Deyim Yunanca; “Πολεμος Πατηρ Παντου” (Polemos Pater Panton) meali ise “Savaş herşeyin babasıdır / atasıdır.” Deyimin sahibi ünlü Yunan bilge Heraklit’tir. (İraklitos). Bir diğer yaklaşım da, “Savaş, siyasetin en somut biçimidir”. Büyük Frederic, Napoléon Bonaparte, Büyük İskender, Sucre, Hannibal gibi büyük kumandan-devlet adamları savaşı bir sanat ve kültür olarak ele almışlar ve bunun teorilerini yazmışlardır. Çok daha önceleri ise Tzun-Tsu, “Savaş Sanatı”nı yazmış ve bu eserinde savaş olgusunu bütün boyutlarıyla irdelemiştir. İnsanlık tarihi, bir “savaşlar tarihi” olarak değerlendirilebilir. Tarihin hiçbir süreci “barış”la yürümemiş, yürütülen müthiş mücadeleler ve savaşlar sonucu “barış”lar doğmuştur. Heraklit’e katılmamak elde değil; dünya üzerinde ne kadar büyük medeniyet ve fikriyat mevcud ise hepsi amansız savaşlar ve sayısız kayıplarla ayakta durabilmişler, varolabilmişlerdir.
Yahudilik, defalarca yenilgiye uğramasına rağmen yılmamış ve nihayet 1948’de devletleşmiş ancak bu tarihe kadar, “savaş” fikrinden ve eyleminden hiçbir zaman uzak durmamış, bu uğurda “Masada Kalesi direnişi” gibi tarihî direnişlere imza atmış ve Yahudi halkını ve Tevrat-Talmud-Kabbalah ideolojisini bu sayede ayakta tutabilmişlerdir. İmânımız ve ideolojimiz gereği nefret ettiğimiz ve kendilerine savaş açtığımız Ariel Sharon (birçok yahudinin gözünde bir “kahraman” konumundadır.), Golda Meir, Ezer Weizmann, Menahem Begin, Moshe Dayan gibi liderler ve komutanlar yahudiliğin kurtuluşunda çok ciddi rol oynamışlardır. Onlar, yahudiliğin ayakta durması için inanılmaz ve acımasızın acımasızı bir savaş yürüttüler ve “malesef” başarılı oldular. Darius’un savaşçılığı olmasa Pers ideolojisi ayakta kalabilir miydi? Aryen devlet geleneği kurulabilir miydi? Marcus Aurelius, Sezar, Vespasianus gibi başkomutanlar olmasa Roma’nın esâmesi okunur muydu? Leonidas, Pericles v.s. olmasaydı, Atina’dan, Sparta’dan, Korintos’tan bahsedebilecek miydik? 1821 Yunan ayaklanmasının başını çeken ve kimilerine göre “millî kahraman”, kimilerine göre ise “acımasız bir faşist” olan Theodoros Kolokotronis olmasaydı, modern Yunan devleti olur muydu? Doğrudur, Kolokotronis, savaşta duygusallığa asla müsade etmeyen biri olarak bilinir ve askerlerine şöyle dediği rivayet olunur: “Aranızdan biri, firar eder ya da düşmana kaçarsa, karısını, çocuğunu, anasını, babasını ve kan bağıyla bağlı olduğu herhangi bir yakınını bir daha asla göremez ve bu acı, hayatı ona yâr etmez!” Yine Koloktroni, mücadeleye 60 kişiyle başladığını, eğer 6000 kişiyle başlasaydı bu savaşı asla kazanamayacağını söyler. 1946-49 yılları arasında yaşanan Yunan İç Savaşı’nda 550.000 kişi ölmüştür. Tüm bu savaşlar olmasaydı Yunanistan’dan bahsedebilir miydik?
Savaş “halas“la tamamlanmayınca, çözüm başka yerlerde (örneğin tek kutuplu dünya hikâyeleri) aranmaya başlanır, silahlı mücadele yadsınır. Başarı, siyasette ve diplomaside aranır hale gelir. Ama, silahlı mücadele dışında kazanılmış hiçbir devrim örneği yoktur. Küba, Çin, Bolşevik Devrimi, Fransız Devrimi, Vietnam vd. Ve nihayet İslâm’ın kuruluşu. Hepsi silahlı mücadeleyle kazanıldı. Eğer PKK’nın tezi doğru olsaydı, Kolombiya’da FARC’nın, Peru’da Aydınlık Yol (Sandino Luminoso) ve MRTA’nın Honduras’ta Tupamaroslar’ın, Batı Sahra’da Polisario Cephesi’nin, Cezayir’de GİA ve MİA’nın, Mısır’da Al-Gamaa’nın, Filistin’de Hamas’ın, El-Fetih’in, İslâmî Cihad’ın, Lübnan’da Hizbullah’ın, EMEL’in, Çeçenistan’da müslüman gerillaların, Filipinler’de Moro gerillalarının, Ebu Sayyaf’ın, Türkiye’de bütün sosyalist ve İslâmî hareketlerin, Korsika’da FLNC’nin, Almanya’da “Kızıl Hücereler-1” ve “Kızıl Hücereler-2”nin, İspanya’da ETA’nın (Euskadi Ta Askatasuna), Britanya’da İRA’nın ve Real İRA’nın, Yunanistan’da “17 Kasım”ın, Tunus’ta “Sosyalist Hücreler”in, Fildişi Sahilleri ve Sierra Leone’de “Sosyalist Cephe”nin, İran’da halkın Mücahitleri’nin, Fedaiun’un, Nepal’deki Maoist gerillaların, Sri Lanka’daki Tamil Ealam Kaplanları’nın silahlı mücadeleyi bırakıp “demokratlaşma”ları gerekir. Üstelik, Britanya’da, İspanya’da, Fransa’da, Yunanistan’da, Almanya’da şartları gözönüne aldığımızda, başarı ihtimalinin daha yüksek olduğunu görürüz. Zikrettiğimiz ülkeler Türkiye’ye göre bin kere daha demokratikler. Ama hiçbir örgüt bu silahlı mücadeleden ve devrimci şiddetten vazgeçmiyor aksine savaşı tırmandırıyor. Demek ki, “YDD”ye göre tavır almak çok çok yanlış bir siyasetin habercisi. Ne gibi?
Meselâ FİS (İslâmî Selâmet Cephesi). Bir zamanlar Cezayir’i ayağa kaldıran meşhur örgüt. Şimdi? Bütün üst yönetim Alman İstihbaratı’nın kucağında, Almanya ne derse onu yapıyorlar, “demokrasi”den dem vuruyorlar. Peki kazanımları ne? Koskoca bir hiç! Hayatlarını böyle tüketiyorlar ve teori yazıyorlar.
Meselâ DY (Dev-Yol) veya TDKP. Ne oldu? Nerede o koskoca DY, Türkiye devrimine hazırlanan kadrolar nerede? Beyoğlu, Taksim, Etiler v.s. gibi “demokratik” alanlardaki meyhanelerde ülkeyi kurtarıyorlar ya da “ÖDP”, “EP” gibi partilerde legal siyaset yaparak iktidar arıyorlar.
“İslâmî çevreler” açısından da trajik sayılabilecek bir tabloyla karşı karşıyayız: YNÖ, ZB, İN, AB v.s. gibi bir sürü “Şark entellektüeli” veya ajan kişiliğe göre İslâm’da “şiddet” yoktur. Demek ki, Peygamber-i Zişân’ın bizzat yönettiği 400’e yakın seriyye ve gazve “yanlış” ve “gereksiz”di. Uhud, Bedr, Hendek, Taif vs. hep “anti-demokratik” fiilerdi. Yine FG, MK, AH vs. gibi bir sürü zevata göre esas cihad, “Nefs’le olan cihaddır” ve diğerinin pek önemi yoktur, olmasa da olur! Binbir detay merak edilip sorulur da (örneğin kadın ezan okuyabilir mi, ezan okunurken cinsî münasebete ara verilir mi vs.), kimse “stratejik savaş” nedir, “savaşın moral değerler üzerindeki etkisi nedir?”, “silahlı mücadelenin aşamaları nelerdir?”, “askerî örgütlülük ve İslâm tarihindeki paradigmalar nelerdir?”, “Selahaddin Eyyubî kimdir?” vs. gibi bir sürü “lüzumsuz” soruyu sormaz. Onlar için önemli olan bilmem ne otomotivin hangi arabayı kaç taksitle sattığı, Shah-İnn oteldeki ödeme koşullarının neler olduğu, İslâmî mayoların son kreasyonları çok daha mühim konulardır.
“ASLAN”ın “aslan terbiyecisi”nden daha kuvvetli olduğu herkesin malûmudur. Bunu en iyi bilen “aslan terbiyecisi”nin kendisidir. ASLAN’ın uyanması için de “terbiyeci”nin ölümü şart değildir, uyandıktan sonra zaten ortada “terbiyeci” falan kalmaz. Ama belki, ASLAN’ı uyandırmak için, “terbiyeci”yi provoke etmek gerekir, hepsi bu aslında.
Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)