AKADEMYA’dan…
“Alışılmamış iddialara alışılmamış ispatlar gerekir. Alışılmamış vakalar da, kuru mantık kalıplarıyla değil, kendi bedahet çizgisi üzerindeki idraklere ancak tasvirle aktarılabilir…” (Tilki Günlüğü, c:1, s. 94)
İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, “alışılmamış” bir insan, çağını ihata eden ve aşan büyük bir ruh. Kuru mantık kalıplarıyla O’nu anlatmak ve anlamak, mümkün değil… Ortaya koyduğu İbda tefekkürü de “alışılmamış”… O kadar alışılmamış ki, “olağanüstülüğü” dahi idrak edilemiyor hâlâ… Bu yüzden herkesin zihnindeki Salih Mirzabeyoğlu imajı farklıdır. Mütefekkir, Kumandan, Velî-Allah dostu, Radikal İslamcı, Teorisyen, Filozof, Feylesof, Aksiyoner, Yazar, Hakîm, Mazlum, Mağdur, Kahraman, Şair, Ressam, Sanatkâr, Lider…
Fakat bir de İslâmcı camia dediğimiz kardeşlerimiz arasında O’nu sadece “28 Şubat Mazlumu” olarak tanıyan ve şehadetinin ardından da aynı şekilde nitelemeye devam edenler çoğunlukta. Oysa onun “mazlum” olmasının sebebi de “dünya çapını kucaklayan” fikirleriydi ve şunu açık yüreklilikle söyleyelim; bu “mazlum, mağdur” edebiyatı, O’nun tefekkürünü örtmekten başka bir işe yaramıyor. Solcu bazı kalemlerin Salih Mirzabeyoğlu, eserleri ve misyonu hakkında yazdığı dişe dokunur makaleler yanında, ne yazık ki İslamcı camianın “entelektüelleri”nin büyük bir kısmı O’nun eserlerini okumadığını, fikrine hâkim olmadıklarını söylüyorlar. Sibel Eraslan, “Salih Mirzabeyoğlu sükût suikastına maruzdur” dediğinde ne kadar haklıydı ve hâlen ne kadar haklı. Cins dergi’de İsmail Kılıçarslan’ın belirttiği gibi, “İBDA üzerine kimse çalışmadı”… Bunun sebebini de herhalde İbdacılar arayıp bulmalı…
Salih Mirzabeyoğlu beyin kanaması geçirmeden hemen önce “benim sağlık problemim yok, bana bir şey olursa, bilin ki Telegram’dan” diyerek bir ses kaydı aldırıyor. (Dergimizde bu konuşma kaydının çözümlemesine yer verdik) Daha sonra tam da dediği gibi, “normal bir insanın tansiyonunun bu kadar ani yükselmesi normal değil diyor. Tüm bunlar ortadayken, O’nun şehadeti de “sükût suikastına” maruz kaldı. Gazeteci Ardan Zentürk’ün TV programı ve Akit gazetesinin internet haberleri dışında, bu suikast ne yazık ki özellikle “yetkili” makamlarca göz ardı edildi, ediliyor.
Salih Mirzabeyoğlu şöyle diyordu Haliç’teki konferansında:
“Hangi fikirden olursan ol, “bendeki sen” ve “sendeki ben” meselesinde bir nisbet sahibi ol. Sizin her biriniz bende, ben de sizin her birinizde ait olmak üzere, bunu kendi aranızdaki ilişkilere de tatbik edebilirsiniz; “bendeki sen” ve “sendeki ben” meselesinde bir nisbet sahibi olunuz. Yâni, kurusıkı şuna buna bağlılık değil; neyi değerlendirirsen, o sende tezatsız bir bütünlük göstersin! Lâfın bir yerinden kapıp da bizzat söylediğin lâfın nereye gittiğini bilmez durumda olunmaması için söylüyorum…”
Salih Mirzabeyoğlu “alışılmamış bir insan”, “anlaşılmamış” bir ruh olarak perde ardına çekildi. Çileli bir tefekkür hayatının yanında tarifinde aciz kaldığımız Telegram işkencesine maruzdu: Hepimiz oradaydık, hepimiz O’nun gözlerimiz önünde şehid edilmesine şahid olduk. Bu da vebal olarak, kendini Müslüman olarak nitelendiren ve fakat yetkisini kullanmayan herkese yeter!
Dergimizin muhtevasına gelirsek, bu sayımızda geleneğimizi bozarak dört röportaja yer verdik. Salih Mirzabeyoğlu’nun yakın dostlarından Mevlüt Koç ile yaptığımız sohbet, O’nun şahsiyetini ve fikirlerini anlamak noktasında yol gösterici oldu. Rahmetli Harun Yüksel’in, 1999 yılında Akademya’nın düzenlediği “Salih Mirzabeyoğlu Kimdir? İbda Nedir?” başlıklı konferans metnini 20 yıl sonra yeniden yayınlıyoruz.
Celal Fedai ile gerçekleştirdiğimiz röportaj ise “İslâmi Tefekkür” merkezinde kültür politikalarından, Salih Mirzabeyoğlu’nun fikirlerine kadar geniş bir yelpazede gerçekleşti. İlgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Gönüldaşımız Ahmed Berkî ile sıradışı bir röportaj gerçekleştirdik; rüyâların peşinde karşılaştık ve Kumandan’ı anlattı bize… Yusuf Kaplan ile İslâm tefekkürünün temel problemlerini ve çözüm yolları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.
Genç yazarlarımızdan Gizem Dik’in organize ettiği, “Gençler Salih Mirzabeyoğlu’nu Anlatıyor” kampanyasına gelen mesajları, gençlerin ruhiyatını yansıtması açısından çok değerli görüyor ve her birine katılımları için teşekkür ediyoruz.
Melih Oktay, “Bütün Fikrin Gerekliliği ve İktisat” başlıklı geniş makalesinde, İktisat ilminin “önkabulleri”nden bahsediyor. Mehmet Ali Demir “Oyun-Hayatın İtici Gücü” başlıklı makalesi ile bu sayımızda yerini aldı. Reha Suvari, “Telegram” üzerinden Kumandan’ı anlatırken, Sedat Bulut, Salih Mirzabeyoğlu’nun hayatını ve davasını anlatıyor makalesinde. Büşra Gün, “İlim Nedir ve Keşifler Nasıl Gerçekleşir” başlıklı makalesini, “yılan ve balık sembolizmi” üzerine inşa ediyor. Elçin Esin, “İbda Fikriyatı’nda Madde Üzerine Kısa Bir Tetkik” başlıklı makalesi ile Salih Mirzabeyoğlu’nun “Madde Nedir?” kitabına giriş yapıyor. Gizem Dik, “İbda Fikriyatının Işığında Tarihte Ferdin Rolü” başlıklı makalesi ile, Büşranur Yılmaz da “Büyük Doğu İbda Fikriyatı’nda Şiir-İlim-Fikir Münasebeti” başlıklı makalesi ile aramızda. Hülya Uyar. “Salih Mirzabeyoğlu ve Açtığı Çığır” makalesinde Kumandan’ı anlatılmazlığı içinde anlatıyor. Cem Eker’in, “İbda Fikriyatı’nda Kelimeler ve Ebced’e Dair” başlıklı yazı dizisinin kısa versiyonuna yer verdik. Uzun versiyonunu (www.akademyadergisi.com) sitemizden okuyabilirsiniz. Salih Mirzabeyoğlu hakkında basında çıkan makalelerden seçtiğimiz bir seçkiyi de dergimizin son bölümünde bulabilirsiniz. Kapağımızı her zamanki gibi Rukiye Şenel çizdi.
Sözlerimizi yine Mütefekkir’in “Adalet Mutlak’a” konferansında söyledikleriyle bitirelim:
“Mevzu şundan ibaret: Bütün dünyaya sunulabilir, bütün insanlığa sunulabilir bir ideolocyan yoksa –bütün dünya derken bütün insanlığı kastettiğimi anladınız-, bir de tek tek her ferde sunulabilir nitelikte bir ideolocyan yoksa, senin fikrinin fikir haysiyeti yoktur. Neticede herkes, fikrini kâinat muhasebesi içinde, kâinatı bir bütün olarak izâh içinde, onun için de kendisinin ferdî ve toplum olarak yaptığı izâh içinde, her meselenin kendine mahsus problemlerini, getirdiği düşünce ile çözebilecek, önce düşünceyle çözebilecek…”