“Ολόγραμμα (Olôgrama)=Όλος (Ôlos): Hepsi, bütün hepsi+γράμμα (grâma): Harf, yazım. Olôgrama: Holografi metoduyla elde edilen fotoğraf, tablo, levha.
Ολογραφία (Olografîa): Όλος (Ôlos): Hepsi, bütün hepsi+γράφω (grâfo): Yazmak, yazıya geçirmek. Olografîa: Herhangi bir temayı röfleli veya çepeçevre (fırdolayı) gösteren, laser ışınlarıyla elde edilen fotoğraf(lama) metodu.
Ολογραφικός (Olografikôs): Olografi kelimesinin sıfatı.
Mefhumlar evvela Fransızca’ya ‘Hologramme’ (Ologram), ‘Holographie’ (Olografi) ve ‘Holographique’ (Olografik) şeklinde geçmiş ve oradan da tüm dünya dillerine yayılmıştır.”(1)
Sonuçta hologram, “tüm bilgi”, “tüm bilgilerin yazımı-kaydı” anlamında kullanılmaktadır.
Günümüzde holografi tekniği kullanılarak, çok hassas ölçümler, mimari tasarımlar, ışık hızında görüntülemeler yapılmakta, DNA gibi çok küçük yapıların üç boyutlu mikroskobik görüntülerinin çıkarılması gerçekleştirilebilmektedir. Bunun yanında metaphoric (mecazî) anlatımlarca zengin bir dille sunulan “Hologram Nazariyesi” evrenin yapısı, tıp, beyin – şuura ait yapısal çözümler, metafizik ve iletişim alanlarındaki teklifleriyle, geleceğin fiziği olma yolunda oldukça iddialı bir teori…
“Kısaca hologram, holografik bir levhadan yapılır; lazer ışığı gibi özel ışıklandırma şartları altında kendisine bakıldığında, şeffaf üç buudlu resim görüntüsüdür. Önemli özelliği, ne kadar parçaya bölünürse bölünsün, her parça, bütünün resmini verir.”(2)
Klasik fotoğraf ve baskı teknikleri fotoğrafı çekilen objeden yansıyan ışığı, iki boyutlu bir imaj-görüntü olarak kaydeder. Fotoğrafa baktığımızda, nesneyi üç boyutlu gibi tasavvur etmemiz, bu nesneye ait geçmişteki algılarımız sebebiyledir. Oysa, hologramlar, üç veya dört boyutlu olabilir. Boy, en, derinlik ve hareket (zaman) hologramla kaydedilebilir. Hologramlar, cisimlerden yansıyan ışınların tüm evre bilgilerini kaydedebilmektedir.
Hologram tekniğinin temelleri Dennis Gabor’a Nobel Ödülü kazandıran “Girişim Modeli” isimli çalışmaya dayanır. 1947’de Gabor, bir dalga modelindeki her bir tepenin kaynağına ait “tüm bilgileri” içerdiğini, bu bilgilerin bir filmde korunarak daha sonra tekrar oluşturulabileceğini öngörmüştü… Teorinin içeriği neden “hologram” tabirinin tercih edildiğine de açıklık getirmekte.
“Girişim Modelini’’ anlaşılır kılmak için genelde, durgun suya atılan çakıl taşı örneği kullanılır. Suya atılan bir taşın etrafında giderek genişleyen dairesel dalgalar oluşur. Aynı tecrübe iki ayrı taşla gerçekleştirildiğinde ise, bunların etrafında oluşan dalgaların belirli bölgelerde birleştiğine tanık oluruz. Bu durumda su yüzeyinde gözlemlediğimiz desen “girişim deseni”dir. Desendeki dalgaların kesişim bölgeleri için “girişim noktaları” tâbiri kullanılır. Gabor’un teorisine göre, iki veya daha fazla dalganın girişim noktaları, bunları oluşturan kaynaklara ait “tüm bilgiyi” taşıyor olacaktır.
“Işık dalgalarının etkileşiminin doğurduğu model, holografik bir plâka üzerinde yakalandığında, hologram meydana gelir. Büyük, küllî imajları küçük parçalar içerisinde katlayabilme kapasitesi, böyle etkileşim modellerinin karakteristiği olarak görülüyor. Bunun bir örneği, birkaç çakıl taşı attıktan birkaç saniye sonra bir havuzun üzerinde görülen dalgacık örnekleridir. Bu dalgacıklar genişledikçe, suyun yüzeyinde birbiriyle kesişen, her biri taşın düştüğü kendi kaynağından yayılan karmaşık şekiller oluştururlar. Havuzu ânında doldurabilseydik, yüzeye çarptıklarında oluşan orijinal şekillerini yeniden meydana getirecek dalgacık örnekleri, süreci tersine çevirmek için erekli bilgiye sahip olacaktı. Düşen çakıl taşlarının biçimlerinin, dalgacık örneklerinin içinde katlandığını söyleyebiliriz. Su dalgacıkları yerine, ışık dalgalarını kullanarak hologramın tam olarak yaptığı budur.”(3)
İki boyutlu görüntü kaydı yapan kameranın tek ışık kaynaklı olmasının aksine, hologram, birden fazla ışık kaynağı içerir. Birden fazla ışık dalgasının kesişim noktası aynı zamanda bu ışık kaynaklarının tümüne ait bilgiyi de içerecektir.
Gabor, birçok nesnenin holografik kaydını yapabilmesine rağmen bu kayıtlardan düzgün ve berrak bir imaj üretiminde başarılı olamamıştı. Bunun nedeni, Gabor’un dalga kaynağı olarak uyumsuz ve karışık bir ışık olan “beyaz ışığı” kullanmasıydı.
Hologramı oluşturmak için en uygun ışık kaynağı LASER (Light Amplification by Stimulated Emission of Radiation-Uyarılmış ışın neşriyle ışık kuvvetlendirilmesi) tekniğidir. “Dalga benzeri her fenomen ışık ve radyo dalgaları da dahil bir girişim deseni oluşturabilir. Laser ışını son derece saf, birbiriyle uyumlu bir ışık türü olduğu için, girişim desenleri oluşturma konusunda özellikle başarılıdır. Deyim yerindeyse laser, kusursuz bir çakıl ve kusursuz bir havuz oluşturur. Sonuçta bugün bildiğimiz hologramlar ancak laserin bulunuşundan sonra oluşturulabilmişlerdir.”
Görüntülenmek istenen nesneye laser ışını yollanır. Laser ışını, çeşitli ayna ve merceklerin kullanımıyla ikiye ayrılır. Bu ışınlardan biri görüntülenecek cisme vurur ve yansır, diğeri ise nesneye hiç değmeden hologram plâkasına ulaşır. Nesneden sekerek gelen ve hiç uğramadan gelen bu iki ışın plâka üzerinde kesişip, girişirler. Nesneden sekerek gelen ışın farklılaşmış ve aslına oranla deforme olmuştur. Hologram plâkasına görüntü kaydedilmez, görüntüyü oluşturan “bilgi” yâni “frekans kodları” kaydedilir. Ana kaynaktan değişime uğramadan gelen ışının üzerine “değişime uğrayan” ve “suret” bulunan, yâni cismin kenarlarından dolaşarak onun biçimini oluşturan “bilgileri” taşıyan ışın düşer. Bu ikisi arasındaki farklılık “cismin görüntüsüdür” ve hologramın kaydettiği de işte budur.
Bir hologram plâkasına bakıldığında, buruşuk ipek kumaşa benzer bir görüntü halinde kesişip, girişen çizgilerle karşılaşılır. Bu çizgiler görüntülenecek olan nesnenin “kayıt modelidir” ve yalnızca frekansların kaydından oluşur. Bu plâkaya aynı açıdan yeni bir laser ışını gönderilecek olursa, görüntü bilgileri önceden kaydedilmiş olan cisim “üç boyutlu” olarak belirir. Ona kayıt yapıldığı açıdan gönderilen bir laser ışını, bir anda görüntüyü bütün ayrıntıları ile “canlandırır” ve hatırlanmasını sağlar. Kaydedilen nesnenin üç boyutlu görüntüsü insanı ürkütecek derecede inandırıcıdır.
“Bir hologramın en başta gelen özelliği, bir nesneyi orada olmadığı hâlde, oradaymış gibi gösteren bir illüzyon meydana getirmektir. Bir holograma baktığınızda, onun mekânda yer kapladığına inanabilirsiniz, ancak elinizi içinden geçirecek olursanız, gerçekte orada bulunmadığını anlarsınız. (Bir holografik projeksiyonun çevresinde dolaşabilir ve sanki gerçek bir nesneymiş gibi ona değişik açılardan bakabilirsiniz. Bununla birlikte uzanıp ona dokunmak isterseniz eliniz görüntünün içinden geçip gider ve aslında orada hiçbir şey olmadığını anlarsınız.)… Buna karşılık, hisleriniz size ne derse desin, yeryüzündeki hiçbir âlet, hologramın havada salınır gibi durduğu yerde herhangi bir anormal enerji veya varlığın yer aldığını tesbit edemez; çünkü hologram, hayalî ve orada olmadığı hâlde varmış gibi görünen bir surettir ve mekânda kapladığı yer, ancak bir aynada gördüğünüz kendi üç buudlu görüntünüz kadardır. Aynadaki suretin aynanın arkasındaki gümüşsü sathın üzerinde yer alması gibi, bir hologramın gerçek yeri de, her zaman için, kaydedilmiş olduğu film sathına sürülmüş ışığa duyarlı incecik tabakanın üzerindedir…”(4)
Seyredenler hatırlayacaktır, Arnold schwarzenegger’in başrolde yer aldığı bir filmde (filmin adını hatırlamam olanaksız) holografik tekniğin askeri alanda kullanımını konu alan sahneler çokça kullanılmıştı. Filmde, çatışma esnasında holografik görüntüsünü kendisinden uzak bir noktada oluşturan kişi, bu şekilde karşı cepheyi yanıltabiliyordu.
“Üstadım, ‘roman, icatçı bir hayat taklididir!’ der.. Sinema filmini bir görüntülü roman-romanın görüntülü hâli diye alırsak, mevzuuna başlangıç olarak bir filmi ele alan ilim adamına kulak vererek işi aslından işaretlemeye başlayabiliriz:
– Yıldız savaşları filminde Luke Skywalker’in serüveni, R2-D2 adlı robotun bir ışık demeti fırlatarak Prenses Leia’nın üç buudlu ufak bir görüntüsünü yansıtmasıyla başlar. Bu hayaletimsi ışıktan oluşan heykeli büyülenmiş gibi izleyen Luke, onun Obi-wan Kenobi adlı birini yardıma çağırdığını duyar. Bu imaj, lâzer yardımıyla oluşturulmuş üç buudlu bir resim, bir hologramdır; böylesi hayalleri oluşturabilmek çok şaşırtıcı teknolojik bir sihir gerektirmektedir. Ancak daha da şaşırtıcı olan, bazı ilim adamlarınca bütün kâinatın, en az Luke’u heyecanlandıran o olağanüstü ayrıntılı Prenses Leia imajı kadar gerçek, bir tür dev hologram olduğu görüşünün ileri sürülmeye başlanmasıdır.“(5)
Dipnotlar:
1- Dr. Hakkı Açıkalın, Hologram, akademyadergisi.com/hologram
2- Salih Mirzabeyoğlu, Sefine – Suver-i Hayâl Âlemi, 1. Basım, İBDA Yay., İstanbul, 2003, s. 60
3- A.g.e., s. 148-149
4- A.g.e., s. 143
5- A.g.e., s. 99
Kaynak: “Akademya’ya Doğru” sitesi, 2001-2005.