Sizden Gelenler: İslâmî Ekonomi

İslâmî Ekonomi

Dilara KILINÇ

 

Giriş

Son 350 yıldır ırkçı emperyalizmin yaygınlaşması ile birlikte gözleri dönen toplumlarda “ekonomi insan içindir” anlayışı yerine “insan ekonomi içindir” anlayışının görülmesi şaşılacak şey değildir. 21. Yüzyılda gelinen durum, kâr elde etmek için her türlü yolu deneyen kapitalizmin soğuk rüzgarlarını âdeta yüzümüze çarpmaktadır. İslâm ekonomisinde ise bu durum, toplumların refahını gözeterek olmaktadır. Bireylerin kâr elde etmesi istenmekte, fakat kapitalizmin aksine, bu kârın nasıl elde edildiği ile de ilgilenilmektedir.

İlk olarak Batıda görülen sermaye birikimi denen kavram son 250-300 yıldır ortaya çıkmış ve sonuç olarak sanayi devrimini ortaya çıkarmıştır. O zamana gelinceye dek, Kur’ân-ı Kerîm’in yüzde 10’unu oluşturan ticaret âyetleri ile ekonomik hayatına şekil verilen İslâm coğrafyalarında sermaye birikimi hiç olmamış, bunun yerine infak ve yatırım teşvik edilmiştir. Günümüz tabiriyle, yastık altında para hiçbir zaman olmamış ve para sürekli dolaşımda kalmıştır.

Ekonomi kitaplarında yazan ve ekonomi biliminin tanımını oluşturan “Sınırsız ihtiyaçlar ile kıt kaynaklar arasında oluşturulan denge bilimidir” ifadesi ne kadar doğrudur? Allah azze ve celle (hâşâ) yarattıklarında denge kurmayı bilmiyor muydu? Bir insanın ihtiyaçları nasıl sınırsız olabilir? İhtiyaçlar sınırsız olamaz, sınırsız olan ihtiraslardır. Aslında durum, Hindistan Bağımsızlık Hareketi’nin siyasi lideri Mahatma Gandhi’nin dediği gibidir: “Dünya herkesin ihtiyacını karşılayacak kadar zengindir, hırsını karşılayacak kadar değil!”

Adaletin olmadığı yerde hakkaniyetli bir ekonomik sistem de olmaz. O sistem ancak sömürü sistemi olur. Ekonominin sağlamak istediği toplum refahı, ilk olarak adaleti sağlamakla mümkün gözükmektedir. Adaletin sağlandığı ekonomik sistemlerde ahlâk değerleri de kendiliğinden hayata aksedecektir. Ahlâk ve adalet değerleri ile yoğurulan bir ekonomik sistemde, gelir paylaşımı konusunda haksızlıkların ve israfın, yani ölçüsüz tüketimin görülmesi mümkün değildir.

Mevdudî, bu konuda, “Bir ekonomik sistem gereğinden fazla tüketime çanak tutuyor, lüks konutların inşasını destekliyor, konformist bir hayat anlayışını tasvip ediyor, buna karşın karakter yüceliğine ve mânevî değerlere ehemmiyet vermiyorsa o sistemin başarılı ve müreffeh bir sistem olduğu söylenemez, böyle bir toplum aslında mânevî olarak gerilemekte, sosyal olarak yoksullaşmakta ve ekonomik olarak sömürü düzeni hâlini almaktadır.” demiştir. Baştan itibaren sıraladığı sorunlara baktığımız zaman, tam anlamıyla, bulunduğumuz yüzyılda yaşadığımız kapitalist sistemi tarif etmiştir. Bitmek bilmeyen ihtiraslar içinde gözü dönen 21. yüzyıl insanı, kendisini düştüğü tüketim çılgınlığından kurtaramamakta ve tüketimi zaruretten çok bir keyif aracı olarak görmektedir. Kendisinden önceki nesillerin yaşadığı minimal evlere özlem duymakta, fakat yine de lüks konutlarda oturmaktan kendini alamamaktadır. Mânevî değerlerin yıkılmasına öncülük etmekte ve bundan kısa vadede hiçbir zarar görmeyeceğini sanmaktadır. Oysa karşısında yıkılan bir toplum bulunmaktadır ve bu toplumu yıkanın kendi konformist hayat anlayışı olduğunun farkında olmamaktadır.

İslâm kaynaklarında iktisat “orta yol” demektir. Demek ki İslâm, iktisatta itidalli olunmasını ister. Günümüz kapitalist sistemde fiyatlar piyasadaki arz ve talebe göre belirlenmekte ve bu arz-talep ilişkisi ile oluşan fiyatlar çoğu kez bireylerin ve hane halklarının geçinmesi için yeterli görülmemektedir. Hiç kuşkusuz bunda sistemin topluma dayattığı gelir adaletsizliğinin büyük payı vardır. Gelir adaletsizliğinin bir göstergesi olan gini katsayısının Türkiye ve Amerika gibi ülkelerde 0.40 dolaylarında olması dikkat çekicidir.

Enfal suresi 25. Âyette, meâlen, “Sadece içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakının ve bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir.” buyrulmuştur. Günümüz dünyasında en büyük fitnelerden biri de, ekonomik ihtiraslar ve bozuk sistemdir. Günden güne artan iflaslar, intiharlar, yıkılan aileler ve bozulan sosyal düzen bu fitnenin bir sonucudur. Allah bizleri bu fitneden korusun!

‘Kapitalizm Gölgesini Satamadığı Ağacı Keser!’

Gölgesini satamadığı ağacı kesen kapitalizm bize neler yapmaz ki! Doymak bilmeyen gözümüzü tüketim çılgınlığıyla sarar ve bizi kendisine muhtaç eder. Bu muhtaçlığı da faiz sistemi ile yapar ve yoksulun emeğini zengine keyifle yedirir.

Kapitalizmde önemli olan tek şey kârın maksimizasyonudur. Bunun hangi yollarla ne şekilde yapıldığının hiçbir önemi yoktur. Yeter ki kâr elde edilsin! Bu bakış açısıyla insanları müreffeh bir hayat yaşayacaklarına dair kandıran kapitalist sistem sonucu ortaya çıkan tabloda birçok evsiz insan bulunduğu gibi, aynı zamanda birçok insansız ev de bulunmaktadır. Çünkü bu sömürü sistemi yoksulun kazandığını kolayca zengine hibe eder ve sadece zenginin müreffeh bir hayat yaşamasını sağlar. Böylece kapitalist sistem amacına ulaşmış ve büyük balık küçük balığı yutmuş olur.

Kapitalist sistemde, İslâm düzeninde olduğu gibi itidalli bir sistem yoktur. Kapitalizm bir insanın ya çok zengin yahut çok fakir olmasını ister. Dünya nimetlerinin dörtte üçünün, dünya nüfusunun ileri kapitalist üçte birinin tekeli altında olması da bunun bir göstergesidir.

Kapitalizmin en büyük eseri homoekonomikus, yani çıkarcı, kârını düşünen insandır. Sadece kendi kârını düşünen insan başkalarını sömürmeye mahkûmdur. Sömürü düzeninde, para, piyasaya çıkmadan sömürgecilere ulaşmaktadır. Bir Anadolu vilayetine her ay maaş olarak gelen paranın belki de yüzde 70’inin, kentin yüzünü bile görmeden küresel sermayeye geri dönmesi buna bir örnektir. İşte küresel sermaye böyle kazanmaktadır!

Kulun elindeki mülk imtihandır ve asla toplumun çıkarlarıyla çatışmamalıdır. Kapitalist sistem, kişinin mülkiyetini artırmak adına bütün yolların denenmesini meşru görmüş ve toplumun çıkarlarını hiçe saymıştır. İslâmî ekonomik sistemde ise kişi özel mülkiyet sahibi olmakta, fakat zekât müessesesiyle budanmakta ve urlaşarak başkalarına zarar verici olmasına mâni olunmaktadır. Çıkarcı insanın kapitalist sistemde temel saiki ferdî menfaattir ve bunun müşahhas şekli burjuvadır. İslâmî sistemde ise toplum yararını kendi çıkarından üstün tutan kanaatkâr fertler idealize edilmiştir. Günümüzde olmasa da geçmişte bunun yaşanmış şekli Ahiler’dir.

Ahiler’den söz açılmışken şu hikâyeyi anlatmadan geçmeyelim: Fatih Sultan Mehmed Han bir gün yiyecek maddelerinin kalitesini ve narh durumunu kontrol etmek gayesiyle, tebdil-i kıyafetle, yani kıyafet değiştirerek çarşıya çıkar. Bir dükkâna girip herhangi bir vatandaş gibi selâm verdikten sonra, “Yarım batman yağ, yarım batman peynir ve yarım batman bal istiyorum” der. Dükkân sahibi yarım batman yağı tartıp parasını hesap ettikten sonra, “Ağam, sair isteklerinizi de karşı komşudan alınız. Zira onun malı hem daha iyidir, hem de siftah etmedi.” der. Bu güzel ahlâka hayran kalan Padişah ikinci dükkâna varıp oradan da yarım batman peynir alınca, bu dükkân sahibi de “Allah’a şükürler olsun siftahımı ettim. Hem de çocuklarımın nafakasını çıkardım. Bundan sonrası kârdır. Diğer isteklerinizi de komşumdan alınız. O daha siftah etmedi.” Deyince, Fatih Sultan Mehmed Han, “Bu milletteki ahlâkî istikamet yok mu, ona dünyaları fethettirir. Milletin ahlâk-ı sâfiyetine halel getirenleri Allah kahretsin!” diye dua eder.

Bizler de âmin diyerek bu duaya iştirak edelim.

Faiz Meselesi

Enflasyon mu sebep, yoksa faiz mi? Faiz yükselince mi enflasyon artıyor, yoksa enflasyon arttığı için mi faiz yükseliyor? Kapitalist sistem ekonomistlerinin bu soru yumağının içinde sıkışıp kaldıkları yetmiyormuş gibi, üstüne bir de “Her ekonomide en az beş yılda bir kriz olur ve krizden sonra da canlanma olur.” tarzında, kendilerini kurtaracak söylemlerde bulunmaları mantıklı mıdır? Çoğu, çözümün İslâm ekonomisinde olduğunu bilmekte, fakat görmezden gelmektedir. Çünkü onlar âyetle sabit olduğu üzere; sağır, kör ve dilsizdirler.

İslâm’da zenginden yoksula kaynak aktarımı olan zekât ve infak teşvik edilmiştir. Kapitalizmin dayanağı olan ve fakirden zengine kaynak aktarımı olan faiz ise kesin bir dille yasaklanmıştır. Bu noktada İslâm dışındaki bazı toplumlarda da faizin hoş görülmediğini, hatta Aristo ve Eflatun gibi düşünürlerin faize karşı çıktıklarını, Eski Mısır’da faizin anaparayı geçmesinin yasaklandığını ve Eski Yunan’da faize yüzde 12 limit getirildiğini söylemekte fayda vardır.

Kur’ân-ı Kerim ve hadîs-i şerîflerde faiz, riba adıyla kesin bir dille yasaklanmıştır. Güya bizden birtakım kapitalist sistem ekonomistleri de, belirtilen ribâ kavramının faiz ile aynı olmadığını, ribânın tüketim kredilerinde olduğunu, fakat kendilerinin faizi üretim kredilerinde kullandıklarını savunarak, faizi meşru göstermeye çalışmaktadırlar. Ağaçtaki yaş hurmanın kuru hurmayla tahminî bir ölçüde değiştirilmesini bile faiz sayan peygamberimiz (S.A.V.) bunu (hâşâ) bilmiyor muydu?

İslâm’da faizin her türlüsü yasaklanmış ve faiz yerine zekât, infak ve karz-ı hasen tavsiye edilmiştir. Borç vermenin toplumda yaygınlaşması öngörülmüş, hatta borcun vadesi dolduğu hâlde ödeyemeyecek durumda olan borçlunun borcunun silinmesi daha uygun görülmüştür. Böylece para dolaşımda kalacak, gelir seviyelerinde adalet sağlanmış olacaktır. Faizsiz ekonomi olur mu sorusu, Allah’ın koyduğu kanunlardan şüphe duymaktır. Böyle bir soru hiçbir Müslüman’ın aklına gelmemeli, aksine, faizin su gibi içildiği günümüz toplumunda, kendine has duruşuyla faizsiz ekonomik yaşantı bir emsal olmalıdır.

Faiz, ekonominin tam kapasite kullanılmasını önler, çünkü sermaye birikimini savunur. Ekonomi tam kapasite kullanılmadığı zaman da krizler baş gösterir. Faizde kazanç olsun veya olmasın, alınan para faizi ile birlikte ödenmek zorundadır. Oysa İslâm ekonomisinde borcun geri ödenmesi kazanca bağlı tutulmuş ve hatta yukarıda da belirtildiği gibi, ödenemeyecek durumda olan borçların affedilmesi ve infak olarak sayılması tavsiye edilmiştir.

Bakara 278 ve 279.  âyetler bu konuda hiçbir zaman aklımızdan çıkmamalıdır. Meâlen: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve gerçekten iman etmiş iseniz faizden kalanı bırakın. Bunu yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından size bir savaş açıldığını bilin. Eğer tövbe ederseniz, haksızlık etmemek ve haksızlığa uğramamak üzere anaparanız sizindir.”

Her Kredi Haram Değildir!

Kredi, bir kimseye, belirli bir süre sonra geri almak kaydıyla, satın alma gücü sağlanması veya bu gücün devredilmesi olarak tanımlanır. Günümüzde İslâm Bankacılığı adı altındaki kurumların çoğu, kapitalist sistem bankacılığını İslâm İktisadı’na uydurmaktadır. Durum böyle olunca, bahsedilen kredi tanımının içine faiz kavramı da girmekte ve ayrılmaz ikili olarak görülmektedir. Oysa kredi, borcun kendisini temsil etmektedir ve elbette faizsiz de olabilmektedir. Alışageldiğimiz düzende karşılıksız borç kavramı hayatlarımıza dahil olmadığı için, kredilere karşı şüpheci yaklaşmamız gayet normaldir. Fakat ileride gelecek olan İslâmî sistem içinde karşılıksız borç için terim maksatlı kredi kelimesi kullanılacağı için, şimdiden kulaklarımızı alıştıralım.

Allah (C.C.) karşılıklı olan ve faiz batağına düşmüş borçlardan Müslümanlar’ı muhafaza etsin.

Üretim, Yatırım, İnfak ve Zekât

Sermayeyi biriktirmeyen ve parayı sürekli dolaşımda tutmayı başaran Osmanlı Devleti, ekonomik yapısını 18. yüzyıl ortalarına kadar istikrarlı bir şekilde geliştirmiştir. Peygamberimizin doğru sözlü tüccara vadettiği cennete kavuşma hayâliyle yanan Osmanlı tüccarları, hep daha fazla üretmek ve satmak istemişlerdir. Ne var ki bu durum, sermayeyi biriktirerek para dolaşımını engelleyen ve infak, zekât, karz-ı hasen gibi mefhumlardan yoksun olan Batı’nın Sanayi Devrimi ile, tersine dönmüştür. Maliyetler, gümrük vergileri, kapitülasyonlar gibi çeşitli sebeplerden dolayı, Osmanlı ticaret erbabının beli bükülmüştür. Buna rağmen, üretim teşvik edilmeye çalışılmış, hatta 1860’lı yıllarda Osmanlı basınında Müslümanlar’ın girişimci olması gerektiğine dair haberlere yer verilmiştir.

İslâm iktisadı emeğe dayanırken, kapitalist sistem sermayeye dayanır. Sermayenin nasıl kazanıldığı ile ilgilenmeyen kapitalist sistem, fakiri daha fakir, zengini daha zengin yaptığı gibi, üretim gücünü de düşürmektedir. İslâm iktisadında ise, kapitalist sistemin aksine, risksiz rant yasaklanmış ve bireyler üretime teşvik edilmiştir. Boş duran sermayeye zekât yükümlülüğü getirilmiş ve yatırım yapılarak üretim arttırılmaya çalışılmıştır.

Toplumun refahı, ilk olarak, Allah’ın yasaklarından uzak durarak sağlanır. Allah’ın koyduğu kurallara uyulduktan sonra da mübahları itidalli bir şekilde yerine getirmek gerekmektedir. Üretimin de Allah’ın helâl kıldığı kazanç yollarından biri olduğunu bilmekteyiz. Son zamanlarda yaşadığımız ekonomik sıkıntılar, üretim faktörünün hayatımızdaki önemini tekrar göstermiştir. Bizce herkes üretim yapabilir ve yapmalıdır; ister öğretmen, ister doktor, ister mühendis olalım. Hepimizin üreteceği ticarî bir mal, bizce mutlaka olmalıdır. Müslüman, mesleği ile birlikte, üretim ve ticareti de ön planda sürdürmelidir.

Çare İslâm Birliğinde!

Günümüz ekonomi girdabında çırpınan ve bu duruma birçok Batılı ekonomi teorisyeninin ismini kullanarak çözüm önerisinde bulunan ekonomistler bilmelidir ki, çare İslâm’dadır. Allah’ın koyduğu kanunlara uymamak bir yana, hâlâ “Faiz düşmeli mi?” gibi soruları sormak akıl kârı değildir. İslâm nizamı tesisiyle birlikte, çözüm çok basit olup, uygulaması da geçmişte görülmüştür: Faiz kaldırılmalı, İslâmî bankacılık oluşturulmalı, üretim teşvik edilmeli, infak ve karz-ı hasen gibi kavramlar yaygınlaştırılmalı ve İslâm toplumları birlik oluşturarak çağın ilerisinde olmanın yollarını aramalıdır.

Şu ân kapitalizm dünya ekonomisinde dominant da olsa, kalan yüzde 10’luk kısmın İslâm iktisat kurallarına uygun olarak işlemesi bizler için bir ışık olarak görünmektedir. Yaklaşık 40 yıl önce kurulan İslâm Konferansı Teşkilatı ile birlikte, yaşanan iktisadî sorunlar daha net tesbit edilmiş, fakat bu yolda kayda değer adımlar henüz atılmamıştır. Ülkemiz için bunun bizce en iyi uygulaması, Necmettin Erbakan’ın başbakanlık yaptığı dönemde havuz sistemi kurmasıyla oluşmuştur. Yine aynı dönemde, kamu harcamalarındaki israfa yakın harcamalar azaltılmış ve bununla birlikte üretim teşvikleri de arttırılmıştır. Bunun sonucu olarak üretim artmış ve ekonomide canlanma görülerek stagflasyonun tam tersi bir durum gerçekleşmiştir.

Erbakan hocamızın da hayâli olan ve bu hayâl uğruna bastırdığı İslâm dinarı yaygınlaştırılmalı ve İslâm ülkelerinin ortak parası olmalıdır. Böylece dolara olan bağımlılık ortadan kalkmış olacaktır. İslâm birliği sağlandığı ve Allah’ın koyduğu kurallara göre yaşandığı takdirde yaşanacak olan önemli gelişmelerin fragmanını, Erbakan hocamız, başbakanlığı döneminde ortaya çıkan canlanma ile bizlere göstermiştir.

Hocamızın hayâlini gerçekleştirebilmeyi niyaz ediyor, Müslümanlar’ın Allah’ın koyduğu kuralları çiğnemeyerek üretim yaptığı bir ekonomik sistemin en kısa sürede geleceğini umuyoruz.

Gayret bizden, tevfik Allah’tandır.

Vesselâm.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!