Sholastik (Skolastik-Scholastic)’ten Yola Çıkarak

Sholastisizm, hem methodu hem de sistemi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. İlâhiyyât’a ve felsefeye tatbik edilir. Sholastik ilâhiyyât, bir yönüyle Patristik (Kilise Babaları) ilâhiyyâtından (Theologia speculativa), diğer yönüyle pozitif ilâhiyyâttan (Theologia Positiva) ayrılır. Felsefeye uygulanan biçimiyle sholastik kavramı, sıklıkla, Patristik devrin sonuyla (5. asr) modern devrin başlangıcı (1450 cıvârı) arasındaki kronolojik periyodu ifâde etmek için de kullanılır.

Kelimenin Kökeni

Kelime Yunanca. Σχολάζω (Sholâzo: Paydos etmek, işten çıkmak, işi bırakmak) fiilinden köken alıyor. Ο da, sholî kelimesinden geliyor yani, mekteb, ekol, okul… Etimolojik olarak; Hind-Avrupa lisânında; Segh. Ortak idâre, idâre mânâsına. Latince’ye schola biçiminde geçiyor. Fransızca école, ing. School, Alm. Schule, italyanca scuola, ispanyolca escuole…

Sholastikos kelimesi profesyonel filozofu tanımlamak için kullanılan bir kelime. Tarihî olarak ise, erken Hristiyanî kurumların kullandığı bir kelimedir. Özellikle de, 6. asrın başlangıcından itibâren, mektebin başında bulunan kimseye, magister scholae, capiscola veya scholasticus adı verilmiştir. Zaman içinde, Scholasticus kelimesi diğerlerinin yerini tamâmen aldı. Bu okullarda, felsefe, diyalektik, 7 özgür san’at eğitimi veriliyordu. Okulun başındaki şahıs genellikle diyalektiğe ağırlık verirdi. Netice itibârıyla, Sholastik kelimesi, okulların akademik gelişiminin sistemini ve methodunu tanımlamak için kullanılmaktadır. Daha da somut olarak, mekteblerin şeflerinin (ustalarının, mastırlarının: Sholastici) diyalektik öğretimleridir. Akademik olarak, 13. asrın felsefecileri ‘Magistri’ (Master) olarak bilinirler; tarihî olarak, Sholastikler’dir. Ortaçağ’ın kapanışından sonra da, Sholastikler’in sistemini ve yöntemini kullanan feylesoflara ve ilâhiyyâtçılara Sholastikler denmiştir.

Sholastik Period

Hristiyanî spekülasyon sürecinin başlangıcından Aziz Augustine zamanına kadarki devirde (Aziz Augustine devri de dahil edilebilir) Felsefe ve İlâhiyyat sahasında patristik (kilise babaları) devir olarak bilinir. Genel olarak, bu devir Platonizm’e (Eflâtunculuk) doğru yükselmiş ve bilâhare Aristoculuğun ehemmiyetine vurgu yaparak onun etkisi altında gelişimini sürdürmüştür. Kilise Babaları, Hristiyan Felsefe Sistemi’ni Platon prensipleri üzerine inşâ etmeye çalışmışlardır. Aklı en mühîm ifâde vasıtası ve temel referans noktasına taşıdılar. Aynı dönemde, mistiklerin doktrinine meyleder Sholastikler ve spiritüel sezgiyi, diyalektik bir kanıt olarak, felsefenin en yüksek hakikatinin izâhı ve tesisi için önemserler.   !.Patristik çağın sonuyla (5. asrın başlangıcı) ile 1. Sholastik çağın başı (9.asr) arasında bir grup düşünür gündeme damgalarını vurur;  . Claudianus Mamertus, Boethius, Cassiodorus, Venerable Bede vs. Bunlar Sholastik çağ ile Patristik çağı birbirine bağlamaya çalışan köprülerdir ve gündemi hâlâ ve neredeyse tek başına Platonizm belirlemektedir.  

9. asrla berâber gelişen araştırmacılık eğitsel aktiviteleri de birlikte getirdi. Netice itibârıyla, yeni bir Hristiyan Düşüncesi fazı ortaya çıktı. İşte buna Sholastisizm denir. 9. asrda, ilk mekteb reisleri, hocalar Alcuin ve Rabanus gibi önemli isimlerdir. Ancak, Sholastik çağın en orijinal düşünürü İskoçyalı Yahya’dır (John Scotus). Aslında yaptıkları (İskoç Yahya başta olmak üzere) Patristik (özellikle Augustinian) geleneği yeni Avrupa Hristiyanlığı’yla melezleştirmeye uğraşmaktır. Platonizmi asla terketmediler. Aristotelis’i ise bir mantıkçı olarak ele aldılar. Diyalektik mantığı Hristiyan geleneği yönlendiren bir araç olarak denediler. Felsefe, sâdece ‘diyalektik’ anlamında değerlendiriliyordu. Yavaş yavaş, psikoloji, metafizik, kozmoloji ve ethik mes’elelerine giriş yaptılar. Bu anlamda, denebilir ki, Sholastik hareketin yaptığı iş ağırlıklı olarak diyalektikçilerin tartışmalarını yeniden gündemleştirmek olmuştur. Yani Eski Yunan’ın güçlü etkisi Avrupa Hristiyanlığı’nın istikâmetini belirlemiştir.

Method, muhtevâlar ve sonuçlar bu kökenden etkilenmiştir. Sonuç, Hristiyan Akılcılığı’dır. Burada, çok daha fazla mistik ve sezgisel olan Patristil Düşünce ikinci plana düşmüştür. 11. asrın ortalarında, Roscelin’le birlikte akılcılık vurgusu çok belirginleşir. Aynı dönem Hristiyan mistisizminin güçlü tepkiler vermeye ve akılcılığı mahkûm etmeye başladığı dönemdir. 11. ve 12. yüzyıllarda Sholastisizm gerilimler ve fırtınalar yaşamıştır.  Bir yandan akılcılığın avukatları konumunda bulunan Roscelin, Abelard, Peter Lombard; diğer taraftan mistisizmin liderleri St. Anselm, St. Peter Damian, St. Bernard, ve Victorineler. Akılcılar Hristiyanlığı, imânın sırlarından soyutlayarak aşırı ibâdetçi dar bir koridora sıkıştırıp Kilise kurumunu sosyal ve felsefî mahfillerden yalıtmanın yollarını aradılar. Mistisistler ise aklın eleştirisini yaptılar. Diyalektikçileri yetersiz ilân ettiler. Son tahlilde akılcılar akılcı olmayan iddiâ ve tezlerle Hristiyanlığı yüceltmeye kalkışarak okullarda bunun zaferini ilân ettiler. Mistisistler okullara sokulmadı ve uzaklaştırıldı.

Bu dönemde, John of Salisbury gibi Seçkinciler (Eclectics) ve Chartres Okulu mensubları gibi Platonistler Sholastik harekete bir tolerans ruhu aşıladılar ve ‘Hümanizm’den felsefeye bir kanal açtılar. 13. asr itibârıyla Scholastisizm iki kararlı adım attı. Birincisi, mânevî hakikat tartışmalarında akıl ve diyalektik ileri derecede devreye girdi.  İkincisi, bazı hocaların kilise geleneğinin hayli dışına çıkarak Arablar’dan ve Yahudîler’den alıntılarla Hristiyanlığı açıklama girişimleri oldu. 1204’de İstanbul’un Latinler tarafından işgâli, Arabca, İbrânîce ve Yunanca’nın Hristiyan okullarına girmesini de berâberinde getirdi. Avrupa üniversiteleri Yunan, Arab ve Yahudî etkisi altına girdi. Arab ve Yahudî dehâları Paris Üniversitesi’ni fethettiler.  Başlangıçta çok ciddî kargaşalar çıktı fakat sonradan Arab, Yunan ve yahudî dialektisyenler intelijansiyaya hâkim olmayı başardılar. Aristotelis’in tercemeleri Arablar tarafından yapıldı ve Batı literatürüne kazandırıldı. Aynı paralelde Arablar, Pantheizm’in (Kamutanrıcılık), Fatalizm’in (Kaderiyye) ve Neoplatonizm’in tefsirlerini ve hatalarını ortaya koydular. Hristiyan okullarında bile, David Dinant gibi pantheistler ve Siger Brabant gibi Averroistler (İbn-i Rüşdçü) Aristoculuk propagandası yapmadıkları iddiâsıyla aşağılandılar.

Bu gelişmeler 13. asrın başlarında çok sert çizgi mücâdeleleriyle birlikte yürüdü. Augustinianizm geleneği Aristoculuk altında ezilmeye başladı. Daha da ötesinde, Augustinianizm ve Platonizm hor görülürken Aristoculuk mistisizmin yerini geçti. Hristiyan geleneğinde mânânın kaybolup yerine tamamen aklın ikâme edildiği yer burasıdır. Arab âlimler Aristo’nun hatalarını es geçme eğilimindeydi. Bunda Yunan ve Yahudî düşünürlerin etkisi büyüktür. Büyük dehâ St. Albertus Magnus ve en parlak talebesi St. Thomas Aquinas (Aquino’lu Thomas), dialektikçi ve Aristocu çizginin hedef tahtasına oturdular.  Çağdaşları St. Bonaventure, yeni öğretinin (akılcılık, diyalektikçilik) Hristiyan mistisizmiyle uyumsuz olmadığını belirtti ve Roger Bacon başarısız girişimleriyle tabiî bilimleri geliştirmeye gayret etti. Bütün bu gayretler Aristoculuk’u en üst noktalara kadar taşıdı. Rakibsizdi. 

Duns Scotus’le berâber, Sholastisizm’in tenkidi evresine girildi. Thomistik Felsefe’nin (Aquino’lu Thomas felsefesi) tâkibcileri 14. asırda güçlendiler. Averroizm okullarda gerilemeye başladı. Terminoloji değişmeye başladı. Ockham’ın Nominalizm’i ve Durandus’un sholastik felsefeyi sâdeleştirme girişimleri bu döneme rastlar. Sholastisizm yavaş yavaş mistisist kimliğini yeniden kazanmaya başladı.  Eğitim niteliği ve tartışmaların düzeyi ciddî biçimde yükseldi. Ancak Hümanizm de bir yükseliş içindeydi ve Rönesans hareketleri başlamıştı. Modernleşme bu döneme rastlamaktadır.  Modernizasyon, sholastisizmi kullanarak yürüdü ve Toletus, Vasquez ve Suarez gibi büyük Cizvit (Jesuite) ustalar spekülasyonların göbeğindeydi. Akademik otoritenin tahtında oturan Sholastik babalar aynı zamanda bilimsel keşiflerin de yolunu açanlar oldu. Descartes felsefeyle theolojinin kesin ayrımlarını koydu. Bu gelişmeler olurken suyun başında hep Sholastikçiler vardı. Onlar, moderniteye ve ‘bilimsellik’e çok yatkındılar ve sistem de bundan memnundu.  Yani, Sholastisizm kendi öz gerçekliğinden soyunarak Aristotelian ideolojinin elbisesini tamamen giydi ve bu elbise Avrupa’nın en gözde kıyâfeti oldu. Aslında Sholastisizm olgusu çoktan tarihin mezârlığına gitmişti bile.

Sholastik Method

Sholastiklere yöneltilen iki temel suçlama mevcuddur: İlki, felsefeyle theolojiyi birbirine karıştırdıkları suçlaması ki, yerindedir; ve sâniyyen, aklı, otoritenin hizmetkârı kıldıkları suçlaması ki, yanlıştır. Velev ki, niy’et bu olsun, bunu başaramayıp rezil oldukları, ellerine yüzlerine bulaştırdıkları için. Kilise’nin ve Hristiyanlığın zaafı burada su yüzüne çıkmıştır. Felsefenin sahasıyla theolojinin sahası birbirine karıştırıldı deniyor ve doğrudur ve tâ baştan sâkıttır. Felsefe akıl işidir, ilâhiyyât ise imân. Birbirleriyle hiçbir ortak noktaları yoktur. Sholastik düşünce bu benzemez iki sahayı meczetmek istemiş ve batağa saplanmıştır. Hâliyle, bu bataktan sıyrılabilen akılcılık ve felsefe olmuştur. Method yanlıştır.

Theologia ve Felsefe

Hristiyan düşünürler tâ bidâyetten beri şu sorunla yüzyüze geldiler: Aklı, Allah kelâmı’yla, bilimi imânla ve felsefeyi ilâhiyyyâtla nasıl cem edeceğiz? İlk grup felsefeyi dıştaladılar ve bu çok akıllıcaydı. Onlar, felsefeyi özünde büyük bir paganizm nüvesi taşıyan bir edebiyyât olarak kabul ettiler ve çok yerindedir. Hristiyanlar’ın başına belâ olması kesin olan ‘pagan ruh’ felsefe kılığında hulûl etmiştir. İlk babalar bunun farkındaydı ve polemiğe girmek şöyle dursun, muhatab olmaya bile gerek görmediler zira Hristiyanlık pagan ideolojisi olan Roma’yı yenerek Avrupa’ya girdi. Savaş zâten bitmişti, yeniden başlamanın mânâsı yoktu. Platon’un ve diğer Yunan ustaların ‘Logos’unda ilhâm almakla başladı herşey; Buna göre, logos, İlâh’ın hakikatiydi ve bu cümleden olarak, Allah Kelâmı (İncil) ile Yunan logos’u arasında bir çelişki olamazdı.  St. Basil, Origen, ve hattâ St. Augustine bu düşünceyi taşıyorlardı. Hakikatin iki düzeni, tabiî olan ve tabiatüstü olan, aheng içinde olmalıydılar. Patristik çağın entelektüalitesi bunu öngörüyordu. St. Augustine imânın akla yardım ettiğini söyler (credo ut intelligam) ve aklın da imâna (intelligo ut credam); Ama, St. Augustine bu ikisi arasındaki ahengi bir türlü bulamaz, anlayamaz sâdece söyler.

John Scotus Eriugena, 9. asrda, bütün hakikat ‘İlâh’ın Nûru’dur (theofania) der ve felsefeyi theoloji katına yükseltir. Ne büyük bir kategori hatası ve ne affedilmez bir öngörüsüzlüktür ki, tabiî olanla, tabiat üstü olanı tek bir kimlikte birlikte ve theosofik olarak birleştirir. Trajedi şuradadır ki, bu söylediği doğru olduğu hâlde (bütün hakikat Theofania’dır), onu felsefenin tartışma platformuna teslim etmiştir. Arıza burada. Abelard ise, 12. asrda, ilâhiyyâtı felsefe derekesine indirir ve her ikisini de rasyonalistik sistemde birleştirir. Sholastisizmin en büyüklerinden Aquinolu Thomas, her ikisinin de ayrı bilimler olduğunu ve birbirlerini çelmediklerini söyleyerek sorunu ‘çözer’!

Sholastik Rasyonalizm

Sholastisizm okullarda diyalektik incelemeyle gelişti. Sholastisizmin en belirleyici kavgası 12. asrda, diylektiğin kullanımını mahkûm eden mistisistlere karşı gerçekleşti. Sholastisizmin, en yüksek çağındaki ayırıcı karakteristiği diyalektik methodu kullanmasıdır. Böylelikle, madde bir kere daha belki de sürpriz bir biçimde, Sholastisizmi otoriteyi kullanma adına aklı ihmâl etmekle hattâ hiçe saymakla suçladı. Eşdeyişle, ‘madde’ mânâ’ya bir kez daha sholastisizm üzerinden musallat oldu ve bunun günâhı Kilise babalarına âiddir. Maddeyi mânâ kapısından sokup yeryüzü otoritesi adına ona göz yumanlar – niy’etlerinden bağımsız olarak – suçludurlar.  Rasyonalizm (akılcılık, usçuluk) çok değişik mânâlar ihtivâ eden bir kavramdır. Bâzen, Kelâm’ın otoritesini reddetme temelinde, bütün hakikatleri aklın standardıyla test eden bir sistemi tasarlamak anlamında kullanılır. Bu anlamda, Sholastikler akılcı sayılmayabilir. Sholastisizmin akılcılığı aklın, mânevî hakikatin netleştirilmesinde ve bunun da imânın nasslarının müdâfasında kullanılması bazında araştırmacıların iknâsına denk gelir. Mistisizm aklı dıştalar ve dıştalaması da gerekir zira taakkul yoluyla Kelâm’ı ve O Kelâm’ın Sâhib-i Mutlâk’ını anlatmaya, bildirmeye ve bunun üzerinden bilim yapmaya kalkışmak hem intihâr hem de şirktir. Patristik çağın en galiz hatası bu olmuştur ve dahi, Fransızlar’ın ‘Péché Originel’ (İlk Günâh, Hz. Âdem’e atfedilen insanlık günâhı) dediği ve Hz. İyşâ tarafından tüm insanlık adına bedelinin ödendiğine inanılan bu ‘günâh’ aslında Kilise Babaları tarafından işlenmiş (onlara işletilmiş) ve ‘Akıl’, Şeytân’ın kucağında Kilise ve diğer kurumlara felsefe kutusu (zehirli kutu) içinde sokulmuştur.

Evet, mistisizm aklı dıştalar. Buna göre akıl hakikati arama veya bulma yolu değil bilakis hakikati örtme ve onun saptırmanın yoludur. Kime göre bu böyledir? Tabiî ki, İmân Ehli’ne ve o yolun yolun yolcusuna göre. Bu yola ‘Büyük İlâhiyât’ (Grand Théologie) adını da verebiliriz. Akıl, sezgiye veyâ istiğrâka (dalınç, contemplation) vurgu yapmaz zira o, tek başına, tanrılıg koltuğunda oturmaktadır başka yardımcılara ihtiyâcı yoktur. Kilise, Akıl tanrısına kapılarını açmak suretiyle bir düaliteye yol açmış ve kurum içinde iki tanrı olduğunu kabul etmiştir. Buna Sholastik otoriteyi yani akademi babalarını da eklersek ki, bu da sentez tanrı olmaktadır, üç tanrılı bir pagan pantheonla karşılaşırız. Bu teslis, aynı baba, oğul, kutsal ruh trilojisinde olduğu gibi, Allah’a meydan okumayı berâberinde getirir. Sanki Allah’ın ihtiyacı varmış gibi, yarattığı kulun kılığına (oğul, Hz. İyşâ) girip yeryüzüne inmekte ve orada da kendisini çarmıha taşımaktadır. Bu, jehova (YHWH, Yahweh) inancıdır, yeryüzüne inip kuluyla güreşen ve yenişemeyen pagan tanrısı.

Akıl bahsine tekrar döndüğümüzde, Sholastikler bu anlamda rasyonalistlerin nabzına göre şerbet vermeyi başarmışlardır. Fakat, Abelard ve Roscelin gibileri bununla yetinmemiş ve aklın tartışmasız üstünlüğünü dayatma kibirliliğini göstermişler ve aklın doğaüstü sırları açıklayabileceğini dayatırken aklın kibrini, Şeytân’ın kibrini ortaya koymuşlardır. St. Thomas’ın karşı tezleri ise yetersiz kalmıştır çünkü St. Thomas, aklın yanında imânın da olması gerektiğini dile getirdiğinde Şeytân’la andlaşmaya kalktığının farkında değildi.

Bu nedenle, Sholastik hareket bir rasyonalistik harekettir. Her konuya aplike edilmiştir akıl.  Nihâyet akıl, imânı ve onun nasslarını tartışmaya açabilmiştir.  Akılcılar, Hristiyan filozofların Kelâm’ın otoritesini tartışmak zorunda olduklarını rahatlıkla söylediler. Böylece, sholastikler Allah Otoritesi yerine İnsan Otoritesi’nin kuvvetini kabul ettiler. Theologlar ise Kelâm’ı akıl karşısında savunamadılar ve akıl üstün geldi. Mistisistler dar ve üretimsiz bir grup marjinal yazar olarak kaldılar. Felsefe artık, ‘el yapımı theoloji’ye (handmade theology) dönüştü ve insan kendi ilâhiyyâtını felsefe üzerinden kurdu, Allah’ın ilâhiyyâtına gerek kalmamıştı ve felsefe vardı. Barthelemy Saint Hilaire şöyle der: “Sholastisizm, genel netice olarak, modern ruhun otoriteye karşı ilk ayaklanmasıdır’. Tefsiri şudur: Sholastisizm, netice itibârıyla, Şeytân’ın Allah’a karşı ayaklanmasıdır’. Kilise Babası’nın Allah karşısında Şeytân’ı nasıl müdâfaa ettiğinin açık resmi budur. Kilise’nin hâkimi akıldır. Tanrısı da akıldır.

Sholastik Method’un Literatürü

Sholastik yöntemin literatürünün tahtında Aristo oturur. Yanında garnitür olarak, Peter Lombard, Boethius, Pseudo-Dionysius gibi şahsiyetler yer bulurlar. SummaQuestiones disputataeQuodlibeta, Sic et Non gibi kaynaklar hatırı sayılırlar arasında yer alır.

Günümüz Siyâset Kurumu Açısından

Felsefî tartışmadan ziyâde pratik olarak günümüzde ve Türkiye’de Müslümanlar’ın bir türlü taslaklık konumlarının ötesine geçemediklerini izliyoruz. Malûm olduğu üzere, Batı dediğimiz varlık, Yunan Aklı, Roma Hukuku (Nizâmı) ve Hristiyan Ahlâkı üzerine binâ ve dizayn edilmiştir. Hristiyan Ahlâkı’nın Sholastik Ahlâk’tan başka birşey olmadığını yukarıda kısaca gösterdik. Bu temelde, Sholastik Ahlâk’, laik ahlâk’tır yani sekülerdir (dünyevî) ve Akıl’a bulaşmıştır. Bu Akıl, Batı’nın temel aklı olan Yunan Aklı, kısa ifâdeyle Aristotelis Aklı’dır. O hâlde, Hristiyan Ahlâkı deyiminin yerine Yunan Aklı (Yunan Ahlâkı) deyimini rahatlıkla koyabiliriz. Geldik Roma Hukuku’na, Athina Demokrasisi’ni bilenler Roma Hukuku’nu da anlarlar. O nedenle Roma Nizâmı da son tahlilde Athina Demokrasisi’nden çok farklı değildir, onun çocuğudur. Bakıyoruz; Yunan Aklı, Yunan Ahlâkı ve Yunan Demokrasisi. İşte Batı bu 3 erkânın yüzüdür, pratiğidir, temsilidir. Roma’nın pagan geleneğinin yerine geçen – sözde – monotheist Kilise, Sholastik’le ‘akıl’lanmış ve kürsülerinde Aristo’nun peygamberliğini ilân etmiştir. Demek ki, Saint-Pierre kilisesinde defâlarca dillendirilmiş olan ‘Büyük Âyin’lerde (Grösse Messe) okunan ‘Kyrie’ler, Gloria’lar, Credo’lar, Credo Fortissimolar, Sanctus’lar, Benedictius’lar, Agnus Dei’ler ve daha başkaları monotheist İyşâ’nın değil, Pagan Athina’nın ve Akl’ın şâhı Aristo’nun ‘gloria’sını ilândan gayrı bir şey değildir. Batı’dan daha Batı’ya (ABD) giden ise sâdece Aristotelis’in Akl’ı değil yanısıra Yahweh’nin hayâleti ve Sionize Kilise’nin ecinnisidir. Şimdi, Batı ve onun Batısı’ndakinin Aklı bizim de ‘akıl’ımız oluyor. Bunu temsil eden “müslüman” sürü, 10. dereceden Sholastik taslaklarına tekâbül etmektedir.

Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İlginizi Çekebilir