Kelime Yunanca; “Aυτοκέφαλος” (Aftokéfalos). Meâlen çevirilecek olursa, “kendi başına” (başına buyruk, kafasına göre iş yapan) mânâsını yükleniyor. İngilizler, özellikle de Yankee’ler bu kelimeyi çok seviyorlar: Autocephalous! Tabiî her insanın, her toplumun ve nihayet her devletin “otosefal” olma eğilimi vardır. Bazılarında ise bu ileri derecede ya da “illet” halindedir. Bir Yahudi ve “Gülhaç” (Rose-Cross) mason örgütü üyesi olan fakat ünlü bir “seyyah” ve “araştırmacı” olarak lanse edilen Christoforos Colombus isimli İspanyol’un ve bir diğer Portekizli mason “seyyah” Amerika Vespuçi’nin akrabaları olan Amerikalılar’ın bu “otosefal” eğilimleri tâ o dönemlere kadar iniyor, yani 1492’ler. Aynı tarihlerde, hattâ biraz daha önceleri aynı limanlardan Devlet-i Âlî-i Osmanî’nin sınırlarına doğru Colombus’un soydaş ve örgütdaşları yola çıkıyorlardı. Meşhur “Seferîler” (Seferadlar). Soytarılar tarihine göre, Amerika’yı keşfe gidiyorlardı! Gerçekte ise dünyanın en büyük katliamlarından birini gerçekleştirmek için yola çıkılıyordu. Koskoca kıtada ne İnka bıraktılar, ne Maya, ne Aztek, ne Sioux, ne Cherokee, ne de Mohikan. İşte bugünün “otosefal”leri o günün Colombus’ları, Vespuçi’leri, Enrıque’leridir.
Sonra paralarının üzerine, “In Good We Trust” (Allah’a Güveniyoruz, İnanıyoruz) yazıp aslında inandıkları Allah’ın açık yeşil renkli ve üzerinde yahudi kellelerinin bulunduğu kağıt parçaları olduğunu anlatmaya başladılar. Bazı teorisyenlere göre bu, “Responsibilities of Freedom”ın (Hürriyet’in Sorumlulukları) bir kriteriydi. Evet; özgür ve sorumlu olabilmek için önce “Yeşil İlâh”ın heryere nüfuz etmesi gerekiyordu ve etti. Ama bu yetmezdi, başka sorumluluklar da vardı. Meselâ, eğer ortada bir ilâh (Yeşil İlâh) varsa, başka bir ilâh fazlaydı ve onun gökte kalması ve “Kingdom of Skies”ın (Göklerin Krallığı) “idarecisi” olması gerekiyordu. Bu ideolojinin yeryüzündeki destekçileri de üretilmişti: Protestanlar! Yani “Protesto Edenler”. Peki neyi protesto ediyorlardı? Ya da ne istiyorlardı? Fundamentalism’e (Türkler bu kelimeyi “Köktencilik” diye çeviriyorlar ama esasında “Temelciler”-“Esasçılar” demek lazım) geçit vermemek! Onların “köktenciler”den kasdı ise, “Orthodoks Hristiyanlar” ve “Müslümanlar”dı. Tüm dünyada “pseudo-liberal”ler (sahte özgürlükçüler) ürettiler. Onlara göre “Spiritual Comfort” (Ruhî Konfor) “Yukarıda oturan İlâh”tan, “Material Comfort” (Maddi Konfor) ise yerdeki “Yeşil İlâh”tan gelecek ve “Hürriyet”in “Sorumluluğu” bu sahte liberaller tarafından taşınacaktı.
Arasıra onlara, Matta İncili’nden şöyle bölümler hatırlatıldığında; “Denizlerden karalara dönmeler üreten riyakâr farisîler, O geldiğinde, onu Cehennem’in oğlu yaparsınız, sizden daha beter!” cevaben, “Allah’ın verdiği hakikat bizim misyonumuzdur” derlerdi. “Her milleti eğitmek” gibi “yüce!” bir misyonları vardı. Gökteki İlâh’la yerdeki Yeşil İlâh birarada dünyanın heryerini dolaşıyorlar ve “misyonerlik” yapıyorlardı. Kime karşı? Totaliterizm’e, Köktenciliğe, Radikalizm’e, Şiddete karşı. Ne adına? Barış, sevgi, kardeşlik, iyilik. Bir tür Polytheism (Çoktanrıcılık) olan Protestanizm dinî ideolojisi zaman içinde “Helper Gods and Godesses” (Yardımcı İlâh ve İlâheler) de üretti. Bu “yardımcılar”ın hepsi insanlığın iyiliği, evrensel barış, kardeşlik içindi. Amerikan Protestan Pantheon’undan (İlâhlar Meclisi) birkaç örnek verelim: Pornografi ilâhesi, San Fransisco eşcinseller ilâhı, Detroit Makine Endüstrisi ilâhı, Alaska Beyaz Fokları katletme ilâhı, Yerli Halklar soykırım ilâhı, Hollywood Film ilâhesi, Feminizm ilâhesi, Rambo tek kişilik savaş ilâhı, Füze Kalkanı sistemi ilâhı v.s. Böylece “Amerikan Polythesim”i kurumlaştı ve ihraç edilmeye başlandı. Bu ihracın adına “Pax Americana” dendi. Deyim, “Pax Romana”dan mülhem yani “Roma Barışı”. Hatırlanacağı üzere, Roma da “çok tanrılı”ydı; Jüpiter, Mars, Venüs, Diana hepsi Roma Pantheon’unu oluşturuyor ve “Roma Barışı”nı dünyaya ulaştırmak için didiniyorlardı.
Vietnam’da, Somali’de, Angola’da, Kore’de, Meksika’da, Türkiye’de, Afganistan’da, Bosna’da kısacası heryerde “Amerikan barış havarileri”, “kötü adamlar”a karşı yırtınıp duruyorlardı. Rambo’lar, Van Damme’lar, Bruce Lee’ler, Batman’ler, Superman’ler, Delta Force’lar, Doğum Günü 4 Temmuz’lar ve daha niceleri hep bu “Protestan-liberal-laik-pasifik” ideolojinin ve onun özellikle yerdeki Yeşil İlâhı’nın ikbâli ve ihyası için “olağanüstü” çabalar gösteriyorlar ve sonunda hep kazanıyorlardı. Onlar aslâ emperyalist-ırkçı-köktenci-gerici-soykırımcı olamazdılar. Bu tür sıfatlar ancak Müslümanlar’a, yoksullara, sosyalistlere, mazlumlara yakışan sıfatlardı, zira onlar “Amerikanvarî Barış”a, “liberalizm”e, “laisizm”e, “pasifizm”e, “işgal”e, “soykırım”a, “sömürü”ye, kısacası “PARADİGMA”ya karşı isyan ediyorlar ve Amerikan Pantheonu’na karşı Allah’ın ehadiyetini, vahdaniyetini, kula kulluğa reddi, anti-emperyalizmi, anti-ırkçılığı, anti-siyonizmi, anti-şövenizmi, anti-jenosidizmi, anti-siyonizmi, anti-kemalizmi savunuyorlar ve bunun mücadelesini veriyorlardı.
Amerikan Protestan Pantheonu dünyayı, “Teröristler” ve “Anti-Teröristler” diye ikiye bölerek safların sıklaşmasına sebeb oldu. “Teröristler”, “Ghetto kökenli sürüngenler”di. Hattâ daha açıkça yazmak gerekirse, “Müslüman sürüngenler”, “Müslüman tuza tükürenler”. Kimin tuzuna tüküyordu Müslümanlar? Birincisi, İbranîlik’te mukaddes bir değer atfedilen “Yahudi Tuzu”na tüküyorlardı, ikincisi “Anglo-Amerikan Protestanizm ideolojisinin kurumları”na tükürüyorlardı ve nihayet “sahte liberalizm”in ve Globalist-Kapitalizm”in suratına tükürüyorlardı. Üstelik karşısında, “yüzüne tükürülünce yağmur yağıyor zanneden” bir “Protestocu” sistem vardı. Vietnam’da, Kore’de, Hindiçin’de, Afganistan’da, Somali’de suratında balgam gölleri oluştuğu halde utanmayan ve balgama doymayan “Protestocu kahpe çocukları”. Her yenilgiden sonra, Sistem’in İlâhı çıkıp, “Our bullets will do it” (Mermilerimiz bunu becerecek) diyor, ardından o mermiler “Johny”lerin makatlarına saplanıyor ve “body-bag”ler (Ceset Torbaları) Amerikan limanlarına yanaştıkça “ilâh” histeri krizlerine giriyor ve vire dağları dövüp duruyordu.
Baba Bush (Baba Puşt) Müslüman Irak halkını, Saksafoncu Bill Jefferson “Kıl”intın Balkan ve Ortadoğu Müslümanlarını canından bezdirmek için elinden geleni yaptı ve “Oğul Puşt”, “İlâhlık Gömleği”ni giyer giymez, salyalı ağzıyla “dünyayı dize getireceğinden” söz etmeye başladı ve Dünya’nın sabrı taştı nihayet “İkizler’in başı okşandı”, “Savaş İlâhı”nın sarayı “Pentagono” (Beş Köşe) yerin dibine geçirildi yani “Tavros”un (Boğanın) boynuzları koparıldı, beyni büyük bir tarvmaya maruz kaldı, gözlerinde “diplopi” (çift görme) oluştu. Boynuz, boğanın en önemli savunma aracıdır, gitti gider! Beyni de bulandı, gözü de şeşi beş görüyor. Böyle bir boğa ne yapabilir? Sağa sola delice saldıracak ve her saldırıda yeni bir yara alacak, tâ son kılıcı tam ense kökünden yiyene kadar. Neticede de, “Arena”nın ortasına devrilecek, onunla beraber “Protestan-Laik-Liberal” paradigma, işbirlikçileri ve acentalarıyla birlikte yerin dibine geçecek, dünya birden lâlezara dönecek. Bu bir hayal değil, “mukadder”dir.
“Otosefal” demiştik, yani “başına buyruk”, “kafasına göre takılan”. Otosefal olmanın bazı dezavantajları vardır; meselâ “Ensefalit” (Beyin iltihabı), “Menenjit” (Beyin zarı iltihabı), “Kafa travması”na maruz kalma riski çok yükselir. Amerikan Pantheonu da bu risklere maruz kalıyor. Ne hoş, ne güzel, ne keleş… Allahuekber demekten gayrı ne yapılabilir ki?..
Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)