Şizofreni

Üç gönüldaşımız ayrı ayrı konularda fakat aynı cevabı gerektiren sualler sormuşlar. Kısaca cevab vermek lâzım.

1-Şizofreni (Skizofrenia) hastalığı, psikozlar arasında kabul edilen bir hastalıktır. Yunanca Shizo (yırtmak) ve Frena (akıl, şuur) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelir ve ‘Şuur yırtılması, kişilik yarılması, aklî dengenin kırılması’ biçiminde terceme ve tarif edilebilir. Tababet ilmindeki son gelişmeler Şizofreni’nin de genetik (ırsî, kalıtsal) bir hastalık olduğunu göstermektedir.

70’li yıllardan itibâren gelliştirilen özel görüntüleme tekniklerinin (TAO gibi) verilerine göre, şizofreni hastalarında beyin ventriküllerinin (ventriculi cerebri-beyin karıncıkları), normal insanın beyin karıncıklarına nazaran daha büyük oldukları saptanmıştır. Demek ki, şizofrenlerde beyin karıncıklarının normalden büyük olmaları bir gösterge teşkil etmektedir. Yine ve muhtemelen, bu karıncıklardaki genişleme diğer beyin dokularının faaliyetlerinin aşırılığına delâlet edebilmektedir.

Ayrıca, şizofrenlerde, beynin alın lobundaki (lobus frontalis) beyne gelen kandan yararlanma kapasitesi, normal bireylere göre daha düşük. Demek ki, şizofrenlerin alın loblarının fonksiyonunda bir problem var. Yine şizofrenlerde, beynin sol yarımküresi (hemispherium sinister) farklı eşdeyişle anormal faaliyetler içinde. Belki de işin içine işitme fonksiyonundaki garaib de dahil oluyor (işitme halüsinasyonları vs.).

En son ve ileri teknolojilerden olan TEP (PET: Positron Emission-Electrone Tomography: Elektron-Anti Elektron Tomografisi) tekniğiyle beyindeki dopaminerjik nörotransmitterler (dopamin eylemli sinirsel aktarımcılar) ın faaliyetleri tâkib ve ve tesbit edilebiliyorlar. Böylece, dopamin’in yardımıyla sinir sisteminin reseptörlerinin (almaçları) incelenmesi ve şizofreniyle ilişkilerinin kurulması mümkün oluyor. PET, alınan ilâçların muhtelif reseptörlerin üzerindeki etkiyi ve sebeb olabildikleri ikincil etkileri de (diskinezi: Hareket bozukluğu vs. gibi) tesbit edebiliyor.

2-Şizofreni genel popülasyonun (nüfus) %1’inde görülüyor. Şizofrenlerin %50’sinde suicidal tendency (intihar eğilimi) mevcud. Bu eğilimlerin de %10’u sonuçlandırılıyor. Yani, her 100 şizofrenden 5’i intihar ediyor. Tek yumurta ikizlerinde şizofreni riski %50’lere kadar yükselebiliyor. Ailevîliği kesin. Çevresel faktörler de (sosyal çevre, aile çevresi, etnik kimlik vs) körükleyici etkiye sahib. Genetik ve çevresel nedenler, %85 ve %15 olarak veriliyor. Genel olarak, erkekte 20-25, kadında ise 25-30 yaşlarında kendini gösteriyor veya ağırlaşıyor. İlk semptomun (belirtinin) görülmesinde itibâren 5-10 sene içinde hastalık stabilize oluyor (oturuyor). 1/3’lük bölüm tamamen düzelebiliyor, 1/3’lük diğer bölüm kısmen düzeliyor, son 1/3 ise bütün tredavi metodlarına rağmen kronikleşiyor.

Beyin Görüntüleme tekniklerinin ve histolojik (dokusal) ve bioşimik (biyokimyasal) yöntemlerin gelişimi, şizofreninin, sinir sisteminin harabiyetinden (neurodegeneration) ziyâde sinir sitemindeki gelişmeye (neurodevelopment) bağlı olduğunu ve serotoninerjik (serotonin eylemli) gösteriyor. Ancak hastalığın etiyolojisi (nedeni) tam olarak hâlâ bilinemiyor.

3-Semptom (belirti) olarak; cinnet dolu ve çıldırma belirtili fikirler, halüsinasyonlar (sanrılar; koku, işitme vs), irâde kaybı, sosyal gerileme ve asosyalleşme, soyuttan rasyonele geçişte (ilişki kurmada) zorluklar, konuşmada kopukluklar ve konudan konuya sıçramalar, mizaç bozuklukları, katatonik davranışlar.

Şizofreni, ülke ve cinsiyet bazında tüm dünyada müdhiş ve şaşırtıcı bir nisbî tutarlılık sergiliyor. Bütün ülkelerde neredeyse aynı oranda tesbit ediliyor. Şehir hayatı ve şehir doğumlarında şizofreni riski yükseliyor; Meselâ, İsveç’de şehir doğumlularda şizofreni riski normalin 1,5-1,7 katı Norveç’te 1,8 katına, Danimarka’da 3.9 katına çıkıyor. Hollanda’daki Surinamlı göçmenlerde şizofreni riski, normalin 4 katı olarak tesbit edilmiş. Bunlar çevre etkisinin göstergeleri. Obstetrikal Komplikasyonlar (Doğum sırasındaki komplikasyonlar; hipoksi-oksijensiz kalmalar), Çok uzun süreli stressler ve uyuşturucu ve uyarıcı kullanımında da şizofreni kapıda bekliyor. Şehir ile kır farkı tartışmasız şehrin çok aleyhinde.

Çocuklarda ve gençlerde pre-şizofreni söz konusu. Bu bireylerin fizikî gelişimi de, fikrî gelişimi de geri; bacaklar kısa kalıyor, iskelet anomalileri görülüyor, zekâ düzeyleri (IQ) çok düşük.

4-Neurodevelopmental theory (sinir-sistemi gelişimi ile alâkalı nazariyye);

Bu teori, NMR-I, CT-scan, PET vs. gibi teknolojilerden ve histolojik ve biyokimyasal gelişmelerden elde edilen araştırmalar temeline oturmaktadır. Bunlara göre, şizofreni, beynin mimari yapısının gelişim ve/veya olgunlaşmasında bir seri defonun meydana geldiği yönündedir. Bu defolar, hem makroskopik (çıplak gözle görülebilir) hem de mikroskopik seviyededir. En sık rastlanan anomaliler (anormallikler): yanal beyin karıncıklarının (Ventriculi Laterali) genişlemesi, toplam beyin hacminde %5’e varan bir kısılma (azalma), gris maddenin (Substantia Grisea) toplam hacminde azalma, sol hippokampus oluşumunun ve bağlaşıklarının (eklentilerinin) tutulumu olmaktadır. Bu değişiklikler daha çocuk yaşlarda mevcuddur. Ana karnındaki gelişme esnasında, beyni tutan virusler, doğum esnasında yaşanan problemler de beyin gelişimini menfî yönde etkilemekte ve şizofreninin predispozanı (ön haziırlayıcısı ve sebebi) olmaktadırlar.

Mikroskopik incelemeler, nöron (sinir hücresi) seviyesinde değişik tiplerde değişmeleri tesbit edebilmektedir. Prefrontal Cortex’de (Alın lob-önü/öncesi Kabuk) artmış bir nöron kesâfetine rastlanmakta ve nöronların boyca küçüldüğü gözlemlenmektedir.

Erişkinliğin (adolescence) sonu, beyin olgunlaşmasında mühim bir periyoddur. Beyin, tedricen, programlanmış hücre ölümü (apoptase) yoluyla, doğumdan erişkinliğin ortalarına kadar sinaptik bağlantılarının %60’ını yitirir (pruning). Bu ‘pruning’ sürecine maruz kalan en son sahalar, prefrontal ve bağlantı sahalarıdır. Bu pruning, kadınlarda, östrojen’in koruyucu etkisi nedeniyle daha geçtir. Şizofrenler’de ise bu pruning normal ölçülerin üzerinde gerçekleşmektedir zira başlangıçtaki nöraonal sermâye, normal insandakine nazaran zayıftır.

5-Moleküler teori;

Anti-psikotik ilâç tedavisine (chlorpromazine gibi) bağlı olarak ortaya çıkan gelişmeler bu teorinin önünü açmıştır. Nörotransmitterler, membran proteinleri, sinaptik proteinler, nörotropik faktörler vs. Dopaminerjik teoriye göre, şizofreni dopaminerjik bir hiperaktivite’ye bağlı gelişmektedir. Buna göre, D2 adı verilen reseptörlerin hassasiyeti artmaktadır. Glutaminerjik ve dopaminerjik sistemin etkileşimi yeni bir teoriye kapı aralamıştır; Glutaminerjik teori. Buna göre, şizofrenlerdeki NMDA reseptörünün aktivitesi düşüktür. Üçüncü teori ise serotoninerjik teoridir. Buna göre, atipik nöroleptik ilâçlar (Clozapine gibi) bu teoriyi güçlendirmektedir. Bu ilâçlar 5HT2A rweseptörlerini bloke ederler.

Bütün bu araştırmalarda, ilim adamları nöron göçü üzerinde ısrarla durmaktadırlar. Reline, N-CAMs (Neural-cell adhesion molecules), Nörotropik faktörler bu teorinin temel aktörleridir.

Şizofreni’nin dışında, paranoya, majör depresyon, panik atak gibi hâllerde de, beynin belli bölgelerindeki değişiklikler PET gibi çok ileri tekniklerle tesbit edilebilmektedirler..

Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

Önceki yazı
Sonraki yazı

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR