Kavram Yunanca. Tam Türkçesi’ni bulmak kolay değil. Para: Etrafında, yanında, yanıbaşında, kenarında, yakınında anlamında. Digma: Örnek, misal, model, nümûne. Paradigma kelimesini biraz zorlanarak çevirirsek; Model, alternatif model, örnek anlamını yüklemek mümkün. Ancak siyâsî terminolojide daha ziyâde, ideolojik-politik model, belki de “Statüko” anlamı yüklenen bir kavram bu.
Özellikle son 10-15 yıldır Türkiye’de “aydın”ların, sanâtkârların, yazar-çizerlerin makâlelerinde ve konuşmalarında boy göstermeye başladı bu kavram. Hattâ Doç. Dr. Fikret Başkaya, yazdığı bir kitabına “Paradigma’nın İflâsı” adını verdi. Paradigma’dan kalkarak bazı mevzulara yelken açalım şimdi.
Siyâset çok kısaca, içtimâî hayatımızı birlikte örgütleme biçimimiz ve bunun getirdiği güç ilişkileridir. Bu çerçevede siyâset -farkında olunsun veya olunmasın- insanın kullandığı dilde, duygularında, aşklarında, nefretlerinde, cinselliğinde, tarihe ilişkin yorumlarında, umutlarında kısacası hayatının her ânında -şuurlu veya şuuraltı buuduyla- mevcuddur. Siyâseti insan hayatından kopuk, mücerred bir kavram olarak ele almak, bir tür “akademik mitolojizm”dir. O nedenle, insanları “Apolitik” (Siyâsetsiz, siyâset dışı, siyâsî ilgileri olmayan) sıfatıyla nitelediğimiz vakit aslında onun -örtük bir biçimde de olsa- kendi siyâsetimize uzak, yabancı bir kişi olduğunu vurgulamak isteriz. Fakat, aslında o “Apolitik” insanın da -ibtidaî bir seviyede bile olsa- siyâsî bir kimliği vardır. Siyâset kavramı her ne kadar “Politika” kavramının tam karşılığı olmasa da günümüzde “sinonim” (eşanlamlı) olarak kullanılır. Yunanca olan Politika kavramının, orijini “Polis”tir ve “Şehir” anlamına gelir. Bu kelimeden mütevellid olan bazı kavramlar şunlardır: Politîa: Memleket, devlet, Medenî Hukuk. Poliûhos: Belde, şehir hâmisi. Polîtevma: İdâre şekli, hükümet usûlü. Politevome: Siyâsetle uğraşmak, siyâset yapmak, idâre olunmak. Politeftîs: Siyâsetçi, politikacı, siyâsetle ilgilenen kişi. Polîtis: Şehirli, yurttaş, vatandaş. Politikî: Siyâset, politika. Politikologô: Siyâsetten bahsetme, siyâset konuşmak. Politikôs: Siyâsî, politik. Politismênos: Medenî. Politismôs: Medeniyet. Politogrâfisis: Tâbiyete geçirmek. Politofilakî: Şehir muhafızı, polis.
Dikkat edilirse Kadîm Yunan’da, şehir-devletlerde, idâre, hükümet, iktidar, siyâset, medeniyet, yurttaş, muhafız gibi kavramlar “Şehir” kavramı etrafında gelişiyor, yani sihirli kelime “Polis” (Şehir). Bu açıdan bakıldığında politika ile şehir (devlet) kavramı içiçe ve her “Politis” (Yurttaş) aynı zamanda-iyi kötü-bir siyâsetçi. Gerçekten de, Zinon, Sokratis, Platonas (Aristoklis), Aristotelis gibi devlerin dönemine bakıldığında halk bugünkü ifâdeyle belirtmek gerekirse çok “politik” yani etrafında (şehirde) olup bitenlerle yakînen ilgili ve etkili. Her yerde tartışmalar yapılıyor, değerlendirmeler ve çözümler ortaya konuyor ve yoğun bir münâzara-münâkaşa süreci işliyor. İşte o nedenle, Matematik’ten Astroloji’ye, Astronomi’den Tabiat ilimlerine, Mantık’tan İlâhiyat’a bir sürü konuda Tarih’in en büyük ustaları ortaya çıkıyor. Bunun temel sebebi “Politika Yapmak”! Devlet’in her seviyedeki faaliyetlerini, bir yandan üretmek bir yandan da denetlemek, aman vermemek. İşte, bugün çokça tartışılan “Demokrasi” o dönemde ve yukarıda zikrettiğimiz temel sebeblerle tesis olunuyor. “Dimos”un yani halkın-kitlenin “Kratos”u yani irâde ve idâresi, hükmü, devleti ortaya çıkıyor. Temsilî falan da değil, halkın doğrudan sürece katılması. Bundan yaklaşık 2500 yıl öncesinden bahsediyoruz.
2500 yıl sonra aynı coğrafyada, tesis edilen politik sistemin adı ne olabilir? Bunu herkes kendine göre adlandırıyor; işte, Anti-demokratiktir, baskıcıdır, eşitlikçi değildir vs. Daha değişik bir tasvir olarak şöyle söylemek mümkündür: Şahsî Şuur adını verebileceğimiz bir kavram-varlık, herşeyin merkezi hâline gelmiştir. Böylece, “Varoluş” denen şey gittikçe daha sıkıcı ve mekanik olmaya başlamıştır. İyi de, bunun böyle olmasının sebebi nedir? Burada çok ağır bir eleştiriyle yaklaşıyorum: Türkiye’de “toplum” denen bir “antite” mevcud değildir, varsa bile “Entité Morbide”dir (Antite Morbid-Sağlıksız Varlık [Kendi başına varlık]). Peki “Toplum” namevcud ise, o toplumun siyâsetinden, ideolojisinden, kültür-sanatından, üretiminden, ilminden, özcesi “teori”sinden söz edilebilir mi? Belki bir “Vakum Teorisi” (Vakum Toplum) gündeme getirilebilir. Yani havasız-susuz özel bir ortam.
Peki şimdi toplumun liderleri-önderleri, “aydın”ları-entelektüelleri, ilim adamları, sanatçıları vs. neyi anlatabilirler / anlatıyorlar? Endüstriyel Kapitalizm’in hükümrân ideolojileri ve onların uyguladığı hangi reel politikalar mevcud burada? Bu ideolojilerin gözle görülür hangi stratejilerinden dem vurulabilir? Doğru dürüst bir burjuvazi yahut proletarya mı var ki, sınıf ilişki ve çelişkilerinden bahsedilsin? Eğer adından bahsediliyorsa dahi Türkiye burjuvazisi denen şey -her neyse- özentili, kompleksli, kimi zaman kibar, romantik, pasif hümanist ve nihâyet “impotent”dir (iktidarsız). Demek ki, Türkiye “hayalî burjuvazisi”nin Modern Kapitalizm’le ciddi bir çelişkisi (en azından uyumsuzluğu) vardır. O hâlde, “Türkiye romantik burjuvazisi”, Türkiye devletinin-toplumunun resmî ideolojisinin bir parçası olduğu / olması ve onu yeniden üretmesi gerektiği hâlde, görünürde ve görünür gelecekte böyle bir şey yoktur. Çünkü Türkiye’de burjuvazi “lithopedik”tir yani ana rahmine düşen ancak bir süre sonra ölen, öldüğünün farkına kolayca varılamayan, taşlaşan-taş kesen bebektir. Eğer, “Modern Ülke”de “Doğru dürüst bir burjuvazi” yoksa, o toplumun “Batı kriterleri gereğince” sağlıklılığından hattâ reel anlamda varlığından söz etmek mümkün değildir. Burjuvazi yoksa onu temsil eden “sahte de olsa” siyâsî partiler-örgütler-hareketler de yoktur. Bu mânâda Eski Yunan’daki “Aristi”ler (Beyler)in bugünkü yaklaşık karşılığı olan küçük-orta burjuvazi Türkiye’de siyâseten temsil edilmiyor yani fikir ve eylem üretemiyor, tartışamıyor ve katılamıyor. Burjuvazi yoksa “Liberal hümanizma”dan da söz edilemez. Modern devletlerde Kapitalizm iki yüzlü de olsa sanat-kültür faaliyetlerine yatırım yapar ve oradan siyâsî prestij devşirir. Mâdem modern kapitalizm Türkiye’de mevcud değil demek ki sanat-kültür eylemliliği de sâkıttır veya can çekişecek kadardır. Sunî ve çarpık olarak bu eylemliliği, başaşağı durarak yürüyen “Acenta burjuvazisi” üstlenmiştir ve o nedenle “mahallî” ve “halka ait olan”a pek ilgi duymaz, işine yarayan “hurda”ları toplar ve bir kısmını da götürür. Hâkezâ, futbol maçlarında 10.Yıl Marşını söyleyen emekçileri de “namevcudlar” sınıfına dahil etmek çok zor değildir.
Burjuvazisiz, proletaryasız, sanatsız-kültürsüz, ilimsiz yani “varolmayan” bir “gayri-sıhhî varlık”ın retoriği de olmamaktadır. Yahut, üst seviye retorikleri idrak edip değerlendirecek vasıfta değildir.
Şimdi de, yelkeni “İdeoloji” bağlamında şişirelim. Kavram yine ve tabiî olarak Yunanca (Kadîm Yunan hakikati gereğince). “İdea“: Fikir. “Lôgos“: İlim, bilgi, kelâm. Çırılçıplak bir tercüme yapacak olursak, Fikir bilgisi, fikriyat, fikrin dili. En kısa biçimde tanımlayacak olursak da, siyâsî-sosyal-sanat(sal)-kültürel-ilmî normları-ölçüleri çatılandırma. Yani “Siyâsetin iskeleti”, olmazsa olmazı, peteği. İlkeler manzumesi. (Bazılarının “ideoloji” kelimesini duyunca sara krizine girmesinin sebebi ise, cahilin korkusu nev’inden…). Bu açıdan bakıldığında, aynı “Apolitik” insan olamayacağı gibi “İdeolojisiz” insandan da bahsedilemez. Herşey politik olduğu gibi, ideolojiktir de. Sanat-Kültür, ilim, spor vd… ML (Marksizm-Leninizm), Maoizm, Kapitalizm, Liberalizm, Hümanizm, Feminizm, Hristiyanlık, Yahudîlik, Müslümanlık, Endüstriyalizm, Satanizm, Ezidizm, Milliyetçilik, Panteizm, Dadaizm, Puantizm vd. Herbiri, “İlkeler manzumesi” olmaları ve “Fikriyat”ı hâvî olmaları noktasında birer ideolojidirler. Tafsilâtını, “İdeolocya Örgüsü”, “İdeolocya ve İhtilâl” gibi eserlerde en doyurucu bir biçimde bulabilirsiniz (Ulemâ kisveli Cühelâ familyası da bulabilir!).
Vakum-Toplum’da, ML, MLM, Kürtçülük-Türkçülük-Arabçılık, Liberalizm, Feminizm, Dadaizm vs. ne işe yarayabilir? Hâliyle, “Vakum-Toplum İdeolojisi”nin tuzağına birlikte düşerler. Sanal burjuvaziye karşı muhayyel proletarya diktatörlüğü, sanal liberalizme karşı mücerred konservatizm (muhafazakârlık)… Dön dolaş, Vakum’a (karadeliğe) düş ve ortadan kaybol. “Sistem bazılarının boynunu kesti, bazılarının saçını, biz traş olduk!” diyenlerin boynu Kenya’da kesilirken, yitirilen yörüngenin Vakum’a düştüğünü gözleyen ideolog, eleştirdiği “Mahirler’in, Denizler’in sisteme-ejderha’ya cebheden saldırma tarzı” ile kendisinin “taktiklerle oynarsam kazanırım” sisteminin aslında “çoktan stratejileştiğini” ama nihâî adresin “Karadelik” olduğunu “memlekette” farkettiğinde, “Vakum İdeolojisi“ne sarılmaktan ve onunla bütünleşmekten başka yol olmadığını ikrâr etti. Sâdece son bir yılda Vakum, 82 genci yuttu. 30 yıldır Vakum’un Giyotini’nden defâlarca geçenler bugün hâlâ “Tek Adam”ın burjuva demokrat-milliyetçi olduğunu ve ortada yarım kalan bir “devrim”in varolduğunu ve yapılması gerekenin bunu “tamamlamak” olduğunu iddia ediyorlarsa, ortada kocaman bir “tefekkür” hatasının olduğunu görmezden gelemeyiz.
“Teori” de Yunanca. “Theome“: Görmek, gözlemek kelimesinden geliyor. Birtakım hâdiseleri (fenomenleri) veya hadisevî ilişkileri açıklayan “kavram” örgülü bir sistem olarak tanımlanır teori. Böyle bir sistemi kurmak, en üst seviyede zihnî bir çalışmayı gerektirir. İyi kurulmuş bir teorinin, bir sanat eseri gibi entelektüel ilgilere hitâb eden ve insanların dünya görüşlerini etkileyen bir niteliği vardır. Kimileri için teori, felsefe nev’inden geniş bir spekülasyon; kimisi için, idrak verilerimizi ve müşâhedelerimizi (gözlemlerimizi) aşan herhangi bir kavram veya genelleme anlamına gelmektedir. Hâdise, doğrudan veya dolaylı ortak müşâhedeye mevzu olan ve Tabiat’ta yer olan bir oluştur. Teori ise, insan zihninin bir ürünüdür; hâdiseleri izâh etmek ve kâinat’ı en azından bir yanıyla anlamak için kurulur. “Faraziye (Varsayım)”, doğruluğu tahkik edilmeksizin kabul edilen iddiadır. “Hipotez” ise “doğrulanmak” üzere ele alınan iddiadır. Oysa teori, kısmen de olsa doğrulanmış fakat henüz tümüyle kesinleşmemiş bir sistemdir. Tek bir kaziyeyle (önermeyle) değil, birbiriyle ilişkili birçok kaziyeyle dillendirilir.
Fakat hiçbir teori, bir dünya görüşü kadar şumûllü (kapsamlı) olmaz. Bir teori, ancak belli bir hâdise türünü kapsadığı hâlde, bir ideoloji kâinatın tümüne belli bir açıdan bakma imkânını ihtivâ eder.
Paradigma’yla araladığımız perdenin arkasında, “Siyâset”-“İdeoloji”-“Teori” üçlüsünü çok kısaca ele aldık. “Hâdise”; “Vakum Toplum” ise, “İdeoloji”; “Vakum İdeolojisi” ise, orada “Teori” boşa düşer ve onun yerine “varsayımlar” ortalıkta cirit atmaya başlarlar. Çıplak uyarıcı, ZB, Bayraktar, çeşitli numaralardan cumhuriyetçi taslakları, DC, parlamentarizm, siyâsî partiler, sivil toplum örgütleri, sarı sendikalar, futbol, loto, lotarya, sayısal gece, televole, fuhuş vs. de “Vakum’un Ergosferi”ini oluştururlar. Bu ergosferin câzibesine kapılan yanıp kül olur. Orada, “Müflis” olup olmadığı çok tartışma götürür bir “Paradigma” vardır: Vakum Paradigması!
Son tecridde, Karadelik Paradigması’nın esiri ve parçası olmak bir tercih meselesidir. Onun yörüngesine girmek istenmiyorsa (veya girilmiş olan yörüngeden kurtulunmak isteniyorsa) “Akdelik Paradigması”na yelken açmak gerekir. Bu, burjuvanın da, proletar’ın da, zenginin de fakirin de, sosyalist’in de Kürt’ün de semereleneceği ve “müflis” değil “müşfik” bir Paradigma olacaktır. O Paradigma, “Gâye İnsan-Ufuk Peygamber” nisbetli olup, metodu “Kendinden Zuhur Diyalektiği“dir!
Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)