‘Stand-Up’, ‘Talk Show’ ve Komedyenlik Üzerine

Eskiden soytarılar toplumun en şahsiyetsiz sınıfı sayılırdı. Kralların cellâtları olduğu gibi soytarıları olur ve onları eğlendirirlerdi. Zaman zaman toplumun arasına karışan, türlü maskaralıklarla nafakasını çıkarmaya bakan soytarılara da rastlanırdı.

Ama hiçbirinin ismi bugüne kadar gelmedi bu insanların. Hiçbir soytarı tarihte kendinden söz ettirecek kadar önemli bir kişi olmadı. Mahalleye gelen bileyci, sütçü neyse, soytarı da aşağı yukarı o derekedeydi.

Soytarıların toplumun en itibarlı, en namlı tipleri olması, günümüze mahsus bir gelişme. Günümüzde soytarılık, çocukların büyüyünce en çok olmak istedikleri mesleklerin başında geliyor. Çünkü her şeyden fazla soytarılığa kıymet veriliyor bugün; en iyi şartlarda soytarılar yaşıyor.

Modern soytarılık, komedyenliğin bozulmasından doğdu. Komedyenler, az–çok sanatkâr kimselerdi. Komedi sanatının bir derinliği vardır. Moliere’in oyunları, zekâ parıltıları taşımasıyla, Avrupa’yı yerinden oynatmıştır. Şarlo’nun çağın büyük meselelerine kendi üslûbuyla getirdiği parlak yorumlar, bütün düşünen dimağların hayranlığını kazanmıştır. İyi bir komedyen, en mücerred, en girift olanı, Allah’ın kendisine bahşettiği hususî kabiliyetle, bir el çabukluğuyla idraklara çarpıverir.

Komedyenliğin kök hücresi mizahtır. Mizah ise, zekâ seviyesi yükseldikçe tadına doyulmaz bir hâl aldığı gibi, mücerred tefekkürden bir şube olmaya kadar gider. Büyük fikir adamlarının, hemen bütün kültürlerde “mizah” sırasında anılan ibretlik hikâyeleri vardır. Onlara hazırcevablık, taşı gediğine koymak, tam muhatabın hak ettiğini vermek hüneri öyle yakışır ve yakıştırılır ki, bir kere bu hüner halk tarafından keşfedilmeyegörsün, yıllarca, yüzyıllarca üretilir, yenilenir, devam ettirilir. İngiltere’de Shakespeare, İtalya’da Dante, Türkiye’de Necib Fazıl hakkında, gerçek olmasa da halk tarafından yakıştırılmış bu tür mizahî hikâyeler vardır. Bunlar “fıkra” diye anılırsa da, herhangi bir fıkradan farklı, fikir yüklü nükteler ihtivâ ederler.

Hiç şübhesiz, bu tür nükteler sözkonusu olunca, Nasreddin Hoca ilk akla gelen isimlerden biridir. O da, yüzyıllarca Türk milletinin şuuraltına yer etmiş, hattâ şöhreti Balkanlar’da, Avrupalar’da yayılmış büyük bir nüktedân olmaktan önce, büyük bir fikir kahramanıdır. En girift meseleleri, en basit bir telkin üslûbuyla halkın zekâsına zerkeder ve sadece güldürüp geçirmez, asırlarca unutulmaması gerekeni öğretir; halk idrakının içinde, feraset erbabına ayrıca kendini açar. Hoca’nın, ciğerini çalan kuzguna, arkasından seslenip, “Hiç sevinme, ciğeri çaldın ama yahninin tarifi bende” diye bağırması, buna güzel bir misâldir.

Sözkonusu “büyük nüktedân” tipinin altında, “komedyen” tipi gelir. Büyük nüktedânın mutlaka fikirci olması yanında, komedyen sanatçıdır. Komedya, sanat olarak değilse de, edebiyat olarak kültürümüzde köklü bir yeri olmayan bir alandır. Evet Hayâl Perdesi (Karagöz–Hacivat), bu sanat için enfes bir temeldir, fakat bu temel, bu alanda bir edebiyat akımını tetiklememiştir. Anadolu’da, halk arasında, bu temele aid başka bir çok motif görülür; bunlar, “Orta Oyunu, Meddah” kategorisinde toplayabileceğimiz oyunlardır. Fakat genellike tulûat şeklinde sergilenir bu oyunlar, edebiyata dönmez. Belki tiyatro bize çok geç bir dönemde girdiği için bu böyledir, bilinmez…

Komedyenliğin, içinde sanat cevheri eksik ve yoz bir hâline ise, soytarılık diyoruz. Soytarı, ne büyük nüktedân gibi bir fikirci, ne komedyen gibi bir sanatçı, sadece lâf ebesidir. İnsanları güldürmekten başka bir gayesi olmadığı için, laf ebeliğini belden aşağı seviyelere düşürdükçe, gayesine ulaşmış olur. Bu tip, genellikle toplumun en aşağı, en arsız, en şahsiyetsiz tabakalarından çıkar. Tarihte hakkı da bu kadardır.

Oysa günümüzde, bu en aşağıdaki tip, en yukarı çıkarılmıştır. Komedyenlik, peyderpey yok edilmiş ve yerini soytarılık almıştır. 70’lerin, 80’lerin mizah dergileri bu akımı beslemekte büyük rol oynamıştır. Olanca cehdini, görülmemiş bir arsızlık ve hayâsızlık salgınıyla, gençliğin manevî ve ahlâkî telâkkilerini yok etmeğe hasreden bu dergiler, 70’lerde komünizmin topçu alayı gibi çalışmakta, onların yıktığı değerlerin yerini derhâl komünist ideoloji almaktaydı. 90’lara doğru ideolojik dayanakları çökünce, işi büsbütün hippi’liğe, züppe’liğe döktüler. Tiyatro ve sinemadan gelen ananevî komedi çizgisi de, kıymetten düşe düşe oraya doğru evrildiği için, 90’larda bu iki kolun birleşmesi zor olmadı. Bu birleşmeden de ortaya “yeni soytarılık” çıktı.

Yeni soytarılığın formları, Batı’dandır. İsimleri de, hattâ imlâları da Batı’dandır. Amerikan televizyonlarının “boş konuşma gösterisi” olan (talk show)lar, yeni soytarılığın ilk teşhir salonu olarak televizyonları doldurmuştur. Bu (talk show)larda, hiçbir şey konuşulmaz, sadece konuşmuş gibi yapılır. Maksat, bir tek düzgün cümle kurmadan, her kelimenin altından bir “yavşaklık” çıkarmak ve seyirciye kahkaha attırmaktır. Bunun tiyatro sahnesinde ve tek kişiyle yapılanına da (stand up), yâni “ayakta lâf ebeliği” denir.

Hâsılı, eski kralların soytarıları, yeni krallar olmuşlardır. Utanmazlıkta ve ahlâksızlıkta çiğnenmedik hiçbir sınır bırakmamışlar, bir canavar gibi ne kadar mahremiyet varsa ayaklar altına almışlar ve tek tek toplumun her kesiminin üstüne çıkmışlardır. Nükteyi, komediyi, mizahı, hicvi, her şeyi yok eden ve korkunç bir güç elde eden bu soytarılar, beklendiği gibi, artık kendilerine soytarı da dedirtmemekte, bunu hakaret kabul etmektedirler. Lâf ebeliğiyle, gevezelikle, yavşaklıkla, bir işçinin bir yıllık kazancını bir gecede harcayan bu tipler, artık “sanatçı” sıfatının tek başına mâliki bulunmakta, dansözlere, şarkıcılara, mankenlere ve oyunculara da, lâyık görürlerse ondan biraz lûtfetmekte, koklatmaktadırlar.

“Ayaklar baş oldu” denilecek, bir acaib devrimdir bu!

AKADEMYA (I. Dönem, Sayı 11, Şubat 1999, Erkan Özsüt imzasıyla)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR