(Eric Hoffer… Amerika’ya ilk göç eden ve bugünkü Amerika’nın mimarlarından; o zaman için Avrupa’nın ayak takımı sayılan ve Avrupa’da kendileri için bir gelecek hayali bulamamış göçmen ailelerden birinin çocuğu… Alman asıllı… Çok ileri yaşta okuma yazmayı öğrenmiş, yıllarca liman hamallığı yapmış, dünya çapında meşhur olduktan ve kendisine akademik ünvan bile verildikten sonra da limandaki işine devam etmiş bir cins adam… 18 Yaşında Los Angeles’e gelen Hoffer, burada bir müddet -her milliyetten insanların bulunduğu- işsizler kampında kalıyor. Hoffer, kamp arkadaşlarında ve kendinde ortak bir yön keşfediyor: Atılımcılık! Topluma uyumsuzluk gösteren bu kişilerde müthiş bir atılım gücü bulunduğunu ve birçok imkânsızı başaracak güçte olduklarını görüyor… Nitekim, bugünkü Amerika’nın mimarları işte böyle kişilerdir: Avrupa’nın, ayak takımı saydığı, itip kaktığı ve bünyesinden ifraz ettiği insanlar… Bu insanlar, o gün için, yeni bir coğrafyaya göç imkanını bulamasalardı şayet, şurası muhakkak ki Avrupa’yı yeniden yapılandıracaklardı; yani kendi içlerine doğru bir sefer yapacaklardı mecbûren ve karşımızda Amerika’dan daha güçlü bir Avrupa olacaktı belki de… İşte tam bu noktada, aklımıza Allah Resûlü’nün muazzam sözlerinden biri geliyor: “SEFER EDİNİZ; SIHHAT BULUNUZ!”
“HER KİTLE HAREKETİ BİR GÖÇTÜR; YANİ, VAÂD EDİLENE DOĞRU BİR YÜRÜYÜŞTÜR.” (Eric Hoffer, Kesin İnançlılar, (tercüme: Erkıl Günur), İm Yay., 7. Baskı, İstanbul 1998, s.23)
Hoffer, işte bu inceliği keşfetmiş olarak, kitle hareketlerinin anatomisine dair tetkik ve tahlillerde bulunuyor… “Kesin İnançlılar-Kitle Hareketlerinin Anatomisi (The True Believer)” isimli eser onun ilk kitabı… Bundan sonra “İnsan Aklının Hırslı Dönemi (The Passionate State of Mind)”, “Değişimin Sıkıntıları (The Ordeal of Change)” ve “Zamanımızın Çılgınlıkları (The Temper of our Time)” isimli kitabları yazıyor… Bunları, şüphesiz, mimarları arasında olduğu yeni dünyanın, yani Amerika’nın sadık bir ferdi olarak ve Amerika başta olmak üzere bütün dünyadaki yerleşik düzenlere akıl vermek için yazmaktadır Hoffer… Ancak, yerleşik düzen güçleri, kendilerini her zaman ve her yerde sarsılmaz ve yıkılmaz gördükleri için, bu ve bu türden eserler her zaman, dünyanın her yerinde daha çok devrimcilerin işine yaramış ve yaramaktadır… Hoffer bugün yaşasaydı ve Türkiye’ye bir baksaydı, hiç şüphesiz şunu söylerdi baştaki lâik ve lâvuk takımına: “BUGÜN VEYA YARIN; EN GEÇ BU YIL YOLCUSUNUZ!”
Nitekim kesin bir bilgi olarak şunu da biliyoruz ki: -29 Mayıs 1999 tarihi itibariyle- bundan 15-20 gün evvel, Amerika, Türkiye’de yaşayan tüm vatandaşlarına bir yazı gönderdi… “Bir kitlesel kalkışma halinde, Türkiye’deki Amerikan vatandaşlarının yapması gereken acil işler anlatılıyor ve böyle bir ihtimale karşılık, Amerika’nın, Türkiye’deki havaalanları ve üslerinde her an uçuşa hazır uçaklar tahsis ettiği bildiriliyor…”
Anlayacağınız: Bugün veya yarın; en geç bu yıl, herkese, kendine göre bir yolculuk var…)
***
– Matraklığa bakın Hocam; şimdi aynı Amerika Merve Kavakçı‘ya da göndermiştir o yazıyı…
– Amerika daha 1987’de uyardı bunları, Tavır dergisi zamanında… Cumhuriyet gazetesi yazdı o zaman: satırları Türk dostlarına gösteriyor ve böylece telâşının boş olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu. AMERİKALI ORYANTALİSTİN ELİNDE TUTTUĞU DERGİ, son yıllarda büyük bir gelişme gösteren İslâmî yayınlardan biriydi ve NECİP FAZIL’A YAKIN BİR İDEOLOJİYİ SAVUNDUĞU BİLİNMEKTEYDİ. Altı çizili satırlarda ise şu görüş ileri sürülmekteydi: -“İslâmî dünya görüşüne bağlı bir tarih ve hâl muhasebesi yaptığımızda, içinde bulunduğumuz dönemde, Türkiye’de büyük bir İslâmî zuhûr, gerçek bir İslâm inkılâbı bekleniyor.” (11 Ocak 1987-Cumhuriyet)
– Doğrulayıcılık usûllerimizden biri de, “telkinle alınanı tahkikle bulmak”tır… Evet, İbda Mimarı bundan tam 20 yıl evvel, daha 70’li yıllarda söylemişti: “Dünya bir inkılâp bekliyor ve ben beklenendenim!” diye. Ve 80’li yıllarda… O belâlı yıllarda… Gençliğin üzerinden tank gibi geçen 12 Eylül darbesi ve asıl ondan sonra, Özal’ın, gençliğin idealizmini esrarkeş bir yılgınlığa çevirdiği 80’li yıllarda… Maddî çıkar ve eşşekçe bir özgürlükçülükten başka bütün değer yargılarını ve her türlü idealizmi yozlaştıran; gençliği lümpenleştiren, pisleştiren, piçleştiren, ibneleştiren, orospulaştıran Özallı yıllarda… Ülkücülerin sersem sepet olduğu, müslüman cemaat ve cemiyetlerin sığ sularda balık avlama sevdasıyla devlet kapısına paspas olduğu, soldan ise, “insanlık onuru işkenceyi yenecek” diyerek düşmanı mübhem ve mücerred bir şekle sokan, karşısına da “insanlık onuru” diye hayâlî bir kahraman diken “yakınma”dan başka bir sesin yükselmediği yıllarda… Yani eski çamların bardak, eski devrimcilerin büyük sermayeye yardak olduğu yıllarda şöyle demişti: “90’lı yıllar, herkes için vadenin son demi olabilir!” Amerikalılar bu işleri bilir, ellerinden bir şey gelmez ama bilirler… O zaman da ilk onların dikkatini çekmişti; şimdi de vatandaşlarını Türkiye’den kurtarma hazırlığında…
***
(Geçen sohbetten bu yana fevkalâde gelişmeler oldu… Sanırım bu sohbette hepsinden bir parça bahsedilecektir. Benim görebildiğim, yedi kişilik kadromuzdan dört kişi kaldığımız… Hoca, Şair, Dayı ve bendeniz… Gençler, bizlerden daha ileri bir tahsil için Metris’teler şu an… Bu eksikliği hiç umursamaz bir tavırla, Hoca başladı yine söze. Elinde, neredeyse her satırının altı çizilmiş bir kitab…)
– Şimdiye kadar nasıl okumamışım bu kitabı; hayret! Varlığını o kadar iyi biliyordum halbuki… “Kesin İnançlılar”! Eric Hoffer, kitle hareketlerinin anatomisini alıyor ele… İnsan her yerde ve her zaman insandır; bu bakımdan bütün kitle hareketleri için, hareketlerin içinden ortak tesbitler bulmak mümkün…
– Bu rahatsız edici bir kategorileştirme, daha da kötüsü karikatürleştirme olmadığı sürece tabiî bir yoldur; hakikatin canına kıyılmadığı sürece…
– Elbette! Şu tesbitine kim ne diyebilir: “BİR HÜKÜMET, KRONİK EHLİYETSİZLİK BELİRTİLERİ GÖSTERMEYE BAŞLADIĞI ZAMAN, BÜYÜK BİR AYAKLANMA İLE ONUN İKTİDARDAN DÜŞÜRÜLMESİ (böyle bir düşürme büyük can ve mal kaybına sebeb olsa bile) ONUN KENDİ KENDİNE ÇÖKÜP YIKILMASINI BEKLEMEKTEN BELKİ DE DAHA İYİDİR. ÇÜNKÜ GERÇEK BİR HALK AYAKLANMASI, CANLILIK KAZANDIRICI, MODERNLEŞTİRİCİ VE BİRLİĞİ ARTTIRICI BİR İŞLEMDİR. HÜKÜMETLERİN KENDİ ECELLERİYLE ÖLÜME BIRAKILDIKLARI YERLERDE, SONUÇ, ÇOĞUNLUKLA BİR UYUŞUKLUK VE ÇÖKÜNTÜDÜR. HEM DE, BELKİ HİÇ BİR ZAMAN ÇARESİ BULUNAMAYACAK BİR ÇÖKÜNTÜ!”
– Bu okuduğunuz kısımda, yanlış anlaşılmaya mahâl verecek bir ifade sakatlığı var galiba Hocam… Ehliyetsizliklerinden dolayı hükümetleri yıkmak için herhâlde bir halk ayaklanmasına gerek yok; hukukî, demokratik yollarla yıkılabilir… Zannediyorum, kastedilen, hükümet sorunundan ziyade rejim sorunu olmalı… Hiçbir ehil hükümete imkân kalmadığı ve halkın bu rejim içerisinde hiç bir hükümetten hiç bir iyi şey umamaz hâle geldiği, yani bizzat rejimin kronik ehliyetsizlik belirtileri göstermeye başladığı bir durumdan bahsediyor Hoffer… Türkiye’den bahsediyor… Türkiye? MHP-DSP hükümeti kurulsa ne olur, kurulmasa ne olur? MHP yöneticileri, hadım edilme yolunda bir adım daha atıp, Ecevit’le görüşmeyi kabul ettikleri gün, kartel medyasına ait gazeteler, “Oh Be!”, “Nihayet!”, “Hükümet Tamam Gibi!” gibi manşetler attılar… Hatta bir tanesi şöyle bir manşet atmış: “Halk Rahat Bir Nefes Aldı!”… Halk rahat bir nefes almışmış!!! “Ömrümüz üç gün daha uzadı galiba” diye, kendi aldıkları rahat nefesi, açlık sınırında kronik astım krizi nöbetleri geçiren halka yutturmaya çalışıyorlar… Halkın rahat bir nefes aldığı filan yok; hükümeti kim kiminle kurmuş, niye kurmuş, kurmuş da ne olmuş!.. Dış borçlar 40 katrilyona baliğ olmak üzere; bir o kadar da iç borç… 15 milyon kişi açlık sınırında yaşıyor, bir 15 milyon da açlık sınırındakilerle ortadirek arası bir yerde sürünüyor… 30 milyon da ortadirek… Geriye kalan 3, bilemedin 5 milyon domuz milletin sırtından gül gibi geçinip gidiyor… Bugün, ortadirek dedikleri kesimden bir memurun, bir işçinin aldığı bir aylık maaş, bu domuzların bir gecede içki masasına bıraktıkları, bir seansta kallavi bir orospuya taktıkları paranın onda biri değil… Esnaf siftah etmeden dükkanını kapattığını biliyor, işçi emeğinin karşılığını alamıyor ve herkes kurulacak hükümetin ilk icraatının zam üstüne zam olacağını biliyor, işsizlik zaten felâket… Organize sanayi bölgelerinde fabrikalar bankaların eline geçiyor; bankalar işçileri çıkartıyor, müesseseyi kilitliyor ama ne makinaları, ne de gayrimenkulu paraya çeviremiyor… Yani bankalar sözde alacaklarını tahsil etmiş oluyorlar, ama kasalarına nakit para girmiyor, iflasa doğru gidiyor yani bütün bankalar… Bir iki tanesi yıkıldığı gün, millet bütün bankaların önünde kuyruğa girecek ve hepsi çökecek; domino taşlarının yıkılışı gibi bu işler… Bunlar, hele Temmuz-Ağustos maaşlarını ödeyemesin de memurların; nefes nasıl aldırılırmış, nerde aldırılırmış görecekler!..
– Film çoktan koptu aslında; Türkiye’de, bu hâliyle toplumu ayakta tutacak, hele ferdî ve ictimâî ilerlemeye imkân sağlayacak hiçbir hukukî müeyyide, maddî tutamak, ekonomik-siyasî atak, manevî dayanak, ahlâkî sığınak, vicdanî barınak imkânı kalmadı!..
Geriye tek bir yol kalıyor, Hoffer’in söylediği gibi: “BİR MOTİVE EDİCİ GÜÇ OLARAK, FERDÎ TEKÂMÜLE İMKÂN KALMAYAN ÜLKELERDE, UYUŞMUŞ BİR TOPLUMUN UYANDIRILMASI VEYA YENİDEN YAPILANDIRILMASI İSTENİYORSA, BAŞKA MOTİVASYONLAR ŞART OLUR. DİNÎ, DEVRİMCİ VE MİLLİYETÇİ HAREKETLER, BÖYLE BİR UMUMÎ ÇABA HASIL EDEN MOTİVASYONLARDIR.”
(Bugün hiç araya girmemeliyim. Ki, şu harikulade akışı bozulmasın sohbetin; domino taşları gibi… Hangi sözü kim söyledi; Hoca mı, Dayı mı, Şair mi? Ne önemi var!)
– Hocam yav! Şu altını çizdiğin yerleri bir okusam; bana versen de şu kitabı…
(Bunu söylemesem olmaz artık; bu Dayı… Biliyorsunuz zaten; bizim, şu an Metris’te bulunan Ülkücü’nün güngörmüş dayısı… “Çok enteresan Hocam yav…” Böyle der; “ya” değil de “yav”… Hatta “w” ile yazılmalı ki daha iyi anlaşılsın: “Yaw…” Dayı, eski kabadayılardandır; benim bildiğim kadarıyla, Hoca’dan başkasına hitabı “yaw gardaşım…” diye başlar… Yani “yaw”ı başa alarak…)
– Bu benim de hoşuma gider; daha önce okunup altı çizilmiş kitabları okumak… Hele bildiğim ve değer verdiğim biriyse, kitabın yazarıyla beraber, onu da okuyormuşum gibi bir hisle okurum…
– İsterseniz bugün şöyle bir şey yapalım; altını çizdiğiniz yerleri ben okuyayım size…
(Bu da Şair… En çok benim hoşuma gitti doğrusu bu teklifi; not almaktan, çok zaman zevkine tam eremediğim sohbetlerden farklı olacak bu… Tabiî sevinç izharında bulunmadım; Hoca’nın ne diyeceği belli mi olur? Neyse, kabul etti Şair’in teklifini… Ve Şair Önsöz’den başladı okumaya, altı çizilmeye değer görülmüş satırları… Ne yapayım, bir kompozisyon bütünlüğünde harmanlayıp, “Bir kitle hareketi nasıl olur?” sorusuna cevap bulmak ve “Türkiye Legosu”nu tamamlamak size kalıyor artık…)
***
– Tarihte büyük eser sahibi kişiler, hep büyük şehirlerde ortaya çıkmışlardır. Bu kişiler köyde, ormanda, kırda, dağ başlarında ortaya çıkmıyorlardı. Nasıl çıksın ki; yabancı şeylerin (yeniliklerin) hoş karşılanmadığı ortamda? İnsan, şehirde insanlığını bulmuştur. Şehir olmaksızın insan da bir şey değildir. Ancak ne var ki, insanı kokuşturan, dejenere eden de şehirdir. Eğer şehirler yaşayabilir ve yaşanabilir durumda devam ettirilemezse bazı büyük ulusların ölümünü görebiliriz.
– Kesin inanç adamı her yerde harekete geçmiştir ve gerek yönlendirme ve gerekse düşmanlığı tahrik etme yoluyla dünyayı kendi hayâline uygun şekle sokmaktadır.
– DEMOKRASİ REJİMLERİNİN, ASYA’NIN MİLYONLARCA İNSANINDA, YENİDEN CANLANMA RUHUNU ALEVLENDİRMEYE NE GÜÇLERİ VE NE DE BÖYLE BİR NİYETLERİ VARDIR. Doğu’nun uyandırılması yönünde, Batı demokrasilerinin yapmış olduğu yardım dolaylı ve şüphesiz ki arzu edilmeyen bir şekilde olmuştur. Batı demokrasileri, bu ülkelerde Batı’ya karşı gücenme hislerini alevlendirmişler ve işte bu Batı aleyhtarı heyecandır ki, çağımızda Doğu ülkelerini yüzyıllardan beri süregelen uyuşukluğundan uyandırmaktadır.
– Hoşnutsuzluğun bizzat kendisi, her zaman bir değişiklik isteği meydana getirmez. Çevreleri tarafından korkutulmuş kişiler, durumları ne kadar kötü olursa olsun, değişiklik düşünmezler. Büyük değişiklik hamlelerine katılan kişiler, genellikle kendilerinin büyük bir güce sahip olduğuna inanan kişilerdir. En aklı başında kişilerin ilerleme arzusu bile inanç vasıtasıyla devam ettirilebilir. Önemli olan, güç vasıtalarına sahip olmaktan çok geleceğe olan inançtır. Geleceğe olan inanç ile birleşmemiş bir güç, yeniliği önlemek ve mevcut düzeni korumak için kullanılır. Diğer taraftan, geleceğe bağlı büyük umutlar, güçle desteklenmese bile, en tehlikeli bir cüreti sağlayabilir. Çünkü, umutla dolu olan kişi, en garip kudret kaynaklarından bile motive olabilir. Meselâ bir kelime, bir slogan gibi… GELECEĞE AİT BİR İNANÇ OLMADIĞI VE BÜYÜK NİMETLER VAAT EDEN ÖGELER TAŞIMADIĞI SÜRECE HİÇ BİR İNANÇ GÜÇLÜ DEĞİLDİR. Geleceğe karşı duyulan korku, bizim şimdiki düzene sarılmamıza; geleceğe ait beslenen umut ise bizim değişikliğe karşı istekli olmamıza neden olur.
– Ayrıca güçlü bir öğretiye, yanılmaz bir lidere veya yeni bir teknik üstünlüğe sahip olmak yoluyla yenilmez güç kaynağı kapılarının kendilerine açılacağına inanmış olmak gerekir. BÜYÜK UMUTLARIN PENÇESİNE KAPILAN BU KİŞİLERİN GÖZLERİ PEKLEŞİR, GEREKİRSE MEVCUT DÜZENİ YIKAR VE YENİ BİR DÜNYA KURARLAR.
– DENEYİMLİ KİŞİLER, BU İŞLER İÇİN BİRER ENGELDİR. BÜYÜK FRANSIZ DEVRİMİ’Nİ BAŞLATAN KİŞİLER, SİYASÎ TECRÜBEDEN TAMAMEN YOKSUN KİŞİLERDİ. AYNI ŞEKİLDE BOLŞEVİKLER, NAZİLER VE ASYALI DEVRİMCİLER DE BÖYLE SİYASÎ DENEYİMİ OLMAYAN KİŞİLERDİ. TECRÜBELİ SİYASETCİLER BU İŞE SONRADAN KATILIRLAR. YANİ HAREKET TUTMAYA BAŞLADIKTAN SONRA HAREKETE DAHİL OLURLAR.
– Umutlar ve hayâller sokaklara yayıldığı zaman, öfkeler yatışıncaya kadar pasif kişilerin kapılarını kilitleyip, kepenklerini indirerek saklanmaları daha yerinde olur.
– Hitler’e göre: BİR HAREKET NE KADAR ÇOK MAKAM KURAR VE MEVKİ DAĞITIRSA O KADAR DÜŞÜK NİTELİKTEKİ KİŞİLERİ KENDİNE ÇEKER VE SONUNDA BU SİYASÎ ASALAKLAR, BAŞARILI BİR PARTİYİ ÖYLESİNE SARARLAR Kİ, BAŞLANGIÇTAKİ HAREKET ARTIK İLK İDEALİSTLERİ TARAFINDAN TANINMAYACAK HALE GELİR… BU DURUM, O KİTLE HAREKETİNİN, ARTIK YENİ BİR DÜNYA KURMAKLA DEĞİL, MEVCUDU KORUMAKLA UĞRAŞTIĞINI GÖSTERİR.
– İşsiz kalan kişilerin, kendilerine maddî yardım yapandan çok, geleceğe dair umut aşılayanları takip edecekleri daha güçlü bir ihtimâldir. Bu kişiler için gerçek tatmin ve konfor, ancak geleceğe ait umutlardan doğabilir. Kişinin, kendini yeni bir kişi yapacak şeye sıkıca sarılması, elbette hırslı ve aşırı olacaktır. Nefsimize inancımız bir dereceye kadar olabilir; fakat ulusumuza, dinimize ve kutsal amacımıza olan inancımız aşırı ve uzlaşmaz olmak zorundadır. UĞRUNDA CANIMIZI VERMEYE HAZIR OLMADIĞIMIZ BİR AMACIN, HAYATIMIZI DEĞERLİ KILACAĞINDAN EMİN OLAMAYIZ.
-Her yönlendirici kitle hareketi, rakibinin ateşli taraftarlarına, kendi lehine taraftar olabilecek aday gözüyle bakar.
– Bir kitle hareketinin durdurulması, o hareketin yerini almak üzere başka bir hareketin konulması sorunudur. Bir sosyal devrim, dinî veya milliyetçi bir hareketi körüklemek yoluyla durdurulabilir.
– (Değişim isteyenler) yoksulluğu pek eski olmayan yeni yoksullardır. Daha önce sahip oldukları daha iyi şeyleri (refah, kültür, tarih, dil, din) farketmek, onların içini ateş gibi yakar. Onlar mirastan mahrum bırakılmış veya malları gaspedilmiş gibidirler ve doğmakta olan her kitle hareketini olumlu karşılarlar. İnsanları isyana teşvik eden şey, fiîlen çekilen sıkıntı değil, daha iyi şeylerin (yeni bir dünya görüşü, yeni bir devlet düşüncesi ve adil bir dünya) tadını almış olmaktır. Köleler arasındaki eşitlik ve köle mahallelerindeki samimi sosyal ilişkiler, bireyin isyan duygularını köreltir. Köleliğin yerleşmiş gelenek haline geldiği bir toplumda başkaldıranlar yeni köle olanlarla, kölelikten yeni kurtulanlardır. (Yani köleliği bilenlerle, özgürlüğü hissedenler…) Aynı şekilde, Rus köylüleri, özel toprak sahibi olmanın tadını tatmamış bulunsalardı, belki de bir Bolşevik Devrimi olmazdı. SADECE KENDİLERİNİ HAYATTA TUTACAK ŞEYLERİ SAĞLAMAK İÇİN DİDİNEN İNSANLAR (hayvanlar gibidir), KEDER BESLEMEZLER VE HAYÂL KURMAZLAR.
– Bir şikâyetin en şiddetli olduğu zaman, şikâyet konusunun ortadan kalkma ihtimali (kurtuluş ihtimali) belirdiği zamandır. Hoşnutsuzluğun derecesi, istenilen amaca ulaşılacak mesafe ile ters orantılıdır. Bu, amaca yaklaşırken de, uzaklaşırken de böyledir. Çok değerli bir hazineye hemen elini değdirecek kadar yaklaşmakta olan bir kişiyle, artık elini değdiremeyecek kadar uzaklaşmakta olan kişinin heyecan ve şikâyeti en yüksek noktadadır; bu, hemen hemen zengin olmak veya hemen hemen özgür olmak durumundakilerle, hemen hemen zenginliğini kaybetmek veya hemen hemen özgürlüğünü kaybetmek durumundaki kişiler için de aynıdır.
– GELİŞMEKTE OLAN BİR KİTLE HAREKETİ, HEMEN SONUÇ VERECEK BİR UMUDUN PROPAGANDASINI YAPAR. HAREKETİN AMACI, TARAFTARLARINI KIŞKIRTMAKTIR VE BU HEMEN, KÖŞE BAŞINI DÖNER DÖNMEZ SONUÇ VERECEK TÜRDEN OLAN UMUT, HALKI HAREKETE GEÇMEYE TEŞVİK EDER.
– ÖZGÜRLÜKSÜZ ADALET, ADALETSİZ ÖZGÜRLÜKTEN DAHA DENGELİ BİR TOPLUM DÜZENİ KURAR.
– Totaliter bir toplumda kitlesel isyan, baskı ve zulümden daha çok, genellikle totaliter idarenin zayıfladığının farkedilmesiyle olur.
– Anası ve kardeşlerinin konuşmak için dışarda kendisini bekledikleri haber verildiği zaman İsa dedi ki: “Benim anam kimdir? Ve kardeşlerim kimlerdir?” Ve elini havarilerine doğru uzatıp dedi ki: “İşte benim anam ve kardeşlerim.” Havarilerinden biri babasını gömmek üzere kendisinden izin istediği zaman İsa dedi ki: “Benim ardımca gel; ölüleri bırak, kendi ölülerini gömsünler.“
– Geri kalmış ülkelerin halklarına, Batı’nın vermek istediği “kendi kendini yükseltme” ideali, beraberinde ferdî hayâl kırıklığı felâketini getirmektedir. Batı’nın getirdiği ideallerin hiçbiri, kapalı bir toplum hayatının sağladığı gizli kişiliğin (anonimite) koruyucu ve güven verici etkisinin yerini alamamıştır. Yerli halk arasından, Batılılaşmış bir kişi başarıya ulaşsa bile, yine de mutlu değildir. Kendini çıplak ve yetim hisseder. Sömürgelerdeki milliyetçilik hareketleri, bir bakıma bu güveni elden kaçırmamak ve Batı ferdiyetçiliğinden kurtulmak ihtiyacından doğar.
– Bir kitle hareketinin, önemli sayıda taraftar toplayabilmesi için, mevcut düzen içindeki her türlü grup bağlarını ve cemaat birliğini yıkması gerekir.
– SÖMÜRGEDE EGEMEN GÜCÜ OLUŞTURAN YABANCILARIN POLİTİKASI, YERLİ HALK ARASINDA CEMAAT BİRLİĞİNİ DESTEKLEMEK VE ARALARINDAKİ KARDEŞLİK DUYGUSUNU VE EŞİTLİĞİ TEŞVİK ETMEK OLMALIDIR. ÇÜNKÜ, HÜKMEDİLEN HALK KENDİ KAPALI BÜTÜNLÜĞÜNE NE KADAR ÇOK KARIŞIR VE ONUN İÇİNDE BENLİĞİNİ NE KADAR ÇOK ERİTİRSE, KİŞİSEL YETERSİZLİK DUYGULARININ ACISI DA O KADAR HAFİFLEMİŞ OLUR; VE BÖYLECE, SEFALETİ, HAYÂL KIRIKLIĞINA VE İSYANA ÇEVİREN GİDİŞAT, DAHA KAYNAĞINDAN ÖNLENMİŞ OLUR. ‘Böl ve yönet!’ diye bilinen siyasî oyun, yönetilen halk arasındaki çeşitli birlik şekillerinin hepsini zayıflatmak amacına yöneldiği zaman, beklenen sonucu vermez. Bir köy cemaatini, bir kabileyi veya bir ulusu bağımsız kişiler halinde bölmek, yöneten güce karşı duyulan isyan ruhunu ne ortadan kaldırır ne de hafifletir. ETKİLİ BİR BÖLME, BİRBİRLERİYLE REKABET EDEN VE BİRBİRİNE KUŞKU İLE BAKAN KAPALI TOPLULUKLARIN (ETNİK, DİNÎ VEYA EKONOMİK) SAYISINI ARTIRMAK YOLUYLA YAPILABİLİR. Sömürgelerde egemen yönetime karşı duyulacak huzursuzluğu önlemek için cemaat birliğini teşvik etme yöntemi, sanayileşmiş ülkelerde de işçi huzursuzluğunu önlemek için kullanılabilir.
– Yeni bir kitle hareketinin gücünü kestirebilmek için, söz konusu teşkilatın, her kesimden hayâl kırıklığına uğramışları (hoşnutsuzları) hangi hızla ve ne derece etkili olarak bünyesinde eritebileceğine bakmak lâzım.
– Kitle hareketlerinin doğuşu ve yayılışı için en elverişli ortam, daha önce kapalı bir topluluk mekanizması bulunup, sonradan herhangi bir nedenle bu mekanizmanın çökmeye başladığı ortamdır. BASKICI YÖNETİM ALTINDAKİ BİR TOPLUMDA HALKIN İSYAN ETMESİ, MEVCUT REJİMİN KÖTÜLÜĞÜNDEN ÇOK, ONUN ZAYIFLIĞININ FARKEDİLMESİYLE OLUR.
– Baskıcı yönetimler için en büyük tehlike, bir reform hareketine (8 yıllık eğitim reformu gibi) giriştikleri veya özgürlük eğilimleri göstermeye (geri adım atmaya) başladıkları zamandır.
– Ordudan yeni terhis edilmiş (veya atılmış ) olan bir kişi, ideal bir potansiyel taraftardır. Bu tip kişileri, çağımızdaki bütün kitle hareketlerinin ilk taraftarları arasında görürüz.
– İmkânların kıtlığı gibi, imkânların çokluğu da bir hayâl kırıklığı kaynağı olabilir. Başlangıç dönemlerindeki kitle hareketleri, sömürülenlerden ve ezilenlerden ziyade, bunalanlar arasından taraftar ve sempatizan bulur. Kitle ayaklanmalarını kışkırtmakla görevli bir kişi için, halkın can sıkıntısından bunalmış durumda olması, ekonomik ve politik çarpıklıklar içinde kıvranır durumda olması kadar elverişli bir ortamdır.
– Dinî ve devrimci heyecan gibi, aşırı milliyetçilik de, ezilmişlik duygusundan kurtulmak isteyenlere bir sığınak vazifesi görür. AŞIRI MİLLİYETÇİLİKLE, VATAN HAİNLİĞİ ARASINDA ÇOK KISA BİR MESAFE VARDIR.
– Eğer bir grup, ölümü küçümsüyorsa, o grubun sıkı örgütlü ve örgütleyici olduğu sonucuna varmamız yanlış olmaz. (Devrimci bir örgüte mensup kişi) ıssız bir adada tek başına olsa bile, bağlı olduğu grubun gözlerinin kendi üstünde olduğunu hissetmelidir. O kişi için, bu grubun dışına çıkarılmış olmak, hayatının yok olmasıyla eşit sayılmalıdır. Hiçbir bağlılık (ait olma) duygusu bulunmayan bir kişi içinse, önemli olan tek şey hayatta kalmaktır. Hayat, hiçliğin sonsuzluğunda tek gerçek olan şeydir ve bu kişi hayata utanmak nedir bilmez bir umutsuzlukla yapışır.
Zorbalığa karşı koyma gücü, bireyin, bir grubun kimliğini taşımasından doğmaktadır. Nazi toplama kamplarında en çok direnen kişiler, bir siyasî partinin veya grubun üyesi olanlardı. Bireyci kişiler, milliyeti ne olursa olsun, boyun eğmişlerdir. Bir kişi, işkence veya yok edilme durumuna düştüğü zaman kendi gücüne güvenmesi imkânsızdır. Onun tek güç kaynağı güçlü, görkemli ve yıkılmaz bir grubun bir parçası olmaktır. Bu açıdan, İMAN BİR KİMLİK KAZANMA İŞLEMİDİR; VE BU İŞLEMLE KİŞİ, KENDİ KENDİNDEN İBARET OLMAKTAN KURTULUR.
– İngiliz emperyalizminin Filistin politikası mantık yönünden sağlam, fakat işin iç yüzünü kavrayamamış bir politikaydı. Bunlar, “Hitler, 6 milyon yahudiyi ciddi bir direnme ile karşılaşmaksızın yok etmesini becerdiğine göre, 6 yüz bin yahudiyi Filistin’de idare etmek zor olmasa gerek…” diye düşündüler. (Oysa) Avrupa’daki yahudi, düşmanlarının karşısında yalnız, tecrit edilmiş ve bir hiçliğin sonsuzluğunda yüzüyordu. Filistin’e geldiklerinde ise, arkalarında unutulmaz bir geçmişi ve önlerinde olağanüstü bir geleceği bulunan bir ırk olduklarını hatırladılar.
– BİR DEVRİMCİNİN KENDİNİ EĞLENDİRMESİ, DÜŞMANLA (yani şimdiki zamanla) İŞBİRLİĞİ YAPMASI DEMEKTİR.
– Şimdiki zamanda (bu düzen içinde) uygulanabilecek bir teorinin ortaya atılması, bizi bu düzenle uzlaştırmaya yarar. Bir kitle hareketinin, bir sır havası içine bürünmesi de, “şimdi”yi değersiz gösterme araçlarından biridir. Bütün kitle hareketleri, “şimdi”yi, parlak bir geleceğe başlangıç aracı olarak tarif etmek yoluyla değerden düşürürler; ŞİMDİKİ ZAMAN, BÜYÜK MUTLULUK DEVRİNİN EŞİĞİNDEKİ PASPASTIR; BİR SOSYAL DEVRİM HAREKETİNE GÖRE ŞİMDİKİ ZAMAN, YENİ BİR DÜNYAYA GİDEN YOLDAKİ KÜÇÜK BİR ARA İSTASYONDUR.
– Her şey bugünden ibaret olduğu zaman, elimize geçirebildiğimiz her şeye sımsıkı yapışır ve onu bırakmak istemeyiz. Her şey ileride olduğu zaman, elimizdekileri başkalarıyla paylaşmak bize zor gelmez.
– GEÇMİŞİN İHTİŞAMLI GÖSTERİLMESİ, ŞİMDİKİ ZAMANIN GÖZDEN DÜŞÜRÜLMESİ İÇİN BİR ARAÇ OLARAK KULLANILABİLİR. FAKAT, UMUTLU BİR GELECEĞE BAĞLANMADIĞI TAKDİRDE, BİR KİTLE HAREKETİNİN İSTEDİĞİ GÖZÜ PEK DAVRANIŞLARDAN DAHA ÇOK, TEMKİNLİ DAVRANIŞLARA NEDEN OLUR. Öte yandan, şimdiki zamanı, parlak bir geçmişle parlak bir gelecek arasında sadece talihsiz bir durum olarak göstermek kadar küçük düşürücü başka bir yöntem yoktur.
– Hayatından memnun olanlardan iyi bir kehanet sahibi çıkmaz. Diğer taraftan, “şimdi” ile savaş halinde olanların bir gözü değişiklik tohumlarında ve küçük başlangıç potansiyellerindedir. “Şimdi”yi reddedip, gözlerini ve kalplerini ilerideki şeylere yöneltmiş olanlar, ileride gelecek fayda veya tehlikelerin şimdiden gelişmekte olan tohumlarını görme yeteneğine sahiptirler. Bu nedenle onlar, şimdiki dengenin devamını isteyenlere oranla daha iyi kehanette bulunurlar.
– Muhafazakâr, “şimdi”nin daha iyi duruma getirilebileceğine inanmaz. Onun geçmişle ilgisi “şimdi”yi güven altına alabilmek içindir. Şüpheci de muhafazakâra çok benzer. Ona göre şimdiki zaman, olmuş ve olacak şeylerin toplamıdır. Liberallere göre ise, şimdiki zaman, geçmişin meşru çocuğudur ve daha iyi bir geleceğe doğru devamlı olarak büyümekte ve gelişmektedir. Ona göre şimdiki zamanı sakatlamak geleceği sakatlamak demektir. Yani her üçü de şimdiki düzeni desteklemektedirler. Devrimciler ile reaksiyonerler ise, şimdiki düzenden nefret ederler. Aksiyoner ile reaksiyoner arasındaki başlıca fark, insan tabiatı hakkındaki görüşleridir. Devrimcilere göre, insanların çevresini değiştirmek ve ruhlarına yeni bir ideal üflemek suretiyle bir toplum tamamen yeni bir kalıba sokulabilir. Reaksiyonerlere göre ise, “gelecek”, tamamen yeni bir düzen değil, eski düzenin iyi onarılmış bir şeklidir…
– Arzu ve heveslerini yenmek için gerekli olan nefsine hakim olma iradesi, devrimcilere bir güçlülük duygusu verir. Kendilerine hakim olmakla, bütün dünyaya hakim olabileceklerini görürler. Aynı zamanda, imkânsız görülen şeyleri savunmak, onların zevkine uygun gelir.
– HAYALLER VE UMUTLAR BİRER ARAÇ VE GÜÇLÜ BİRER SİLAHTIRLAR. GERÇEK BİR LİDERİN BECERİKLİLİĞİ, BU ARAÇLARIN DEĞERİNİ BİLMEKTEN İBARETTİR.
– Nefsimizi savunmak için ölümü göze aldığımız zaman bile, çarpışma gücümüz, maddî menfaatten daha çok namus, gelenek ve hepsinin üstünde umut gibi manevî şeylerden doğar.
– BİR İNANCI MÜMKÜN KILMAK İÇİN NE KADAR İNANÇSIZLIK GEREKTİĞİNİ GÖRMEK DEHŞET VERİCİDİR. GÖRÜLMEYE VE DUYULMAYA DEĞMEYEN GERÇEKLERE KARŞI GÖZLERİNİ KAPAMAK VE KULAKLARINI TIKAMAK, KESİN İNAÇLININ ÖZEL BİR YETENEĞİDİR VE BU ONUN EŞSİZ CESARET VE AZMİNİN KAYNAĞIDIR.
– Bir öğretinin etki derecesi hakkında varılacak yargı, onun derinliği, yüceliği ve doğruluğundan önce, fertleri kendi nefslerinden ve reel çevrelerinden ne kadar iyi ve hızlı ayırabildiğinden çıkarılmalıdır.
– BİR ÖĞRETİ, ETKİLİ OLABİLMEK İÇİN, ANLAŞILMAZ FAKAT İNANILIR OLMALIDIR. İNSANLAR SADECE ANLAMADIKLARI ŞEYLERDEN KESİNLİKLE EMİN OLURLAR. Kolay anlaşılır bir öğreti güçten yoksundur. Bir şeyi tam anladığımız zaman, o bize kendi nefsimizden doğmuş gibi gelir. Kendi nefsini inkâr ve feda etmesi istenilen bir kişi, elbetteki kendi nefsinden doğmuş bir şeyde ebedî kesinlik göremez. İnsan bir şeyi kendi aklı çerçevesinde algılayabildiği zaman, o şeyin doğruluğu ve inanılırlılığı gözden düşer. İman sahibi kişilere, mantıklarıyla değil, her zaman kalpleriyle mutlak gerçeği aramaları telkin edilir.
– BİR KİTLE HAREKETİ, KENDİ ÖĞRETİSİNİ MANTIKLI KILMAYA VE SADECE AKLA HİTAP EDER DURUMA GETİRMEYE BAŞLADIĞI ZAMAN, BU ONUN DİNAMİK AŞAMASININ BİTMİŞ OLDUĞUNUN BİR İŞARETİDİR; BU DURUMDA ONUN BAŞLICA AMACI (şimdiki düzen içinde) BİR DENGE KURMAKTIR.
– Onlar (devrimciler), yalnız günlük yiyecekleri için değil, hayâlleri için de Tanrı’ya dua ediyorlardı.
– Aşırı bir komünistin faşistliğe, aşırı yurtseverliğe veya aşırı dindarlığa dönmesi, aklı başında bir demokrat-liberal olmasından daha kolaydır.
– Aşırı dindarın karşıtı, dinsizlikte aşırı olan değil, Tanrının varlığı ile yokluğunu umursamayan kişidir. Dinsiz kişi, inanç sahibi kişidir; dinsizlik onun için bir dindir. Aynı şekilde, aşırı vatanseverin karşıtı vatan haini değil, şimdiki düzeni seven ve kahramanlığı aptallık gibi görüp şehitlik derecesine ulaşmaktan kaçan muvazaacı tiptir.
– BÜYÜK BİR LİDERİN DEHASI, BÜTÜN NEFRETLERİ TEK BİR DÜŞMAN ÜZERİNE TOPLAMAKTAN İBARETTİR.
– Yeni bir dil öğrenmek imkânı, yeniden dünyaya gelmiş olma (yeni bir dünya) hayâlini güçlendirir.
– Kitle bir defa harekete geçtikten sonra kelimeler, yine de faydalı olmakla beraber, artık çok önemli rol oynamazlar.
– PROPAGANDANIN GERÇEKTEN ETKİLİ OLABİLMESİ İÇİN, ARKASINDA DAİMA KESKİN BİR KILIÇ BULUNMALIDIR.
– Yıldırma politikası, kesin inanç adamının yalnız muhaliflerini sindirmesine ve ezmesine yardım etmez. Aynı zamanda, kendi inancını da yaşatmaya ve güçlendirmeye yardım eder.
– SADECE İKNA YOLUYLA, YAYGIN VE DEVAMLI BİR ÖRGÜT KURAN BİR KİTLE HAREKETİ YOKTUR. Devletin desteğini elde edemediği yerlerde Hristiyanlık ne genişleyebilmiş, ne de devamlı bir tutamak sağlayabilmiştir. İslâmiyetin en çok geliştiği devre, siyasî (ve askerî) başarılarının en büyük olduğu devredir.
– ŞARTLAR OLGUNLAŞMADIĞI SÜRECE, POTANSİYEL BİR LİDER NE KADAR YETENEKLİ OLURSA OLSUN, PEŞİNDEN KİMSEYİ SÜRÜKLEYEMEZ. Lider, asıl rolünü oynamaya muktedir olabilmek için, zamanı olgunlaştırmaya bakmalıdır. ZAMAN VE ŞARTLAR NE KADAR OLGUNLAŞIRSA OLGUNLAŞSIN, LİDER BULUNMAKSIZIN DA, BİR KİTLE HAREKETİ MEYDANA GELMEZ. Olayların akışını, Bolşevik devrimi kanalına sürükleyen Lenin olmuştur.
– Cüret ve meydan okumaktan zevk almak; demir gibi bir irade; tek gerçeğe kendisinin sahip olduğuna dair aşırı bir inanç; kaderine ve şansına güven; şiddetli nefret etme yeteneği; mevcut düzeni aşağı görebilmek; insan tabiatını iyi anlayabilmek; tören, gösteriş ve simgelerden hoşlanmak; güçlü bir komuta grubunun maksimum bağlılığını kazanmak ve onları geliştirecek kapasitede olmak… Bu sonuncu nitelik, en önemli ve az bulunur özelliklerden biridir. BİR LİDERİN OLAĞANÜSTÜ KAPASİTESİ, KİTLELERİ ELDE ETMEKTEN ÖNCE, YÜKSEK KAPASİTELİ İNSANLARDAN OLUŞMUŞ KÜÇÜK BİR GRUBU ETKİSİ ALTINA ALMA VE NEREDEYSE ONLARI BÜYÜLEME YETENEĞİNE BAĞLIDIR. BU ADAMLARIN KORKUSUZ, KİBİRLİ, ZEKİ, ÖRGÜTÇÜ VE BÜYÜK İŞLERİ SÜRDÜREBİLECEK KAPASİTEDE OLMALARI, FAKAT LİDERİN EMİR VE GÖRÜŞLERİNE TAMAMEN BOYUN EĞECEK, İLHAM VE ENERJİLERİNİ ONDAN ALACAK VE BU TESLİMİYETTEN GURUR DUYACAK BİR YARATILIŞTA OLMALARI GEREKLİDİR.
Tek ve değişmez bir gerçeğe sahip olmak ve kendi dürüstlüğünden asla şüphe etmemek; Allah, kader veya tarihin yasaları gibi elle tutulmaz güçlerle desteklendiği duygusuna kapılmak; karşıtlarının, şeytanın tayfası oldukları ve bunların mutlaka ezilmesi gerektiğinin bilincinde olmak; kendini davasına adayıp, görev şuuru ve coşkusu içinde olmak… Bütün bunlar, herhangi bir alanda cesur ve acımasız eylemlere geçmek (ve başarıya ulaşmak) için beğenilmesi gereken niteliklerdir.
– Önemli olan: Kibirli, hatta küstahça davranmak, başkalarının fikirlerini tamamen önemsiz saymak ve dünyaya toptan meydan okumaktır. Lider, pratik ve realist olmak zorundadır, fakat buna rağmen konuşmalarında hayâlperest bir idealistin dilini kullanmalıdır.
– Kitlelerin isyanı, kişisel başkaldırıların bir toplamından ibaret değildir. Böyle zamanlarda, her durumdaki halk, bir lidere itaat etmeye ve onu takip etmeye hazırdır. Bu durumda itaat, her günkü güvensiz bir yaşantı içinde tutunulacak tek sağlam kayadır.
– Rusya’da, Stalin’i reddeden kişilerin, kendilerine kimlik kazandıracak başka bir dayanakları yoktu. Bu nedenle, onların baskıya direnç gösterme ve isyan güçleri hiç derecesindeydi.
– BİR EKONOMİK KRİZ NEDENİYLE MEŞGULİYET ALANLARI İYİCE DARALDIĞI TAKDİRDE, İNSANLAR BİR KİTLE HAREKETİNE KATILMAYA HAZIR HALE GELİRLER.
– Mevcut düzen gözden düşürülmeden, bir kitle hareketi ortaya çıkmaz. Gözden düşürme işi, iktidardakilerin yanlış tutumlarının veya suistimallerinin tabiî bir sonucu değil, içlerinde şikâyet duygusu bulunan söz ustalarının kasten yaptıkları bir iştir. Söz ustalarının bulunmadığı veya yazıların şikâyet taşımadığı yerlerde, yönetim ne kadar beceriksiz ve kötü olursa olsun, kendi kendine yıkılıp gidinceye kadar iktidarda kalır.
– BİR YERDE, DAHA ÖNCE BULUNMAYAN BİR YAZAR-KONUŞMACI AZINLIĞININ ORTAYA ÇIKMASI, DEVRİME DOĞRU ATILMIŞ BİR ADIMDIR.
– Bir yönetim, ehliyetinin sınırlarını aştığı hâlde iktidarda kalabilmişse, o yerde ya hiç bir aydın sınıf yoktur, ya da iktidardakilerle söz ustaları arasında sıkı bir göbek bağı vardır.
– Zamanımızdaki sosyalist ve milliyetçi kitle hareketlerinin öncülüğü, her zaman için şairler, yazarlar, tarihçiler, bilim adamları veya filozoflar tarafından yapılmıştır.
– Çekoslovakya tarihçisi Palacky’nin söylediği gibi, kendisi ve bir avuç arkadaşının, bir akşam yemek yedikleri odanın tavanı çökmüş olsaydı, Çek ulusal hareketi diye bir hareket olmayacaktı.
– Aşırı kişiler bulunmadığı takdirde, fikir savaşı yapmış söz ustaları tarafından meydana getirilen hoşnutsuzluk önderliksiz kalır ve kolayca bastırılabilecek amaçsız ve beceriksiz ayaklanmalarla kendini yitirir.
– Eski düzenle mücadele sert ve kargaşalık içinde olduğu ve zaferin ancak maksimum beraberlik ve fedakârlıkla kazanılabileceği zaman, yapıcı (reaksiyoner) söz ustası bir kenara itilir ve hareketin yönetimi yapıcı olmayan (aksiyoner) söz ustalarının, yani düzene hiç bir şekilde uymayan ve şimdiki zamanı aşırı derecede hor görenlerin eline geçer. (Bu durumda, yapıcı söz ustaları için) olası sonuç ya sürgüne gönderilmek veya kurşuna dizilmektir. KİTLE HAREKETLERİNİN ZAFERE ULAŞMALARI, ANCAK DİRAYETLİ BİR LİDERİN SAHNEYE ÇIKMASIYLA SAĞLANABİLİR.
– Gerçek bir lider, savaşı başarıya ulaştırdığında, artık ondan beklenen, dünyaya sahip çıkmak ve insanlığın yaralarını sarmaktır. Bu nadir liderlerin benliklerine olan güvenleri, insanlığa olan inançlarından gelmektedir. Çünkü, bilmektedirler ki: “İnsanlığın şerefini tanımayanlar şeref kazanamazlar.” Halkına ve insanlığa yararlı olan kitle hareketi liderleri, yalnızca bir kitle hareketini nasıl başlatacaklarını değil, onun aktif dönemini nasıl bitireceklerini de bilirler. Oliver Cromwell şöyle demişti: “Bir insan hiç bir zaman, nereye gittiğini bilmediği zamanki kadar uzun yol yürüyemez.”
– Kutsal bir amacı bulunmayan insanlar karaktersiz ve temelsiz insanlardır. Ama, birbirlerinden nefret etmeye ve birbirlerini boğmaya hazır oldukları hâlde, çeşitli renklere bürünmüş kesin inanç adamları birbirlerine saygı duyarlar. Hatta aşırı dindar ile, militan bir dinsiz bile birbirlerine karşı saygısız değillerdir. Çünkü, tam bir dinsiz, en mükemmel bir inancın eşiğinde duran kimsedir. Fakat kayıtsız insanın, aşağılık korkularından başka hiç bir mukaddesi yoktur.
– TAM BİR KİTLE OLARAK HAREKETE GEÇME KABİLİYETSİZLİĞİ, BİR TOPLUM İÇİN HAYATÎ BİR NOKSANLIKTIR. Ortega Y Gasset’e göre: “Bir ülkenin, gerçek bir kitle hareketi oluşturma kabiliyetsizliği, o ülkede bazı etnolojik kusurlar bulunduğunu gösterir”
– (AŞIRILIK!..) TUHAFTIR Kİ, DÜNYA BU RUH HASTALIĞINA YAKALANMAKLA, TOPLUMLARI VE ULUSLARI ÖLÜMDEN DİRİLİĞE GEÇİREN DOĞAÜSTÜ BİR BULUŞ KAZANMIŞ OLDU.
(Dinledikçe gözümde şekillenen ihtilâl-inkılâb… Bu isyan bizim… Bu isyan Anadolu’nun isyanı!.. Kürt, Türk, Lâz, Çerkez demeden; sağcı, solcu, ülkücü, komünist olduklarına bakmadan ortak bir makûs talihe mahkûm edilen Anadolu insanını; ortak bir düşmana karşı, Haçlı-Yahudi Batı emperyalizmine ve onların yerli işbirlikçilerine karşı ortak bir nefret kutbunda birleştiren ve yine onları, bu toprakların bin yıllık aslî sahibleri olarak, bütün dünyaya liderlik edecek yeni bir dünya düzeni ideali etrafında birleştirici bir isyan!.. Evet, bu isyan bizim isyanımız! Anadolu’nun isyanı!.. Bu isyancı ruh, belki ateşli bir terlemedir! Ama hangi ateşli hastalıktan, terlemeden kurtulmak mümkün ki? Tek bir slogan, tek bir gerçek ve tek bir yol var önümüze konulan: “Düşmanı kov, yurdunu kurtar, devletini kur, dünya liderliğine kurul!” Kim durabilir karşımızda; üçbuçuk iktidarsızla, onların, tatminsizlikten kıvranan kokanaları mı? Arkalarını dayadıkları zinde güçler mi?)
– Bir kitle hareketinin, kuvvet kullanmak yoluyla sindirilemeyeceği kanısı, her zaman için doğru değildir. En ateşli bir kitle hareketi bile güç kullanmak yoluyla durdurulabilir ve ezilebilir. FAKAT BUNU SAĞLAMAK İÇİN, KULLANILAN GÜCÜN MERHAMETSİZ VE ISRARLI OLMASI GEREKİR. VE İŞTE BURADA, İNANÇ, ZORUNLU BİR ETKEN OLARAK YER ALIR. ÇÜNKÜ, MERHAMETSİZ VE ISRARLI BİR SİNDİRME HAREKETİ, ANCAK AŞIRI BİR İNANÇLA MÜMKÜNDÜR. SAĞLAM VE MANEVÎ BİR TEMELDEN DOĞMAYAN SİNDİRME HAREKETLERİ SARSINTILI VE DAYANIKSIZ OLUR. Kişisel zalimlikten doğan şiddetli mukabele ne genişleyebilir, ne de uzun süre devam edebilir; bu gibi hareketler, kişisel kaprislere ve tereddütlere bağlı olarak birden alevlenip çözülüverirler.
– Ordu, şimdiki düzeni desteklemek, korumak ve yaymak için bir araçtır. Kitle hareketleri ise, şimdiki düzeni bozup yıkmak için gelir. Kitle hareketleri, gelecek şeylerle meşgul olur ve canlılığını da bu meşguliyetten kazanır. Orduda ise, bütün ordularda karakteristik bir özellik olarak görüldüğü gibi, şimdiyi zevkle yaşamak eğilimi vardır. Orduda birlik ve beraberliğin sağlanması, inanç ve heyecan yoluyla değil, talim-terbiye ve zorlama yoluyla olur.
– ORDU LİDERLERİ MUCİZELERE BEL BAĞLAMAZLAR. ÇOK GÜÇLÜ BİR İMAN İLE HAREKET ETTİKLERİ ZAMAN BİLE, UZLAŞMA YOLUNDA AÇIK BİR KAPI BIRAKIRLAR. YENİLMENİN MÜMKÜN OLDUĞUNU HATIRDAN ÇIKARMAZLAR VE GEREKTİĞİNDE TESLİM OLMASINI BİLİRLER. Diğer taraftan, bir kitle hareketinin lideri, şimdiki zamanın bütün gereçlerini aşırı derecede hor görür. O, mucizelere bel bağlamıştır. Durumu çaresizleştiği durumlarda, onun şimdiki zamana karşı olan nefreti daha çok yüzeye çıkar ve teslim olmaktansa, kendisini ve peşindekileri şehadetin kucağına atmaktan çekinmez.
– De Tocqueville, askerler hakındaki görüşlerini şöyle ifade eder: “ONLAR, EN BÜYÜK CESARETLE CANLARINI FEDA EDEN, FAKAT DEVRİM GÜNLERİNDE KENDİLERİNİN EN ÜRKEK OLDUĞUNU GÖSTEREN ADAMLARDIR.”
– Generaller, kitlelerin nasıl bastırılacağını bilir, fakat onları nasıl kazanacağını bilmezler. OYSA, BİR KİTLE HAREKETİ LİDERİ, BÜTÜN İLHAMINI, YÜZLERİNİ HAVAYA KALDIRMIŞ OLAN HALK KİTLELERİNDEN ALIR VE BU KİTLELERİN HOMURTUSU ONUN KULAĞINA TANRI’NIN SESİ GİBİ GELİR. O, DAYANILMAZ BİR GÜCÜN ARTIK ELİNE GEÇMİŞ OLDUĞU GÖRÜŞÜNDEDİR. VE ÖYLE BİR GÜÇ Kİ, ONU YALNIZ KENDİSİ YÖNETEBİLİR. VE BU GÜÇLE O, İMPARATORLUKLARI, ORDULARI VE MEVCUT BÜTÜN İHTİŞAMI YIKABİLECEKTİR. BU GÜÇLE O, YENİ BİR DÜNYA MEYDANA GETİREBİLECEKTİR!
(Ve ORDU, KUŞATABİLDİĞİ BİR DÜŞMANA KARŞI SAVAŞABİLİR; 1938’de Dersim’de olduğu gibi… Ve ORDU, DAİMİ BİR TEYAKKUZ VE TAARRUZ HALİYLE HİÇ BİR NETİCE ELDE EDEMEZ; 4 Mayıs 1937’de toplanan ve Dersim’e karşı bastırma hareketine geçilmesi yönünde kararın alındığı Genel Kurmay toplantısında Mustafa Kemal‘in söylediği gibi: “SADECE TAARRUZ HAREKETİYLE İKTİFA ETTİKÇE, İSYAN DAİMÎ OLARAK YERİNDE BIRAKILMIŞ OLUR. Bunun içindir ki, silah kullanmış veya kullanmamış olanları, yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecekleri hale getirmek, köyleri kâmilen tahrip etmek lüzumludur!” Yine aynı toplantıda, Genelkurmayca, Dersim bölgesine uçaklarla havadan atılmak üzere, Türkçe ve Kürtçe bir bildiri hazırlanmıştı; “… aksi takdirde, yani dediklerimizi yapmazsanız HER TARAFINIZI SARMIŞ BULUNUYORUZ. CUMHURİYETİN KAHREDİCİ ORDULARI TARAFINDAN MAHFEDİLECEKSİNİZ. Cumhuriyet hükümetinin bu son şefkât ve merhametini bildiren bu bildirisini 24 saat çoluk ve çocuğunuzla beraber okuyun, düşünün ve çabuk cevap verin. Yoksa hiç istemediğimiz hâlde, sizi mahfedecek olan kuvvetler harekete geçeceklerdir. Devlete itaat gerekir!” Ve yine 3. Ordu manevrasının birinci safhasını teşkil etmek üzere, Tunceli bölgesinde yapılacak taramanın bütün bölgeye teşmil edilmesi kararlaştırılıyor ve manevranın yapılış tarzı şöyle anlatılıyor: “ORDU BU GÖREVİ, BÖLGENİN HER TARAFINDA BİRDEN HAREKETE BAŞLAMAK ÜZERE EN KISA ZAMANDA KESİN, ŞEDİT, SERÎ VE EN ETKİLİ BİR ŞEKİLDE, HAYDUTLARIN HERHANGİ BİR YERE SAKLANMASINA VEYA TARAMA BAŞLANGICINDA VE SÜRESİNDE BÖLGE DIŞINA ÇIKMASINA MEYDAN VERMEYECEK ŞEKİLDE YAPACAKTIR.” -Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar, Genel Kurmay Harp Tarihi Başkanlığı Yay., s.391, 438, 447-)
– Ordu tıpkı akıl gibidir; nasıl ki akıl bir şeyi kuşatmadan idrak edemez; ordu da kuşatamadığı bir düşmana karşı savaşamaz! Devrim hareketleri ise ruh gibidir; nasıl ki ruh bir şeyi akıl almaz bir şekilde idrak eder; devrimciler de düşmanın karargâhına öyle çöker. Evet, ihtilâl bir sanattır; düzen güçleri hesab kitab yapana kadar, ihtilâlciler hedeflerine şiir gibi varırlar!..
– Görelim Mevlâ neyler; Neylerse güzel eyler!
Kaynak: Akademya I. Dönem, Sayı 12, Ağustos 1999.