Salih Mirzabeyoğlu’nun “İşkence” eserinin 2. baskısı çıktı!

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun, 1991 yılında gözaltına alındıktan sonra şubede FETÖ’cü polisler tarafından maruz bırakıldığı işkenceyi anlattığı "İşkence -Hukuk ve Hûk–" eserinin 2. baskısı çıktı!

TAKDİM

İşkence mevzuu açıldığı zaman, umumiyetle şu beylik söz edilir:
-“İşkence bir insanlık suçudur!”
Oysa bu iş, mücerret bir prensib meselesi değil, hukukî bir suçtur; bu bakımdan da, birer lağım faresi olan işkencecilerin olmayan vicdanlarına seslenme yerine, doğrudan doğruya yetkilileri ve hukuk çevrelerini, hukuk namusuna davet etmek gerekir!..

Malûm olduğu üzere, yürürlükteki kanunlar çerçevesinde işkence bir suçtur; buna mukabil işkence de, hiçbir “acaba” hissine yer bırakmayan kaskatı bir vakıa… Yapılması gereken iş, ya kanunun geçerliliğini ispatlayıp işkenceciyi cezalandırarak işkenceye mani olmak, veya “şu işi yapana şu işkence tatbik olunur!” şeklinde hukuku vakıaya uydurmaktır!..

Önce hukuk namusu; işkence yapılacaksa, kanunun hükmü dairesinde olsun… Önce hukuk namusu; “nasıl kanun?”, sonraki iş… Yetkili ağızların, kendi eli kafasını döven salak gibi, kuru kuru işkenceye karşı olduğunu ve işkenceyle mücadele ettiğini söylemesi, emrindeki adama lâf geçiremediğinin itirafıdır; ve bu bir devlet zaafıdır!..

Zaaf, kendi emrindeki ele lâf geçirememekle ve işkencecinin kendi üstündeki bir icra makamını temsil ettiğini anlamamakla kalsa iyi… Hukuk, “hûk”a doğru eksilen bir mânâda tecessüm ederken, süslü koltuklarda yağlı yemekler yiyip buna uygun gübre üretmekten başka gayesi olmayan kenef ağızlardan, şu itiraf da duyulur: -“Bu iş, beni aşıyor!”
Aşmanın “cima” mânâsında kullanılışına nazaran, onlara hak veriyoruz!..

“Hûk”, lûgatta “domuz ve hınzır” mânâsına… Dinen pis ve necis hayvan… Ruhsuz ve kalpsiz aşağılık insanlar için mecazen kullanılacaksa, aşağılık insanlar arasında baş köşede bulunan işkenceci, bu sıfata kemâliyle lâyık demektir!..

“Hûk”un, hukuka doğru lâtifleşmesinden ümidimizi kesmiş olarak, hükmümüz şudur:
-“İşkence ve işkenceciyle mücadele, antiemperyalist mücadelenin bir parçasıdır!”
Öyleyse, işkence ve işkenceciyle mücadele antiemperyalist mücadele çizgisi üzerinde bir birlik noktasıdır!..
Bu kitabı kaleme almamın sebebi de budur!..

İÇİNDEKİLER

1. LEVHA MİT’TTEN SİYASİ ŞUBEYE

2. LEVHA İŞKENCEYE DEVAM

3. LEVHA TESBİTLER-TEŞHİSLER

4. LEVHA BİRKAÇ MİSAL

5. LEVHA VESAİRE

FRAGMANLAR

Çok yakın mesafede birbirini takip eden arabalar… Arkamdaki gri-siyah bir araba, birkaç keredir beni sollamaya çalışıyor… Oysa, mecburi istikamet olarak asıl ana caddeye çıkacağımız yolun köşe yerinden dolayı, zaten dur-kalk ilerliyoruz ve beni sollamasının bir manası yok… “Salak herif!” diye düşünüyorum… Nihayet beni solladı ve muradına erdi… Yanımdan geçerken, salak herifin arabasında kendinden başka iki kişi daha olduğunu gördüm… Hissimin tercümanı halinde, belli belirsiz bir düdük sesiyle protesto ediyorum… Araba önüme geçer geçmez, şoförün yanındaki hızla kapıdan fırladı ve silahını çekerek 4-5 metre mesafede, ayakları nişan alma vaziyetinde yana açık, sol eliyle silah bulunan sağ elinin bileğini kavramış, tam karşımda dikildi… Hiddetten çok, korku ve heyecan taşıyan bir insanın telaşeli suratı… İlk anda aklıma gelen şey, benim düdük çalmamın kabadayılığına dokunduğu bir tip olması… Beni vurmak isteyen bir örgüt elemanı da olabilir… Kuzu kuzu vurulmaktansa, onu ezmek için şansımı deneyeyim mi?.. Hafif sakallı, meşin ceketli, şişmanca iri ve yuvarlakça suratlı tip, bir yandan “in aşağı!” diye bağırırken, öte yandan elindeki silahla işaret ediyor… Acaba bu, protestom cakasına dokunan bir sivil polis mi?.. Belki 5-10 saniye içinde cereyan eden bu sahneye, birden arabamın kapısının açılması, arkadan gelmiş üç dört adamın beni arabadan dışarı çekmesi ekleniyor… Müthiş bir telaş içindeler. “Kimsiniz siz?” diyorum ve yarı mukavemet ediyorum… “Yakasını tut, paçasını tut!” gibi bir heyecan içinde, üstümde silah araması yapıyorlar… O arada “Silah ihbarı var!” diye bir laf… Demek bunlar polis… “Polis misiniz siz?”… İçlerinden biri “polis!” deyip kimlik gösterse, mesele tamam. Oysa benle güreşir gibi bir halleri var ve o anda korkudan beni vurabileceklerini düşünüyorum… “Kim olduğumuzu görürsün!” diye bir söz sırıtıyor gürültü arasında… “Beni kaçırmak isteyen bir örgüt olmasın?..” Kafamdan şimşek gibi geçen bu ihtimal üzerine, “kimsiniz ulan siz orospu çocukları!” diye bir küfürle ümitsiz bir mücadeleye giriyorum… Biri benim altımda ve arabanın kaportasının üstünde… Kafama inen tabanca kabzası… “Polise mukavemet ha!” diye sesler… Karga tulumba, evin orada gördüğüm arabanın içine sokulurken, birkaç kişi de benim arabamın arkasındaki bu arabanın arkasındaki arabaya binmek üzere koşuyor… “Demek bunlar polis!”… Arabanın arka koltuğundayım; sağımda ve solumda, silahlarını kafama dayamış iki kişi… Sırtımdaki paltoyu kafama geçirdiler ve öndeki iki koltuk arasına doğru eğdiler… İçimde bir kurt; bunlar gerçekten polis mi?… Arabayı kullanana saldırıp, bir yere çarpmasını sağlamak veya en azından arabanın yalpalamasından çevrenin dikkatini çekeceğini düşünüyorum; çünkü, eğer kaçırılıyorsam, nasıl olsa beni öldürecekler… “Polisseniz kimlik gösterin!” diyorum. Şoför telsizi gösteriyor ve açıp konuşmaya başlıyor;

—”Emaneti aldık, tamam!” Hududunu aşan her şeyin tersine inkilap etmesi gibi, hadise boyunca duyduğum korku ve heyecan, yerini “her şey olacağına varır!” ve “inceldiği yerden kopsun” hissinin umursamazlığına bırakıyor… O anda kendimi değil de evdeki eşimin bana ne olduğunu bilmemesinin telaşesini, kendisini karşılayacağım misafirlerin yanında bizim evin adresinin olup olmadığını düşünüyorum… Acaba içlerinde insani bir duygu kıvılcımı var mı ümidiyle, yaralı kekliğin kendini yakalayan köpeklerin merhametine hitabetmesi şeklinde sesleniyorum:

—”Şuradan eve bir telefon edin, sonra nereye götürürseniz götürün!”

—”Merak etme, kolay iş!”

Arabanın içine kafamdan kan damlıyor… Dilimde, düşüncemde ve kalbimde, “La havle”den başka bir mana mevcut değil… Allah’tan başka davranış ve kuvvet sahibi yoktur!.. (s.12, 13, 14)

“Tenimizi ezebilirsiniz… Ama, ruhumuzu asla…
Onu ne işkence zapteder, ne kelepçe, ne pranga…
Gülümser durur inancımız, hürriyet buudunda sonsuzca…
Bizi edebilirsiniz, evimizden, tenimizden… Ama dinimizden?
Çok şükür, pişmanlık uğramadı semtimizden… Ya siz?
Ezeli pis hayvancıklar… Neye yaradı işkenceniz?
Dünyanız kara, ahiretiniz zift… Sizi bekliyor cehenneminiz!..” (Arka Kapak)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İlginizi Çekebilir