Prof. Pablo Beneito ile İbn Arabî Üzerine

Röportaj ve İngilizceden Tercüme:
Hayreddin Soykan

Pablo Beneito, İspanya’daki Sevilla Üniversitesi’nde, Arab Dili ve İslamî Araştırmalar profesörü olup, İslâm Düşüncesi, Kur’ân, Arab Dili ve Edebiyatı dersleri vermektedir. Ziyaretçi profesör olarak ayrıca Fransa Sorbonne ve İspanya Toledo’da öğretim üyeliği yapmaktadır. Yayınlanmış eserleri arasında, Muhyiddin-i Arabî’den Suad el-Hakîm’le birlikte İspanyolca ve Arabça’ya, Cecilia Twinch’le birlikte de İngilizce’ye çevirdiği “Meşâhidü’l-Esrâr”, Stephen Hirtenstein’la birlikte yine Muhyiddin-i Arabî’den İngilizce’ye çevirdiği “Evrâd”, İspanyolca olarak yayınlanan ve Tasavvufta kadınlık mefhumunun işlendiği “Mujeres Luz Mistica Femenina”, yine İspanyolca “El Lenguaje De Las Alusiones: Amor, Compasion Y Belleza En El Sufismo De Ibn Arabi”, ayrıca “Raices Mediterraneas En Latinoamerica: Cultura Arabe, Cultura Italiana”, aynı şekilde İspanyolca olarak yayınladığı ve Sufî şiiri üzerine bir antoloji olan “La Taberna de Las Luces” ve son olarak Hasan Mamduhi ile birlikte hazırladığı Muhyiddin-i Arabî’den “Keşfü’l Mânâ” bulunmaktadır. Profesör Beneito, “El Saber en Al-Andulus” adlı araştırma grubunun direktörü olup, İbni Arabî üzerine, çoğu İspanya’da olmak üzere, uluslararası 14 ayrı konferans tertib etmiştir. Suriye, İngiltere, Fransa, Türkiye başta, çeşitli ülkelerde İbni Arabî’yle ilgili araştırmalar yapmış ve düzenlenen uluslararası organizasyonlara katılmıştır. Kendisiyle 23-28 Mayıs 2008 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen “Modern Çağ ve İbn Arabî Uluslararası Sempozyumu” sırasında görüştük.

***

Aylık: Röportaja başlamadan önce, küçük kızınızın ismi dikkatimizi çekti. İsminin “Berra” olduğunu söylemiştiniz. Türkiye’de kız çocukları için biz de bu ismi sıkça seçeriz. Anlamı nedir?

P. Beneito: İslâm ülkelerinde kullanılan bir isim olduğunu biliyorum, ancak bizim seçimimizde “Berra” isminin Rusça anlamı belirleyici oldu: “İman” demek.

Aylık: Çok güzel, Allah bağışlasın. Röportaja dönersek; sizinle hassaten görüşmek istememizin sebebi, Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin Batı düşüncesi üzerindeki tesirine dair kanaatlerinizi öğrenmek. Böyle bir tesir hususunda, doğrusunu söylemek gerekirse, sizden önce kendisiyle görüştüğümüz Prof. William Chittick bir nebze kafamızı karıştırdı ve İbni Arabî ile Batı düşüncesi arasında entelektüel seviyede bir ilişki bulunmadığını, çünkü İbni Arabî’nin eserlerinin 20. yüzyılın başlarından önce Batı dillerine tercüme edilmediğini ifade etti. İşte bu husus sizin uzmanlık sahanıza girdiği için bir de sizden duymak istedik ki, Prof. Chittick de bu mevzuda size başvurmamızı tavsiye etmişti zaten. Sizce de böyle bir bağ yok mu?

P. Beneito: Evet, bence de bu şekilde açık bir bağ bulunmuyor. Daha doğrusu şöyle arzedeyim: Bu yaptığım tesbit, her ne kadar bu bağın varlığını yahut yokluğunu kesin biçimde tahkik etme ve entellektüel seviyede izah edebilme şansımız bulunmasa da, bir dereceye kadar doğrudur.

Aylık: Siz de, Prof. Chittick gibi, elle tutulur gözle görülür bir delilin bulunmamasına istinad ediyorsunuz sanıyorum.

P. Beneito: Doğrudur. Reynold Nicholson’dan (1868-1945) veya başka herhangi birinden daha önce, Avrupa’daki İbni Arabî araştırmalarının öncüsü olan İspanyol profesör Asin Palacios (1871-1944) tanıtmıştır İbni Arabî’nin eserlerini Batıya. Bu mevzuda esaslı bir araştırma yapan ve bunu yayınlayan olan ilk Oryantalisttir. Çok yönlü ve derinlikli bir çalışmadır onunki.

Aylık: Prof. Palacios’un sözünü ettiğiniz çalışmasının yayınlanma tarihi ne zaman?

P. Beneito: 19. yüzyılın tam sonu (Madrid, 1899). Nicholson’un İbnî Arabî’den yaptığı “Tercümânü’l-Eşvâk” tercümesi ise bundan daha sonradır (Londra, 1911).

Aylık: Çalışmasında neler söylüyor Palacios?

P. Beneito: O, dindar bir Hıristiyandır. Araştırmaları boyunca Hıristiyanlık ve Tasavvuf arasında bir bağ tesis etmeye çalışmıştır. Bir Hıristiyan olarak kendi yaşadığı dönemin insanlarına Müslüman mutasavvıfları tanıtmaya çalışırken, onların Hıristiyan olmasalar da aynen Hıristiyan azizleri gibi birer “aziz” olduklarını ifade etmiştir. Ki, malûm olduğu üzere, Kilise’nin savunduğu bunun tersidir ve kurtuluşun yalnızca Hıristiyanlıkta, İsa’da olduğu savunulur ve diğerlerine itibar edilmez. Yine Palacios, araştırmalarına dayanarak, Kuzey Afrikalı mutasavvıfların, İşbiliye (Sevilla) merkezli tarikatlardan gelen Sufîlerin ve bizzat İbni Arabî’nin kendisinin, De La Cruz ve Fabila gibi İspanyol mistik mütefekkirleri derinden etkilediğini savunmuştur. Böylece onun kanaati, İspanya’daki dinî düşünce ve araştırmaların Tasavvuftan derin ölçüde etkilendiği yönünde şekillenir. Nasıl gerçekleştiğini isbatlayacak durumda olmamamıza rağmen, onun ilginç bir tezi de, Dante’nin, İslam kaynaklarındaki Âhiret tabakalarından ilham alarak “İlahî Komedya” isimli eserini kaleme aldığıdır.

Aylık: Peki bu bahiste sizin kanaatiniz nedir?

P. Beneito: Bence, Dante mevzuunda son derece haklıdır Palacios. Dante’nin ölümünden sonra, yaşadığı Toskana’da, kendisine ait kitablar arasında Muhyiddin-i Arabî’nin “Kitâbü’l-İsrâ” adlı eserinin bir tercümesi bulunmuştur.

Aylık: “Kitâbü’l-İsrâ”nın muhtevası?

P. Beneito: Bu, Peygamber’in Miraç’ta göğe yükselmesiyle ilgili bildiğimiz seyirleri ihtivâ eden bir eser. Miraç’la ilgili tüm hadisler, tüm tasvirler, Allah’ın huzuruna varıncaya dek gerçekleşen tüm bir yükseliş seyri ve safhaları nakledilir bu eserde. İşte bu eserin muhtevası, Dante’nin “İlahî Komedya”sı için bir ilham kaynağı olmuştur. Palacios’a dönersek, İspanyol âlim, Tasavvufun tüm kolları ve muhtevası bir arada, Batı düşüncesine hem doğrudan hem dolaylı nasıl bir tesirde bulunduğunu tüm yönleriyle araştırmış ve elde ettiği neticeleri eserleştirmiştir.

Aylık: Şimdi de dilerseniz, görüşlerinizi özellikle öğrenmek istediğimiz bir diğer mühim mevzuya geçelim. Bildiğiniz üzere, İmam-ı Rabbanî Ahmed Farukî Serhendî Hazretleri “müessir”de derinleşirken, Muhyiddin İbni Arabî Hazretleri “eser”de derinleşiyor. “Vahdet-i Vücud”çular “Her şey O’dur” diyor, buna mukabil “Vahdet-i Şuhud”u öne süren büyükler “Her şey O’ndan” demekteler. Son İslâm asrının yenileyicisi kabul ettiğimiz, muhtelif sahalarda 50 küsur eserin müellifi, fikir ve aksiyon adamı Salih Mirzabeyoğlu ise, “Her şey O değil O’ndan; bu yüzdendir ki O” diyerek, bu iki ekolü “telif” ediyor. Bu hususta siz ne düşünüyorsunuz?

P. Beneito: Bu, takdir edeceğiniz gibi, İslâm tefekküründe sözkonusu olmuş muazzam bir tartışma ve görüşlerimi özet biçimde sunmak ne kadar uygun olur bilmiyorum. (Kızı Berra ağlamaya başlıyor ve kızıyla ilgilenmek durumunda kalıyor. Bu arada bize dönerek lâtife yapıyor). Şu ânda, dikkatimizi Allah’ın bu tecellisine teksif etmemiz gerekiyor sanırım. (Kızı sakinleştikten sonra devam ediyor). Benim kanaatime göre, Şeyh Ahmed Serhendî bir Ekberî’dir, yani Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabî’nin takibçisi bir mütefekkirdir. Kendisinde, İbni Arabî’den gelen birçok fikir mevcuttur ve bu yüzden İmam-ı Rabbanî’yi İbni Arabî’ye muhalif bir şahsiyet olarak değerlendirmiyorum. Şu yüzden böyle düşünüyorum ki, mesele fikirden ziyade, yaşadıkları zamanın şartlarıyla daha çok ilgili olan bir ifade ayrılığıdır. İmam-ı Rabbanî’nin devrinde revaçta olan Sufî anlayışları, “Her şey O’dur” meâlindeki bir anlayışı uç noktada ve kimi uygunsuzluklara kapı açar mahiyette gündeme getirir olmuştu. Böyle olunca, İmam-ı Rabbanî bu nevî bir ifade ayrımını, yani tenzihi güçlendirerek, tüm bu yanlış anlamalara ve yanlış anlayışlara bir sed çekmiş, Allah’ın her yerde hâzır ve nâzır oluşunu daha münasib bir yolla ifade etmiştir. Ancak, İbni Arabî’de bu tenzih kendi içinde çok sağlamdır, “vücud” bahsindeki o nâzik tenzih sınırı kendisinde yerli yerindedir. Bu yüzden İbni Arabî’yi, kendisini tam da olduğu gibi anlayamayan birçoğunun anlayışlarına ircâ edemezsiniz.

Diğer taraftan, “vücud” bahsi öyle basitçe birtakım kelimelere ısmarlanabilecek ve kolayca içinden çıkılabilecek bir mevzu da değildir. “Bir”le “çok” arasındaki ilişkinin mahiyeti çok nâzik, çok incedir. İşte bu yüzden, İbnî Arabî ile İmam-ı Rabbanî arasında “hakiki” bir zıtlık bulunduğuna kesinlikle inanmıyor, “vücud” ve “şuhud” arasındaki mezkûr ayrımın en yüksek seviyede Kelâmî bir mülahaza olduğunu, aynı şekilde bu ıstılah farklılığının, keşfin lafza döküldüğü ânda kazandığı zahirî bir ayrılık olduğunu düşünüyorum. Ezcümle, bu lafzî ihtilaf, öne çıkarılması gereken ve böylelikle bize hakikati verebilecek, tarafların hakiki tecrübelerini, bizzat keşfettiklerini, kendilerine tecellî eden hakikatleri bize yansıtabilecek temel bir tartışma mevzuu olarak gündeme getirilmemelidir. Bunun, belli zaman dilimlerinde çevredeki insanların anlayışına takdim edilebilecek en münasib ifadeyi seçmekle bir ilgisi bulunduğuna dikkat çekmek istiyorum kısacası ve hakikatin böyle yüksek bir fikrî seviyede mütalaa edildiği yerde, birkaç basit kelimeye yaslanarak özetleme yapamayacağımızı söylüyorum.

Şöyle ki, İbnî Arabî’de tüm bir fikir gövdesi, inceler incesi ve girift bir mahiyet arzeder. Bu fikir zirvesini anlatmaya çalışırken yahut şimdi dile getirdiğimize benzer tartışmalarda başvurduğumuz kavram ve kategoriler, bizi İbni Arabî’den daha da uzaklaştırabilecek, çok dar, çok yetersiz kalıblardır. Ben de bu yüzden, aslında pek hoşlanmıyorum bu nevî tartışmalardan. Vurgulamak istediğim son şey, en başta söylediğimdir: İmam-ı Rabbanî, bir Ekberî’dir.

Aylık: “Ekberî” kelimesini okuyucularımız için kısaca açalım dilerseniz.

P. Beneito: “Ekberî” kelimesi, Şeyh-i Ekber’den gelir ve İbnî Arabî’nin takibçisi olan, müridlerinden olan, eserlerini şerheden, fikirlerinden etkilenen yahut istifade eden zâtlar için kullanılır. Aynı çizgide, “Ekberî” bir gelenekten sözedilir.

Aylık: Size özellikle sormak istediğimiz bir diğer husus: İbni Arabî üzerine ihtisas yapmanıza ne vesile oldu, kendi seçiminiz miydi yoksa bir başkasının tesiri mi belirleyici oldu, aynı şekilde, sizi bu araştırmalarınız sürecinde en çok etkileyen yahut varsa sizin için hayatınızda bir dönüm noktası olmuş hadise nedir?

P. Beneito: Başlangıçta İbni Arabî, Arabça, Arab edebiyatı ve İslâm hakkında yeterli bilgim yoktu. İbni Arabî’yi ilk okuduğumda 18 yaşındaydım. O dönem üniversitedeki kariyerim açısından bir karar vermek zorundaydım ve Taoizmle ilgilendiğim için Çince üzerine eğitim görmeyi düşünüyordum. Ancak, İbni Arabî’yi okuyunca hemen kararımı verdim; aradığım tam da oydu çünkü.

Aylık: Arabça öğrendiniz mi?

P. Beneito: Evet, Arabça’yı İbni Arabî için öğrendim.

Aylık: Gerçekten mi?

P. Beneito: Sadece o değil, Arab edebiyatı ve İslamî araştırmalar eğitimini de yine İbni Arabî için ve İbni Arabî vesilesiyle aldım. Ondan okuduğum bir mısra, benim için tüm bu çalışmalarımın ateşleyicisi, hayatım için rehber ve fikrî meselelere yaklaşırken şiarım oldu. Şu şekilde ifade edeceğim: Onun İslâm anlayışının bendeki tesiriyle, âlemde kim, ne ve hangi inanç biçimi karşıma çıkarsa çıksın, hepsinin gerisinde tek bir İlahî kaideyi, yine O’nun vecihlerinden bir vechi, hakikatin bir yüzünü müşahede eder oldum. Bu inceliklerin aslı, İbni Arabî’de son derece berraktır.

Aylık: Sizce, Muhyiddin-i Arabî’nin dünya üzerinde daha fazla tanınmasının, daha çok insanın Şeyh’in eserlerine eğilmesinin, bu hazinelerin ilim adamı yahut öğrenci daha fazla sayıda insan tarafından incelenmesinin insanlık için nasıl bir neticesi olurdu? Yahut şöyle soralım dilerseniz: İbni Arabî’nin rolü ve ehemmiyeti nedir sizce insanlık için?

P. Beneito: Sanıyorum, İbni Arabî’nin getirdiği bakış açısı, İslâm fikir geleneği zâviyesinden, en ziyade “çok yönlü” olandır. En geniş perspektifi İbni Arabî sunmaktadır bize. İslâm’ı anlayış bakımından, en ince noktaları, sadece olmuş değil olabilecek olanları da, mümkün olan en şümûllü, en zengin biçimde ve ister geçmiş ister modern tüm zamanlara, İslâm’ın içinde yahut dışındaki tüm insanlığa hitab eder tarzda muhteşem bir biçimde dile getirmesi, İbni Arabî’nin getirdiği fikriyatın ayırd edici hususiyetidir. Hususen, bugün İslâm dairesi dışındaki insanlığın kendi dinleri ve bakış açıları içinde bulamayacakları bir içe bakışı, kendi bağırlarında yatan ama gizli kalmış öz imkânlarını kendilerine kazandırıcı olması, keşfettirici olması, tüm dinlerin kökünde yatan birlik ve bütünlüğü kendilerine gösterici olması, İbni Arabî’nin biricikliği zımnında en başta dile getirilmesi gereken keyfiyettir.

Aylık: “Fütuhât-ı Mekkiyye” Batı dillerine tercüme edildi mi?

P. Beneito: Maalesef, henüz edilmedi. Arabça aslından tam tercümesi yalnızca Farsça’ya, büyük ölçüde tercümesi de sadece Türkçe’ye yapıldı ve ülkenizdeki bu tercüme süreci şu ân da hâlâ sürmekte. Batı dillerine ise, ancak bellibaşlı bölümleri tercüme edilebildi. Buna rağmen, İbni Arabî’nin Batı dillerine tamamen tercüme edilen bazı küçük hacimli eserleri yanında, Fütuhat’tan tercüme edilen bu bölümlerle dahi, bugün Batı’da İbni Arabî’yi, belirttiği derinlik ve genişlik bakımından tanımak ve tanıtmak artık mümkündür. Yalnız, Doğu ve Batı gibi alışılagelmiş sınırların İbni Arabî sözkonusu olduğunda, bundan böyle geçerli ve anlamlı olacağını sanmıyorum. Bugün İbni Arabî’yi Batı’da Batı’ya tanıtan ve “Batılı” denilen ilim adamları, aslında Ekberî’dir, İbni Arabî’nin müridi ve takibçisidir. Yani, bu noktada, aslen “Batılı” veya “Doğulu” olmanın bir ehemmiyeti kalmamıştır. Çünkü İbni Arabî, belli coğrafî sınırlara hapsedilemeyecek âlemşümul hikmetlerin temsilcisidir ve şu ânki takibçileri de, İbni Arabî’ye şu veya bu coğrafî yahut kültürel sınırın arkasından değil, o hikmet ülkesinin içinden bakmaktadır.

Aylık: Çok teşekkür ediyoruz.

Kaynak: Aylık Dergisi, Eylül 2008

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR