı, Osmanoğulları içinde belki de en kıymetlileri ve faziletlileri olan Şehzade Mustafa’yı bu sefer esnasında Konya’da boğdurarak öldürüyor. “Kadınlar Saltanatı” ve Yeniçeri Ağaları hakimiyeti, Devlet’i ele geçirmeye başlamıştır.

1536

Fransızlara kendi bayrakları ile Osmanlı limanlarında ticaret hakkı veren ahidname verilmesi. Veziriazam İbrahim Paşa’nın idamı

1537

Körsof-Avlonya seferi

1538

Kanuni’nin Boğdan Seferi

Hadım Süleyman Paşa‘nın Hint Seferi…

28 Eylül günü namlı Andre Dorya’nın hakimiyetindeki Haçlı donanmasına karşı efsane denizci Barbaros Hayreddin Paşa’nın kazandığı PREVEZE ZAFERİ

Üç sefer ve üç zafer; herşeye rağmen, devşirmelerin ve Yenicerilerin olanca hıyanetine rağmen Osmanlı Devleti iki ay gibi kısa bir sürede üç ordu hazırlayıp, sefere ve zafere koşabilmektedir…

1540

Venedik ahidnamesindeki Karadeniz’de ticaret imtiyazının kaldırılması…

1541

Budin’in kesin olarak ilhakı ve beylerbeyliği haline getirilmesi…

1543

Estergon’un ve İstolni Belgrad’ın fethi…

1547

Osmanlı-Habsburg Sulhü…

Avusturyalılar’a Osmanlı topraklarında emn ü aman üzere ticaret yapma hakkının tanınması…

San’a’nın fethi…

1548

İkinci İran seferi…

1551

Trablusgarb’ın fethi…

1552

Piri Reis‘in Portekizlilere karşı seferi..

1553

Piri Reis‘in ölümü

1553-1554

Turgut Reis‘in Akdeniz seferi…

Nahcıvan Seferi…

1555

İlk Osmanlı-İran antlaşması: Amasya Müsalahası…

1557

Dokuzuncu Akdeniz seferi, Fas’ın fethi…

1559

Şehzade Bayezid ile Selim‘in Konya Savaşı ve Bayezid‘in yenilerek İran’a sığınması…

1560

Cerbe’nin alınışı…

1562

Osmanlı-Habsburg Sulhü…

 

1565

1 Nisan’da 130 baştarda ve kadırga, 11 kalyon, 3 karamürsel, 50 nakliye gemisi, 175 muhasara topu ve bol miktarda mühimmat ile 13 bin levend, 4500’ü Yenicer 16 bin kara askeri ile yola çıkan donanma-yı hümayunun Malta kuşatması

Barbaros Hayreddin Paşa tarafından askerî kıymeti “Turgut benden ilerüdür!” denilerek takdir edilen ve Kanuni tarafından “Turgut Paşa’nın reyine zinhar muhalefet etmeyiniz!” emrine rağmen, Vezir Mustafa Paşa’nın bu emir ve tavsiyeleri dinlememesi ile, “Siyon Tarikatı”nın bir kolu olarak faaliyet gösteren ve deniz yollarında müslümanlara büyük rahatsızlık veren şövalyelerin merkezi olan Malta kalesi yerine sahildeki Saint-Elmo kalesine saldırmasiyle başlayan bir kısır döngü ve bunun gereksiz kayıpların verilmesine (en mühimi de Turgut Paşa’nın şehadetidir ve bugün Malta’daki Dragut mevkii onun isminin telaffuzundan mülhemdir.) sebeb olması… Neticede sadece bu kalenin ele geçirilmesi ile yarım kalan bir muhasara ve harb…

 

1566a

Kanuni Sultan Süleyman‘ın son seferi;Sigetvar ve SULTANIN VEFATI, II. SELİM’İN CÜLUSU…

Yeniçeri, Kanuninin ölümünü, II. Selim’in cülusunu da isyana bahane kılmıştır; “vay, Padişahımızın ölümünü bizden nasıl gizlersiniz… vay yeni padişah bize niye iki laf etmeden, ulufelerden ve bahişlerden bahsetmeden çekip gider…” Böyle başlayan hareketlenme ve Ordunun istanbul’a dönüşünün engellenmesi ve Saray’ın basılması… Padişah’a ZORLA ADETİ İKRAR ETTİRMELERİ… Yeniçerilerin bu “cülus bahsişi” ayaklanmaları yetmezmişgibi, II, Selim -hangi akılla yaptı bilinmez- ulema sınıfına da cülus bahşini adete bağladı; böylece artık bu iki sınıf, yani Devleti idare eden vazifeleler ile harbeden sınıfın elele vermesinin ve “Şeriat isterük!” çığlıklarının atılmasının yolu açıldı.

 

1566a

“KADINLAR SALTANATI”nın başlaması…

Kanuni’nin annesi Hafsa Valide Sultan’ın vefatiyle “serbest kalan” gözde Hürrem Sultan’ın devlet işlerine karışması (esas amacı, Kanuni’den sonra kendi oğullarından birini tahta geçirmek ve hanedanlığın bu soydan devamı sağlamaktır.) ile başlayan bu saltanat, İkinci Selim’in karısı ve Üçüncü Murad’ın annesi Nur-Banu Sultan ile devam etmiştir. Bunu, Üçüncü Mehmed’in annesi Safiye Sultan ve Birinci Ahmed’in annesi Mahpeyker Kösem Sultan ile rakibi ki Dördüncü Mehmed’in annesidir Turhan Hatice Sultan takip etmiştir. Bu Valide Sultanlar, kendilerine Damat yaptıkları veya “satın aldıkları”, tehdit ettikleri ulema ve devlet erkanı ile, artık tamamen “cülus bahşisi” yani para peşinde koşan zorbalar haline gelen Yeniçeri (Ağaları) ile de anlaşmışve koskoca Osmanlı Devleti’ni kendi ikbal ve hırslarına alet etmişlerdir.

Hürrem Sultan, Polonyalı/Lehistanlı olup, 1506’da Dniester’de doğmuş, 9 yaşında esir edilmişve asıl adı Roxelane’dır. Kırım sarayında talim ve terbiye edildikten sonra Saray’a gönderilmişve cülusunun akabinde Kanuni’ye takdim edilmiştir. Tarihlerde “vaz’ı-ı irtişa ve mücid-i bünyan-ı rüşvet” olarak geçen Hırvat devşirmesi Rüstem Paşa’yı kendi kızı Mihribah Sultan ile alavere dalavere arasında evlendirmişve Osmanoğulları içindeki en kamil ve feraset sahibi olduğu bildirilen Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa’yı bu adamın kurduğu tuzak ile şehid ettirmiştir.

Kanuni’den sonra tahta geçen II. Selim, işte bu Hürrem Sultan’ın – Roxselane’nin oğludur. Bunun devrinde de asıl ismi Raşel olan Nur-Banu Sultan’ın hakimiyeti meydana çıkmıştır. Bu kadın, Salomon oğlu Yasef Nassi isimli Yahudi simsarını Saray’a kadar sokmuş, onnla Devleti idare edmiştir. Kızı Esma Hatun, diğer kızı Gevhermülük ve II. Selim’in kızkardeşi (Hürrem’in kızı) Mihrimah SultanHarem Kethüdası Canfeda ve Rukiye ile Saray’a sokup hizmetine aldığı Yahudi Esther Kira isimli kadınla (müslüman ismi ise Fatma’dır) bu işleri halletmiştir. Esma Hatun, Sırp devşirmesi Sokullu Mehmet Paşa’nın kızıdır. Yasef Nassi de Raşel’i “cariye” olarak satan ve Nur-Banu Sultan olmasını sağlayan Yahudidir. Bunların devirlerinde Kıbrıs’a Yahudilerin yerleştirilmesi başlamıştır.

II. Selimin vefatiyle tahta geçen Üçüncü Murad, bu Raşel asıl isimli Nur-Banu Sultan’ın oğludur. Tahttaki hakimiyetine bu devirde de sürdürmek isteyen Raşel-Nur-Banu Sultan zorlu bir rakibe çattı: III. Murad, Venedikli bir zenginin kızı olup Akdeniz’deki Türk korsanlarca esir edilen ve Manisa’da Şehzadelik yaparken kendisine takdim edilen Bafo’nun tesiri altında idi ve eşinin Padişah olmasiyle birlikte Bafo, yani Safiye Sultan dizginleri eline almaya başlamıştı.

Yahudi Esther KiraSafiye Sultan’ın hakimiyetinin başladığını görünce Raşel isimli yahudiyi yani Nur-banu’yu hemen terketmişve onun hizmetine girmiştir; devletin hazinesini dahi yönlendirmeye başlamışlardır. Üçüncü Murad ve Üçüncü Mehmet devirlerindeki hakimiyeti ile Safiye Sultan (Bafo), evvelki Hürrem Sultan’ı dahi aratmıştır. Saltanatına, I. Ahmed’in hanımı Mahpeyker Kösem Sultan (ki asıl ismi Anastasia olup Rum asıllıdır ve Bosna Beylerbeyi tarafından takdim edilmiştir) ile birlikte devam etmişve devleti en kötü durumlara düşürmüşlerdir.

Kösem Sultan’ın, eşi Birinci Ahmed’in cülüsundan hemen sonra, Safiye Sultan’ın -adet gereği- diğer Saray’a naklini takiben Saray’da hakimiyetini kurmaya başlamıştır. Kösem Sultan namlı Anastasia’nın en büyük melaneti, “Osmanlı veraset sistemini” değiştirip, kendi oğullarına taht yolunu açmak için Birinci Mustafa’yı tahta çıkartması ve Genç Osman’ı hiçbir ordunun padişahına yapmayacağı alçaklıkla şehid ettirmesidir. Dördüncü Murad’ın (yani öz oğlunun) tahta çıkmasiyle birlikte, Valide Sultan ünvanını kazanmış, onun daha yaşının küçük olmasi sebebiyle, Devlet idaresi Kösem Sultan’ın ve kendine bağladığı Yeniçeri Ağalarının eline geçmiştir. Sultan Murad’ın 1632’de patlayan br yeniçeri isyanını bastırarak “rüşdünü ispatlaması” ile Kösem Sultana “harem kapısı” gözükmüşve uzun müddet devlet işlerine karışmakan mahrum (!) kalmışsa da, onun vefatiyle birlikte tahta çıkan -öz oğlu- Sultan İbrahim devrinde tekrar tekrar başrole çıkmış, 8.5 sene sonra onun hal edilmesini ve torunu Dördüncü Mehmet’in tahta geçmesinde rol oynamışve “saltanat nabi” olarak kalmıştır. Ancak, bu padişahın annesi Turhan Hatice Sultan (asıl ismi Nadya’dır) ile aralarında bir rekabet başlamışve onun Turhan Sultan’ı öldürmeyi planladığı (plana göre Dördüncü Mehmet de öldürülecek ve yerine kardeşi Süleyman geçirilecektir) bir ayaklanma tersine dönmüşve Saray’daki Zülüflü ve Hasodalılar tarafından parça parça edilerek 1651 senesinde öldürülmüşve 50 yıllık “saltanatı” böylece bitivermiştir. Devri, “Ağalar Saltanatı”na tekabül etmektedir; Yeniçeri Ağaları ile birlikte ülkeyi idare eden zorbalık devrine…

 

1567

Yemen isyanı

 

1569

Astarhan seferi…

Kaptan Kurdıoğlu Hızır Beyin Sumatra seferi…

 

1570

15 Mayıs Pazartesi günü Kıbrıs’a sefere çıkılması ve 1 Temmuz’da Osmanlı donanmasının Limasol’a demir atması…

 

1571

1 Ağustos Çarşamba günü Kıbrıs fethinin ikmali…

7 Ekim Pazar günü meydana gelen, karacıların ve harb tekniklerinden anlamayanların elindeki donanma-yı hümayunun İNEBAHTI HEZİMETİ

Barbaros Hayreddin Paşa’nın yetiştirmesi Uluç-Ali’nin zaka ve kudreti ile donanmanın yokolmaktan kurtarılması…

 

1572

Osmanlıların tıpkı Rumelinde yaptığı gibi Kıbrıs’ı İslamlaştırmak ve emniyete almak için Türkleri adaya naklı; Karaman eyaletinden onbinlerce müslüman türk adaya nakledilmişve kısa bir sürede adanın nüfusu 260 bine çıkmıştır.

İnebahtında donanmayı imha olmaktan kurtaran Uluc-Ali“nin (tam 15 yıl sürecek olan) Kaptan-ı Deryalığa tayini ile “Kılç Ali” olarak anılmaya başlanması ve onun 13 Haziran’da yeniden inşa ettirdiği donanma ile Akdenize sefere çıkması, zaferlere koşması…

 

1574

Buğday Zaferi…

Tunus’un fethi…

 

22 Aralık 1574

II. SELİM’İN VEFATI VE III. MURAD’IN CÜLUSU…

Annesi Yahudi Raşel/Nurbanu Sultan olan III. Murad’ın Yenicerilere 1 milyon duka altın ile vezir ve ileri gelenlere çeşitli hediyelerin dağıttırması; “sus payı!”…

Saray, devşirmelerin, Yenicerinin, Nurbanu Sultan ile Safiye Sultan (Venedikli Bafo)nun ve Yahudi simsarların elindedir. Yahudi sarraflar “zuyuf akça-eksik akçe” basmakta ve üstelik Sadr-ıazama rüşvet vererek bunların (hem de ordunun yani Yeniçerinin eliyle) kullanıma girmesini sağlamaktadırlar.

Böylece de, Yeniçeri, tarihinde ilk defa haklı bir sebeb dayanarak ayaklanıyor. Defterdar ve Sadr-ı azamın kelleri önüne konularak susturulmaya çalışılıyorlar.

 

1578

Lala Mustafa Paşa’nın Şark Seferi ve Osmanlı-İran Savaşlarının başlaması… Harbde ordunun idaresi Özdemiroğlu Osman Paşa’dadır…

9 Ağustos’da Çıldır Zaferi…

9 Eylül’de Koyun geçidi Zaferi…

11 Kasım’da, üç gün üç gece süren ve geceleri meş’aleler ile devam edildiğinden MEŞ’ALELER ZAFERİ diye isimlendirilen zafer…

Fas’ta el-Kasrü’l-kebir Zaferi ve Gürcistan yolunun açılması…

 

1580

İlk İngiliz ahidnamesinin verilişi

 

Aralık 1582

Sadr-ı azamlığa yükselen SiyavuşPaşa’nın Yeniçeriye maaşını son kuruşuna kadar ödeyip, elde para kalmayınca, Sipahilere “size sonra veririz!” demesiyle başlayan Sipahi isyanı; Divan’daki hademelerin müdahalesiyle bu azgın güruhun dağıtılması, fakat artık onlar da ayaklanmanın tadına varmışlardır ve bundan sonra Yeniçerilerle birliktedirler.

 

7 Aralık 1583

Kösem Sultan ve Hürrem Sultan sonra “KADINLAR SALTANATI”nın temsilcisi, Kanunî’nin gelini, İkinci (Sarı) Selim’in hanımı, Üçüncü Murad’ın annesi, Sokollu Mehmed Paşa’nın hanımı Esma-Han Sultan’ın annesi YAHUDİ DÖNMESİ NUR-BÂNU SULTAN’ın ölümü…

Nur-Bânû Sultan, İkinci Selim’in 8 sene 2 ay 15 gün süren saltanatı ile Üçüncü Murad’ın saltanatı devirlerinde devleti idare etmiş, karışmaması gereken işlere karışmış, Yeniceri Ağalarıyla işbirliği yapmış, onların askerlik dışında işlerle uğraşmalarına yol vermişbozulmaya başlanan düzeni daha da bozmuş, Yasef Nassi isimli Siyonist yahudi ile birlikte hainane işler tezgahlamış, Devlet ancak bu melanetten onun eceliyle ölümüyle kurtulmuşama açtığı çığır daha da hızlanarak devam etmiştir.

 

1584

Özdemiroğlu Osman Paşa’nın 28 Temmuz’da Vezaret-i Uzma makamına ve daha sonra da Şark Serdarlığına getirilişi ve Ordu-yu Hümayun’un başında dördüncü defa Tebriz’e seferi…

 

1585

Tebriz’in alınışı; Azerbaycan artık Osmanlı Devleti’nin toprağıdır.

Özdemiroğlu Osman Paşa, bu sefer için 10.000.000 altun ile malını devlet için harcadığı gibi, canını da harcamışve sefen esnasında başlayan hastalığın gün be gün artmasiyle Tebriz dönüşü 30 Ekim 1585’de vefat etmiştir.

Yeniçeri burada da rahat durmamıştır. “Ayarı bozuk” parayı bahane ederek isyandadırlar. Tebriz Beylerbeyi Cafer Paşa’nın Tebriz’den bir bahane ile çıkıp civardaki kürt beyleriyle anlaşması, kendisini karşılamaya çıkacak olan yeniçerileri kalenin etrafındaki pusuda beklemesi ve kürtlerle birlikte 1.500 civarındaki yeniçeri zorbasının öldürmesi…

 

1587

Gürcistan harekatı…

 

1588

Gence seferi…

 

1590

Osmanlı-İran Antlaşması…

Yeniçerilerin et ihtiyaçlarını karşılamak üzere gümrük resmine “zarar-ı kassabiye” adıyla %1 oranında ilave yapılması…

 

1593

Osmanlı-Habsburg Savaşları…

 

1595

Estergon’un düşüşü…

 

27 Ocak 1595

III. MURAD’IN VEFATI, III. MEHMED’İN CÜLUSU…

 

1596

Eğri Kalesi’nin alınışı ve iki hafta sonrasında, 25-26 Ekim’de kazanılan destansı HAÇOVA ZAFERİ

Yeniçerinin ilk saldırı ile çözüldüğü, ric’ata kalkıştığı ve düşman ordusunun Osmanlı ordusunun cephaneliğini bile ele geçirdiği bu ikinci gün, (Yavuz Sultan’ın nedîmi Yunus Can’ın oğlu) Hoca Saadeddîn Efendi ilari fırlamış, padişahı ve askerleri metanete davet etmiş, “nusretin sabır ile olduğunu” anlatmış, Ordu-yu Hümayun vaizi Şeyh Hızır Efendi de askerlikle alakası bulunmayan yüz civarındaki müridiyle meydana fırlamış, etrafı cihad ayetleri, tekbirler inletmiş, manzara muazzam bir heyecan uyandırmış, meydan “kafir kaçtı!” nidasiyle inlemiş, Hoca Saadeddîn Efendi, arka saflarda bulunan ne kadar hademe, ahçı, yamak, deveci ve benzeri varsa onlarla birlikte ellerine geçirdikleri balta, şiş, kepçe, kasap bıçağı vesaire ile taarruza geçmiş, bunu gören başta Yençeri olmak üzere ordu toparlanarak hucüma geçmişve neticede 120 binlik düşman ordusundan 70 bini keserek mağlubiyeti destanlık zafere çevirmişlerdir.

 

1600

Kanije’nin; Kanuni’nin Beşinci Sefer-i Hümayunu ile ele geçirilmesinin ardından Almanların işgalinden 22 Ekim pazar günü kurtarılması ve ikinci defa fethi!..

 

1601

ASKERÎ HİLELERİN VE TAKTİKLERİN MÜKEMMELEN TATBİK EDİLDİĞİ, DESTANLIK KANİJE MÜDAAFASI VE BÜYÜK ZAFERİ

Kanije’nin tekrar fethi üzerine Papa Sekizinci Clementius’un ruhanî, Avusturya Arşidükü Ferdinan’ın askerî liderliğinde hazırlanan 100.000 kişilik Birleşik Avrupa Haçlı Ordusunun, TİRYAKİ HASAN PAŞA komutasındaki 100 top ve 9000 askerden müteşekkil bir birliğin bulunduğu Kanije Kal’asını muhasara altına alması; Serdar-ı Ekrem ve Vezir-i azam Yemişçi Hasan Paşa’nın, Tiryaki Hasan Paşa’nın “destek taleb eden” mektublarına ancak üçüncü (ki, muhasaranın ortalarıdır artık) mektubda itibar edip yardıma niyetlenmesi ve yolun yarısında, soğuk ve yoğun kar yağışını bahane kılan Yenicerilerin “bu karda kışta savaşolmaz bre!” diyerek isyanı neticesinde “Kaniji’yi Cenab-ı Bârî’ye ısmarlayıp” geri dönmesi; “Şecaat ve cesareti kadar zekası ve bilhassa düşman ordusunu mütemadiyen aldatıp şaşırtan harp hileleri” ile mahir “70’lik ihtiyar muharib” Tiryaki Hasan Paşa’nın ve askerlerinin akıl dol hamle ve taktik taarruzları ile düşman ordusunun cephane ve bayrağının bile ele geçirilip 80 bininin sadece 5000 muharib önünde bozguna uğratılması ile meydana gelen büyük zafer!..

Dikkat ediniz; bu “zafer”, taarruz halindeki bir ordunun değil, artık dört bir yandan taarruza muhatab olan ve ancak içlerinde kalan iman kuvvetiyle hareket eden soyu tükenmeye yüz tutmuşdevlet ve askerî adamların müdaafada kazandırdıkları bir zaferdir; Yeniçerilerin önderlik ettiği askerî bozulma, dalga dalga ordunun diğer ocaklarına sıçramakta, devşirmelerin hakimiyeti artmakta, devletin tepesine çöreklenenler sadece nefislerinin kazançlarına düşünmektedirler.

 

1603

Osmanı-İran Savaşı’nın başlaması…

III. MEHMED’İN VEFATI, I. AHMED’İN CÜLUSU …

Devşirmelerin saltanatı, Yeniçerilerin isyanı devamda…

 

1607-1610

2 Temmuz pazartesi günü, “Celalî tenkili” için -kendisi de bir devşirme olan- “Kuyucu” Murad Paşa’nın Anadolu’ya gönderilmesi; Naimî ve Peçevî tarihine binaen, bu sefer esnasında 100.000’den fazla Anadolu insanı katledilmiştir ki, bunların çok büyük kısmı, Celalî isyanlariyle alakası olmayan ama şiddeti kendine ilke edinen ve böylece de bu isyanları bir daha ortaya çıkmamacasına yokedeceğine inanan Kuyucu Murad Paşa’nın masum kurbanlarıdır. Bu durum da, Yeniçerilerin dolaylı olarak yaptıkları vahşettir.

Devşirmelere karşı isyan eden Canbolatoğlu Ali Paşa ve Mey’mun Bey’in Oruç ovasında bozguna uğratılması…

 

1612

Osmanlı-İran Antlaşması…

Hollandalılara ahidname verilmesi…

Muteber fikre göre, “Bin tarihinden sonra gelen Padişahların azamı-büyüğü” ve lakabı “İkinci Yavuz” olan Dördüncü Murad’ın, Boğaziçi-Beylerbeyi’de (eski adı “İstavroz Bahçesi) 27 Temmuz’da doğumu.

Babası Birinci Ahmed, annesi Kösem Sultan’dır.

 

1615

İran Savaşı’nın yeniden başlaması…

Revan Seferi…

 

1617

SULTAN I. AHMED’İN VEFATI, I. MUSTAFA’NIN CÜLUSU…

Osmanlı Devletinde, Osman Gaziden beri gelen veraset kanunu I. Mustafa’nın tahta geçmesi ile değiştirilmişbulunmaktadır. Şöyle ki:

Birinci Ahmed’in ölümünden sonra büyük oğlu Şehzade Osman’ın tahta geçmesi gerekirken, Kösem Sultan, kendi oğullarının tahta geçmesini sağlamak için Saraydaki otoritesini kullanmış, Yeniceri ağaları ile ilmiyye sınıfından kendi iradesine uygun fetva da alarak, Birinci Ahmed’in başka bir hanımdan olan ve o anda mevcut Şehzadelerin en büyüğü Şehzade Osman’ın yerine, amcası (ve Kösem Sultan’ın yeğeni) Birinci Mustafa tahta çıkmıştır; bu Osmanlı veraset sisteminin değiştirilmesi demektir.

Yeniçeri Ağaları, bu “iç darbe”de başroldedirler. Artık, askerlik yerine oturdukları yerden devlet idaresine karışmakta ve tayinleri gerçekleştirmektedirler.

 

26 Şubat 1618

I. MUSTAFA’NIN HAL’İ VE II. OSMAN’IN CÜLUSU…

Aklî melekeleri dumura uğramışolan Sultan I. Mustafa’nın Şeyhülislam Esad Efendi’nin, “muhtelli’s-şuur olanın hilafetinin caiz olmayacağı” fetvası ile hal’ edilmesi ile, hanedanlık veraset sistemi eski ve doğru usulüne tabi oluyor ve Birinci Ahmed’in (Mâhfiruze Sultan’dan olma) hakiki varisi büyük oğlu Sultan Osman (Genç Osman) tahta geçmişoluyordu.

 

1621

  1. Osman‘ın Lehistan seferine çıkışı (Hotin seferi)…

 

1622

II. OSMAN’IN KATLİ VE I. MUSTAFA’NIN YENİDEN TAHTA ÇIKIŞI…

Tarihin gördüğü en korkunc ve barbarca bir Yeniçeri isyaniyle; hiçbir ordunun kendi hükümdarına yapamayacağı alçaklıklarla hal edilen Sultan Osman…

 

10 Eylül 1623

I. MUSTAFA’NIN TAHTTANİNDİRİLİP IV. MURAD’IN CÜLUSU…

Vezir-i azam KemankeşAli Paşa’nın gayretleriyle “sara hastalığına ve hayallere muptela” Sultan I. Mustafa’nın halli…

 

1632

11 Mart Cuma günü Kösem Sultan ve Topal Recep Paşa’nın emirleri altında meydana gelen Yeniçeri isyanı.

 

8 Haziran 1632

Yine aynı minvalde ve yine aynı kişilerin kontrolünde meydana gelen Yeniçeri isyanının Dördüncü Murad tarafından bastırılması; ele başlarının idamı; Kösem Sultan’ın “saltanat naibliği”nin bitirilip “odasına” gönderilmesi ve Sultan Murad’ın hakimiyet devrinin başlangıcı… Yeniçeri’nin, mal mülk edinmek için kullandığı şiddetin kat be kat fazlasını, “devletin bekası” için kullanan Sultan Murad’ın hakimiyeti devrinde sus pus olması, gerçek vazifesi olan “askerlik”e dönmesi ve zaferlere koşması…

 

1635

  1. Murad‘ın Revan seferine çıkışı…

 

1638

Bağdat Seferi ve Bağdat’ın alınışı…

 

1639

Osmanlı-İran sulhü; Kasrışirin Antlaşması

 

1640

IV. MURAD’IN ÖLÜMÜ, İBRAHİM’İN TAHTA ÇIKIŞI…

“Cinci Hoca” lakablı Safranbolulu Hüseyin namlı hergelenin Sultan İbrahim üzerindeki büyük tesirinin başlangıcı; öyle ki, bu adam, Saray erkanının ve Kösem Sultanın da yardımiyle “hafakan ve sevdaî illetle muztarip” Sultan İbrahim’i parmağında oynatır duruma gelmiş, devlet idaresini eline geçirmiş, kendisinin gerçek yüzünü gören, Devletin yanlışellere geçtiğini anlayan ve bunu Sultan İbrahim’e anlatmaya çalışan, didinen Vezir-i azamları, Paşaları bir emriyle Bostancıbaşı’nın önüne atacak güce malik olmuştur.

 

1645

Girit seferinin açılışı, Hanya’nın alınışı…

 

10 Ağustos 1648

İBRAHİM’İN HAL’I, IV. MEHMED’İN CÜLUSU…

SULTAN DÖRDÜNCÜ MEHMED’İN 7 YAŞINDA OLMASI, SİPAHİ OCAĞININ GİRİT’E SEFERE GÖNDERİLMELERİNE İSYAN ETMELERİ; SULTAN İBRAHİMİN KATLEDİLME SEBEBİNİ SORMALARI İLE BAŞLAYAN AYAKLANMAYI, VAHŞET VE BARBARLIKLA BASTIRAN YENİÇERİ ASKERİ SEBEBİYLE “AĞALAR SALTANATI”NIN BAŞLANGICI… “KADINLAR SALTANATI” DA DEVAM ETMEKTEDİR!..

DEVLET ARTIK DEVŞİRMELERİN, ÖZÜNE DÖNEN HIRISTİYANLARIN, NEFSİNE UYAN MALPERESTLERİN KONTROLÜNDEDİR. BU BİR İHTİLALDİR!

 

21 Mayıs 1649

Girit’e sefere gönderilen Ordunun perişan ve Foça’dan Girit’e gitmek isteyen donanma da darmadağın edilmiştir. Sadr-ı azam Sofu Mehmed Paşa’ya bunun faturası kesiliyor ve Valide Kösem Sultan’ın tavassutu ile Yeniçeri Ağası Kara Murad, Sadr-ı azam tayin ediliyor; üstelik “Paşa” da yapılıyor. Yeniçeri Ağalarının hakimiyeti tescillenmişir; sadr-ı azam da onlardan olmuştur artık. Anadolu eşkiya yatağı haline gelmiş, İstanbul’u dahi tehdit eder duruma getirilmiş, üzerine yollanan ve artık orduluktan çıkmışaskerleri darmadağan edivermiş, ırz ve namus pazarda satılan mal haline gelmiş, kime ne!…

 

21 Ağustos 1651

Yeniçeri Ağası Kara Murad’ın Sadr-ı azamlığı, diğer ağalara danışmadan istikbal peşinde koşmasiyle 5 Agustos 1650’de istifa ettirilmesiyle bitmişve yerine Melek Ahmed Paşa tayin edilmiştir. Bunu devrinde şakiler heryerde işlerine devam etmektedirler. İktisadi vaziyete çare bulmak için de Yeniçeari Ağaları, “zenginlerin malının yarısı “iane” olarak devlete verilecektir” fermanını çıkartıyor ve Boyacı Hasan isimli yeniçeri zorabsını tahsilat için Anadoluya gönderiyor; bu zorba, haydut ve eşkiyanın yapmadığı zorbalık ve vahşetleri sergiliyor, paraları olmayanları esir ediyor, dağlarda çalışmaya zorluyor, kafilelerle yürütüyor öyle ki, yürüyüşe dayanamayıp ölenleri dahi zincirlerinden çıkartmayıp kokmuşcesedi “ibret olsun!” diye taşıttırıyor. İstanbul halkı ise, yapılan zulumden isyan ediyor. 20.000 kişi Ayasofya önüne toplanıyor. Padişah Dördüncü Mehmet’in huzuruna çıkap, zorbaca tekliflerden -gerçekten de haberi olmayan padişahtan- muaf olduklarına dair fermanı alıyor ve ona bu işlerin hakikatini ve devletin hangi zorbaların ellerine kaldığını isim isim haykırıyorlar. Bunun üzerine Valide Kösem Sultan ve Yeniçeri Ağaları telaşlanıp, toplanıyorlar ve yeni Sadr-ı azam tayinini kararlaştırıyorlar; ilk akla gelen Yeniçeri ağası Kara Çavuşolmasına rağmen, bunun “bir hile olabilir!” korkusuyla reddetmesiyle SiyavuşPaşa tayin ediliyor. Sadr-ı azamlığın ellerinden gitmesine Ağalar kızıyorlar; Kösem Sultan da yeni tayin edilen Sadr-ı azam ve Şeyhülislam’ı çağırıp, “varın Ağalara gidin ve bağlılık bildirin!” emrini veriyor; bu reziller de emri yerine getiriyorlar! İstanbul çalkalanmaya devam etmekte; harp alanından kaçmasını bilen Ordu, kendi halkına silah çekmenin planlarını kuirmaktadır.

 

22 Ağustos 1651

İstanbul halkı isyanda ve yürüyüşe geçmekte ve dükkanlarını Yeniçeri ağalarının tehitlerine rağmen açmamakta… Kösem Valide Sultan ise Turhan Sultan’ın öldürülmesi ve tahtın değiştirilmesi gerçekleşmeden bu işlerin düzelemeyeceğini (yani saltanatlarının devamının huzur içinde olamayacağını) bildiğinden son hamlesini yapmakta ve Turhan Sultan’ı öldürmek için işaret vermektedir.

 

1651

Kösem Mahpeyker Sultan’ın hem Turhan Hatice Sultan hem de Dördüncü Mehmet’i öldürmek için planladığı Yeniceri ayaklanmasının, haber alınıp tersine döndürülmesi ve Saray’daki Hassa birlikleri tarafından Turhan Sultan’ın emriyle öldürülmesi; ardından İstanbul halkı ellerine geçirdikleri balta, şiş, kürek, kazma, sopa, vesaire ile açılan “Sancak-ı Şerif”in altına toplandı, bunlara Eski Odalar’dan dahil olanlar oldu (burası ince bir noktadır; Eski Odalar’da kalanlar, yaşı geçkin, olgunlaşmışbelki eskiden zulum yapmışama şimdi yaptıklarının nedametini duyan Yeniçerilerden müteşekkildir.) böylece devlete ve millete zorbalık taslayan Yeniçeri eşkiyasının sindirilmesi: Kösem Sultan’ın öldürülmesiyle 50 senelik saltanatı ile birlikte “Kadınlar Saltanatı” ve “Ağalar Saltanatı” da bitmişolmaktadır.

 

1656a

MEŞHUR “ÇINAR VAK’ASI”.. VE “İKİNCİ AĞALAR SALTANATI”.

“Agalar Saltanatı”nın bitmesinden sonra, sindirilmişolan Yeniçerinin, “zuyuf akçe rezaleti bahanesi”ni ileri sürerek -artık onların da bozulması sebebiyle- Sipahi Ocağıyla işbirliği halinde kendi saltanatlarını engelleyenleri (30 kişi) Soğukçeşme karşısındaki Alay Köşkü’nde Sultan İbrahim’den tehditlerle istemeleri; kaçıp kurtulanlar hariç hepsinin boğdurulması ve cesetlerinin askerin önüne atılmasiyle onların da cesetleri bacaklarından bir iple bağlayıp Sultanahmet Camii önündeki çınar ağacına asmaları; Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “Koca çınar, dallarından cicili bicili oyuncaklar yerine ölüler sarkan bir nevi Noel ağacı… İşte Çınar Vak’ası…”

Yeniceri Ağaları işi o derece ileri götürdüler ki, cesetlerin yağlarını bile “bilmen şu hastalığa devadır” diyerek satdılar!

70 gün süren bu “İkinci Ağalar Saltanatı”Valide Sultan Turhan Sultan’ın, İstanbul’daki Bektaşî Şeyhi Kara Hasan oğlu Hüseyin Ağa ile birlikte yaptıkları bir tuzağa çekilen (o dönemde Ağalara muhalif olarak isyan eden Seydi Ahmet Paşa’ya yönelik bir seferin düzenlenmesi gerektiğine dair tuzak) Yeniçeri Ağaları’nın hemen orada, Padişahın huzurunda boyunlarının vurulması (ki, bazı Yeniçeri Ağaları da burada nedamet geçirmişve diğerlerinin boyunlarının vurulmasına yardım etmiştir.) ve iki gün kapalı tutulan İstanbul kapılarının içinde ne kadar mimli varsa hepsinin kellesinin düşürülmesiyle sona ermiştir.

 

1656b

26 Nisan’da Boynu-Eğri Mehmet Paşa’nın Sadr-ı Azam olarak tayini…

“Ağalar Saltanatı”nın ve “Kadınlar Saltanatı”nın Kösem Sultan’ın öldürülmesiyle son bulmasından sonra Sadaret makamına getirilen Boynu-Eğri Paşa, ilk işolarak devlet içinde ürüyen mikrobları temizlemek veya defetmekle uğraşmış, Şeyhülislam dahil bu işe karışmışolanların cümlesini İstanbul’dan uzaklaştırıp sürgüne yollamışfakat devlet içindeki çürümenin büyüklüğünü göremediğinden bunları hafife almanın cezasını çekmiş, daha sadaret makamına oturduğunun ikinci günü başlayan yani kendisinin bir vebali olmadığı bilakis bundan evvelkilerin devleti nasıl bir ataletle yönettiklerinin delili olan Venediklilerin Limni ve Bozcaadayı işgal etmelerinin vebalinin faturasının kendisine kesilmesi neticesinde 15 Eylül 1656’da (yani gelişinden dört ay on dokuz gün sonra) Malkara’ya sürdürülmüştür.

Çanakkale Boğazı’nın Venedik ablukası altına alınması…

 

15 Eylül 1656

Köprülüler (Köprülü Mehmet Ali Paşa) devrinin başlaması…

Köprülü Mehmet Ali Paşa’nın sadaret makamına getirilmesi, devletin içine düştüğü halden ötürü hakikaten ıstırab duyan Yeniçeri Ağası Kaasım Ağa’nın ısrarlariyle Turhan Valide Sultan’ın “olur!”uyla vuku bulmuştur. Kendi devri içindeki (ki, 6 senedir ve vefatı sebebiyle makamdan düşmüştür.) 40 bin civarında asi ve şakinin kellesini düşürmüş, Yeniçeriyi de sıkıca pençelemiştir.

 

1660

Varad Kalesi’nin alınışı…

 

1663

Uyvar seferi, Uyvar’ın fethi…

Sadaret ettiği devre içinde 40000’e yakın kelle düşüren Köprülülüler, Yeniçeri’ye eski şecaat ve ahlakına doğru itmişolduğunun en büyük nişanesi, bu harb esnasında Yeniçerinin gösterdiği kahramanlık, Avrupalı’ya misal teşkil etmişve “Uyvar önünde bir Türk gibi…” diye dövizleştirilmiştir.

 

1664

St. Gotthard bozgunu ve Vasvar Antlaşması

 

1669

Kandiye’nin alınışı…

Girit’in tamamıyla Osmanlı hakimiyetine girişi…

 

1672

Lehistan seferi…

Kamaniçe’nin alınışı…

 

1672

BucaşAntlaşması…

 

1676

Osmanlı-Lehistan sulhü; Zorawna Antlaşması...

 

4 Kasım 1676

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Vezir-i azam olarak tayini; kayınbiraderi Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa’nın vefatı üzerine…

 

1678

Ukrayna’da Çehrin seferi…

 

1682

Osmanlı-Rus Antlaşması…

 

1 Nisan 1683

Sultan (Avcı) IV. Mehmed’in “o güne kadar hiçbir devletin bir araya getiremediği kudretteki bir ordu” ile Edirne’den hareketle Avusturya Seferi’ne çıkışı…

 

14 Temmuz-12 Eylül 1683

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın idaresinde II. Viyana muhasarası ve büyük bozgun… Bu sene, Avrupalılar tarafından “Türk Yılı” olarak isimlendirilmiştir.

Bu bozgun esnasında, Leh Kralı Jan Sobyeski’nin 30 kişilik -yardıma gelen- ordusu karşısında Peygamber Livası iki hamiyetli mümin tarafından ancak ve zorla kurtarılmış, fakat YENİÇERİ, NAMUSU DA DAHİL HERŞEYİNİ MUHAREBE MEYDANINDA BIRAKARAK BELGRAD’A KADAR BİRBİRLERİNİ ÇİĞNEYEREK KAÇMIŞTIR.

Bu büyük bozgun sebebi, Yeniçerinin ihanetleri başta gelmek üzere, Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle tamamen “ahlaki zaaf”dır; Viyana artık teslim bayrağını çekmek üzereyken ve bir tek zorlama ile bu işgerçekleşecekken, Merzifonlu ve emrindeki vezirler, şehrin kendiliğinden teslim olmasını beklemenin daha iyi olduğunu aksi halde Yeniçerinin şehre dalmasiyle yağmaya girişeceğini ve kendilerine birşey kalmayacağına karar vermişlerdir. Yani, Yenicerinin hakkından da fazlasını alacağı ve bunu engellemenin imkanı olmadığını görüp, kendilerinin ganimetlerinin biraz daha fazla olmasını sağlamak için, son saldırıdan uzak durulmuşve bu esnada yetişen Leh Kralı’nın, bizim ordumuzun onda biri kadar olan kuvveti önünde de bu menfaatperestler çetesi bozguna uğramıştır.

İşte devlet, Köprülülerden sonra biribirinden beter bu adamların eline kalmışhaldedir.

 

1683-1684

Viyana önündeki büyük bozgun, Leh Kralı Jan Sobyeski’nin, “fırsat bu fırsat; Türkleri şimdi Avrupa’dan çıkarabilirsek ne ala. Yoksa bir daha bu imkanı bulamayız” nidasına dönüşmüşve ilk elde Vişgard, Cac, Peşte Haçlıların eline geçivermiştir. Merzifonlu’nun kellesi, bozgunun akabinde kesilmişve yerine Süleyman Paşa getirilmişise de, hezimetler devam etmektedir.

 

1685

Hırvatistan’daki ordumuzun da yenilmesi ve Uyvar’ın elden çıkışı.

Saraydaki altın ve gümüşten sikke basımı…

 

1686

Budin’in düşüşü…

Tarihçi Raşid’in bu yenilgileri alan Yeniçeri’nin ve ordunun halini anlatan cümleleri:

“- Terk-i salat ve irtikab-ı enva-ı mahremat (namazı bırakmak ve her türlüharamı işlemek) ordunun şiarı olmuştu…”

 

1687

Ordunun içine düştüğü bu hal Serdar-ı ekrem Süleyman Paşa’nın atına atlayıp FİRAR ETMESİYLE (evet, bir kumandan, kendi ordusundan firar etmektedir!!!) zirveye tırmanmıştır. Yeniçeri, Bosna Valisi SiyavûşPaşa’yı Serdar-ı Ekrem tayin eder ve İstanbul’a dönmek (daha doğrusu İstanbul’u zabetmek) için harekete geçer. Padişah, Süleyman Paşa’yı bulup kesik kellesini önlerine attıysa da, “Artık vakit geçti” cevabını alır ve bu durum üzerine İstanbul Kaymakamı Köprülüzade Mustafa Paşa ulema ve devlet büyüklerini Ayasofya Camiinde toplayarak karar verdirir:

IV. MEHMED’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİ, II. SÜLEYMAN’IN CÜLUSU…

Ordunun hertürlü zaafı gösterdiği ve ahlaksızlığın had seviyede olduğu bu dönemde, Eğri kalesinin düşüşü…

Bir akçe itibarı değerli “mankur” un piyasaya çıkarılması…

Yeniceriler, sınırdaki büyük bozgunun acısını (kaybettikleri paraların acısını anlayınız!) Payitahttan çıkarmaktadırlar ve Yeni Odalar ve At Meydanı olmak üzere iki yerde toplanıp “kazan kaldırır”lar: “Cülüs bahşişini almadan ulufe kabul etmeyiz!” Durmadılar, Sadaret Kaymakamını, Şeyhülislamı, kendilerinden olmayan Yeniçeri Ağası’nı azlettiler, Sadr-ı azam’ın konağına saldırdılar, onu öldürüp, haremine saldırıp “Ganimet malıdır!” cinayetini işleyip kendi Odalarına götürdüler.

Bu esnada Bedestan’dan bir seyyidin dükkanını da yağmaladılar; Seyyid, bir sopanın ucuna beyaz bir mendil bağlayıp, “Ehl-i iman Sancak altına gelsin!” feryadını bastı; insanlar, zorbalardan bıkan halk, “Sancak-ı Şerif” zannettiği bu bez parçasının altına gelip Saray’a yürüdüler ki, o esnada hakiki “Sancak-ı Şerif”in açlmışolduğunu gördüler. Halkın öfkesi, yeniçeri zorbalarını susturdu; cinayet işleyenlerden bir kısmı hemen cezalandırıldı.

 

1688

Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa Sadr-ı azamdır. Avusturyalılar ise Belgrad yakınlarında… Seraskerlikten azledilip Bosna Valiliğine getirilen haydut Yeğen Osman Paşa, Belgrad muhafızı ve yeni Serasker Hasan Paşa’ya karşı harb ilan ediyor; onu kaçırtıp Belgrad’a giriyor: Ne din ne de vatan kaygusudur bu hareketindeki saik… Avusturyalılar ise Oyluk ve Petervaradin’i de alıp doğrudan Belgrad üzerine ilerliyorlar. Eski şaki Yeğen Osman Paşa’nın Semendre’ye kaçmasiyle de Belgrad’ın elden çıkışı…

Buna rağmen, Belgrad’ı hainliği sebebiyle düşmana teslim ettiren Yeğen Osman Paşa, yeni bir ihanette bulunmasın diye tekrar sınır muhafızlığı vazifesiyle görevlendiriliyor!.

 

1689-1690

Serasker, Arap Recep Paşa’dır ve padişah ısrarlar neticesinde Sofya’ya sefere çıkartılır. Batnıça bölgesinde büyük bozgun üzerine, Yeniçeri, hemen düşmana öncülük vazifesini üzerine alıyor ve “Küffar orduya geldi!” nidasiyle KENDİ ORDUĞAHINI YAĞMALIYOR. Yağma ve panik halinde kaçışbir arada; önce Filipe, ardından da Sofya’dan çekiliş…

 

1690

Kanije kalesinin düşüşü…

Sadr-ı azam Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa’nın sadarete geçmesi ile birlikte Yeniçeri, tekrar kontrol altına alındı birtakım (sert) tedbirlerle ve ardından Niş, Semendre, Vidin ile birlikte Belgrad’ın geri alınışı geldi….

 

1691

II. AHMED’İN TAHTA ÇIKIŞI…

Köprülü Fazıl Mustafa Paşa’nın, ordunun ilk anlardaki galib durumun tersine dönmeye başladığını görünce meydana çıkması, şehid olması ve ardından Yeniçerinin darmaduman olmasiyle birlikte gelen Salankamen bozgunu…

Yerine tayin edilen Arabacı Ali Paşa, Edirne’deki zevk u sefayı bırakamayınca, trajikomedya gerçekleşiyor ve Yeniçerler kendilerine bir serdar tayin ediyor!..

Enflasyonu körüklediği için mankur darbının yasaklanması

 

21 Eylül 1694

Sakız Adası’nın “Vire” usuliyle Venediklilere teslimi… Şiddetli ateşaltındaki muhasaraya direnmeye çalışan 1370 kişilik Osmanlı kuvveti, Kaptan-ı Derya Palabıyık Yusuf Paşa’nın, mukavemeti idare eden Silahdar Hasan Paşa’nın “yardım gelmeli” isteğine icabet etmeyince, “Vire” usuliyle (muhasara altına alınan yerin müdafaasını üstlenen birliğin hafif silahları ile birlikte emin bir şekilde mevkiiden ayrılması ve can emniyetinin verilmesi) kaleyi Venediklilere teslim etmek zorunda kalmıştır.

 

1695

II. AHMED’İN ÖLÜMÜ. II. MUSTAFA’NIN CÜLUSU…

(Sultan III. Ahmed’in vefatının sebebi, Sakız adasının “vire” ile teslim edilmesinden duyduğu büyük teessürdür.)

 

18 Şubat 1895

Sultan II. Mustafa’nın (ilk seferidir.) Sakız Seferi ve Mezemorta Hüseyin Paşa’nın idaresindeki ordunun Sakız’ı tekrar ele geçirmesi; Kaptan-ı Derya Palabıyık Yusuf Paşa’nın vazifeden alınmasından sonra yerine geçen (Köprülü sülalesinden ve denizcilikle de alakası olmayan) Amcazade SarhoşHüseyin Paşa bu sefer esnasında Kaptan-ı Derya ise de, adanın ele geçirilmesinde hiçbir dahli olmamışve fetihden sonra bu makam Mezemorta Hüseyin Paşa’ya tevdi edilmiştir.

 

1697

Elmas Mehmet Paşa’nın kumandasındaki orduda, kumandanlar arasındaki ihtilafın askere de sirayet etmesiyle başlayan kargaşa ve gelen Zenta bozgunu…

Askerin büyük kısmı firarda, kalanlar ise kendi ordugahlarını yağmalamakta!..

 

1698

Şehremini Baruthanesi yangını…

 

1699

Avrupa Osmanlısının bir nev’i taksimi sayılan Karlofça Antlaşmasının imzalanması… Topraklarımız Avusturya, Lehistan ve Rusya arasında paylaşılırken, Hıristiyan devletlerin Osmanlıya verdikleri “haraçlar”, kökünden ilga edilmiştir.

İKİ ASIRLIK FÜTUHAT ESERLERİ, ON ALTI YIL İÇİNDE SİLİNİP GİTMİŞTİR Kİ, BUNDA EN BÜYÜK PAY YENİÇERİ AĞALARI İLE KADINLAR SALTANATI VE BUNA ÇANAK TUTAN NEFSPEREST İDAREDİR!.

 

1700

Ruslar’la İstanbul Antlaşması‘nın imzalanması

 

1702

İskender Çelebi Bahçesi’ndeki (bugünkü Ataköy) yeni baruthanenin faaliyete geçmesi…

 

1703

Edirne Vak’ası; bir ara Gürcistan’a gönderilmişbulunan Cebeciler, birikmişmaaşlarını Ayasofya yakınlarındaki Cebecihanede toplanarak istediler, işbüyüdü ve “kazan kaldırıldı”, Saray’da “Sancak-ı Şerif”i dahi çıkartıp, “Padişah gelsin yoksa biz Edirne’ye gideriz!” kustahlığında bulundular. Padişah bütün bunları kendisine bildiren asi heyetini tevkif ettirdi; bunun üzerine İstanbul’dan çıkan 50 bin kişilik asi ordusunun üzerine sürdüğü 80 bin kişilik ordusu bu asilerle anlaşınca olan oldu:

SULTAN II. MUSTAFA’NIN HAL’İ VE III. AHMED’İN TAHTA ÇIKIŞI…

Kellesi istenen 60 kişi… Bulardan Şeyhülislam Feyzullah Efendi, Sipahi, Yeniçeri ve Cebecilerden müteşekkmil üç kişilik cellat takımı tarafından üçgün hapsedildi ve önce burnu, sonra kulakları ve dudakları kesildi, ardından bir beygire ters bindirilerek Edirne’nin bit pazarına getirildi ve işkence ile öldürüldü. Cesedinin ayağına ip takılarak 300 kadar Hıristiyanın eline verip sürüklettiler ve papazlara ayin yaptırırıp, Yeniçeri ocağına getirdikten sonra da Tunca nehrine atıldı… Bu derece namussuzluğu hem de bir Şeyhülislam’a bırakın bir müslümanı bir Hıristiyan dahi yapamayacakken, Devşirmeler bunu yapabilmektedirler!.

“Tuğralı” altın paranın piyasaya çıkarılması

 

25 Aralık 1704

Kaptan-ı Derya Baltacı Mehmed Paşa’nın Sadaret mevkiine tayini…

 

1709

Tersane içinde bir “lengerhane” yapımı

 

18 Ağustos 1710

Baltacı Mehmed Paşa’nın ikinci defa sadaret makamına getirilişi.

 

20 Temmuz 1711

Prut Zaferi ve Sulhü…

Rus Ordusu ve Çar’ın tamamen imha olmaktan kurtulmak için yapılan sulh eklifi ve verilen 200.000 rublelik “sulh fidye”si… Yeniçeriler bu harb esnasında o derece büyük hainlikler gerçekleştirmişlerdir ki, aç ve bitap hale gelmişRus askerlerine silah ve yiyecek dahi taşımışlardır. Baltacı Mehmed Paşa, bu şartlar altında harbetmişve işte bu sebeble de sulh yapmak mecburiyetinde kalmıştır; devşirmelerin ve yeniceri artıklarının, onların soyundan gelenlerin Baltacı ile Rus Çariçesi Katerina arasında bir ilişki kurulduğuna dair pis iddialarının kökeni, işte bu Paşa’nın böylesine ağır bir darbeyi indirmişolmasındandır.

 

1713

“Zincir” altının çıkarılması

 

1715

Venedik’e savaşaçılması ve Mora Seferi…

 

1716

Osmanlı-Avusturya Savaşı, Varadin bozgunu

Temaşvar’ın elden çıkışı…

“Fındık” altınının piyasaya çıkarılması…

 

1718

Pasarofça Antlaşması…

Valilerin sefer masraflarını karşılamak üzere “imdadiyye-i seferiyye” toplamalarının kabulü…

 

1723

İran seferinin üç cepheli olarak açılışı…

 

1724 – 1725

Azerbaycan harekatı…

Tebriz ve Cence’nin alınışı…

 

1729

“Zer-i mahbub” adıyla yeni bir altının piyasaya sürülmesi…

 

28 Eylül- 30Eylül 1730

Patrona Halil isimli hamam tellalının etrafında toplanan “ipten kazıktan halas olmuşbir avuç baldırı çıplağın” isyanı…

Sadrıazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın isyancıların isteği üzerine hal edilmesi ve teslimi ile parça parça edilmesi…

O GECE III. AHMED’İN HAL’İ, I. MAHMUD’UN CÜLUSU…

Bu isyanın arkasında, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın “Asakir-i Nizamiyye” ismi altında yeni bir ordu teşekkül ettirmesine, artık kendi iktidarlarının sonunun geleceğini gören Yeniçeri Ağaları ile birtakım ilmiyye mensubu devşirmenin, “Lale Devri” diye bilinen devirdeki şatafatlı hayatı istismar ederek kendi menfaatleri için kullanmaları vardır.

 

1732

Osmanlı-İran sulhü

 

1733

İran Savaşı’nın hızlanması, Nadir Şah‘ın başarıları…

 

1735

Fransız asilzadesi ve subayı Comte de Bonneval’ın müslüman olması, ismini “Ahmed” olarak (Humbaracı Ahmed Paşa) değiştirmesi ve nezaretinde HUMBARACI OCAĞI’NIN İYİLEŞTİRİLMESİ…

 

1736

Osmanlı-Avusturya-Rus Savaşları…

 

1739

Belgrad Antlaşması…

Rus tüccarlarına Karadeniz hariç olmak üzere, Osmanlı suları ve topraklarında ticaret hakkı tanınması…

 

1743

Osmanlı-İran Savaşı’nın yeniden hızlanması…

 

1746

Osmanlı-İran sulhü…

 

1748

Avlonya ve Eğriboz mukataalarının Bursa Mukataası Kalemi’ne katılması

 

1754

I. MAHMUD’UN ÖLÜMÜ, III. OSMAN’IN CÜLUSU…

 

30 Ekim 1757

III. OSMAN’IN ÖLÜMÜ, III. MUSTAFA’NIN CÜLUSU…

 

1757 – 1758

Haremeyn mukataalarının satışve iltizam işlerinin defterdar tarafından yürütülmeye başlanması

 

1768 (-1774)

Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlaması…

 

1770

Rus filosunun İngilizler’in yardımıyla Akdeniz’e girmesi…

 

1770 – 1776

Fransız Subayı Baron de Tatt‘un İstanbul’da bulunması

 

1771

Kırım’ın işgali...

Birinci Mahmud’dan, Üçüncü Osman’a ve Üçüncü Mustafa’ya kadar geçen devirde, Yeniçerilerin yaptıkları rezillik ve zorbalıkları kaydetmek, bu kronolojiyi uzatmaktan başka bir işe yaramaz; bahsetmeyişimizin sebebi bu. Fakat sadece şundan bahsetmeliyiz ki, Osmanlı Devleti’nin bilhassa Orta Avrupa’da gerilemesinin ve Ruslar’a karşı koyamaz oluşunun temel sebebi, YENİÇERİDİR!. Ruslar, adım adım ve kararlı bir şekilde bu zaafiyetten yararlanarak ilerlemektedirler.

 

1772

TERSANE YAKINLARINDA TOPÇU MEKTEBİ’NİN KURULMASI

 

1773

Mühendishane-i Bahri-i Hümayun’un kuruluşu

 

1774

AVRUPA TARZINDA TEŞKİL EDİLMİŞ OLAN SÜRAT TOPÇULARI OCAĞI’NIN KURULMASI…

 

21 Ocak 1774

Osmanlı-Rus Harbi esnasındaki Karasu ve Pazarcık facialarının teessürüyle ÜÇÜNCÜ MUSTAFA’NIN VEFATI, BİRİNCİ ABDÜLHAMİD’İN CÜLÜSU…

 

21 Temmuz 1774

Osmanlı Devleti’ni bir nev’i Rusya’nın bir eyaleti mevkiine indiren, ona en değerli toprakları vermekle beraber iç işlerimize karışma hakkını da tanıyan Küçük Kaynarca Antlaşması ve Ruslar’a Karadeniz’de seyr-ü sefer hakkı tanınması…

Yeniçeridir bunun sebebi… Yeniçeri, düzeltmeye ve düzeltilmeye de gelmemektedir; ne asri silahlarla techizatlanmaya ne de asrın gerektirdiği tarzda talim ve terbiyeye gelmektedir; öyle ki, artık piyadeliği de bırakmış, halktan zorla aldığı atlarla süvari olarak harbe gitmeye başlamıştır, bunun sebebi ise, bozgunun mukadder olduğunu bildiklerinden harb meydanından daha hızlı kaçabilmektir.

 

29 Nisan 1775

Tersane ambarlarında bir odada “Hendese Odası” nın kurulması

 

1776

Mühendishane-i Bahri-i Hümayun’un açılışı…

Boğdan Prensi Alexandır İspilanti Bey‘in Bükreşve Yaş’ta Rum Ortodoks cemaatinde yeni tarz eğitimin ilk adımları atması…

Hendese odasına nizam verilmesi…

 

10 Mart 1779

Aynalıkavak Tenkihnamesi

 

1781

Hendese odasının Mühandishane olarak isimlendirilmesi…

 

1783

Rusya’nın Kırım’ı ilhakı…

 

1784

Avusturyalılar’a Karadeniz’de seyrüsefer hakkı verilmesi…

Fransız Lafitte-Clave ve Monnier’in Tersane’deki mühendishanede istihkam dersleri vermeleri…

 

8 Ocak 1784

Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın Kırım’ı ilhakını bir “sened” ile resmen tanıması…

 

1787 – 1788

İstanbul’da bulunan Fransız uzmanların ve subayların tamamen ülkelerine dönmeleri…

 

17 Ağustos 1787

Osmanlı-Rus Savaşı’nın ilanı…

 

9 Şubat 1788

Rusya’nın müttefiki sıfatıyla Avusturya’nın da savaşa girmesi…

 

1789

Kıymetli maden işlenmesinin yasaklanması ve neticesiz haricî istikraz teşebbüsü…

 

Ocak 1789

Özi Kalesi’nin Ruslar tarafından zaptı…

 

7 Mayıs 1789

Ozi Kal’esinin kaybedilişi ve bu harb esnasında Yeniçerilerin yaptığı kepazelik, namussuzluk ve ihanetten dolayı Sultan’a inme gelmesi ve:

I. ABDÜLHAMİD’İN ÖLÜMÜ VE III. SELİM’İN TAHTA ÇIKMASI…

Ecnebi diplomatların, “Türkiye’de bir devlet yenileyicisi rolünü oynaması mümkündür!” denilebilecek kapasitedeki III. Selim!.. Halkın ve devletin ümidi işte bu Sultan’da…

 

11 Temmuz 1789

Osmanlı-İsveç ittifakı…

 

31 Ocak 1790

Yeniçerilerin merkezi boşbırakarak kaçmaları, devamlı firar halinde bulunmaları ve azgın nehre, “düşman arkada, geliyor!” diye bağırarak Hariciye Nazırı da dahil birçok birliğin o nehre dalıp boğulmasını sağladığı Osmanlı-Rus harbleri…

Osmanlı-Prusya ittifakı…

 

27 Temmuz 1790

Avusturya’nın Prusya tarafından sulha zorlanması. Reichenbach Konvansiyonu…

 

18 Eylül 1790

Yergöğü Mütarekesi…

 

Ekim – Kasım 1790

Kili ve İsmail kalelerinin Rusya tarafından zaptı…

 

4 Ağustos 1791

Avusturya ve Osmanlı Devleti arasındaki son savaşın bitirilmesi; Ziştovi Antlaşması

 

11 Ağustos 1791

Rus Savaşı’nın sonu; Kalas Mütarekesi

 

1792

Nizam-ı Cedid hareketinin başlaması; “Talimli Piyade Askeri” adiyle bir Orta-Birlik’in teşkili; başlarında da Mustafa Reşid Efendi… Meşhur “Koca Mustafa Reşid Paşa”…

Hassa Bostancıları Ocağı’na bağlı olarak “Bostanî Tüfenkcisi” adiyle 12 bölük 1600 kişilik bir orta hpazırlandı; sağdan soldan askerler toparlandı ve buraya kaydedildi; adına Levent Çiftliği Kanunu da çıkartılan bu Orta, bir Binbaşı, birer sağ ve sol kolağası, ikimülazım ağa ve her bölüğe birer yüzbaşıdan müteşekkil edildi. Bunlar, Avrupa ordularındaki gibi süngülü tüfenklerle kuşatıldılar..

Yençeriler ilk başlarda, bu grubu “rekabet” hissi içinde ve onlarla yarışyaparcasına izledilerse de, bunun neticesinin nereye varacağını kavradılar ve tavır almaya başladılar.

III. Selim devrinde 100’lük guruşbasılması…

 

10 Ocak 1792

Kırım’ın Rusya’ya bırakılması…

Yaş Antlaşması..

 

1793

Daimi elçiliklerin ıslahı ve Londra, Paris ve Viyana’da daimi elçilik ihdası…

Nizam-ı Cedid Ordusu’nun Kuruluşu ve Selimiye Kışlasının inşaı… Yeniçerilerin öteden beri şüpheyle izledikleri askeri sistemdeki bu yeni safha, onları, “bu talimli askerlik gavur işidir!” küfrüne, sonrasında da “Bu kışlaya girecek adam koyarsak!..” ihanetine vardı.

Hasköy’de Humbaracı ve Lağımcı Ocağı kışlasında Mühendishane-i Cedide’nin açılması… Baron Dö Tot isimli Fransızın talimlere başlaması…

 

1793 – 1794

Baruthane-i Amire’de İngiliz perdahı barut imaline başlanması…

 

1794

Halkalı’da yapılan Azadlu Baruthanesi’nin faaliyete geçmesi...

 

1795

Lehistan’ın Avrupa haritasından silinmesi…

Mühendishane-i Berr-i Hümayun’un açılışı…

Kara Mühendishanesi binasının inşası…

 

1797

Paris, Viyana ve Berlin’de daimi elçilikler ihdası….

Pazvandoğlu Osman isyanı… Koca Yusuf Paşa tarafından Vidin’de çıkardığı karışıklık sebebiyle öldürülen esas ismi Pasıbanoğlu isimli şakinin oğlu olan Pazvanoğlu Osman, babasının öldürülmesi anında kaçmışve sonra da ortaya çıkıp, yamaklara-çıraklara katılmıştı. Nizam-ı Cedid’in kuruluşsafhasında da ortaya çıkıp, kendine bağladığı yamaklarla “Nizam-ı Cedid’i talimli askerliği istemediklerini” haykırıyor ve isyan ediyor. Hepi topu bir şaki olmasına rağmen, o ne biçim bir devlettir ki artık, üzerine Vali, Beylerbeyi ve Vezir kumandasındaki bir ordu gönderiliyor da, buna rağmen bu ordu, bu asi edebsiz Yeniçeri davacısı karşısında yenilme durumlarına düşüyor ve Vidin ile Belgrad dolayları bu şakinin elinde kalıyor.

Rumeli’de dağlı eşkiya hareketleri ve isyanları da yayılıyor: Rusçuk Tersenklioğlu’nun, İbrail Ahmed Ağa’nın, Silistre Yılıkoğlu’nun, Dağdevirenli Edirne’de, Yanya ve Mora ise Tepedelenli Ali Paşa’nın tasallutu altındadır...

 

17 Eylül 1797

Venedik Devleti’nin ortadan kaldırılması…

 

3 Ocak 1798

Fransa’ya karşı Osmanlı-Rus ittifakı…

 

1 Temmuz 1798

Fransa’nın Mısır’a saldırması…

Liderliğini yunanlı şair Rigas’ın çektiği, “Yunan Devleti” hayalinde yaşayan “Sinomosiya Teşkilatı”nın çökertilmesi; liderleri Rigas ile birlikte 9 üyesi Avusturya polisi ile yapılan işbirliği neticesinde yakalanmışve idam edilmişlerdir.

Bu teşkilattan 16 yıl sonra (1814) kurulan sembolü “F.E.D.A.” olan ve Prens Demetrius Commenos’un Paris’te kurduğu, “Heterya” isimli teşkilat, çökertilen teşkilatın devamı olarak nitelenmiştir; sembollerini meydana getiren kısaltma şu manaya gelmekle beraber, bunu da ortaya koymaktadır: “F.E.D.A.: Filiyas Elinikos Desmos Antos/Rum-Yunan Dostluğunun Bağı Budur!

 

3 Eylül 1798

Fransa’ya savaş ilanı…

 

1799

Neticesiz haricî istikraz teşebbüsü…

 

5 Ocak 1799

Fransa’ya karşı İngiltere ile ittifak…

 

Şubat 1799

Napolyon‘un El-Arişve Gazze’yi ele geçirmesi…

 

Mayıs 1799

Napolyon‘un Akka’da Cezzar Ahmed Paşa tarafından mağlup edilmesi…

 

Ağustos 1799

Napolyon‘un Fransa’ya dönmesi; Mısır’ın işgalinin devamı…

 

Mart 1800

Rus ve Osmanlı kuvvetlerinin Yedi Ada Cumhuriyeti’ni kurmaları…

 

1801

Kara Mühendishanesi hocalığına Hüseyin Rıfkı Tamani‘nin getirilmesi…

 

1801

Mısır’ın tahliyesine dair mütareke…

 

1802

Fransız ve İngiliz gemilerinin kendi bayrakları altında Karadeniz’e çıkmalarına müsaade edilmesi…

 

1802

Avrupa ile ticaret yapan Osmanlı gayri müslim tüccarına Avrupa devletleri tüccarı statüsünün tanınmasıyla “Avrupa tüccarı” denilen sınıfın ortaya çıkması…

 

25 Haziran 1802

Paris Antlaşması; Fransa ile sulh…

 

Şubat 1804

Sırp isyanlarının başlaması…

 

1805

Osmanlı Devleti’nin Napolyon‘un “İmparator” unvanını tanıması…

Tersane Hazinesi’nin kurulması….

Temmuz 1805 Mehmed Ali Paşa‘nın Mısır’a vali olarak tayini…

 

1806a

İkinci Edirne Vak’ası: Saray’ın zahirde asilere fakat esasta Nizam-ı Cedid’in Rumelinde mayalanması ve mukavemetçi serdergelere karşı 50 bin kişilik bir Ordunun Edirne’ye doğru çıkması emrini vermesi; Karaman Valisi Kadı Abdurrahman Paşa emrindeki ordu Edirne’ye doğru yola çıktı ama Sadr-ı azam Yeniçeri yanlısı bir hain olduğundan bu seferin niyetini sergergelere ulaştırdı ve Yeniçeri ağaları da bunu “Ordu, bu havali halkını asilere hizmet ediyor diye kesmeye geliyor!” denilerek kandırıp Silivri, Çorlu ve Tekirdağ’da mukavemet kurdu. Ordu, bu mukavemet hattını rahatlıkla kırabilecekken, Padişahın fazalca merhametli olması sebebiyle “Silivri’ye ric’at!” emrine tabi oldu.

 

1806b

Selimiye Camiindeki bir “cuma selemlığı” meselesi sebebiyle ortaya çıkan hadise nedeniyle, Yeniçerilerin isyanı ve Padişahın “selamlık merasimi sadece Yeniçerilerin kalacaktır ve Nizam-ı Cedid Odalarından dışarı çıkmayacaktır!” emrini vermesi ile Nizam-ı Cedid’in yıkılması…

Osmanlı-Rus Savaşı…

III. Selim‘in Mühendishan-i Berri-i Hümayun kanunnamesi

 

Ocak 1806

Tersane Tıbbiyesi’nin kurulması…

 

Ekim 1806

Memleketeyn’in Rusya tarafından işgal edilmesi…

 

1807

Vehhabi isyanının had safhaya varması…

Haccın engellenmesi…

 

20 Şubat 1807

İngiltere’nin Rusya’nın yanında Osmanlı savaşına iştiraki ve İngiliz filosunun İstanbul önlerine gelmesi…

 

Mart – Eylül 1807

İngiliz filosunun İskenderiye’ye saldırması ve Mehmed Ali tarafından mağlup edilmesi…

 

25 Mayıs 1807

Boğaz’ın Karadeniz girişinin emniyetinden mes’ul Yeniçeri yamakları -ki çoğu Lazdır bunların-, Kabakçı Mustafa’nın başkanlığında, kumandanlarını öldürerek ayaklanması…

Boğaz boyunca ilerleyen ve sayıları ancak 4-500’ü bulan bu serderge takımını, tepelerden takip eden ve küçük bir hareketle de anında imha edebilecek olan Nizam-ı Cedid Taburları, bu isyanın tertibçisi Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa ve Şeyhülislam Topal Ataullah Efendi’nin Sultan Üçüncü Selim’i türlü fikirlerle bu taarruzdan alıkoydukları için harekete geçme emri alamamış ve her an saldırı korkusuyla ilerleyen Kabakçı Mustafa taifesi Unkapanına kadar gelip Yenicerilerle birleşmiştir.

 

26 Mayıs 1807

Kabakçı Mustafa başkanlığında Yeniçeri Ağalarının denetiminde ve Sadaret Kaymakamı Köse Musa Paşa ve Şeyhülislam Topal Ataullah Efendi’nin kontrolünde devam eden “kazan kaldırma”da “11 kişilik kelle listesi”nin Halife’ye takdimi ve onun da bu listeyi reddedişi; ama bu listedekilerin çoğu asiler tarafından yakalanmış ve katledilmişlerdir ki, bunlar, “yenileşme” taraftarı olan hissiyat sahibi insanlardır…

 

29 Mayıs 1807

Şeyhülislam Ataullah Efendi’nin fetvası ile III. SELİM’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİ, DÖRDÜNCÜ MUSTAFA’NIN CÜLÜSU ve Nizam-ı Cedid’in ilgasının yolunun açılışı…

İsyancılardan Yeniçerilere 180, yamaklara 100.000 kuruş culüs bahşişi dağıtılmıştır.

 

29 Mayıs 1807 – 28 Temmuz 1808

IV. Mustafa devrinin tek kelimelik hülasası: Siyasi istikrarsızlıklar ve darbeler…

 

31 Mayıs 1807

Dünyaya nam salan ve titreten Osmanlı Devleti’nin düştüğü trajikomik hal: Padişah ile Yeniceri Ağaları arasında, “Yenicerilerin isyandan ve daha neler ve nelerden mes’ul tutulamayacağına dair” bir muahedenamenin imzalanması: Buna göre; Kabakçı Mustafa isyanı sebebiyle Yeniceri Ocağı mes’ul tutulamayacak, buna karşılık Yeniceri Ocağı da devlet işlerine karışmayacaktır!!! Kabakçı Mustafa da “Turnacı-başı” payesiyle ödüllendirilip, Boğazın Rumeli Kal’aleri nazırlığına getirilecektir.

Aslî vazifesi memleketin müdaafası olan bir teşkilatın neyi yapmayacağının açıkça muahede maddesi olarak kayd altına alınması, bunun daha evvelden gerçekleşmiş olduğunun müsebbibleri tarafından bizzat itirafı demek olduğu gibi, böyle bir şeyi bir daha yapmamalarını şarta bağlamaları, devletin idaresinin her an değiştirilebileceğinin de açık bir beyanı idi.

Yeniçeriler ve devşirmeler, sona yaklaştıklarını gördükçe daha da şedidleşmekte ve küstahlaşmaktadırlar.

 

28 Temmuz 1808

Alemdar Mustafa Paşa‘nın müdahalesi ve Kabakçı Mustafa’nın öldürülmesi… Alemdar Mustafa Paşa’nın Sultan III. Selim’i tekrar tahta çıkartmak maksadiyle İstanbul’a geldiği bilindiğinden, Sultan IV. Mustafa, tahtta kalabilmek maksadiyle Alemdar’ın Sarayı bastığı bir anda son anda Sultan Selim’i ve diğer varis Şehzade II. Mahmud’u katletmek istemiş ama ancak eski Sultan’ın katlinde muvaffak olmuştur. Bundan sonra olan ise, Alemdar’ın emriyle IV. MUSTAFA’NIN TAHTTAN İNDİRİLMESİ II. MAHMUD’UN TAHTA ÇIKMASI…

 

28 Temmuz 1808 – 16 Kasım 1808

Alemdar‘ın kısa süren sadareti… Bu devirde, Sultan Selim’i şehid edenler ile onlara yardım eden birkaç cariye hemen, bunlara yardım edenlerin birçoğu (300 kişi kadar) da ilerleyen günlerde kelleleri vurularak öldürülmüş, bir kısmı da sürülmüş, Yeniçeri sindirilmiş, Ocağın hesablarına el konulmuş, Ocak bezirgani yahudi Çelebon, Ağa kapısı önüne asılmış, Karadeniz Boğazı Yamakları Teşkilatı (Kabakçının taifesi) kaldırılmış, Yeniçeri zorbalarından bir kısmı idam edilmiş fakat gerekli olan hamle yapılamadığından ötürü içten içe hınçla dolmaya başlamıştır.

Bu arada Sultan II. Mahmud, yeni askerin süratle ihya edilmesini emretmiş ve bu maksatla da eski Nizam-ı Cedid Kumandanı Kadı Paşa, 6 bin asker toplamış bunlara civardan davetler üzerine gelenlerin katılımı da olmuş ama isim verme meselesi ortaya çıktığında eski isimler yerine “SEKBAN” ismi tercih edilmiş ve başlık olarak da Rumelilere mahsus “Şopara” denilen çulha kalpak giydirilmişti.

Bu yeni Ocak (SEKBAN OCAĞI) ordunun 8 Ocağından sekizinci “Sekban-i Cedid” olarak karar altına alındı.

Bütün bunlar olurken Yeniçeri, kendilerinden ve Yeniçeri içinden çıkan birinin (Alemdar Mustafa Paşa, Pazvandoğlu, Tepedelenli gibi bir şaki idi; Rusçuk’u esir eden Tersenkli’nin bir kadın peşinde koşarken öldürülmesiyle onun yerine geçmiş ve onun izinde devam eden biriydi) nasıl birden bire Sultan Selim taraflısı olmasına ve ters tarafa döndüğüne hayretler içindedir; üstelik, İstanbul’a yanaşan gemilere “balta asması” ile (bir nev’i köpeklerin kendi mıntıkalarını işeyerek işaretlemeleri!!! gibi başka zorbaların o gemiden harac almasını engelleyip sadece kendisinin haraca bağlaması) meşhur Burunsuz Mustafa’nın hem de kendi kahvesi önünde güpegündüz Alemdarın adamlarınca öldürülmesi ile iyice şaşırıp kaldılar. Fakat, artık bir “ihanet ocağı” haline gelen “Enderun”un kışkırtmalariyle alevlenmeye başladılar kısa süre sonra…

 

29 Eylül 1808

Sened-i İttifak; Devletin ayanlarla uzlaşması…

 

15-16 Kasım 1808 (26-27 Ramazan 1323)

Yeniçeri Ayaklanması; Alemdar Mustafa Paşa’nın kahramanca müdafaası ve katli…

Yeniçerilerin bu ayaklanma sırasında istanbulu yakmaları; Seksan Ocağı’nın bu ayaklanmaya önce müdafaa sonra da taarruz ile karşılık vermesi, istanbul sokaklarını 7-8 bin cesetle doldurmuş, mal, can ve ırz emniyeti Yeniceriler tarafından yokedilmişken, Sultan II. Mahmud’un, Sultan Selim’e yaptığının aynını kendisine yani Sultan Mahmud’a yaptırıp boğdurması ve cesedini Yeniçerilerin önüne atması… Sultan Mahmud artık hayattaki tek osmanlıdır!. Yeniçeriler, Sultanı hal etme imkanı kalmayınca artık “mahut ve meşhur kelle listesi” fiilini gerçekleştirmekte kaldılar; tabii ki Sekban Ocağı’ın kapatılmasını istediler. Sultan Mahmud, çaresiz bunların hepsini kabul etti; istenen şahısların çoğu zaten kaçmıştı. Fakat, Sultan Mahmud’ın bundan sonraki tek derdi, ne düşmanın ele geçirdiği topraklar ne iktisadi sıkıntı ne ıvır ve zıvır; tek derdi Yeniçeri davasını qartık bir neticeye bağlamak olacaktır.

 

5 Ocak 1809

İngiltere ile süren savaşın sonu; Kal’a-i Sultaniyye Antlaşması…

 

1810

  1. Mahmuddevrinde beşlik “cihadiyye”lerin basılması

 

1812

Vehhabi ayaklanmasının Mehmed Ali Paşa tarafından bastırılması…

 

28 Mayıs 1812

Rus Savaşı’nın sonu; Bükreş Antlaşmasıyle Sırbistan’a özerklik verilmesi…

 

1816

Miloş Obronoviç’in “Başknez” olarak tanınması ve Sırbistan’ın özerliğinin temini…

 

1821-1812

Devşirme Tepedelenli Ali Paşa’nın Arnavutluk, Yunanistan bölgesinde isyanı

Tepedelenli’nin bu isyan esnasında “Etniki Etarya” isimli Yunanistan’ın bağımsızılğını isteyen teşkilat ve Sırp ile Bulgar çetecilerle ittifak anlaşmaları yaptığı bilinmektedir.. Uzun süre Osmanlı Devleti’ni uğraştırmıştır; ordusunun içinde Arnavut, Rum, Fransız, İtalyan ve İsviçreli 5.000 paralı asker bulunmaktaydı. (24 Ocak 1822 tarihinde kapalı tutulduğu Yanya gölü kenarındaki bir Manastır’da idam edilmiştir.)

 

Şubat 1821

Patros Başpispokosu Germanos’un 12 Şubat günü 10.000 civarında silahlı Rumla başlattığı Yunan İsyanı

Kaptan-ı Derya Nasuh-zade Ali Paşa’nın Sakız’da ve civar yerlerde kontrolü sağlamaya başlamasına rağmen, bu isyan 31 Mart 1824 tarihine kadar devam etmiş ve Mora’da hala kat’i bir netice alınamamıştır.

Yunan isyancılarına destek veren Fener Patriği Grigoryos’un Patrikhane kapısına asılması…

 

1823

Avrupa ile ticaretin Türk gemileriyle yapılmasına teşebbüs edilmesi

 

1 Nisan 1824

Rum ayaklanmasını bastırmak üzere çağrılan Mısır kuvvetlerinin Mora adasına ayak basması… Vehhabi İsyanını bastıran -serderge- Kavalalı Mehmet Ali Paşa, bu hususda Padişah’tan gelen iradeye, “oğlum Kaptan-ı Derya ve Mora Valisi yapılırsa” şartını öne sürmüş, İstanbul ise, sadece Mora Valiliğini kabul ederek, Kavalalının oğlu İbrahim’i “Paşa” yapmış ve bu sayede de harekat gerçekleşmiştir. Bu orduyla Osmanlı ordusu Rodos adasında birleşmiş ve kışı geçirdikten sonra Mora’ya saldırılar başlatılmıştır.

 

24 Şubat 1825

Osmanlı ve Mısır kuvvetlerinin Mora ve çevresindeki isyanı bastırıp, Missolongi Kalesi fethedilmiş ve ileriki safhalarda (Temmuz 1827) Atina’da ele geçirilmiştir. İsyanın bu şekilde neticelenmesi, Atina’nın da ele geçirilmesi, kendi “fikir köklerinin” bulunduğu bölgelerin İslamların eline geçmesi Avrupalıları telaşlandırdı ve Osmanlıya karşı birleştirdi.

 

14 Haziran 1826

“VAK’AYI HAYRİYYE”; YENİÇERİ OCAĞI’NIN ORTADAN KALDIRILMASI, ASAKİR-İ MANSURE-İ MUHAMMEDİYYE’NİN KURULMASI…

Sultan Mahmud’un arada fitnebaz takımının başlarını tek tek avlaması, yenilgilerin sebebi olarak “eski tip talimi” göstermesi ve bu yüzden de “yeni asker”in gerekliliği üzerinde Yeniçeri Ağasiyla da anlaşarak, “Yeni Asker” talimine başlayacaklarına dair Şeriat ve namusları üzerine söz veren Yeniçerilerin, bu sözden dönmeleri ve Cebeci Ocağı ile birlikte yanlarına Bektaşi Babalarınını da alarak “kazan kaldırmaları” vuku bulunca İstanbul yine karıştı. Fakat, Yeniçeri Ağası Celaleddin Ağa, Boğaz Muhafızı Hüseyin ve Memmed İzzet Paşaların 3000 sipahi ile İstanbul’a doğru Sultan’a yardım için hemen harekete geçmeleri, “Kara Cehennem” lakablı İbrahim Ağa’nın, Medrese talebelerinin ve halkın da bu Yeniçerilere karşı büyük bir nefretle dolu olarak bu birliğe katılmaları üzerine alınan fetva ile Sancak-ı Şerif’in çıkarılması ile, İstanbul kıyamet harbine sahne olmak için bütün dekorunu tamamlamıştı. Artık iki çığlık vardı: “Yeniceri olan kazanın yanına gelsin” ve “Müslüman olan Sancak-ı Şerif”in altına gelsin!”

Sultan Mahmud’un idare ettiği harekatın merkezi Sultan ahmed Camii. Harekatı Ağa Hüseyin Paşa ile İzzet Paşa idare etmektedir. İleri emrinin verilmesiyle sekbanlar, topçular, humbaracılar, lağımcılar, medrese talebeleri ve halk ağızlarında tekbirlerle hep birden harekete gçtiler.

Et Meydanındaki Büyük Kışla ise isyancıların mekanı…

Et Meydanındaki Büyük Kışla sarıldı.

Kara Cehennem Paşa, tesli olmalarını istediyse de, Yeniçeriler bunu reddedince, bir farenin deliğinde sıkıştırılması gibi, Kışlalarında sıkıştırılmış olan Yeniçerilerin üzerine top atışları başladı. “Taş taş üstünde kalmayıncaya kadar ateş!” edildi; Kışla, içindeki binlerce yaniçeriyle birlikte yanıp kül oldu.

İzzet Paşa, Saraçhane yoliyle yürüyüp Eski Odaları aldıktan sonra burada ve başka yerlerden ele geçirdiği ne kadar yeniçeri artığı varsa hepsini At Meydanı’na getirdi. Sadr-ı azamın ifadelerini almasından sonra bunlar boğduruldu; o gün 300 kişi boğularak öldürüldü ve mahut Çınar ağcının altına cesetleri yığıldı.

Bu günden sonraki 42 gün içinde 20.000 kişi, Yeniçeri veya şüphelisi olarak katledildi. Anadolu’ya kaçmış bulunan Yeniçerilerin çoğu, ya tanınmaları veya etrafta yabancı olduklarından durdurulup baldırlarının kontrolü ile (çünkü, Yeniçerilerin altlarına giydikleri elbiseleri, baldırlarına kadar idi ve tabiatiyle de oranın derisinin rengi diğer bölgelerden daha koyu-farklı idi; “baldırı çıplak” deyimi de buradan gelir) yakalanmış ve hemen oracıkta idam edilmiştir. Gerek İstanbul’da gerekse İstanbul dışındaki topraklarda halk Yeniçeri avına çıkmış ve yakaladıklarını hemen öldürüyordu…

Artık Yeniçeri Ocağı diye birşey kalmamıştı! Birkaç gün sonra çıkarılan bir fermanla Yeniçeri Ocağının LAĞVEDİLDİĞİ bildirildi ve yerine “Asakir-i Muhammediyye” isimli yeni bir talimli asker tertibi karar bağlandı.

Fakat şunu hemen belirtmek gerekir ki, burada öldürülen Yeniçeriler, “devşirme” olanlar değillerdi; Yeniçerilerin namı ve şöhreti yayıldıktan sonra ve zorbalığı da bu mikyasta arttıktan sonra artık sıradan bakkal, kasab, demirci dahi Ocağa yazılmakta ve istikballerini burada görmekte idiler; böylece, mesleği askerlik olmayan ve sadece nefsperest olduklarından kaydını yaptıran haydut özentileri ile Ocak dolup taşmıştı. “Devşirme” olarak gelenlerin sayısı mevcut içerisinde çok az idi; belki sadece eskilerde ve Ağalarda bulunmaktaydı bu hususiyet. Burada dikkat edilmesi gereken “devşirmelerin” açtığı çığırın, bu ülke insanını da bozmuş olması ve böylece bu iki bozuk anlayışın elele vermesinin bir Devlet için ne derece tehlikeli olduğudur.

Sultan Mahmud, Yeniçeri Ocağını kaldırmakla kalmadı; yeniçerinin “manevi” (şeytani dense yeridir!) besleyicisi ve artık bozulmuş bulunan Bektaşi Tarikatı’na da yöneldi ve bütün tekkelerini kapattırdı, Babaları ve müridleri, din alimleri bol kasabalara sürerek iikadlarının düzeltilmesine emretti. Yeniçeri ile Bektaşilik et ile kemi gibiydi; Bektaşi Babalarından biri “Hacı Bektaş-ı Veli namına” 94. Ocak’da otururdu; tarikatın piri vefat edince yerine geçen pir, evvela İstanbul’a Yeniçeri Ocağı’na gelir, Ağa Kapısı’nda debdebe ile karşılanır, Yeniçeri Ağası tarafından başına tac takılır ve oradan da Bab-ı aliye gönderilip orada ferace kuşanırdı. Bu bakımdan Bektaşi Babası, bir nev’i Yeniçeri’nin “Papa”sı gibiydi. İşte bu bakımdan Bektaşi tarikatının üzerine gidilmesi ve onun da “yola getirilmesi” elzemdi; üstelik bu tarikat ve Melamilik ve Bayramilik tarikatı (ve sonra Mevlevilik), Sabatay Sevi’nin bağlısı “dönmelerin” mebzul miktarda bulunduğu bir tarikat haline gelmişti ki, bu noktadan da ıslahı zaruri idi. (Kemalist inkilabları yapanların ekseriyetinin Bektaşi ve Sabatayist olması mühimdir.) Sultan Mahmud ilk iş olarak “zındık” olarak tanınan Kınaİstanbul ağasızade Ahmed ve Salih Babaları idam ettirdi; Rumeli Hisarındaki Şehitlik, Öküz Limanı, Yedikule, Sütlüce, Eyüp, Üsküdar, Merdivenköy ve Çamlıca dergaları yıktırıldı ve içindekiler sürgün edildi.

 

7 Ekim 1826

Rusya ile Akkerman Antlaşması‘nın akdi

 

1827

Osmanlılar’ın İngiliz yapısı ilk buharlı gemiye sahip olmaları…

Tıphane-i Amire’nin kurulması…

 

4 Nisan 1827

İngiltere ile Rusya arasında Yunanistan’ın bağımsızlığına dair Petersburg Protokolü…

 

5 Haziran 1827

Yunan -ihtilal- İsyanın tamamen bastırılması…

 

20 Kasım 1827

Navarin saldırısı; Osmanlı-Mısır donanmasının yakılması… Milletlerarası kaidelere tamamen aykırı bir şekilde (habersiz) gerçekleşen bu saldırı esnasında Çengeloğlu Tahir Paşa kumandasındaki donanmamıza ait 57 gemimiz batırılmış ve 8.000 askerimiz şehid olmuştur…

 

26 Nisan 1828

Yunan isyanın bastırılmasının akabinde ki, bu isyanı teşvik edenlerde kendileriydi, İngiltere, Fransa ve Rusya’nın (6 Temmuz’da) Londra’da yaptıkları toplantının akabinde teşekkül ettirdikleri İngiliz Amiralı Cadrington’un emrine donanmanın Navarin’deki kahpece saldırısının gerçekleştirilen “Petersburg Protokolü” ile Yunan isyanının Çar’ın hamiliği altına girmesinin ardından Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne harb ilan etmesi…

 

1829

DELİ-DELİL TEŞKİLATININ KALDIRILMASI…

“Deli-Delil” Teşkilatının kaldırılması, Osmanlı Devleti’nin taarruz mevkiinden, müdafaa ve hatta “teslim” olmaya doğru gittiğinin en büyük vesikasıdır; “Deli”ler, Akıncı teşkilatının içinde ve en önde harbeden, bugün Amerikan filmelerinde görülen “özel operasyon birlikleri” mevkiinde bir kurumdur.

 

14 Eylül 1829

Edirne Sulhü; Yunanistan’ın bağımsızlığı…

 

1830

Mühendishane-i Bahri’nin Heybeliada’daki kışlaya taşınması…

İshak Efendi‘nin Mühendishane başhocalığına getirilmesi…

Avrupa’ya talebe gönderilmeye başlanması…

Katolik ermeni cemaatinin ve kilisesinin resmen tanınması…

 

5 Temmuz 1830

Fransızlar’ın Cezayir’e saldırmaları ve ele geçirmeleri…

 

1831

Timarların kaldırılması (müessese sembolik olarak daha uzun süre devam etti)…

 

1832

Memuriyette, ilmiyye ve mülkiyyede rütbelerin yatayına eşitlenip derece ve elkabın (titulature) tesbiti…

 

1832

Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın isyanı…

 

1832

İstanbul-İzmit “posta yolu” nun yapımı….

İngiliz postalarının kuruluşu …

 

12 Aralık 1832

Mısır kuvvetlerinin Konya’da Osmanlı ordusunu yenmeleri…

 

2 Şubat 1833

Mısır kuvvetlerinin Kütahya’ya kadar ilerlemeleri…

 

5 Nisan 1833

Mısır kuvvetlerine karşı Osmanlı Devleti’ne yardım maksadiyle Rus kuvvetlerinin Beykoz’a asker çıkartmaları ve Rus filosunun İstanbul’a gelmesi… Avrupalı devletlerin kendi aralarındaki rekabetten ötürü, Rusya’nın “onların da olmasın!” mantığıyla bize yardımından başka bir şey değildir hareket; devletin içine düştüğü zıllettir artık!..

 

Mayıs 1833

Mehmed Ali‘nin uzlaşmaya zorlanması; Kütahya Sözleşmesi…

 

8 Temmuz 1833

Mehmed Ali Paşaya karşı Osmanlı-Rus ittifakı; Hünkar İskelesi Antlaşması… Osmanlı’yı Rusya’nın himayesine sokma manasına gelen bu andlaşma ve evveli ile bundan sonra devletin başına gelenlerin hepsi Yeniçerilerin “hata cetveline” kaydedilse yeridir; asrî yenilikler karşısında kendilerini, özlerini ve aşklarını bozmadan yenilemeleri gerekirken, bir yobaz haliyle ve devleti acze düşürücü (en azından devleti kendi Valisine karşı) hallerin ortaya çıkmasına sebeb olan Yeniçeri, imha edilmesine rağmen açtığı çığırla hala yaşamaktadır.

Boğazlar’ın diğer devletlere kapatılması…

 

18 Eylül 1833

Münchengraetz Antlaşması…

 

1834

Maçka Kışlası’nda, Mekteb-i Harbiye’nin kurulması…

 

1835

Hazine-i Amire ile darphanenin birleştirilmesi

 

11 Mart 1836

Umur-ı Hariciye Nezareti’nin kurulması (hatt-ı hümayun tarihi 23 Zilkaade 1251)…

 

26 Kasım 1837

Osmanlı yapımı “Eser-i Hayr” adlı buharlı geminin denize indirilmesi…

 

1838

Mekteb-i Adli’nin açılması…

Müderrishane-i Bahri’nin Tersane’deki yeni binasına nakledilmesi…

Sultan II. Mahmud‘un ilk öğretim alanında yeni bir teşebbüse girişmesi…

Defterdarlığın Maliye Nazırlığı’na çevrilmesi…

 

24 Mart 1838

Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliyyenin kurulması

 

16 Ağustos 1838

İngiliz tüccarına geniş imkanlar tanıyan Balta Limanı Ticaret Muahedesi‘nin imzalanması… Bu muahede ile gümrük resmi oranının ihracatta %12, ithalatta %5 olarak tesbiti…

 

1839

“Kaime-i mutebere-i nakdiyye”nin çıkarılması…

Mekatib-i Rüşdiye Nezareti’nin kurulması…

Mekteb-i Tıbbiye’nin Galatasaray’daki yeni binasına taşınması ve mektebin adının Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olarak değiştirilmesi…

Mekteb-i Ulum-ı Edebiye’nin açılması…

Notre Dame de Sion Kız Lisesi’nin kurulması…

 

1839-1844

Dr. Bernard’ın Mekteb-i Tıbbiye nazırlığı dönemi…

 

14 Haziran 1839

Zabıta ile ilgili işleri denetleyen Zaptiye Müşavirliği’nin teşekkülü…

 

24 Haziran 1839

Mehmed Ali ile savaşın tekrar başlaması, Osmanlı kuvvetlerinin Nizip mağlubiyeti…

 

1 Temmuz 1839

II. MAHMUD’UN VEFATI ÜZERİNE SULTAN ABDÜLMECİD’İN TAHTA ÇIKMASI…

Sultan Mahmud’un ölüm sebebi, “verem”dir; devlet için en lüzümlü işi yaptıktan sonra yerine ne konulacağını tam kestirememenin ve kurulmuş yeni talimli ordunun da “bir vali” karşısında hem de Ruslar’dan yardım istetecek şekilde aciz duruma düşmesi, bunun ıstırabıdır “ince hastalığa” düşmesinin sebebi…

Osmanlı donanmasının Mehmed Ali‘ye teslimi…

 

3 Kasım 1839

Tanzimat Fermanı’nın ilanı…

 

3 Mayıs 1840

Ceza Kanunname-i Hümayunu’nun Fransa’dan mülhem bir biçimde düzenlenmesi ve kabulü (14 Temmuz 1851’de bu kanun, kanun-u cedid olarak tadilatla yeniden yürülüğe girer)…

 

1841

Lübnan olayları

 

24 Mayıs 1841

İngiltere’nin yardımıyla Mısır meselesinin halli, Mısır’ın veraset usulü ile Mehmed Ali Paşa‘ya bırakılması…

 

13 Temmuz 1841

Londra Boğazlar Mukavelenamesi…

 

1842

Askeri Baytar Mektebi’nin açılması…

 

1 Şubat 1844

Tashih-i sikke

 

10 Nisan 1845

POLİS (ZABITA) TEŞKİLATININ KURULUŞU (12 REBİÜLEVVEL 1261 TARİHLİ NİZAMNAME)…

 

1846

Rus Ticaret Muahedesi…

 

16 Şubat 1846

ZABTİYE MÜŞİRİYETİNİN KURULMASI…

 

1847

TİMARLI SİPAHİ TEŞKİLATI’NIN İLGASI…

 

1848

Avrupa’da ihtilaller; Polonya ve Macaristan’da milliyetçi ayaklanmalar…

Protestan Ermeni cemaatinin ve kilisesinin resmen tanınması…

 

18 Kasım 1848

Osmanlı yapımı ilk demir vapurun denize indirilmesi

 

1850

1847’den geçerli sayılmak üzere gümrük resimlerine esas teşkil eden mal fiyatlarında ithalatta %20, ihracatta %16 indirim yapıldıktan sonra gümrük resimlerinin tesbit edilmesi kararı Ticaret Kanunname-i Hümayunu’nun kabulü…

İlk faizsiz kaimenin çıkarılması…

 

1851

Ceza Kanunname-i Hümayunu’nun kabulü…

 

18 Temmuz 1851

Encümen-i Daniş’in kurulması

 

1852

İstanbul Şark Cemiyetinin (Societe Orientale de Constantinople) kurulması

 

1853

“Mukaddes yerler” meselesi…

Rusya’nın tazyikleri ve Kırım Savaşı’nın patlaması…

 

1854

İlk dış istikraz; borçlanma devrinin ve alışkanlığının başlaması…

Meclis-i Vala’nın “Meclis-i Ali-yi Tanzimat” ve “Meclis-i Ahkam-ı Adliye’ye” ayrılması…

İhtisab teşkilatının lağvı…

 

12 Mart 1854

Rusya’ya karşı İngiltere ve Fransa ile ittifak…

 

1855

Gayri müslimlerden alınan “cizye”nin kaldırılması…

 

1856

Rusya’nın Asya’da Türk illeri istikametinde fetihlere başlamasının şartlarının oluşması…

 

15 Şubat 1856

İstanbul Tıp Cemiyeti’nin (Societe Medicale de Constantinople) kurulması…

 

18 Şubat 1856

Islahat Fermanı’nın ilanı…

 

30 Mart 1856

Paris Barış Antlaşması…

 

30 Mart 1856

Rusya’nın bozguna uğraması…

 

30 Mart 1856

Karadeniz’in tarafsız ve silahsız bir hale getirilmesi…

 

1857

Cidde olayları ve İngiliz kuvvetlerinin, müslim-gayri müslim çatışmalarına müdahalesi…

 

6 Kasım 1857

Paris’te Mekteb-i Osmani adında bir Osmanlı mektebinin açılması

 

12 Şubat 1859

Mekteb-i Mülkiyye’nin kuruluşu…

 

14 Eylül 1859

“Kuleli Vak’ası”…

Süleymaniye Sancağından Şeyh Ahmed, Ferik Hüseyin Daim Paşa, Cafer-Dem Paşa, İmalat Meclisi azası Binbaşı Rasim ve Tophane katiplerinden Arif Bey ile bunlara katılan birkaç kişinin kurdukları ve hedefleri olarak da “TANZİMAT VE ISLAHAT FERMANLARINA KARŞI KOYMAK VE BUNLARIN MÜSEBBİBLERİNİ İMHA ETMEK” yolunda bir gizli cemiyetin varlığının ortaya çıkarılışı… Sorgulama Kuleli Kışla-i Hümayunu’nda yapıldığından “Kuleli Vak’ası” diye bilinen bu hadisenin sorgusunu Mithat Paşa (o zamanlar daha Bey!) yapmış ve cemiyetin üyelerini (Abdurrahman Adil Bey’in “Hadisat-ı Hukukiyye”sinde yazıldığına göre) çok şiddetli işkencelerden geçirmiştir. Cemiyet üyeleri idam cezasına çarptırılmışlar ise de, Sultan Abdülmecid bu cezayı “müebbed kürek mahkumluğuna” indirmiştir.

Devşirmelerin saltanatına karşı halkın tabii ama organizasyondan yoksun gayr-i ciddi ve hiçbir fikri eser taşımayan bir tepkisidir bu vak’a.

 

1860-1861

Lübnan ve Suriye olayları…

 

1860-1861

Lübnan’ın imtiyazlı bir eyalet haline getirilmesi…

 

22 Ekim 1860

Tercüman-ı Ahval gazetesinin yayına başlaması…

 

1861

ABDÜLMECİD’İN VEFATI VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN TAHTA ÇIKMASI…

Cemiyet-i İlmiyye-i Osmaniye’nin kuruluşu …

 

9 Haziran 1861

Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı’nın hususi statüsünün tesbiti ve Cebel-i Lübnan nizamnamesi…

 

9 Haziran 1861

David Paşa‘nın Lübnan’a vali olarak atanması…

 

29 Nisan 1861

Fransız ve İngilizler’le Kanlıca Ticaret muahedelerinin yapılması. Bu muahede dış ticarette gümrük resmi oranının %8’e yükseltilmesi ve esnaflıkta inhisar sisteminin kaldırılması…

 

1862

Tuna vilayetinin kuruluşu ve Mithad Paşa‘nın vali olarak tayini…

Gümrük resimlerine esas teşkil eden mal fiyatlarında %10 indirim yapıldıktan sonra gümrük resmi alınmaya başlanması Kaimelerin piyasadan tamamıyla toplanması…

Altının değerinin 100 kuruş olarak tesbiti…

 

20 Temmuz 1862

Mekteb-i Maarif-i Adliye’nin, “Mekteb-i Aklam” adı altında yeni bir şekle sokulması

 

1863

Sultan Abdülaziz‘in Mısır’a seyahati…

Mithad Paşa tarafından Niş’te ilk Islahhane’nin (sonraki yıllarda Sanayi Mektebi) kuruluşu…

İstanbul Eczacılık Cemiyeti’nin (Societe de Constantinople) kurulması…

Ticaret-i Bahriyye Kanunnamesi’nin kabulü…

Protestan ve “Hıristiyani tedrisat yapan” Robert Koleji’nin açılması… Bu ABD’li Protestan misyoner okulunun kurucusu Christopher Rindlender Robert isimli “Hıristiyan Siyonist” New York’lu bir tüccardır; bu okulun arsası ise Polonya’dan kaçan bir subayın torunu Ahmet Vefik Paşa’dır ki, kendisi “okul açılma iznini” dahi çıkartmıştır. Vefatıyle birlikte Eyüp Sultan gibi mübarek bir mekana gömülmesi yönündeki vasiyeti ise, Sultan Abdülhamid Han tarafından, “Protestanlara arsa satan adam, kıyamete dek onların çan seslerini dinlesin!” denilerek reddedilmiştir.

 

1864

Mekteb-i Harbiye dahilinde Erkan-ı Harp sınıfının açılması…

Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye’nin (Darü’ş-Şafaka) kurulması…

İyonya adalarının (Yedi Ada Cumhuriyeti’ni oluşturan adalar) İngiltere tarafından Yunanistan’a verilmesi…

Karadan Hindistan’ı Avrupa’ya bağlayan telgraf hattının tamamlanması…

Saint Joseph okulunun kurulması…

 

1865

Müstakil Romen kilisesinin kurulması…

 

Eylül 1865

Mekteb-i Osmani’nin lağvedilmesi

 

1866

Girit isyanları ve Yunanistan ile birleşme faaliyetleri…

Mısır veraset usulünün değiştirilmesi…

Ahmed Süreyya Emin Bey‘in modelini hazırladığı seri ateşli topla Osmanlılar’ın topçulukta hamle yapması…

 

1866-1867

Avusturya’nın Prusya karşısında mağlup olması ve Macaristan ile eşit bir birlik kurması; Avusturya-Macaristan İmparatorluğu…

 

1867

Sırbistan’daki son Osmanlı askeri temsiliyetinin ortadan kaldırılması, Sırp kalelerinin tahliyesi…

Rüşdiyelere gayri müslim talebe alınmaya başlanması…

Beyrut Amerikan Üniversitesi’nin kurulması…

“Jön-Türk-Genç Osmanlılar”ın Avrupa’ya kaçmaya başlamaları…

Yabancılara mülk edinme hakkının verilmesi…

Bahriye Nezareti’nin Kuruluşu…

 

8 Haziran 1867

Mısır’a hıdivlik statüsünün verilmesi ve Mısır Valisi İsmail Paşa’nın “hıdiv” olması…

 

21 Haziran 1867

Sultan Abdülaziz‘in Avrupa seyahati…

 

1868

Ali Paşa‘nın sadareti zamanında Girit isyanları ve Girit’e özerk bir statü verilmesi…

 

1868

Galatasaray Sultanisi’nin açılması…

 

1868

İstanbul Emniyet Sandığı’nın kurulması…

 

1 Nisan 1868

Şura-yı Devlet’in teşekkülü ve Divan-ı Ahkam-ı Adliyye’nin ayrı bir temyiz organı olarak ayrılması…

 

1 Eylül 1868

Mekteb-i Sultani’nin açılması…

 

1869

Süveyş Kanalı’nın açılması…

Osmanlı Ordusu’nun Nizamiye, Redif ve Mustahfız diye üç bölüme ayrılması…

Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye’nin ilk kitabının kabulü…

Mekteb-i Harbiye dahilinde bir Baytar sınıfının açılması…

 

1870

Müstakil Bulgar kilisesinin kurulması ve Bulgarlar’ın Rum Patrikhanesi’nin nüfuzundan çıkmaları…

Fransa’nın, Almanya ve Prusya Savaşı’nda ağır mağlubiyet alması…

Mühendishane’nin Maçka Harbiye Mektebi içerisinde topçu ve istihkam sınıflarında eğitim faaliyetlerine devam etmesi…

Karadeniz’in tekrar silahlandırılması ve Rusya’nın Paris Antlaşması’nın hükümlerini tanımaması…

 

1871

Saint-Esprit okulunun kurulması…

Sultan Abdülaziz‘in şahsi idaresinin artması ve Mahmud Nedim Paşa sadareti…

 

22 Ocak 1871

İdare-yi Umumiyye-i Vilayat Nizamnamesi

 

1874

Rusya’nın kışkırtmaları ve Panislavist faaliyetlerin artması…

Hukuk Mektebi, Mülkiye Mühendis Mektebi ve Edebiyat Mektebi’nden oluşan Darü’l-Fünun-ı Sultani’nin açılması…

 

1875

Bosna-Hersek isyanları…

Askeri rüşdiye mekteplerinin açılması…

 

1876

“Eşekçi Ahmed’in oğlu” Serasker Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa, Mütercim Rüştü Paşa, Şeyhülislam Hayrullah Efendi (Abdülhamid Han’ın ifadesiyle ŞerrullahBahriye Nazırı Kayseri Ahmed Paşa ve meşhur gazeteci Ağah Efendi’nin, adı Ruslara hayranlığından “Nedimof”a çıkmış Sadr-ı azam Mahmut Nedim Paşa’nın indirilmesi için İngiliz desteğiyle gerçekleştirdikleri, Sultan Abdülhamid’in tabiriyle, “birtakım cahil hocalar arasından kadr ü haysiyeti olmayan asker kaçkını yobaz makulesi birer mecidiyeye (küçük bir paraya!) tutularak” yaptığı nümayiş“Nedimof”, sadaret mevkiinden indirilmiş, Devşirme ve Yeniceri artıkları isteklerine vasıl olmuşlardır. Oysa ki, Sultan Abdülaziz bu nümayişin esas hedefinin kendisinin hal edilmesi olduğunu anlamamış, bu küçük topluluğu bir anda çevirip, hepsini yakalatma imkan ve kudretine sahip olmasına rağmen, “kan dökülmesin ve memlekette karışıklık çıkmasın” diyerek bundan vazgeçmiş ve Yeniçeri artıklarının isteklerine razı olmuştur.

Bulgar isyanları…

Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilanı…

ABDÜLAZİZ’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİ, V. MURAD’IN TAHTA ÇIKMASI (30 Mayıs) ; ONUN DA HAL’İ VE ABDÜLHAMİD’İN CÜLUSU (31 Ağustos)…

Meşrutiyet‘in ilanı…

İstikrazların mürettebat ödemelerinin durdurulması…

 

4 Haziran 1876

Sultan Abdülaziz Han’ın hal edildikten sonra hapis tutulduğu Feriyye Sarayı’nda “intihar süsü” verilerek “eşekçi Ahmed’in oğlu” diye anılan Serasker Hüseyin Avni Paşa ve adamlarınca şehid edilmesi.

Yeniçeri ruhu, Sultan canı almaya ve ihanete devam etmekte.

 

23 Aralık

İstanbul’da Balkan krizini görüşmek üzere milletlerarası bir konferansın toplanması: Tersane Konferansı

  1. Meşrutiyet’in (Kanun-ı Esasi) ilanı

 

1877

Rusya’nın tecavüzü ve Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlaması: Balkanlar’ın ve Doğu Anadolu’nun Rus işgaline uğraması…

 

5 Şubat 1877

Sultan Abdülhamid tarafından, Karaim Yahudilerinden -dönme- Mithat Paşa’nın “cebine 500 lira konularak” İtalya-Brendizi’ye sürgünü… Orada kendisini sivil iki İngiliz karşılamıştır.

Yeniçerilik resmen ortadan kalkmasına rağmen, Mithat Paşa gibileri eliyle ruhen yaşamakta ve memleketin başına Devşirmelerin ördüğü belalar –Sulan Abdülhamid Han’ın devrinde de- devam etmektedir.

 

19 Mart 1877

İlk Meclis-i Meb’usan’ın içtimaı (o yılın 28 Haziran’ına kadar çalışır)

 

13 Aralık 1877

Meclis-i Meb’usan’ın süresiz tatili

 

1878

“93 Harbi”nin neticesi olarak Mithat Paşa’nın eseri ve Osmanlı Devleti’nin çok kötü durumlara sokan Ayastefanos Andlaşması ile bunun hemen ardından ve Sultan Abdülhamid’in “siyasî dehasını” ortaya koyan, Rusya’nın bütün planlarını işin içine İngiltere’yi birtakım tavizlere vererek çekerek bozucu Berlin Antlaşmalarının imzalanması…

Kıbrıs’ın İngiltere’ye “Ruslar çekilip gidinceye kadar” şartı altında kiraya verilmesi…

Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın müstakil birer devlet olmaları…

Bulgaristan Prensliği’nin ortaya çıkması…

Ermeni meselesinin zuhuru…

Ali Suavi’nin öldürülmesi…

Bosna ve Hersek’in Avusturya-Macaristan’ın işgal ve idaresine terki…

Makedonya meselesinin ortaya çıkması…

 

13 Şubat 1878

Meclisin kapatılması…

Sultan Abdülhamid Han’ın, “hürriyet ihtiyacının bahis mevzuu olduğu bir memlekette her şeyden evvel o memleketin hürriyet kültürüne karşı hazırlanmış olup olmadığını tetkik etmelidir”, hükmünü vererek, bu Meclis’in Osmanlı Devleti’ne zıd, onu yıkmaya tevvessül eden âyândan müteşekkil olduğuna kani olup “hayrlı bir iş” yaparak kapatması…

 

1879

Jandarma Daire-i Merkeziyye”nin teşekkülü…

 

1880

Yafa-Kudüs demiryolu hattının tamamlanması…

Bu tarihten itibaren “Hibbath Zion Hareketi-Siyon Aşıkları Hareketi” isimli teşkilatın direktifleriyle, Doğu Avrupa ve özellikle Rusya’da Yahudi karşıtı hareketlerden ötürü göçeden Yahudilerin (Aşkenazi) Filistin’e gelmeye başlamaları…

 

1881

Mısır’ın İngilizler tarafından işgali…

Düyun-ı Umumiyye idaresinin kurulması…

 

1882

Tunus’un Fransızlar tarafından işgali…

 

1882

Muharrem Kararnamesi’nin neşri…

 

1883

Osmanlı ordusunun Prusya askerî heyeti tarafından ıslahına başlanması…

 

20 Haziran 1884

Mülkiye Mühendis Mektebi kurulması

 

1885

Doğu Rumeli’nin Bulgaristan tarafından ilhakı…

 

18 Eylül 1885

Doğu Rumeli Eyaleti’nin “Valilik” makamının Bulgaristan prensine verilerek, bu bölgedeki kontrolün zayıflaması…

 

1886

Adana-Mersin demiryolu hattının tamamlanması

 

1888

Haydarpaşa-İzmir-Ankara demiryolu imtiyazının Almanlar’a verilmesi…

Beyrut’ta Saint Joseph Katolik Tıp Mektebi’nin açılması…

Baytar sınıfının tekrar Harbiye Mektebi bünyesine alınması…

 

1889

İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’nin (İttihat ve Terakki) kurulması… Bu Cemiyet, “Yeniçeri”nin re-organize olmuş halidir!.

 

1890

Bulgar Çetelerinin, Makedonya’da; Ermeni ihtilal çetelerinin Anadolu’da faaliyetlerini arttırmaları…

 

1892

Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattının işletmeye açılması…

İngiliz Gizli Servisi’nin (Deniz İztihbarat Bürosu’nun ilk birimi) İstanbulda teşkilatlanmasını sağlayan George Aston’un, Amirallik yatı “Sürpriz” ile İstanbul’a çıkışı…

 

1893-1896

İstanbul-Selanik demiryolu hattının yapımı…

 

1894

Sason’da Ermeni olayları…

Selanik-Manastır demiryolu hattının tamamlanması…

 

1895

İstanbul’da Ermeni olayları ve yabancı devletlerin Ermeniler lehinde müdahaleleri…

Galata Rıhtımı inşaatının tamamlanması…

 

1896

Ermenilerin Osmanlı Bankası’nın İstanbul şubesine saldırmaları…

Girit isyanının alevlenmesi…

Eskişehir-Konya demiryolu hattının tamamlanması…

 

1897

Basel’de Theodor Herzl’ın liderliğinde “Dünya Siyonist Kongresi“nin toplanması… “Siyasi Siyonizmin Babası” sayılan Herzl’in inşa ettiği bu Kongreden, “Filistin’de Yahudilere Milli Yurd” kararı çıkmıştır… Siyonistlerin de osmanlı Devleti’ne karşı harb ilan etmesi demekti bu…

Yunan kuvvetlerinin Girit’e çıkması…

Yunan çetelerinin Rumeli’deki Osmanlı sınırlarına saldırmaları…

 

17 Nisan 1897

Osmanlı-Yunan Savaşı (Teselya Harbi) ve Osmanlı zaferi…

 

1898

Girit meselesinin devam etmesi; adaya muhtariyet verilmesi ve Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesi ile Yunan prensi Yorgi‘nin vali olarak kabul edilmesi…

 

1899

Bağdat demiryolu imtiyazının Almanlar’a verilmesi…

Arifiye-Adapazarı demiryolu hattının açılması…

 

1900

Hicaz demiryolunun inşasına girişilmesi…

 

1900

İstanbul Rıhtımı inşaatının tamamlanması…

 

1901

Makedonya’da çete faaliyetlerinin artması, büyük devletlerin müdahaleleri…

 

1901(-1908)

Hicaz demiryolu hattının yapımı…

 

1902

Yemen isyanlarının tekrar başlaması…

 

23 Kasım 1902

Makedonya’da Bulgar İhtilal Cemiyeti’nin faaliyeti…

 

23 Kasım 1902

Cum’a-ı Bala ayaklanması

 

23 Kasım 1902

Makedonya’ya hususî ıslahat planı hazırlanması…

 

8 Aralık 1902

Hüseyin Hilmi Paşa‘nın geniş yetkilerle “umumi müfettiş” olarak Makedonya’ya tayini…

 

1903

Yahudiler Filistin’e iyice yerleşmeye başlamaktadır; 350.000 dönümlük arazi satın alıp işletmeye başlamışlar, nüfusları 10.000’e varmış ve kendi okullarını kurup ibrani lisanında talim ve terbiyeye başlamışlardır. Sultan Abdülhamid, Filistin ve Musul-Kerkük bölgesinde şahsi parasiyle araziler almakta ve böylece mühim yerlerin (bilhassa petrolü ile gözde olan bölgenin) muhakkak çıkacağı beliren harb neticesinde Devletten koparılmasını engellemeye çalışmaktadır.

 

2-3 Ağustos 1903

İlinden (Aya İlya Yortusu günü) isyanı…

 

2-3 Ağustos 1903

Bulgar-Osmanlı Savaşı tehlikesinin doğması…

 

Eylül 1903

Mürzsteg Programı; Makedonya’ya muhtariyet verilmesi…

 

1904

Haydarpaşa Rıhtımı’nın tamamlanarak işletmeye açılması…

“Pontus Cemiyeti“nin -Merzifon Amerikan Kolejinde yapılan aramalarda bulunan kayıtlara nisbetle ve orada – kuruluşu. Kurulan bu cemiyet, Trabzon, Giresun, Samsun, Merzifon, Gümüşhane, Amasya, Ordu ve diğer şehirlerde yapılacak teşkilatmlanmanın küçük bir parçasıolarak planlanmıştır. Cemiyetin başkanı Papadopulos ve Genel Sekreeri de Mimoğlu olarak şifrelenmiştir. Cemiyetin bayrağı, Yunanistan’ın bayrağının aynıdır ve cemiyet 1910 yılında “Pontus” isminde bir dergi de çıkarmıştır. Faaliyetlerini Fener Rum Patrikhanesi ile birlikte sürdürmektedir.

 

21 Temmuz 1905

Ermeniler’in Sultan Abdülhamid‘e bombalı saldırı tertiplemeleri…

 

1906

Akabe olayları ve Akabe krizi…

 

1908

Beykoz Deri Fabrikası’nın Harbiye Nezareti’ne bağlanması

 

1908

Osmanlı Eczacı İttihat Cemiyeti’nin kurulması…

Osmanlı Cemiyet-i İlmiye-i Baytariyesi’nin açılması…

Osmanlı Mühendis ve Mimar Cemiyeti’nin kurulması…

 

23 Temmuz 1908

II. Meşrutiyet’in ilanı…

 

5 Ekim 1908

Avusturya- Macaristan’ın Bosna-Hersek’i ilhak ettiğini ilan etmesi…

 

6 Ekim 1908

Girit Rumlarının adayı Yunanistan’a bağladıklarını ilan etmeleri…

 

17 Aralık 1908

II. Meşrutiyet dönemi ilk Meclis-i Meb’usan’ının toplanması… Bu Meclis’de devlete isyan halinde bulunan çetelerin temsilcileri ile açıkça “ayırılık” isteyen vekiller dahi bulunmaktadır.

İktidarı ele geçirmeye başlayan İttihat ve Terakki Fırkası, bunları engelleyeceği yerde, bilakis bunları daha da kışkırtıcı faaliyetlerde bulunmakta ve sanki, “hadi artık ayaklanın!” demektedir. Bu çabalar! neticesinde ki, “Arap milliyetçiliği” denilen ve Arapların, “alfabelerini çağdışı bulduklarını” açıkça söyleyen İT Fırkası aydınlarına! muhalefet amacıyla başlayan hareket, bu faaliyetin Osmalı’nın yıpratılmasına dair bir çalışma olacağını gören İngiliz ve Fransızlarca desteklenmiş ve bunda da fayda sağlanmıştır. Fakat şunu açıkça söylemek gerekir ki, “Arapların ihaneti” denilebilecek bir nesne abartıldığı kadar mevcut değildir; Şerif Hüseyin dışında kimse “ayaklanmamış” (haydut çeteleri hariç) , aksine ya destek vermişlerdir Osmanlı’ya veya mevcut siyaset ile devletin fazla yaşayamayacağını gördüklerinden ne Osmanlı’ya ne de İngilizlere destek vermeyip, “neticeye göre tavır” sergilemeyi tercih etmişlerdir. Ki, o devir siyasi ve askerî şartları dikkate alındığında, sadece “gayr-ı nizami harb” unsurları (Teşkilat-ı Mahsusa) ile bu bölgelere eğilen ve düzenli ordulara gerekli ehemmiyeti vermeyen İT Fırkası (veya modern Yeniçeri!), bu tutumun sergilenmesinde BAŞ MÜCRİMDİR.

 

1909

Adana’da Ermeniler’in ayaklanmaları…

Gayri müslimlere “bedel” yerine askerlik hizmeti konulması…

 

1909-1910

Osmanlı Mühendis ve Mimar Mecmuası’nın çıkması…

 

13 Nisan 1909

Meşhur (Hicrî 31 Mart 1325) 31 Mart Vak’ası…

Kendi ifadesiyle “önce bir müslüman şimdi ise medeni” olan Derviş Vahdeti isimli yobaz bile olamayan bir alçağın İngiliz gizli servisinin talimatiyle başlattığı ve amacın Sultan Abdülhamid’i “askerin ayaklandırılmasiyle hal edilmesi” olan bu “asrî yeniçeri isyanı”, masraflarını dahi kendilerinin karşıladığı Hareket Ordusu isimli tamamen başıbozuk takımı ve Selanikli yahudiler ve Sabatayistlerin kontrolündeki Makedonya çeteçilerinden oluşan bir tabur vasitasiyle Almanların hakimiyetine girmiş; Enver Paşa Erkan-ı Harbiye Reisi, Mahmut Şevket Paşa Hareket Ordusu Kumandanlığına “tayin!!! edilmiş”; İstanbul’da kargaşalık hakimkin ve “sulhu sağlamak maksadına matuf” olduklarını açıklayan “Hareket Ordusu”na Selanikteki merkezden, “Teşkilat kuruluş tarihi olan 10 Temmuz’a nazıre yapmak istiyor; onun için 10 Nisan’a kadar istanbul’a hareket etmeyin” emri verilmiş; Selanikten gelen “ayan”ın Ayasofya’daki bir binada “Meclis-i Ayan-ı Milli” ismi altında zorla alınan bir “Hal’ fetvasını” tasdiki (27 Nisan 1909 Salı günü) ve bu tasdikin Sultan Abdülham’de bildirilme işini de, “Ayan-ı Milli”nin ne kadar “milli” olduğunu gösterici şu kadro gerçekleştirmiştir: Ermeni Aram Efendi, Selanik mebusu Yahudi Karaso, Draç mebusu Arnavut Esad Toptani ve Bahriye Feriki Arif Hikmet Paşa!..

Böylece “31 Mart Vak’ası” sona ermiş, fatura da Sultan Abdülhamid’e kesilmiştir.

Burada dikkati çeken, Yeniçeriliğin ruhunun mütekamil olarak hala yaşadığı ve devşirmeler eliyle devlete hakim olduğudur. Hal heyetindeki tablo, aralarında bir tane Türk üyenin olması (o da yarım’dır), devşirmelerin maksadlarına (Türk-İslam’ın tarih sayfalarına kaldırılması ameliyesi!) ne kadar yaklaştığının bir ifadesidir.

Yine dikkati çeken nokta, tıpkı “12 Eylül Darbesi”ni yapan “Asrî Yenicerilerin”, “darbenin gerekçelerinin olgunlaşması için bir sene beklemeleri” gerektiğini, kendilerinin ceddi “Hareket Ordusu”nun “10 Temmuz” naziresinden öğrenmiş olmalarının büyük ihtimal olduğudur!

“31 Mart Vak’ası” ile İttihat ve Terakki isimli çetenin iktidarı başlamıştır.

Filistin’de kendilerine “Yahudi Milli Yurdu” kurma çabasında olan Siyonistler, Sultan abdülhamid’in tahttan indirilmesinin gerçekleştiği bu günlerde istanbul’da bir büro açmış, Selanikli zengin Yahudi ve Sabatayistlerin yardımlarını almış ve hatta “Hareket Ordusu” içine gönüllü bir grub dahi vermişlerdir.

İT Fırkası da ilk olarak, Sultan Abdülhamid’in kendi üzerine aldığı Filistin ve Musul-Kerkük’teki arazileri, bir “irade” çıkararak iptal etmiş, Siyonistlere borcunu ödemeye başlamıştır.

 

27 Nisan 1909

SULTAN ABDÜLHAMİD’İN HAL’İ VE BEŞİNCİ MEHMET REŞAD’IN CULÜSU…

Yıldız Sarayı’nın yağması… “Balkanlardaki her türlü mahlukattan müteşekkil Hareket Ordusu”nun içindeki “mahlukatın”, en küçük eşyasına ve Sultan’ın hususi hazinesine kadar Sarayı SOYMASI! Yeniçeriliğin bir başka tezahürü!..

 

17 Aralık 1909

Meclisin açılması…

 

1910

Arnavutlar’ın ayaklanmaları…

 

1911

İttihat ve Terakki ismi altında teşkilatlanmış Dönme, Mason ve Devşirme koalisyonun, Sultan Reşad‘ın Arnavutlar’ı teskin için Rumeli seyahatine çıkartılması…

Yeniçeri ruhu, devletin tek temsilcisi olmuş ve eski devirlerde görülmemiş bir tarzda Sultan-Halife’yi ellerinde oynatmaktadır.

 

1911

Gayri müslim cemaatlerin birleşerek mektepleri konusunda yeni bir düzenleme istemeleri…

Deniz Harb Okulunda ingiliz askeri öğretmenlerin çalışması; denizcilik sisteminin ingiliz sistemine döndürülmesi… Bu iş, Birinci Dünya Harbinin çıkışına kadar devam edecek, sonrasında da Almanların hakimiyeti gelecektir. Harb esnasında sadece Deniz Kuvvetlerinde görevli alman subay sayısı 140 olduğu düşünülürse, bu hakimiyetin büyüklüğü ve tesiri anlaşılmış olur.

Yeniçeri ortadan kalkmış olmasına rağmen, “devşirmeler”, işi ileriye götürmüş ve ülkenin silahlı kuvvetlerini tamamen bağlı oldukları mihraka teslim etmişlerdir.

 

28 Eylül 1911

İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne bir nota vermesi, ardından beklemeden bir Osmanlı harb gemisini batırmaları ile Trablusgarp ve Bingazi’ye saldırması ve işgali; 1912’ye kadar devam edecek olan ve “Teşkilat-ı Mahsusa”nın (o zamanki ismi “Fedai-yi Zabitan“dır ve çoğunluğunu Araplar meydana getirmektedir.) bilfiil karıştığı, çeteleri ve sabotajları planladığı Osmanlı-İtalyan Harbi’nin başlaması…

 

Kasım 1911

İtalyanların işgaline karşı Osmanlı hükümetinin “beklemede” ve aciz sbir durumda olması üzerine Berlin’den dönen Enver Paşa’nın (daha o zamanlar elbette “Paşa” değil) Sadr-ı azam M. Şevket Paşa ile yaptığı görüşme neticesinde Enver Paşa’nın bu işgale karşı direnişi teşkilatlandırmak için bir grub arkadaşiyle beraber bölgeye sevkine ve “ama eğer yakalanırlarsa, Osmanlı hükümetinin bu kişileri tanımadığı ve görevlendirmediğinin açıklanması taahhütü” üzerine sözleşmeleri; Mustafa Kemal de Enver Bey ile birlike aynı gruptadır ve İskenderun’da “naif bedeni hastalandığından” görevden ayrılmıştır. İşte bu birim, “Fedai-yi Zabitan”dır ve bölgedeki aşiretleri teşkilatlandırıp İtalyanlara karşı mücadele verilmesini sağlamıştır.

 

1912

Yeşilköy Tayyare Okulu’nun açılışı…

 

18 Ocak 1912

Meclis-i Meb’usan’ın feshi…

 

25 Mart 1912

Türk Ocaklarının kurulması…

 

18 Nisan 1912

II. Dönem Meclis-i Meb’usan’ın toplanması…

 

18 Nisan 1912

İtalyanlar’ın Rodos, Oniki Ada ve Çanakkale Boğazı’na tecavüzleri…

 

5 Ağustos 1912

II. Dönem Meclis-i Meb’usan’ın feshi…

 

22 Temmuz 1912

“31 Mart Vakası” ile işbaşına gelen İttihat ve Terakki’nin Sadr-ı azam Said Paşa’nın istifasiyle 16 Temmuz’da iktidardan düşmesi neticesi kurulan Gazi Ahmed Muhtar Paşa hükümeti; Büyük Kabine…

 

Eylül – Ekim 1912

1912-1913

Balkan devletlerinin Osmanlı-İtalyan Savaşı’ndan istifade etmek istemeleri ile 1912’nin Ekim ayında başlayan I. Balkan Harbi…

Düşmanın Çatalca’ya kadar büyük zulümler yaparak gelmesi, Balkanlardan anadolu’ya göçlerin başlamasna sebeb olmuş, Edirne (Şükrü Paşa) , Yanya (Esad Paşa) ve İşkodra Kalelerinin (Hasan Rıza Paşa) mukavemete devamı dışında ordu ric’at haline girmiştir.

İçeride hertürlü darbeyi yapabilen ve halkına karşı silah kullanan Ordu, asıl silah çeirmesi ve maharetlerini göstermesi gereken harb meydanında yüzgeri durumdadır.

İttihat ve Terakki Fırkası, bütün bu zulümler meydana gelirken, nümayişler yapmakta ve “Rumelinden size ne!” diyerek askerin bu zulmü engellemesi için harbe girmesine mani olmaya çalışmaktadır.

Bu zihniyet, 2003 yılında “Musul vatan değildir; misak-ı millide değildir; Yemende boşu boşuna askerler öldü!” diyen ASRİ YENİÇERİ RUHUNUN temsilcisi Sabatayist-Devşirme kökenli TSK mensublarıyla devam etmektedir.

 

15 Ekim 1912

Trablus ve Bingazi’nin İtalya’ya terki; Ouchy Antlaşması ile Rodos ve Oniki Ada’nın İtalya elinde kalması…

 

22 Ekim 1912

Bulgarların Edirne’ye muhasara ve taarruzu; buna karşı direnen ve bu direnişi sebebiyle “askerî tarihe geçen” Ferik rütbeli Şükrü Paşa ve askerlerinin hem dış düşmana hem de “iç düşmana” karşı destansı müdaafası…

 

29 Ekim 1912

Gazi Muhtar Paşa’nın istifası ve Kamil Paşa‘nın (dördüncü ve son) sadareti…

 

29 Kasım 1912

Arnavutluk’un istiklalini ilan etmesi…

Talat Paşa’nın “askere yazılarak” Edirne’ye “direnişe destek” için gitmesi; fakat -Sabatayist ve Bektaşi- Talat Paşa, burada, direnişe destek vermek yerine, Anadolu çocuğunun Rumeli toprakları için, kendi toprakları olmadığından ölmesinin ve harbetmesinin manasızlığından” bahsetmeye başlayınca, Edirne müdafii Şükrü Paşa tarafından Edirne’den çıkarılıp İstanbul’a gönderilmiştir. ardından gelen İT Fırkası’nın başka bir mesulu “Hilal-i Ahmer Müfettişi” -Sabatayist- Dr. Bahaeddin Şakir de aynı şekilde davranmış ve hatta dünyanın hayran kaldığı Selimiye Camiin -ne demekse!- “düşmanın eline geçmemesi için dinamitle imha edilmesi”ni dahi teklif etmiştir.

Devşirme ruhu, Yeniçeri ruhu dolu dizgindir!..

 

23 Ocak 1913

Babıali Baskını; “çılgınlık derecesinde İngiliz hayranı” Kamil Paşa’nın düşürülüşü ve Almanya taraftarı İttihat ve Terakki Fırkası’ndan “şerefli!!! Hareket Ordusu Başkumandanı” ve “Alman Golç Paşa’nın sadık bir müridi” Mahmud Şevket Paşa‘nın sadareti…

Bu baskın, Yeniçeriliğin azgın bir tezahürüdür; Balkan Harbinin olduğu, düşmanın Çatalca’ya dayandığı ve mevcut hükümetin “Edirne’nin asla Bulgarlara verilmeyeceği ve işgal ettikleri bölgelerden hemen çekilmesini” havi notayı Bulgarlara verdiği bir devirde, sanki bunları mevcut hükümet istemiyormuş gibi, “Edirne’yi alacağız!” bahanesi ileri sürülerek baskının halkın gözünde meşrulaşmasını ummuşlardır.

Artık devlet, milletin ve İslam’ın menfaatini değil, sadece kendilerini ve arkalarına aldıkları devletlerin menfeatlerini düşünenlerin elindedir; Yeniçerilik, devşirmelik en ileri safhasına vasıl olmuş ve Devleti, İslamların Devleti’ni ele geçirip, kendi menfaatleri için menfeatperestleri kullanır duruma gelmiştir.

Mahmut Şevket Paşa’nın sadareti esnasında muhalefet üzerine büyük bir şiddetle gidilmiş, insanlar zindanlara tıkılmıştır.

 

30 Ocak 1913

Balkan harbi esnasında Yanya ve Edirne’nin düşmesine rağmen hala müdafaaya devam eden İşkodra’nın Kumandanı Hasan Rısa Paşa’nın İT Fırkası mensubu, “Liva” rütbeli ve “Kuva-yi Mütehaşside Komutanı” Arnavut Esat Toptanînin adamlarınca, Esad’ın evinden geceyarısı çıktıktan sonra vurularak şehid edilmesi… Esad Toptani, bu hain suikastinden sonra İşkordanın hakimiyetini eline almış, kısa bir pazarlıktan sonra şehri Karadağlılara teslim edivermiştir.

 

13 Mart 1913

Muvakkat İdare-i Umumiyye-i Vilayet Kanunu (kanun meclisten geçmeden yürürlüğe girer)…

 

30 Mayıs 1913

I. Balkan Savaşı’nın sona ermesi

 

Haziran 1913

Anadolu gençliğini teşkilatlayan “Türk Gücü Derneği”nin kuruluşu….

Bu teşkilat, Alman Van Der Golç Paşa’nın, “Harbde Almanyanın yükünü hafifletmek için Osmanlı ordusuna genç kaynak bulma” ihtiyacını organize etmesi ve Almanyada kurulu bulunan “Pfadfinder-İz bulucu/İzciler” klublerinin kopyası olarak ortaya çıkmıştır. Bu teşkilat bir manada “sivil savunma” teşkilatı gibidir.

 

11 Haziran 1913

Sadrazam Mahmud Şevket Paşa‘nın öldürülmesi ve Said Halim Paşa‘nın sadareti…

İngiltere Sefareti Baştercümanı ünvanlı ama İngiliz gizli servis ajanı Fitz Maurice ile Binbaşı Tyreel’ın planladığı ve “31 Mart Vak’ası” ile iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Fırkasının önde gelen bütün üyelerinin suikastlerle telef edilmesinin hesablandığı ve bu amaçla “Halaskaran Grubu”na mensub Çerkez Kazım Bey’in ve ekibinin kullanılacağı İngiliz planının ilk ve son hamlesidir M. Şevket Paşa’nın sokak ortasında öldürülmesi; öyle ki, bu suikastler başarıya ulaştığı takdirde adaret makamına geçmesi için sürgünde bulunan “sabık bir İngiliz hayranı” eski Sadr-ı azam Kamil Paşa dahi istanbul’a getirilmiştir. Fakat plan beklenildiği işlememiş, tek bir suikast meydana gelmiş, büyük ihtimal bütün planı haber alan İT Fırkası, kendilerine “beyinsiz” diyecek kadar “küstah” olarak gördükleri Mahmut Şevket Paşa’nın katline bile bile izin vermiş ve ardından da büyük bir terör faaliyetine girişerek sürek avına çıkmış, Said Halim Paşa’nın Sadaret makamına getirilmesini sağlayıp, birinci dünya harbinin nihayetine kadar devam edecek olan TALAT-ENVER-CEMAL İKTİDARININ temellerini atmışlardır.

 

29 Haziran 1913

Balkan devletleri arasında savaş; Osmanlı mirasının paylaşılmasının kanlı kavgası…

 

21 Temmuz 1913

Edirne’nin geri alınması…

Edirne’deki silahlı kuvvetlerin başında bulunan Binbaşı Süleyman Askerî’nin idaresi altında -çevrenin tamamen Bulgar şgali altında olması ve devletin rahat haraket edebilmesi için- “Garbî Trakya Hükümet-i Muvakkatesi” ismi verilen bir devletin kuruluşu; öyle ki, bu devletin kendi çapında bir bürokrasisi, ordusu, posta pulları dahi vardı. Bu devlet-hükümetin tesisi, ileride “Teşkilat-ı Mahsusu” olarak nam salacak teşekkülün bir eseridir.

 

29 Ağustos 1913

Osmanlı-Bulgar sulhü; İstanbul Antlaşması…

 

14 Kasım 1913

Osmanlı-Yunan sulhü; Atina Antlaşması…

“Alman Heyet-i Askeriyye-i Islahiyye”sinin gelmesi ve Osmanlı ordusunun Almanya tarafından ıslahı faaliyetlerinin başlaması…

 

17 Kasım 1913

“Umur-u Şarkiyye Dairesi” veya bilinen ismiyle “TEŞKİLAT-I MAHSUSA”nın kuruluşu.

(Teşkilat-ı Mahsusa”nın kuruluş tarihi olarak muhtelif rivayetler mevcuttur ki, 5 Aralık 1914 tarihi bunlardan birisidir. Fakat bilinmesi gereken bu ismin “hususi teşkilat” manasına geldiği ve teşkilatın gerçek ismi değil ancak tanıtıcı bir isim olduğudur. Bu isimlerden olarak “Fedai-yi Zabitan” ve “Edirne Gecici Hükümeti” de telaffuz edilmektedir.)

Bu teşkilat, Sultan Abdülhamid Han’ın kurduğu “Yıldız İstihbarat Teşkilatı” isimli teşkilatın II. Meşrutiyetten hemen sonra İT Fırkası mensublarınca lavhedilmesinin ne kadar sakıncalı durumlar meydana getirdiğinin idrakine varan Enver Paşa tarafından planlanarak kurulmuş ve başına da Süleyman Askeri getirilmiştir.

Bu ve bundan önceki “Yıldız” teşkilatı, çalışma ve teşkilatlanma şekli bakımından özellikle ABD tarafından ciddi olarak incelenmiş ve OSS’den CIA’ye geçiste bir “program” olarak ele alınmıştır.

Nizameddin Nazif’in ifadesiyle, bu Teşkilat şöyledir:

“- Para, silah, zevk, ölüm… Herşey, herşey vardır, eksik olan ise sadece şudur: Yıldız’ın, yani Abdülhamid Han’ın dehası!.. Nerede Abdülhamid Han, ve nerede Enver Paşa!”

İT Fırkasının iktidarı, “Türkçülük” akımının da celallenmesine, bunun ise başta Araplar olmak üzere birçok Osmanlı teb’asının sıkınıtı içine girmesine sebeb olmuş, devletin parçalanmasını bekleyen emperyalist kuvvetler ise bu dumunu kendiliri için fırsat bilmiş ve bu sıkıntıları kendi faydaları cihetine değerlendirici faaliyetlere girişmiştir. İT Fırkasının “Türkçü” (oysa ki kendileri Yahudi ve Sabatay mensubu veya kırmalarıdır) faaliyetleri özellikle Araplar üzerinde tesir etmiş, Arap aydınları içinde “Arap Milliyetçiliği” fikrinin “ayaklanma-ayrılma” seviyesine çıkmasına vesile olmuştur. İşte “Teşkilat-ı Mahsusa”, hem bu fikrin doğmasına vesile olucu hem de bu doğan fikri sebebiyle onların üzerine gidilmesine vesile olucu bir yönü de içinde barındıran teşkilatdır. Acımasız tenkidler yapmadan söylemek gerekirse, bu teşkilat, bir devletin kurması gereken bir teşkilatken, yanlış zamanda kurulmasiyle bambaşka hadiselere vesile olunmasına sebeb olmuş fakat, Osmanlı toraklarının tamamen işgal edilmesi sürecinde olması gereken yerine gelerek “esas vazifesi”ni gerçekleştirmeye başlamış, yanlış ellerde idare edildiğinden faydası zararından az ve asrî birçok teşkilatın teşkilatlanmasına misal olmuş bir teşekküldür.

 

1914

Ecnebi postalarının hepsinin kapatılması…

İthalatda gümrük resmi oranının %15’e çıkarılması…

Beyrut’taki Fransız Konsolosluğunun Eşref (Kuşçubaşı) Bey komutasındaki “Teşkilat-ı Mahsusa” müfrezesi tarafından basılması, kendileriyle işbirliği yapan Arap ve casusların isimlerinin yazıldığı dosyaların elde edilmesi ve yakılması..

.

8 Şubat 1914

Anadolu’da Ermeni talepleri doğrultusunda ıslahatı öngören Osmanlı-Rus Antlaşması…

 

14 Mayıs 1914

III. Dönem Meslis-i Meb’usan…

Osmanlı Devlet’inde “nüfus istatistiğinin” çıkarılışı; bölgelere göre etnik grubların (müslüman ve gayr-ı müslimlerin) kağıda dökülmesi… Bu nüfus istatistiği neticesi, aşağı yukarı 1920 Ocak ayında kabul edilip açıklanan “Misak-ı Milli”deki hudud ve referandum taleblerine denk gelmektedir.

 

28 Haziran 1914

Avusturya-Macaristan veliahdının Saraybosna’da öldürülmesi…

 

28 Temmuz 1914

Avusturya Macaristan’ın Sırbistan’a savaş ilanı…

 

1 Ağustos 1914

Almanya’nın Rusya’ya savaş ilanı…

 

2 Ağustos 1914

Meclis-i Meb’usan’ın süresiz tatili… (IV. Ve son dönem meclis 12 Ocak 1920’de toplanacak ve 2 Nisan 1920’de İstanbul’un işgali üzerine dağıtılarak mebuslar sürgüne yollanacak.)

Osmanlı Devleti ile Almanya arasında ittifak antlaşmasının imzalanması…

 

4 Ağustos 1914

Almanya’nın Fransa’ya, İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilanı: I. Cihan Harbi’nin başlaması...

 

10 Ağustos 1914

Alman savaş gemilerinin (Yavuz ve Midilli) Boğazlardan geçmelerine, bizzat Enver Paşa tarafından hükümetten, İttihat ve Terakki’nin diğer elebaşlarından habersiz olarak izin verilmesi…

 

9 Eylül 1914

4. Ordu’nun kurulması. Bu ordu, yedi tümenden (50.000 ile 80.000 kişilim) meydana geliyordu ve ekseriyeti Araplardan müteşekkildi. İlk komuandanı, bir Alman subay, sonraZeki Paşa idi; sonradan Cemal Paşa başa geçti. Kanal Harekatını, Mısır Seferini yapan kuvvet, bu ordu idi..

1 Ekim tarihinden geçerli olmak üzere kapitülasyonların kaldırılması…

 

29 Ekim 1914

Karadeniz’e açılan Osmanlı filosunun Rus limanlarını topa tutması…

 

Kasım – Aralık 1914

Enver Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Sarıkamış felaketi…

 

3 Kasım 1914

Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne savaş ilanı…

 

5 Kasım 1914

İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne savaş ilanı…

 

11 Kasım 1914

Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri’ne savaş ilanı…

 

14 Kasım 1914

Fatih Camiinde okunan “Cihad-ı Ekber Fetvası” ilanı…

İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılması…

 

23 Kasım 1914

Sultan-Halife Reşad’ın “Beyanname-i Cihad” bildirisinin neşri.

 

18 Aralık 1914

Birinci Cihan Harbinin çıkmasını vesile bilen İngilizlerin, Mısır’ın İngiltere himayesinde bir “krallık” haline getirmesi, Osmanlı Devleti’nin oradaki hukukuna-haklarına son verilmesi…

Kasım ayında Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa’nın tahtan indirilmesinin akabinde İngilizler bu tarihte kendilerinin tarafındaki -eski Hıdiv’in amcası- Hüseyin Kamil’i başa geçirdiler ve onu Kral ilan ettiler.

 

Eylül 1914

Süvari Binbaşı İzmitli Mümtaz Bey’in komutasındaki “Teşkilat-ı Mahsusa” birliğinin Mısır’daki İngiliz askerlerine karşı gerçekleşitirilecek askerî taarruz öncesi bölgeye sevkedilmeleri…

 

Aralık 1914

Cemal Paşa’nın “Mısır’ı fethetmek” için Şam’a gelişi…

 

Ocak – 18 Mart 1915

Müttefiklerin Çanakkale Boğazı’nı geçmeye çalışması; destanlık Çanakkale Harbleri…

 

Ocak – Şubat 1915

Ordunun moralini yükseltmek, kendisine duyulan hürmet hissinden faydalanmak Oradoğu ve Hindistan’da büyük bir alaka celbetmiş bulunan Mevlevîliğin, başlarındaki Şeyh Veled Çelebi (İzbudak) ile “Mücahidin-i Mevleviyye/Mevlevî Gönüllü Taburu” ile Birinci Dünya Harbi’ne iştirakleri… Ekseriyeti Araplardan müteşekkil 4. Ordu’ya bağlı bir tabur olarak kurulan bu birim, bu bölgede ve özellikle Gelibolu’da büyük faydalar sağlamış, askerin moralini ve azmini tepe noktalara taşımıştır.

Yine aynı günlerde Beşktaşi Tarikatı müridlerinden müteşekkil bir birlikte kurulmuş ise de, bu tarikatın lavhedilen ve devletin başına uzun seneler bela olan Yeniçeri Ocağı ile alakasından ötürü “Tabur” seviyesine çıkartılmamıştır.

 

Şubat 1915

Cemal Paşa’nın “Kanal hezimeti”…

 

3 Mart 1915

Binbaşı Saleyman Askerî’nin idaresindeki birliklerin -Kuzey Irak-Irak havalisinde- Abadan petrol rafinerisinin boru hatlarını kullanılamaz hale getirişleri…

 

12-14 Nisan 1915

Binbaşı Süleyman Askerî’nin idaresindeki birliklerle İngiliz ordusu arasında Şuayba Ormanı yakınıda gerçekleşen üç günlük harb; Osmanlı ordusu ağır bir hezimete uğradı, hezimete (3000 asker şehit oldu, 600’ü de esir oldu; bunun yanında İngiliz kuvvetlerinden de 60’ı subay 1000 civarında telefa mevcuttur.) katlanamayan Binbaşı Süleyman Askerî aynı gün intihar etti.

 

27 Mayıs 1915

Bu tarihte çıkarılan “Sevkiyat Kanunu”nun ikinci maddesinde, “Ordu ve mustakil kolordu ve fırka kumandanları icabat-ı askeriyyeye mebni veşya casusluk ve hiyanetlerini hissettikleri kura-köyler ve kasabat-kasabalar ahalisini münferiden veya müctemian-toplu halde diğer mahallere sevk ve iskan ettirebilirler.” denilmekte ve böylece, Doğu Anadolu’da Ruslar’la işbirliği yapan ve Kürt ve Türk müslümanları acımasızca katleden çeteleri içlerinde barındıran Ermeni nüfusun iç bölgelere taşınması (Tehcir!) temin edilmektedir.

 

Ağustos 1915

Fransız Konsolosluğundan “Teşklat-ı Mahsusa”nın baskıniyle elde edilen belgelerin zemininde, düşmanla işbirliği yapan Arap subay ve aydınların Beyrut Âliye Divan-ı Harb-i Örfi’sinde muhakeme edilmesine başlanması… Bu minvalde ilk muhakeme Şubat 1915’de yapılmıştır. Muhakeme neticesinde, yargılanan 99 kişiden 34’ü idam cezasına çarptırılmış (ikisi afedilmiştir.) 54’ü de gıyaben idam cezasına çarptırılmıştır. Bu gıyabında idam cezasına çarptırılanlardan birisi de BAAS Partisinin kurucusu Mişel Eflak’ın eniştesi (kızkardeşinin kocası) Refik Rızık Sellum’dur.

 

Ekim 1925 Suriye4nin Fransa’ya, Irak’ın da İngiltereye taksiminin karar altına alındığı “Sykes-Picot Andlaşması”nın gerçekleşmesi.

 

Kasım 1915

Osmanlı Devleti ile İtalya arasında yeni harbin başlangıcı… “Teşkilat-ı Mahsusa” ve bilhassa Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa (Kıllıgil) burada çok mühim rollerde bulunmuştur.

 

Haziran 1916

Mekke Emiri Şerif Hüseyn’in isyanı…

 

8 Mart 1916

Rize’nin Rus silahlı birliklerince işgali…

 

Nisan 1916

Osmanlı ordularının “Kut-ül Amare” zaferi; buradaki harb neticesinde binlerce ingiliz askeri komundanları General Townshend ile birlikte esir edilmiştir.

 

17 Nisan 1916

“Türk Gücü Teşkilatı”ndan sonra, resmen kurulan “Osmanlı Genç Dernekleri”nin bir kanun ve padişah iradesiyle kuruluşu…

 

19 Nisan 1916

Trabzon ve çevresinin Rus kuvvetlerince işgali… Rize ve Trabzon’un Ruslarca işgali, bölgede yaşayan Ermeni ve Rumlar tarafından sevinçle karşılanmıştır. Trabzon Metropilitliği (Metropolik Hırisantos’dur.) daha işgal başlamadan evvel Ruslara davetiye göndermiş ve Rum ve Ermeni çeteleri tezgahlayarak edhiş faaliyetnde bulunmuştur. İşgal sonrasında Metropolitlikte yapılan ayinde, “Çarın sağlığına, Çar Ordusunun kesin zaferine ve Hıristiyanların Türkleri boyunduruğundan kurtarılmasına” dualar edilmiş, böglede yaşayan müslümanlara karşı tedhiş faaliyetlerine başlamış, Trabzon’da yedi camiide ibadet yapılmasını yasaklayıp, bunları kiliseye çevirmişlerdir.

 

Temmuz 1916

İsyancıların İngiliz donanmasiyle yaptığı işbirliği neticesinde Hicaz ve Mekke’nin kaybı…

 

1917

Yıldırım Orduları Grubu’nun kurulması…

 

1917

Irak ve Suriye cephelerinin çöküşü…

 

1917

Rusya’da Bolşevik ihtilalinin çıkması ve Çarlık rejiminin sonu…

Cemaat mahkemelerinin kaza yetkisinin kaldırılışı…

 

25 Mart 1917

Şer’iyye mahkemelerinin Adliye Nezaretine bağlanması…

 

6 Nisan 1917

Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa iştiraki ve Almanya’ya savaş ilanı…

 

2 Kasım 1917

Meşhur “Balfour Bildirisi”nin (Yahudilere işgal altında tutulan Filistin’de Milli Yurd verileceği kaydedilmektedir.) İngiliz hükümetince neşri… Bu bildiri, İngiltere Hariciye Bakanı Lord Balfour’un, Siyonist Lord Rotschild’e yazdığı bir mektubdur.

 

1918

Şam Mekteb-i Tıbbiyesi’nin Beyrut’un işgali neticesinde kapanması…

Gazi Ahmed Muhtar Paşa‘nın ölümü…

 

24 Şubat 1918

Vehib Paşa idaresindeki Türk birliklerinin Trabzon’a girişi ve işgalden kurtarışı.

 

3 Mart 1918

Brest Litowski Antlaşması…

 

3 Temmuz 1918

SULTAN REŞAD’IN VEFATI VE SULTAN VAHİDÜDDÎN HAN’IN TAHTA ÇIKMASI…

 

2 Ekim 1918

Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi…

 

8 Ekim 1918

Sadrazam Talat Paşa‘nın istifası, Ahmed İzzet Paşa‘nın sadareti… Bu kabinenin kuruluşunu Sultan’a bulunduğu cepheden telgraflar çekerek Mustafa Kemal Paşa istemiş, hatta Sultan Vahidüddîn Han, sadece kendisi ve İsmet Paşa hakkındaki isteğini haric tutarak onun verdiği hükümet listesini aynen kabul etmiştir.

İT Fırkası’ndan Talat Paşa, Bahaeddin Şakir, İsmail Canbolat’ın Sultan Vahidüddîn Han’ı hal veya katletme teşebbüslerine girişmeleri; Devşirme ve Sabatayistler, eski oyunlarına devam etmekte ve uzun zamandır görülmeyen fiili gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar.

 

30 Ekim 1918

Mondros Mütarekesi’nin imzalanması… Bu mutarekenin 7. maddesince Anadolu’nun bazı yerlerinin İngiliz, Fransız ve İtalyan birliklerince işgali… Bu mütareke esnasındaki hududlar, “Misak-ı Milli”nin hududları olarak belirlenmiştir.

Umumi olarak bakıldığında bu tarihte Türk ordularının bulunduğu mevkiiler şunlardı: Güneyde; İskenderin Körfezinin güneyinden, Halep ile Hatma İstasyonu arasındaki Cerablus Köprüsünün güneyindeki Fırat nehri, Deyrizor, Musul, Kerkük ve Süleymaniye… Doğu/Kafkas Cephesinde; Bu cephedeki 9. Ordu ile Azerbaycan ve Dağıstan’daki Kafkas islam Ordusu’un Sovyet Rusya ordusuna karşı anlaşmalarla sağlanan bir üstünlğü mevcuttu. Türk birlikleri, Tebriz, Dilman, Hoy, Gulfa, Serderabad, Rumiye, Kars, Kamarlı, Erivan, Gümrü, ahırkelek, Ahıska, Batum, Çürüksu, Nahçıvan, Şuşa, Ağdam, Gence, Bakü, Dağıstan’da Petrovsk cephesinde; yani Kuzeybatı İran, Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya…

 

3-4 Kasım 1918

Almanya ve Avusturya’nın savaştan çekilmeleri…

İT Fırkası’nın Başkanı Talat Paşa’nın Sultan Vahidüddîn Han’ın tazyikiyle sadaretten çekilmesinin akabinde yeni kabine tarafından imzalalan Mondros Mutarekename’nin ertesi günü toplanan “İt Fırkası Kongresi”de, baştan aşağı yalanlarla dolu bir muhasebe yapan Talat Paşa, Fırkanın Başkanlığından ayrıldığını açıklamış ve diğer delegelerin kararıyle Fırkanın isminin “Teceddüd Fırkası” olarak değiştirilmesine karar verilmiştir.

Devşirmelerin ve Yeniçeri habis ruhunun mütekamil bir nmünesi ve organizasyonu olan İT Fırkası, devleti 5 sene içinde tamamen bitirmiş, iflas ettirmiş, “esaret andlaşmasını” da imzalatmış ve yeni şartalara uyuylu hale gelebilmek (“teceddüd”) için isim değiştirmiştir.

 

8 Kasım 1918

İzzet Paşa‘nın istifası ve Tevfik Paşa’nın sadareti…

 

13 Kasım 1918

İtilaf Devletlerinin İstanbul önlerine gelerek şehri işgal etmeleri…

 

15 Kasım 1918

Mondros Mütarekenamesinin imzalanmasının hemen akabinde İngilizlerin tazyiki sebebiyle “TEŞKİLAT-I MAHSUSA”nın -SİYASETEN!- resmen ilgası; bunun tatbikine 31 Ekim 1918 tarihinde Kurmay Albay Hasan Bey memur edilmiştir.

Fakat “Teşkilat-ı Mahsusa”nın esas planlayıcısı Enver Paşa, harbin bir yenilgiye doğru gittiğini gördüğünden, yurtdışına çıkmadan evvel teşkilatdan Albay Hüsamettin Ertürk’ü vazifelendirmiş, “yakında bu teşkilatın İngilizlerin baskısiyle lavhedileceğini ama mücadelenin bir başka isim altında devam edeceğini” söylemiş ve onu bu yeni teşkilatın başına atamıştır.

Teşkilatın bundan sonraki ismi de Enver Paşa tarafından verlmiştir: “UMUM ALEM-İ İSLAM İHTİLAL TEŞKİLATI”

 

26 Kasım 1918

Mondros Mutarekenamesi’nden sonra İngilizlerin direktifiyle kurulan soruşturma komisyonlarından “Beşinci Komisyon”un, “Teşkilat-ı Mahsusa” hakkında idarecilerin bilgisine başvurması; fakat bu Komite’nin ifadesine başvurmak istediği üç kişi ENVER-TALAT-CEMAL PAŞALAR, bu tarihte yurtdışına kaçıklarından ifadeleri alınamamış ve gıyablarında yargılanmışlardır; Enver ve Cemal Paşa, 1919 Ocak ayında da ordudan atılmışlardır.

 

1919

Harbiye Mektebi’nin adının “Muhtelit Harbiye Mektebi” olması…

“Paris Konferansı”nın toplanması… Bu toplantı, Osmanlı Devleti’nin topraklarının nasıl paylaşılacağını ortaya koyduğu gibi, üzerinde nasıl bir sistemin de çalışacağını ortaya çıkarmaya yöneliktir. Toplantıya damgayı, ABD Başkanının adiyle anılan “Vilson Prensibleri” damgasını vurur: “Milletler kendi encamını tayin etme hakkına sahibtir!” Ayrıca, yeni düzenin garantörü ve denetleyicisi olarak “Cemiyet-i Akvam/Milletler Cemiyeti” isimli bir üst teşkilatın kurulması da karar bağlanmıştır. Keza, bu toplantıda, İngiltere’nin Balfour Bildirisi ile deklare ettiği Filistin’de Yahudi devleti kurma planının bu “ilkelere” aykırı olduğu, ABD temsilcisi tarafından açıklanmış ve “King-Crane Komisyonu”nun raporuna geçilmiştir. (Filistin’deki hadiselerin kronolojik takibi ve sebeblerinin görülebilmesi için ““Lanetli İttifak”ın Barbarlık Tarihi: “SİYONİZM”İN VE EMRİNDEKİ “TAPINAK ŞÖVALYELERİ TARİKATI”NIN MÜTTEHİD KRONOLOJİSİ -kişi, teşkilat, ihtilal ve vakıalar-” isimli makaleye bakılmasını tavsiye ederiz.

 

4 Mart 1919-4 Mart 1919

İngiliz hayranı Damat Ferid Paşa‘nın sadareti; Hürriyet ve İtilaf Partisi’nin iktidara geçmesi…

 

15 Mayıs 1919

Yunanlılar’ın İngilizlerin kışkırtması ve desteğiyle İzmir’i işgali ve Batı Anadolu’da ilerlemeleri…

 

19 Mayıs 1919

Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu’ya gönderilmesi…

 

23 Temmuz 1919

Erzurum Kongresi…

 

4 Eylül 1919

Sivas Kongresi…

 

2 Ekim 1919

Damat Ferid‘in istifası ve Ali Rıza Paşa‘nın sadareti…

 

20-22 Ekim 1919

İstanbul ile Anadolu’daki Heyet-i Temsiliye’nin “ortak hareket etme kabiliyetini” düzenleyen (ikisi gizli beş kıta protokolden mevcut) Amasya Protokolü… (Burada Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınan kararların İstanbul hükümetince kabul edildiğini, bunların daha yüksekten dillendirilebilmesi için de İstanbul’daki Meclis’in açılması ve buraya gidecek vekillerin birlikte seçilmesinin karar altına alındığını bildirmek isteriz.)

 

12 Ocak 1920

Son Osmanlı Meclis’i 72 vekilin katılımiyle açıldı. Heyet-i Temsiliyye adına Mustafa Kemal Paşa’nın “tebrik”i okundu.

 

28 Ocak 1920

MİSAK-I MİLLİ’NİN SON OSMANLI MECLİSİ TARAFINDAN İLANI…

“Ahd-ı Milli Beyannamesi” olarak bilinen “Misak-ı Milli” belgesi, Meclis-i Mebusan’daki “Felah-ı Vatan” grubu tarafından müzakere edilip kabul edilmiş ve 17 Şubat 1920 Meclis tarafından açıklanmıştır. Buradaki ifadeler, Amasya Protokolü ile uyum içindedir.

“Felah-ı Vatan” grubuna gelince… Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinden seçilip İstanbul’a gidecek olan vekilleri Mustafa Kemal Ankara’ya davet etmiş ve onlardan Meclis’de “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu” kurmalarını istemiştir. Bu grub içinde, Rauf Orbay, Bekir Sami Bey, İbrahim Süreyya Bey, Dr. Adnan Adıvar, Câmi Bey, Yunus Nadi gibi vekiller bulunmaktaydı ve sonraki katılmalarla rakamı artmıştır. Fakat bu vekiller, bahsi geçen “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu”nu kurmak yerine “Felah-ı Vatan Grubu”nu kuruşlardır ki bunun sebebi de, 12 Ocak’da Meclis’in açılışında okunan Sultan Vahidüddin’in nutkunda, “Bundan dolayı her türlü ayrılma ve bölünmeden kaçınarak, bütün milli istek ve çabaların felah-ı vatan noktasında birleştirilmesi gereklidir” diye geçen sözlerin tesiridir. M. Kemal, bu işe çok kızmıştır.

 

16 Mart 1920

İtilaf işgal kuvvetlerinin İstanbul’daki resmi binalara girmeleri, meclisin dağıtılması ve kapanması…

Mebusların Anadolu’ya kaçmaları, ele geçenlerin İngilizler tarafından sürülmesi…

 

5 Nisan 1920

İngiliz hayranı Damat Ferid Paşa‘nın sadareti…

 

11 Mayıs 1920

Damat Ferid Paşa hükümetinin Mustafa Kemal‘i idama mahkum etmesi ve askerlikten tardı…

 

10 Ağustos 1920

Sultan Vahidüddîn Han’ın tasvib etmemesine rağmen, İstanbul Hükümeti’nin SEVR ANTLAŞMASI‘nı imzalaması; milletlerarası hukuka göre, geçensiz bırakılmış bir “proje” olarak nitelenmiş ve tarihin raflarına kaldırılmıştır…

 

2-3 Aralık 1920

Gümrü Antlaşması’nın imzalanması…

 

27 Ocak – 12 Şubat 1921

LONDRA KONFERANSI; ANADOLU İÇİN SÖZ SÖYLEME HAKKININ ANKARA HÜKÜMETİ’NDE OLDUĞUNUN TESPİTİ…

 

31 Mart 1921

II. İnönü Harbi…

 

3 Eylül 1921

Sakarya Meydan Savaşı…

 

20 Eylül 1921

Fransa ile sulh…

 

27 Ağustos 1922

Büyük Taarruz; işgalci Yunan kuvvetlerinin imhası…

 

30 Ağustos 1922

Yunan Başkumandanı’nın esir edilmesi…

 

9 Eylül 1922

İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılışı…

 

11 Ekim 1922

Mudanya Mütarekesi…

 

24 Temmuz 1922

Filistin’de MANDA idaresinin resmen başlaması…

Amerikan Kongresi’nin “Vilson Prensiblerinin zıddına, “Filistin’de bir Yahudi Yurdu’nun kurulmasına müsbet yaklaştığının” bir kanunla açıklanması…

 

1 Kasım 1922

OSMANLI DEVLETİ’NİN FİİLEN ANKARA HÜKÜMETİNCE SONA ERDİRİLMESİ: SALTANATIN İLGASI…

Ankara’ya sıçrayan “Yeniçeri habis ruhu”, işe başlamıştır; ekseriyeti General ve devşirme kökenli olan vekillerin mahareti…..

 

16 Kasım 1922

Osmanlı Devleti’nin son Sultanı, İslamların son Halifesi Sultan Vahüdiddîn Han‘n yurtdışına çıkması…

 

16 Kasım 1922

Abdülmecid Efendi‘nin halife olarak seçilmesi…

 

24 Temmuz 1923

İslam topraklarının paramparça edilmesine, İngiliz sömürgeciliğin rahat hareket edebilmesine. İslam-Türk’ün Anadolu topraklarına hapsine sebeb olan LOZAN ANTLAŞMASI…

Yeniçeri, tarihe damgasını yine vurmuştur.

 

25 Eylül 1923

Mekteb-i Harbiye’nin Ankara’dan İstanbul’daki eski Harbiye binasına nakledilmesi…

 

13 Ekim 1923

500 senelik Devlet ve Hilafet Merkezi İstanbul’un “tahtan indirilmesi” ve Ankara’nın başşehir olarak kabulü…

 

29 Ekim 1923

Cumhuriyet’in ilanı…

 

3 Mart 1924

HİLAFETİN İLGASI VE OSMANLI HANEDANI MENSUPLARININ YURTDIŞINA ÇIKARTILMALARI…

***

 

NOTLAR:

  1. PENÇİK: BEŞTEBİR KANUNU

Kanunun Tarihi

Bu kanunun çıkarılışı hakkında muhtelif yazmalarda farklı tarihler kayıt edilmiştir; Oruc Bey’in tarihine göre bu tarih (1362) esasken, Zaim Mehmet Bey“Sırp sındığı meydan muharebesi ertesi” olduğunu, Kavanin-i Yeniçeriyan ise “Bilecik taraflarına yapılan akınların” olduğu devri işaretlemektedir.

Bu tarih aynı zamanda “Pençik Resmi”nin de çıkarılışı tarihi olduğuna göre, Kanunun çıkarılış tarihinin -daha evvelden yapılan ve belli bir kanunu nisbet edilmeden sadece bir “deneme” olarak sayılabilecek tatbikatları haric tutmak gerekirse- 1362 olduğu kuvvetle muhtemeldir.

 

Pençik Kanunu

Yeniçeri Ocağı’nın kuruluması fikrini veren, Karamanlı Molla Kara Rüstem’dir ki, tarihler onu, “Danişmend-Bilgili adam” diye kaldederler. Rumelindeki fetihler esnasında Karamandan Bursaya gelen bu zat, Birinci Sultan Murad’ın Kadıaskeri Çandarlı Kara Halil Paşa ile görüşmüş ve ona, “Akıncı gazilerin aldıkları esirlerin BEŞDEBİRİ Allahın emriyle Hakanımızındır; niye almıyorsunuz?” demiş ve Kara Halil’in de bu teklifi Sultan Murad’a arzetmesi ve onun “Allahın buyruğu ne ise o olun!” emriyle Akıncı gazilerin elindeki “beş esirden biri” Hakan adına alınmaya başlanır.

Alınacak esiri seçme hakkı Hakan’a aittir ve esir başına 125 akçe fiyat biçilir; elinde beş esiri olmayan 2 akçe verir. İşte “Allahın emri icabı” alınan bu vergiye “Beşdebir/Pençik Resmi” ismi verilir.

Padişah adına alınacak bu esirler ile Padişahın hükümdarlık haklarını koruyacak bir asker oağının tesisine karar verilir ve bunlara da “Yeni Çeri:Yeni Asker” namı verilir.

“Pençik Resmi”ne bağlanan esirler evvela erkek ve kadın; sağlam ve sakat olarak ayrıldı. Sonra da sağlam erkekler altı kısıma tasnif edilerek isimlendirildi:

1) Şîrhor: Süt çocuğu ki, en çok üç yaşına kadar olanlar.

2) Beççe: Yavru ki, 3 ila 8 yaş arası olanlar.

3) Gulamçe: Oğlancık ki, 8 ile 14-15 yaşına yani buluğ çağına kadar olanlar.

4) Gulâm: Oğlan, tüysüz erkek, buluğ çağından 18 yaşına kadar olanlar.

5) Sakallı: Tüylenmiş gençlerle, gösterişli erkekler.

6) Pîr: İhtiyarlar.

Akıncı Gazilerin elinden Hakan adına alınacak olanlar iki sınıfa tabii idi ki, 8 ila 18 yaş arası olan “Gulâmçe” ile “Gulâm”lardır. Bunlar, vücut sıhhatı, beden tenasübü ve yüz letafeti bakımında da seçkin olacaklardı. İşte bu şekilde toplanan bu iki sınıfa ait esirlere “PENÇİK OĞLANI” ismi verilmiştir.

Ellerinde kadın, kız sakat erkek veya yukarıdaki 6 sınıfın içindeki -Gulamçe ve Gulam sınıfının dışındaki- 4 sınıfa dair esir bulunan Gaziler ise, esir başına Hakana 25 Akçe vergi vereceklerdi ki, buna “Pençik Resmi” ismi verilir.

Mesela, bir Gazinin elinde esir olarak “Pençik Oğlanı” vasfında iki esir olsa ve elinde de fazla esir olmasa, bu “Oğlanlar”, “beşdebir” gereği -10 esiri olamadığından- alınmıyor ama bu gazinin bu iki esir için ödemekle mükellef olduğu vergi-resim 50 akçe, padişahın alacağı iki “Pençik Oğlanı”nın kıymeti ise 250 akçedir. O zaman bu akıncı gaziden Pençik Resmi alınmıyor ve üstelik kendisine 200 akçe verilip elindeki iki oğlan alınıordu.

Esir kafileleri arasından “Pençik Oğlanı” seçilmek, esasında -esir için de!- büyük bir nimetti. Şöyle ki, eğer bu namın içirisine girmese, ömrü boyunca “esir” olarak yaşayacak, kimbilir “kaç sahibin emri” altında yaşayacak ve ömrünü “esaret” altında tamamlayacaktı.

Fakat, “Penik Oğlanı” olduğu takdirde, HAKANA BAĞLILIK MUTLAK KAYDI İÇERİSİNDE EVVELA HÜR OLACAKTI; eğer ileriki safhalarda da LİYAKAT, SADAKAT, FEDEKARLIK VE HİZMET karşılığı kendini isbatlarsa, asker ocağında zabitliğe ve hatta Kumandanlığa kadar da yükselebilme imkanına sahib olacaktı.

Bahsettiğimiz gibi Yeniçeriler, daima Hakan’a bağlı, onun yanında ve en kıdemsiz neeri dahi bütün emirlere bağlı ve tabiki için ölümü dahi göze almış bir “kıta-ı muntazır” olarak yetiştirileceklerdi. (Ki, böyle de oldular ilk başlarda.)

Bunun için de bir eğtimden geçirilmeleri şart idi.

Pençik Oğlanları için, Gelibolu’da bir “Acemioğlanlar Asker Ocağı” kuruldu; Pençik Oğlanları evvela, “acemioğlan” sonra da -nasibse!- “Yeniçeri” olacaklardır.

Acemioğlanı Ocağına kayıdedilmeden evvel de, İslam’ı, kurallarını ve Türk örf ve adetlerini öğrensinler diye “oğlanlar Anadoluda Türke ulaştırıldılar, çift sürdüler ve hem Türkçe öğrendiler”…

 

  1. YENİÇERİ OCAĞI

Yeniçeri Ocağı, 196 Orta-Taburdan oluşurdu.

Yeniçeriler, “Cemaatliler”, “Bölüklüler” ve “Sekbanlar” olarak üçe ayrılmıştır.

196 ortanın 101 ortası Cemaetli, 61 Ortası Bölüklü, 36 Ortası da Sekban ortaları idi.

Padişahlar, Birinci Bölüklü Orta’nın 1 numaralı neferi idiler.

101 Cemaatli Ortasından dört Orta60, 61, 62 ve 63. Ortalar bayram günlerinde, cuma namazlarında, cülüs merasiminde, yeni Padişahın kılıç kuşanma merasiminde, elçi kabulunde merasim kıtaları olarak İstanbula yerleştirilmişti; ancak Padişah sefere çıkarsa onunla birlikte sefere de giderdi.

Cemaatlilerin diğer Ortaları, devletin üç kıta üzerindeki hudud, kale ve şehirlerinde muhafız olarak vazifelendirilmişlerdi ve içlerinden seçilen askerler nöbetleşe oralara gönderilirdi. Geri kalan da İstanbul’un muhafazasına bakardı.

61 Bölüklü Ortasından 31 Orta, İstanbul’da muhafız olarak bulunurdu.

Büyük şehirlerin her semtinin asayişine bu Ortalar memur kılınmıştır.

Bölüklüler’in geri kalan 30 Ortası devletin iç vilayetlerinin kalelerine dağtılmışlardır.

Yedikule’nin ve bütün İstanbul surlarının emniyeti 65. Ortanın, Galata kulesi ve Kalesinin kapıları ile Rumeli Hisarının muhafazaıı ise 65. Ortanın tasarrufunda idi.

 

Yeniçeri Ortası ve Odası

Ocağın en küçük birliğini teşkil eden bir Yeniçeri Ortası, 60 veya 70 erden müteşekkildir. Buna göre, Osmanlı ordusunun zincirleme zaferler kazandığı Fatih ve Kanunu devirlerinde bile bütün yeniçerilerin sayısı 12-14 bir nefer arasındaydı.

Yeniçeri Ocağının en küçük birimi olan Ortaların-taburların da birer bayrakları ve ayrıca “Nişan” denilen alemet-i farikaları vardı.

Kışladaki koğuşlara “Oda” denilirdi. Bundan ötürüdür ki, eskisi Şehzadebaşında, yenisi Aksaray’da iki büyük Yeniçeri kışlası vardı Eski Koğuşar ve Yeni Koğuşlar anlamında “Eski Odalar” ve “Yeni Odalar” diye anılırdı

Kesin olarak rakamla göstermek mümkün değilse de bir yeniçeri ortası, kışlada 3-4 koğuşa-odaya yerleştirilmişti.

Orta kumandanı “Çorbacı ünvanını taşırdı ve onun emrindeki koğuş zabitlerine de “Odabaşı” denirdi.

Üçüncü Murad zamanında suistimaller başladı. Ve Padişah, bunu kendi elleriyle yaptı; Yeniçeri’nin namı yayılmaya başladığından “hediyye” olarak bu makamda asker olma imkanı verildi sevdikleri insanlara ve Ortaların nefer kadroları genişletildi, 100, 200, 300 nefere çıkarıldı.

Kışla ve kolluklarda yatacak yer kalmayınca, Yeniçeriler, bekar odalarında, hanlarda, hamamlarda yatmaya başladı.

Böylece, Ocak mevcudu Üçüncü Mehmed zamanında 45 bin, Üçüncü Selim zamanında 110 bin, İkinci Mahmud devrinde ise 140 bine yükseldi.

“Vakayı Hayriyye” sırasında kayıtlı Yeniçeri sayısı 200 bin civarındaydı.

Bu esnada kütügü kayıtlı bilfiil Yeniçeri sayısı 140 bin idi. İstanbul’dakilerin sayısı 10-15 bin civarındaydı.

 

Yeniçeri Ocağı’nın ve Ortalarının Alametleri

Devleti Sancak-ı Şerif, Yeniçeri Ocağını “İmam-ı Azam Bayrağı” temsil ederdi; bu bayrağın üzerine de “İnna fetahna……” ayeti işlenmişti.

Ortaların nişanı, alemet-i farikası ise evvela kışlalarındaki odalarına bir levha halinde asılırdı. Neferler ise ortanın nişanı, vücudlarına görünür veya kolayca görünebilecek yerlere, ellerinin üstüne, kollarına, bazularına dövmeletirlerdi.

196 ortanın bazı alamet-i farikası şunlardan meydana getirilmiştir:

Çataluçlu kılıç/Zülfikar, ok ve yay, tüfek, gülle, mızrak, tuğ, çadır, başak, balta, camii, minare, minare âlemi, cami merdiveni, adi merdiven, arslan, fil, deve, kurt, köpek, kartal, şahin, balıkçıl kuşu, kadırga, gemi çıpası, el-pençe, güneş kursu, hilal, hurma ağacı, selvi ağcı, makas, ibrek, süpürge, araba tekerleği…

Nişen olarak resiler arasında yazı da kullanılmıştır; “Çifte vav” veya “Tevvelketü alellah” gibi…

 

Orta Hiyerarşisi

Yeniçeri Ortasının hiyerarşısı şu sekilde tesbit edilmiştir:

1) Acemi er: Ortanın en kıdemsizi,

2) Karakollukçular: Ortanın kıdemli erleri.

3) Başkarakollukçu: Aşçı muavini; karakollukçular arasından bu işe yatkın olanı seçilirdi.

4) Usta: Ortanın aşcısı; ustalık boşalınca başkarakollukçu usta olurdu.

5) Başeski: Ortanın en kıdemli neferi.

6) İmam: En ahlaklı ve faziletli olanı idi ki, kendisine zabitler dahi hürmet ederdi.

7) Bayraktar: Neferlerin en mümtazı. Bayraktarlık boşalınca Başeski “Bayraktar olurdu.

8) Vekilharc: Ortanın en küçük zabiti, idare memuru.

9) Odabaşı: Ortanın kumandan vekili, aynı zamanda veznedarı, Ortanın para sandığı. Odabaşılık boşalınca Vekilharc, Odabaşı olurdu.

10: Çorbacı: Ortanın kumandanı, herşeyinden mesul zabit.

 

Ocak’ın Hiyerarşisi

Yeniçeri Ocağını idare eden “Ağalar” şu şekilde tesbit edilmiştir:

1) Yeniçeri Katibi Ağa

2) Ocak İmamı Ağa

3) Solakbaşı Ağası (Dört Ağadır ki, 60, 61, 62, 63. Ortaların Çorbacılarının ünvanı idiler ve bu Ortalar İstanbul ile Sultanın muhafazasından sorumlu idiler.)

4) Bölükbaşı Ağa.

5) Başyayabaşı Ağa (101 adet ortanın Çorbacıların hepsi “Yayabaşı” ünvanını taşır, içlerinden en kıdemlisine de “Başyayabaşı” denilirdi.)

6) Kethüdayeri Ağa.

7) Muhzir Ağa,

8) Başçavuş Ağa.

9) Haseki Ağalar. (Dört Ağadır ki 14, 49, 66 ve 67. ortanın çorbacılarının ünvanıdır. Ve en kıdemlisi “Baş Haseki Ağa” ünvanı taşırdı. Misal olarak, Mimar Sinan da bir Haseki Ağa idi.)

10) Turnacıbaşı Ağa. (68. Cemaat Ortasının Çorbacısının ünvanıdır. Devşirme Kanunu kaldırılıncaya kadar Acemioğlanı devşirmeye bu Ağa memur edilirdi.

11) Seksoncubaşı Ağa. (Samsoncu başı Ağa da denilirdi ve 71. Cemaat Ortasının Çorbacısıdır. Sekson veya Samson, seferde ordugan muhafazasında kullanılar gayet iri ve sarp köpeklerin adıdır ve bu ortanın vazifesi ise bunların beslenmesi ve terbiyesi idi. Merkezleri Tophane sırtlarında idi.

12) Zağarcıbaşı Ağa(64. Cemaat Ortasının Çorbacısının ünvanıydı. Padişahın av zağarlarını bu Orta yetiştirirdi.)

13) Kulkethüdası Ağa yahut Kethüda Bey (Bir nevi Yeniçeri Ağasının muavini idi. Terfisi ya Yeniçeri Ağalığı veya Paşalık rütbasiyle Sancak Beyi veya Vali olmaktı.

14) Sekbanbaşı Ağa(Kulkethüdası ile aynı seviyede ikinci Büyük Yeniçeri Ocağı zabiti.

15) Yeniçeri Ağası

 

Yeniçeri’nin Terfi İşlemi

Bu 15 kademeden; Ocak Ağalıklardan, Yeniçeri Katibi Ağa’dan Kethüdayer Ağaya kadar olan mevkiiler herhangi bir sebeble boşaldığı zaman, büyük Ağalardan Kethüdaağası, alt kademedeki Ağalardan yahut Çorbacılardan birini seçip tayin ederdi ve Yeniçeri Ağasının tasdiki ile de bu fiiliyata geçerdi.

Kethüdayeri Ağa’dan Sekbanbaşı Ağa’ya kadar olan en yüksek mevkiilere, -Yeniçeri argosonda- “Katar Ağalıkları” denilirdi; bu silsilede bir yer boşaldı mı, alt kademedekiler bir üstüne otomatik olarak yükselirdi.

Yeniçeri Ağalığı boşalır ve Padişah Ocağın başına hariçden bir kimseyi “Ocak Ağalığı”na geçirmek isterse, ya Kethüdü Ağası veya Sekbanbaşı’yı “Ağa” olarak tayin ederdi; daha alt kademedeki bir ağayı, Kulkethüdasını ve Sekbabaşıyı atlatarak Yeniçeri Ağası yşapamazdı.

Fakat, 56. ortanın terfi imkanı yoktu; bu orta İstanbul’un meyve, sebze ve marangozluk gibi piyasa işlerinin kontrolünden memur edildiklerinden, esnaf ile sıkı fıkı olmaları sebebi ile idari ve askarî işlere karıştırılmaz ve “askerlik ruhları kaybedilmiş” sayılırdı.

 

Yeniçeri Ocağı’nın Gelirleri

Ulufe:

Acemioğlanı kapuya çıkıp Yeniçeri olunca 2 akçe yevmiye bağlanırdı. 17. asısda bu gündeliğe zam yapıldı ve 3 akçe oldu.

En kıdemli Yeniçeri yevmiyesi 16. asır başlarında 5, 16. asır sonunda 8, 17. asır sonunda 9, 17. asır sonunda 12 akçeye çıkarılmıştır.

Yeniçerinin gündelik ücretine, “Ulufe” veya “Mevari” denilirdi ve üçer aylık istihkaklar üzerinden senede dört takside bağlanmıştı ama üç taksidde ödenegelmiştir.,

Bu taksitlere Muharrem ayında başlanırdı ve Hicri takvim aylarının isimlerinden baştaki harfleri alınarak birer isim verilmişti.

Bunların isimleri de şunlardır:

1) Masar mevacibi (Muharrem, Safer, Rebiülevvelin ilk harflerinin kısaltması)

2) Recec mevacibi (Rebiülahir, Cemaziülevvel ve Cemaziülahir)

3) Reşen (Receb ve Şaban ile Ramazan)

4) Lezez mevaibi (Şevvel ayının lam’ı, Zilkaade ile Zilhiccenin Zel ve Zal’ı)

Cülus Bahşişi

Yeniçerinin ikinci geliri “Cülus Bahşişi” idi.

İlk bahşiş, Kosovada, Sultan Murad’ın şehadetinden sonra tahta çıkan Sultan Beyazıd tarafından verilmiş ve sonradan da her tahta çıkışda bu bir anane olmuştu.

(Yeniçeri hakkında, Osmanlı Ordusu-Ordu-yu Hümayun hakkındaki tetkikimizde daha geniş bilgiler verilecektir.)

 

  1. DEVŞİRME KANUNU

Çelebi Süleyman’ın veziri Çandarlı Ali Paşa tarafından Ankara Muharebesinin hemen ardından yapılan bu Kanun, daha sonra yapılan hurda tsarruflarla birlikte 17. asrın ikinc yarısına kadar yürürlükte kalmış ve Yeniçeri Ocağı’nın temel taşı olmuştur.

Devşirme Kanunu’nun ana maddesi; Yeniçeri yapılmak üzere Akıncı Gazilerden alınan “Pençik oğlanları”nın yerine, Padişahın Rumeli ve Anadoludaki hiristiyan tebasının evlatlarından oğlan devşirmek idi.

Bu kanun hem Yeniçeri ocağının tükenmez insan kanağı oldu, hem de fatih olarak girip yerleşen Türkler müstesna, ahalisi hemen baştan başa hıristiyan olan Rumelinin yavaş yavaş İslamlaştırılmasını sağladı.

Kanun maddeleri kısaca şunlardır:

1) Devşirilecek oğlanlar en küçüğü 8 en büyüğü 18 yaş arasındaki çocuklardır.

2) Aranılan evsafı haiz olursa, azami 20…

3) Bu yaşlardaki çocukların yüz melehat ve letafeti ile vücud tenasübüne ve tam sıhhate sahib olmaları devşirmelik için şarttır.

4) Devşirme zaman ile mukayyed olmanıp Yeniçeri Ocağı’nı besleyen “Acemioğlanlar Ocağı”nın ihtiyacına göre ve Yeniçeri Asker Ocağının en büyük kumandanı olan Yeniçeri Ağasının bu ihtiyacı bildirmesi ile yapılabilir.

5) Devşirme, ihtiyaca göre, memleketin her tarafında yahut tesbit edilecek mahut bir bölgeden yapılır.

6) Bir devşirme devresinde köylerden veya kasabalardan, mahallelelerden kırk evden bir çocuk alınır.

7) Evsafı kanuna uygun olarak devşirilecek oğlan en az iki erkek kardeşden biri olacaktr.

8) Evsafa uygun olsa da tek erkek çocuk alınamaz.

9) Evsafa uygun olsa ve 18 yaşından küçük olsa da evli ise devşirme olarak alınamaz.,

10) Devşirilenler nihai olarak bir elemeye tabi tutulurlar ve oğlanların en seçkinleri padişah hizmetine “İçoğlanı=Enderun oğlanı” olarak ayrılır, geri kalanlar Acamioğlanı olur.

Devşirme Kanunun tatbiki, her türlü suistimali engellemek için alınan tadbirleri de havidir. Buna göre,

1) Devşirme için Ferman şarttır.

2) Fermanda o devre için kaç oğlan ve nerelerden devşirileceği kaydedilir.

3) Devşirme işi Yeniçeri Ocağı’nın “Kataroğlanları” denilen büyük zabitlerinden “Turnacıbaşı Ağa”nın vazifesidir.

.

Kaynak: “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR