Hangi dille yazılmış olursa olsun, tıpla ilgili herhangi bir branşı konu alan temel kaynak olarak kabul görmüş bir kitabı incelediğimizde öncelikle eserin ana mevzusu olan tıb dalının ismini almış olduğu doku, organ veya kavramın terminolojisi, anatomisi, fizyolojisi, histolojik yapısı hatta embriyolojik gelişimi ile birlikte edinilebilmiş bilgiler dahilinde en ince detaylarına dek irdelendiği bir “tanım”a şahit oluruz. Örnek vermek gerekirse: “Kardiyoloji”yi konu alan bir kaynakta “kalb”i, “otorhinolaringoloji”yi konu alan bir kaynakta da “kulak-burun-boğaz (gırtlak-yutak)” yapılarını bu çerçevede tanımlayan ifadelere rastlarız. Örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte göz attığımız kaynağın Türkçe’ye çeviri ya da orijinali Türkçe olan “Psikyatri” dalında olması durumunda durum değişecek ve tuhaflıklar başlayacak demektir…
“Ruh Sağlığı ve Bozuklukları”, “Ruh ve Sinir Hastalıkları”, “Çocuk Ruh Sağlığı” isimli kaynaklar Türkiye’de alanlarında en çok kabul görmüş ana kaynak sınıfından eserler olmakla birlikte aynı zamanda ilgili branşların anabilim dallarının da isimleri… Alışılagelmiş ve pek çoğumuz tarafından yadırganmayan şekilde isimlendirilmiş bu eserleri incelediğimizde karşılaştığımız tuhaflığa gelince; konu-branş “ruh” olmasına rağmen ana mevzunun tanımı ile başlayan diğer bilim dalları konusunda yazılmış eserlerin aksine bu kitaplar ne “ruh”un tanımı ile başlıyor ne de ilerleyen bölümlerinde bu bilim dalına ismini vermiş olan ana, esas mefhuma dair bir alt başlığa rastlayabiliyoruz. Mutlaka olmalı diyerek derin bir tarama faaliyetine giriyoruz ama nafile, böyle bir mevzu yok!.. Olacak şey değil, hastalıklarından, bozukluklarından dem vurulan sağaltıldığı (uydurukçada tedavi) iddia edilen mefhumun ne olduğu bile belli değil. Bu da göstermekteki; kendine “Ruh hekimi” diyebilen ve dedittiren kişi, hekimi olduğu “şey” den bihaber…
“Ruh”un Allah’ın emirlerinden bir emir olduğuna ve insanoğlunun (o da nadir bir kısmının) bu mefhum hakkında çok az şey bilebileceğine imân etmiş olan bizler için gayet tabii olan bu durum, zihinlerde hususi olarak oluşturulmak istenen, oluşturulan bir kavram kargaşasından kaynaklanmakta…
“Ruh” kavramının çarpıtılmış manasını kullanarak zihinleri ifsad etme emelinin temelinde, aslı “nefs” anlamına gelen “Psihi” teriminden türeme ve doğru bir tercüme ile “Nefs Hekimliği” olarak çevrilmesi gereken “Psihiyatriki” sözcüğünün Türkçeye “Ruh Hekimliği” olarak çevrilmesi bulunmakta…(1)
Terminoloji hususunda en hassas davranan kesimin hekimler olduğunu, Latince ya da İngilizce bir tâbirin Türkçe eserlerde kullanımı-çevirimi konusunda tıp çevrelerinde kimi zaman tek bir harf etrafında dahi yaşanan yoğun tartışmalara dek varan titizliği işaretle göstermek sanırım yeterli olacaktır… (Türkçede gırtlak anlamına gelen latince “……” terimini kimi hekimler “larenks” kimileri de “larinks” olarak yazmakta. Keza “İnflamation” terimini “inflamasyon” olarak kullananlar olduğu gibi “enflamasyon” şeklinde kullanımına da sıkça rastlanmakta). Çoğu zaman obsessive boyutlara dek varan bu titizliğe işaret ettikten ve bahsimiz olan kavramın bir ana bilim dalına ismini verecek derecede öneme hâiz olduğunu da hatırlattıktan sonra şimdi rahatlıkla söyleyebiliriz ki “Psihi” tabirinin “Ruh” olarak çevrilmesin arka planında basit bir çeviri hatası değil aksine sonuçları sinsice planlanmış bir hesaba dayalı kasıt bulunmakta…
Çarpıtılmış kavramlardan tezahür eden düşünce faaliyetinin insanı “hakikat”den uzaklaştıracağı gibi bir o kadar da kavramları çarpıtan zihniyetin hedeflediği tuzağa da yaklaştıracak olması ve işin bununla da kalmayıp varoluş problemine yaklaşımında temel teşkil eden bir taşın yerinden oynamasıyla insanın kendini ve MUTLAK BİR’i arama gayretinde arazlar zuhura getirecek olması bakımından konu hususi bir önem arzediyor. Yıkmanın ve bozmanın kolay olduğu kadar yeniden inşânın zorluğu gibi, toplumdaki bozuk ve hatalı kabullenişlerin zihinlerdeki teşekkülünden sonra hakikati iade işi de zorların zoru…
PEKİ BU KASIT NEDEN?
Mücerreti kurcalayabilme, sezme ve idrak yeteneğinin kendisine yine O’nu bulması için MUTLAK BİR tarafından bahşedildiği ilk andan itibaren kendini ve dolayısı ile O’nu arama gayreti içine giren insanın varoluşunun hakikatini “din”de bulmasındaki temel unsurlardan olan ve yine dinî öğretilerin çekirdeğinde yer alan “ruh” kavramını sahiplenme edasıyla “din-dışı” bir mefhumca kuşatılabildiği yanılsamasının zihinlerde oluşturabileceği düşüncesi bizce bu planın esas maksadı… “Ruh” kavramını tanı ve tedavi usülleri ile tamamen maddi esaslara dayalı olan psikyatri biliminin mevzusu yaparak kendi bünyesinde eritip zihinlerde madde-eşya kalıbında dondurulması bu vesileyle de tedaisi olan “din” kavramının idraklerden dışlanması amaçlanıyor… Sıkça ismi zikredilmesine rağmen “ruh”un tanımının es geçilmesi gibi tanımlamanın gerekliliğinin ortaya çıkabileceği mevzulardan da uzak durulması da onun zaten maddenin bir tezahüründen ibaret bir kavram olduğu imasının çaktırmadan zihinlere zerki planının bir parçası…
“Psihiyatrkii”yi kasıtlı olarak “ruh hekimliği” şeklinde çevirerek mevzuyu fikirleri lehinde bir malzeme haline getirmek isteyenlerin olduğunu gösterdikten sonra planlayıcılarının bu çarpıtılmış mânânın bugünkü yaygın kullanışı itibariyle elde ettikleri başarıda yalnız olduklarını söylemek de mümkün görünmüyor. Yanlış, çarpıtılmış ve hatalı olanı benimsemedeki ustalığı kadar doğru düşünmeye ve “mutlak fikir”e karşı takındığı tavrın da meçhul olmadığı “idrakleri dumura uğramış” fikirsiz zevatın cehaletinin de bu başarıda hatırı sayılır katkısını görmek zor değil…
PSİKYATRİNİN HAKKINI DA TESLİM ETMELİ
“Psihiyatriki” “nefs hekimliği” olarak bire bir doğru bir şekilde tercüme edilebilir ancak bu isimle anılan bilim dalının gerçekte kendi alanı dahilinde görme iddiasında olduğu mefhumları sınıflandırdığımızda bilim dalının uygulayıcılarının insana dair meselelere görünürde ne kadar geniş çapta ve ne büyük bir iştahla el attıklarını dolayısı ile nefs, akıl, zihin gibi kendilerine gereken malzeme olmaktan uzak ve kısıtlayıcı, alanlarını daraltıcı herhangi bir kavramla bitişik anılmaktan neden uzak durduklarını da görmüş olacağız.
Neleri kendi alanında görür psikyatri? Neleri görmez ki? Bugün için daha çok psikoloji’nin tasallutu altında olmakla beraber bir kısım nefs hastalıkları ile, akla-düşünceye dair bozukluklarla, zihnî melekelere dair bozukluklarla ve bunlarla bitişik olmakla birlikte hiçbir zaman gerçek bir sebep sonuç ilişkisi çerçevesinde değerlendiremediği bazı organik-nörolojik bozuklularla kendi çapında ilgilenme iddiasındadır psikyatri. Ancak anabilimdalı çapında sahiplenme edası takındıkları “ruh”dan bihaber olmaları bir yana kendi içinde “normal” tanımını dahi yapamamış ve “nefs” mefhumunu hakiki mânâda keşfetmekten, tanımlamaktan uzak bir bilim dalının mensuplarının sahiplendiği diğer konulara ne ölçüde nüfuz edebileceğini kestirebilmek hiç de zor değil… Bazı organik-nörolojik temellere dayalı veya organik düzeyde tesirlere sebebiyet vermiş bozuklukların medikal -ilaçla- tedavisinde sağlanan kısmi başarıların hakkını teslim ettiğimizde aynı zamanda bu bilim dalının çapını ve sınırlarını da tesbit etmiş, hakettiği kıymeti fazlasıyla biçmiş oluruz…
YANLIŞ HESAPLAR İBDA’DAN DÖNER
Bu vesileyle de geriye kalan nefs-akıl-kalb-ruh ekseninde insan ve kâinat çapındaki meseleleri mücerret ve müşahhas planlarda en ince detayları ile ele almış olan büyük bâtın kahramanlarına dolayısı ile “İslam Tasavvufuna”, aklın bütün hakları ile beraber bütün hududunun çizildiği İslam Tasavvufuna nisbetle Batı Tefekkürünü, tüm kıymeti akılda bilmekle zikredilen hususların ancak eşiğine varabilmiş değerler olarak işaret eden ve onu İslam Tasavvufu önünde hesaba çekme makamında olan İBDA fikriyatına, yani gerçek sahiplerine teslim ediyor, etrafta bilim, fikriyat, akım ve cemaat cinsinden ne varsa mensuplarının yanlış hesaplarla kasıtlı ya da şuursuzca el attıkları, sahiplenme gayreti içine girdikleri kavram ve kıymetlerin kendi mevzuları dahilinde olması ve çaplarını aşmaması gerektiğinin ihtarında bulunuyoruz…
Dipnot:
1) Ayrıntılı bilgi için bakınız: ”Psi Psi Psihia MU” / Dr. Hakkı Açıkalın.