Telegram ve Zihin Kontrolünün Bazı Temelleri

Sencer Ekin

Dekart’tan beri ruh ve maddeyi birbirinden koparan düalist bir anlayış geleneği var. “Schrödinger’in Kedisi” isimli düşünce deneyinde “dalga fonksiyonunu çökerterek” kedinin ölmesine veya yaşamasına sebeb olan “insan şuuru”, kuantum paradigmasının temel taşlarından “gözlemcinin gözleneni etkilemesi” başlığı altında, uzun zamandır fizikçilerin gündeminde… Tüm arayışını madde plânına kurup ruh mefhumunu kendinden olabildiğince uzaklaştıran Batı, bugün kuantum fiziğinin temelleri önünde, artık neredeyse “ruh ve şuuru” formüllere katacak seviyeye gelmiş ve bunun tabiî neticesi olarak da başta fizikçiler olmak üzere bilim adamları, gözlerini “düşüncenin organı” “beyin”e dikmiş durumdalar.

Fizik, kimya, biyoloji, non-linear matematik, elektronik, sibernetik ve tecrübî psikolojiye kadar bir çok ilim dalının birleştiği disiplinler arası bir araştırma sahası olarak “life science-canlı bilimi” ve hususen “neuroscience-sinir bilimi”, Batıda çoktan klasik tıb formasyonunun dışına çıkmış ve her geçen gün de popülerliği artmakta… Öyle ki, yeni fizik ve onun paradigmaları üzerine kalem oynatan büyük fizikçiler, kitablarında “beyin ve şuur” mevzuuna az yer ayırdıklarında, meslektaşları tarafından ciddi eleştirilere maruz kalıyorlar.

Tüm bu çalışmaların altında, açık açık dillendirilmese de, insanı ve zihnini kontrol etme niyeti yatıyor. Literatürdeki akademik çalışmalara yeri geldiğince temas edeceğiz. Burada şunu belirtelim ki, “zihin kontrolü teknikleri”, -bizce- sinirbilim veya diğer sahalardaki son ilmî gelişmelerin değil, daha çok pratik mühendislik zekâsının bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır.

Mühendislikte her sistem, kapalı kutu olarak görülür ve önemli olan, sistemin belirli girdilere hangi çıktılarla tepki verdiği bilgisidir. Pratik gaye güdüldüğü için, sistemin iç dinamiği ile ilgilenilmez. Bir misâl: Meraklı bir mühendissiniz ve karşı komşunuzun evini dinlemek istiyorsunuz. İlk akla gelen, çok güçlü bir mikrofon tasarlamak olabilir, fakat teknik açıdan oldukça zor ve bir hayli masraflı. Pratik çözüm nedir? Komşunuzun camına lazer ışını göndermek ve geri yansıyan lazeri bir yükseltici devreye bağlamak. Konuşmalardan titreşen odanın camı, lazer ışınını da aynı ölçüde titreştirecek ve camdan yansıyan lazerle, hedef odada konuşulanlar kolaylıkla dinlenecek. Belgesellerde gördüğümüz kuşların sesleri de, yapraklara gönderilen lazer ışınları ile kaydediliyor.

Bunların yanında, işin bir de “cin ve büyü” buudu var ki ileride temas edeceğiz.

İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, Metris Cezaevi’nden alınarak Kartal F Tipi Cezaevi’ne nakledilmesinden intihar teşebbüsüne kadar geçen sürede “bir tür modern büyücülük” olarak nitelendirdiği zihin yönlendirme operasyonları sırasında yaşadıklarını, “TELEGRAM –Zihin Kontrolü-” isimli eserinde anlattı:

– «Telegram: Zihin kontrolü… Bir bakıma Türkiye’de pratiği –teorisi de!- benimle meşhur olan bu iş, “ilim sınır tanımaz!” tesellisiyle Lût kavmine parmak ısırtır melânete ve yardımcı unsurlarla insanı robotlaştırmaya davranmışken, diğer yönüyle “dünyada” da kıstırılmış fertler üzerindeki tecrübelerin sınırını aşamamıştır. Bu ikazdan sonra bildirmeliyim ki, gerek yaşamış kobay ve gerekse mevzuu alâkadar eder buudları işaretlemek bakımından, galiba dünyada da ilk örneğim!

Elinizdeki eser, bir yönüyle eskilerin “istişhad” dedikleri “delil getirme ve şahid kılma” usulüyle felsefeden müsbet ilme ve şamanizmden İslâm tasavvufuna kadar geniş bir sahaya kanat açarken, diğer yönüyle “hatırât” nevine dair olarak işlenmektedir.» (Mirzabeyoğlu, Telegram, arka kapak)

İBDA Mimarı bu kitabında, “bilinenler vasıtasıyla bilinmeyenlere ışık tutmak” usulüyle ve “bizzat yaşayan” olarak mevzuyu hikemiyat, tasavvuf, felsefe, psikoloji ve edebiyat gibi çeşitli alanlardan işaretlemesi ile gerçekten de dünyada tek…

DR. DELGADO

19. yüzyılın başlarında, ölü kurbağaların kaslarının elektrik ile uyarılarak kımıldatılması şeklinde başlayan çalışmaları, “beynin fizikî kontrolü” fikrine zemin teşkil eden ilk deneyler olarak gösterebiliriz. Kâmil mânâda ilk ciddi araştırmaları yapan kişi ise, İspanyol doktor Jose Delgado’dur ve 1969’da yayınlanan Beynin Fizikî Kontrolü – Psikomedenî Bir Topluma Doğru- isimli kitabı ile, mevzunun mihrak şahsiyeti olarak gösterilebilir. Delgado, kitabının takdiminde, tüm çalışmalarına ilham kaynağı olarak Madrid Tıp Enstitüsü’nden hocası Cajal’ın 30 yıl önce kendisine söylemiş olduğu şu sözleri gösteriyor:

– «Hafızanın, duyguların ve fikirlerin psikokimyevî yapısı hakkındaki bulgular insanoğlunu yaratılmışların efendisi yapacak; ve onun en büyük başarısı kendi beynini fethetmesi olacaktır.»

Delgado, çalışmalarına, Amerika’da bulunan (“global kraliyetçiler”e karşı çıkışlarıyla maruf Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun da bir kürsü sahibi olduğu ve “Kafatası ve Kemik” mason örgütünün karargahı) Yale Üniversitesi’nde devam ediyor. Rockefeller University, Amerikan Deniz Kuvvetleri Araştırma Dairesi, Birleşmiş Milletler Hava Kuvvetleri 6571. Aeromedikal Araştırma Laboratuarı, yine kitabın takdiminde “çalışmalara katkıda bulunanlar” olarak zikredilen, hepsi de “yeni dünya düzenci” masonik oluşumlar.

Delgado’nun kitabının baskısı World Perspective’den. Bu yayınevinin logosu altlı-üstlü iki kavisli ok arasında küçük bir dünya figürü, yâni gözbebeği dünya figürü ile karşılanan bir “göz” şekli. Hani şu Yeni Dünya Düzeni’nin ezoterik-dinî altyapısını oluşturan yahudi-mason sembollerinden “herşeyi gören göz”; Lucifer’in gözü… Burada şu kadarını söyleyelim ki, ilk günden itibaren mevzunun finansörleri Yeni Dünya Düzeni hayâli kuran “global kraliyetçi”lerdir.

RUH, BEDEN VE ŞUUR

İnsan varoluşunun kökeni konusunda evrim teorisini benimseyen Delgado, kitabına insan, zihin, ruh vb. konulardaki fikirlerini açıklayarak başlıyor:

«Düşünceler ve inançlar, beynin nöropsikolojik aktivitelerine bağlıdır. Eğer beyin fonksiyonlarımız çalışmıyorsa, tüm uyarılma kabiliyetleri anestezi ile bloke edilmişse veya düşünme fonksiyonları elektrikî uyarılma ile durdurulmuşsa, o ân için sonsuz bir hayata veya herhangi bir dinî mefhuma inanmamız mümkün olmaz. Bu şartlar altında inançlar ve arzular ortadan kalkar, fakat bu hakikatten “iman beynin muayyen bir bölgesinin fonksiyonudur” çıkarımı yapılamaz. Burada gayet tabiî bir şekilde şu soru akla geliyor: Tecrübî metodlarla ruha tesir etmek mümkün müdür? Çünkü düşünce, vicdan, sorumluluk, edeb, hayâ, hepsi de davranışlar ile açığa çıkan olgular; davranışlar ise beyin aktiviteleri ile kontrol ediliyor.»

Delgado’nun, ruhu beyin fonksiyonlarının toplamı olarak açıklamaya çalışan ucuz marksist görüşe bağlılığı görülüyor. Halbuki kendi akıl yürütmelerinin neticesinde varması gereken nokta şu olmalıydı: “Ben”imize-ruhumuza ait verimler bedenden AYRI’dır, fakat bu verimler bedenden GAYRI da değildir. İBDA fikriyatındaki AYRILIK-GAYRILIK davası… Sırra açık bir mübhemlikte mevzunun hülâsası şu:

– «Ceset, ruhtan hesabsız kemâller elde ettiği gibi, ruh da cesetten büyük faydalar devşirir. Ruh, bedenden devşirdiği faydalarla işitici, görücü olur ve onunla dile gelir. Ruh, bedenle heykelleşir, alıcı olur ve madde âleminin fiillerine erer. İşitme ve görme hâsseleri bedendendir. Ruh cesede ilişince aynı evin konukları olurlar. Hayli zaman bir yerde kaldıkları için birbirlerinden kemâl alırlar. Bu kemâller de gitgide sabitleşir. Birbirlerinden ayrılınca, birleşmiş sıfatlar silinmez. Ruh işitir, görür, hisseder. Mizaçları, sıfatları ve bilgileri ayrı iki insan bir müddet beraber bulunsalar, birbirlerinin mizaç, tabiat ve bilgilerinden pay alırlar. Ayrıldıkları zaman da, her birinin öbüründen aldığı huy ve bilgi yerli yerinde kalır, kaybolmaz. “Şerh-i Makâsıd” sahibi diyor ki: “Felsefeciler, ruhun maddeyi idrâkinden zâhirî ve bâtınî his âletlerini şart bilmişlerdir. Bu yüzden, bu hislerin yuvası olan bedenden ruh ayrılınca, artık maddeyi idrâk etmez. Nitekim ölülerde his kalmaz!”… Hak ehlinin anlayışına göre ise, ruh için, bedenden ayrıldıktan sonra yeni bir madde idrâki vardır. Zira ruhun idrak fiilinde his (duyu) âletleri iştirak sahibi değildir… Yukarıdan beri yapılan açıklamaların gayesi, şu veya bu soydan işlerle duyu organları yolundan ruhun etkilenmesine bakıp da, ruhu beynin inikâsı-aksetmesi olarak gören düşüncelere varılmaması içindir; bugün psikolog geçinip de hâlâ bu modası geçmiş görüşü “ilmî” diye geveleyenler var!..» (Mirzabeyoğlu, Telegram, s. 330)

Ruhu, beyin fonksiyonlarının neticesi olarak gören bayat marksist görüş kadar, yine ruhu bir kenara itip beyni holografik modellerle izah etmeye çalışan, ister mistik olsun, ister kaba maddeci, her türlü Allahsız izahı da reddediyoruz. Zihin kontrolünün hikemî altyapısına dair bizim tezimiz şu:

İslâm kaynaklarında “kalb” insan iradesi ile birlikte zikredilirken, “beyin” de düşüncenin organı olarak nitelendiriliyor. İslam’da ruh, bu organların çalışmalarına verilen bir isim değil, bilakis bizzat yaradılış olarak et ve maddeden üstün, et ve maddeye tesir edici bir keyfiyet olarak bildiriliyor.

Meşhur nörofizyolog Pribram’ın yaptığı deneyler de tezimizi destekleyici mahiyette… Pribram, maymunların görme korteksinin %90’ının ve kedilerin optik sinirlerinin %98’inin ameliyatla alınması durumunda bile, kompleks görme işlemleri yapabilme kabiliyetlerinde ciddi bir zayıflama olmadığını görmüştür. “Hasar gören beyin hücrelerinin görevlerinin diğer sağlıklı nöronlara yüklenmesi” diye bilinen hâdise ve ruhun beyin üzerindeki tasarrufu meselesi…

Ruh-beden probleminin geçmişi hakkında Nick Herbert şunları söylüyor:

– «Geçmişteki beyin araştırmaları, yaygın teknolojilerden alınan metaforlarla yönlendiriliyordu. Dolayısıyla, beynin holistik, telegraf, telefon santralı ve holografik modellerine şâhid olduk. Son zamanlarda da beyin bilgisayarla karşılaştırılıyor.»

Pratik fayda güden meslekî modellemeler mümkün olsa da, hikemiyat plânında meselenin nazikliği bakımından, kaba teşhis ve teşbihlerden kaçınmak durumundayız. Yukarıdaki iktibasta İslam velîsinin buyurduğu üzere, ruh ve bedenin “aynı evin sâkinleri gibi” olmasından, her ikisinin birbirinden etkilendiklerini anlıyoruz.

Dr. Delgado’ya geri dönersek, yaptığı deneylere zemin teşkil eden tezini şöyle açıklıyor:

– «(1) Beyinde, idrak, his, mücerret (soyut) düşünme, sosyal ilişki ve nahif sanat istidadı gibi zihnî aktivitelerden sorumlu basit mekanizmalar vardır. (2) Bu mekanizmalar fizikî ve kimyevî metodlarla tesbit, tahlil ve tahkim edilebilir; bazen de değiştirilebilir. Bu yaklaşım sevginin ve düşüncelerin sadece nöropsikolojik fenomenler olduğunu öne sürmez; fakat merkezî sinir sisteminin davranış göstermedeki mutlak gerekliliğini kabul eder. Bu yaklaşım ile sözü geçen mekanizmalar üzerinde incelemeler yapılacaktır. (3) Beynin doğrudan yönlendirilmesi ile tahmin edilebilir davranışlar ve zihnî tepkiler meydana getirilebilir. (4) Sinir fonksiyonlarının haberleşmesi ve tabiî işleyişi, şuursuzluk ve otomatik tepkiler verme yönünde değiştirilebilir.»

Ortalama bir insan beyninde yaklaşık olarak 10 trilyon nöron (sinir hücresi) bulunur. Nöronlar arası irtibat, temel olarak elektrik sinyalleri ve nöronlar arası boşluktaki (sinaps) kimyevî maddeler vasıtasıyla gerçekleşir. Bugünkü [ilânında sakınca görülmeyen] teknolojik vasat göz önüne alındığında, zihin kontrolü ve beyin üzerine yapılan araştırmalar önündeki en büyük engellerden birisi, beyinden alınan sinyallerin tam mânâsıyla analiz edilememesi olarak görünmektedir. EEG, MEG gibi tekniklerle beynin elektrikî aktivasyonlarını görüntülemek mümkün olmakla birlikte, trilyonlarca hücreden aynı ânda gelen sinyalleri analiz ederek, kişinin düşünceleri, o ân için gördükleri ve işittikleri hakkında kesin tesbitlerde bulunmak [bildik teknolojik vasatta] imkansız görünse de, bu konuda [kamuoyuna da açık] birtakım analiz metodları geliştirilmeye başlandı; ileride yeri gelecek. [Kamuoyundan gizli yürütülen projelerde ise, bu hedefe çoktan ulaşıldığı görülüyor!]

BEYNE SOKULAN TELLER

1930’larda Hess’in kullandığı, beynin içine çok ince teller sokulması tekniği, beyin üzerinde çalışmayı mümkün kılıyor ve beyne sokulan bu altın, platinum ve çelik teller teflon kaplı olduğu için, canlının nörolojik hayatına negatif bir etkide bulunmuyor. Bu elektrotlar, genellikle sıçanlar, kediler ve maymunlar üzerinde, nâdir olarak da iri böceklerde, horozlarda, yunuslarda ve boğalarda kullanılmış…

O tarihlerde, beynin içine sokulan tellerin dışarıda kalan kısımlarına “uyarıcı” (stimoceivers) denilen kibrit kutusu büyüklüğündeki cihazlar takılıyor ve beyin bu cihazlar yardımıyla uyarılıyordu. Bu cihazlar üzerlerindeki bobinler vasıtasıyla kendi elektriğini kendisi ürettiği için, herhangi bir pil veya enerji kaynağına ihtiyaç duyulmuyordu. Günümüz teknolojisinde ise, 1-2 santimetre boyunda küçük çipler bu işlemleri fazlasıyla yerine getirebiliyor.

Dr. Delgado, kitabında “Beynin Elektrikî Uyarımı” (BEU) başlığı altında şunları söylüyor:

– «Uzaktan beyin uyarıcısının düğmesine basarak hayvanlarda ve insanlarda robotvâri bir kontrol mümkün müdür? Arzular ve düşünceler sunî elektronik emirler altına alınabilir mi? BEU tarafından meydana getirilen etkileri gösteren ciddi bilgiler, bilim literatürüne çoktan girdi. Meselâ kalb birkaç atışlık süre için durdurulabiliyor, yavaşlatılıp hızlandırılabiliyor.

Yine beynin belirli kortikal ve altkortikal bölgelerinin uygun şekilde uyarılması ile kalb birkaç atışlık süre için durdurulabiliyor, yavaşlatılabiliyor veya hızlandırılabiliyor. Gastrit salgılanması, ânî hareket göstermeler veya göz bebeğinin çapının artıp azalması yine BEU tarafından yapılabilenler…»

İBDA Mimarı’nın bizzat yaşadığı, kendi ağzından:

– «Kalbimin durdurulması ve kalb ritmiyle nefes alma ritminin bozulması sıralarında boğulmalarım ve tam gidecekken o elektrikî tesirinden çıkmakla tekrar dönmelerim vesaire…» (Mirzabeyoğlu, Telegram, s. 19)

İBDA Mimarı’nın beynine tel sokmadıklarına göre, söz konusu etkiyi cezaevi hücresinde yoğun manyetik alan oluşturarak yaptıklarını tahmin ediyoruz. Manyetik alanın insan vücudu ve bunun tabiî neticesi olarak psikolojisi üzerindeki etkilerine dair birçok makale tıb literatüründe mevcut… Meselâ J. I. Jacobson, manyetik alan ile kişilerin beynindeki melatonin seviyesini değiştirmeyi başarmıştır ve 1994’de yayınladığı makalesinde bu konuyu anlatmıştır. Ayrıca elektromanyetik dalgaların “kan-beyin bariyeri”ni etkileyerek sinir sistemini ciddi şekilde etkilediği deneylerde gözlenmiştir. Devamı “Elektromanyetik Dalgaların Tıbbî Etkileri” başlığı altında…

BEYNİN ELEKTRİKÎ UYARIMI (BEU)

Dr. Delgado’nun maymunlar üzerinde yaptığı deneyler bir hayli ilgi çekici…

Bir maymun, kafesinde oturmuş yiyecek toplarken beyninin talamus bölgesi uyarılıyor. Maymun oturduğu yerden yavaşça kalkıyor ve herhangi bir endişe, korku ve rahatsızlık ifadesi göstermeden, duvarlara veya  diğer maymunlara çarpmadan kafesin içinde dolaşmaya başlıyor. 5-10 saniyelik uyarım  bittikten sonra maymun tekrar eski  hâline dönüyor ve oturup yiyecek toplamaya devam ediyor. Uyarım tekrarlandığında aynı hareketler maymunda tekrar gözleniyor.

Başka bir maymun grubu ile yapılan deneyde ise şunlar müşâhede ediliyor: Beyni 5 saniye uyarılan maymun, önce (1) her ne işle uğraşıyorsa onu bırakıyor; (2) yüz ifadesi değişiyor; (3) başını sağa çeviriyor; (4) iki ayak üstünde dikiliyor; (5) sağa dönüyor; (6) kollarını kullanarak kusursuz bir denge ile iki ayak üzerinde yürüyor; (7) direğe tırmanıyor; (8) yere iniyor; (9) hırlamaya başlıyor; (10) diğer maymunları korkutuyor, nadiren de onlara saldırıyor ve ısırıyor; (11) agresifliği bırakıp bu sefer de arkadaşça davranmaya başlıyor; (12) ve barışçı davranışlarını sürdürüyor. Bu kompleks dizi 10-15 saniye sürüyor ve her farklı uyarımda aynı sıra ile cereyan ediyor.

BEU yardımıyla hayvanlarda korunma mekanizması da harekete geçirilebiliyor. Meselâ beynindeki gri madde uyarılan bir kedi, köpek görmüş gibi korkuyor ve pençelerini çıkarıp savurmaya başlıyor. Hayvan tükürük saçıyor, horulduyor, hırlıyor. Aynı zaman sırtındaki ve kuyruğundaki tüyler dikiliyor. Gözbebekleri maksimum büyüklüğe ulaşıyor ve kulakları geriye doğru yatıyor. Elektrikî uyarım ile acı meydana getirildiği gibi haz da meydana getirilebiliyor. Maymunlar kafeslerine konulan pedallara bastıklarında, 0,5-1 saniye beyinleri hazza yönelik uyarılıyor ve bu maymunlar tarafından yiyecekten daha büyük mükâfat olarak karşılanıyor. Sıçanlar üzerinde yapılan deneylerde, seçme şansı verildiğinde, yiyeceğe ulaşmak daha kolay olmasına rağmen haz veren uyarım pedalına doğru daha hızlı koştukları gözleniyor.

Bunların yanında BEU’nun durdurucu ve yavaşlatıcı etkileri de bulunuyor. Buna örnek olarak, beyninin septal bölgesi 30 saniye boyunca uyarılmış bir maymunun uyutulmasını gösterebiliriz. Hayvan önce gözlerini kapatmaya başlıyor, kafası düşüyor, vücudu rahatlıyor, ve tabiî bir hâlde uykuya dalmış gibi görünüyor. Gürültüye veya dokunmaya karşı, hayvan gözlerini yavaşça açıyor, sersem bir şekilde etrafına bakıyor ve tekrar uykuya dalıyor.

Konuyla ilgili olarak Delgado şunları söylüyor:

– «Motor hareketlerin BEU ile kesilmesi, kobay hayvanda, yaptığı işin ortasında durmasına sebeb oluyor; uyarım sona erdiğinde ise, hayvan yaptığı işe kaldığı yerden devam ediyor. Bu, film gösteren projektörün durdurulmasına benziyor, durdurulduğu ân görüntüdeki tüm hareketlerin o ân için donması gibi… Bir kedi süt içerken, dili tam dışarıda iken beyni uyarılıyor ve dili dışarıda donuyor; veya kedi merdivenden çıkarken uyarım ile tam iki basamak arasında donduruluyor.»

Efendi maymun tarafından yönetilen ve koloni hâlinde yaşayan maymunlar üzerinde de kayda değer deneyler yapılıyor. Otokratik sosyal yapıya sahib maymun kolonisinde efendi maymun, dişi eşlerin seçiminde, diğer maymunların yerlerinin değiştirilmesinde söz sahibidir. Kafesin büyük bir kısmını işgal ederken, diğer maymunlar ondan çekinir ve uzak bir köşede kalabalık hâlinde dururlar. Efendi maymun bu hiyerarşik yapıyı duruşuyla ve jestleriyle sağlar.

Bu baskın yapı, efendi maymunun 5 saniyelik uyarılması ile, 1 saatliğine ortadan kalkar. Bu süre içerisinde hayvanın yüz ifadesi yumuşar ve diğer maymunların kendisine saygı gösterip göstermediklerini umursamadan kafes içinde rahatça dolaşmaya  başlar.  Onlar  da  efendilerini umursamamaya  ve onun etrafında dolaşmaya başlarlar. Bir saatlik süre içerisinde efendi maymunun efendiliği yok oluyor; artık kolonideki diğer maymunları korkutmuyor ve onlara karşı agresif davranmıyor. BEU’nun etkisi geçtiğinde ise, efendi maymun otoritesini tekrar kuruyor ve önceden olduğu gibi diğer maymunlar tekrar ondan korkmaya başlıyorlar.

Delgado burada şunları söylüyor: “Eskiden beri düşlenen, bir diktatörün gücünün uzaktan kumanda ile yıkılmasını, maymunlar üzerinde nörocerrahi ve elektronik yardımıyla başardık.” Uzaktan kumandayla diktatörleri yıkan yeni diktatörler mi!?

Delgado’nun yaptığı en meşhur deney, arenada üzerine gelen bir boğayı elektrikî uyarım kullanarak durdurmasıdır. Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan bizzat şâhid olduğu bu olayı şöyle aktarıyor:

– «1970’lerin başlarında Amerika’da çok çarpıcı bir başka “dıştan etkileme” deneyine şâhid olmuştum. Tecrübî psikolog Dr. Delgado, bir stadyumun ortasında, televizyon kumandasına benzer bir araçla, dört nala saldıran bir boğanın gelişini kıpırdamadan seyrediyordu. 5-10 adım kala elindeki bir düğmeye bastı. Azgın boğa durakladı, sonra da sâkin sâkin etrafta gezindi. Delgado bir başka düğmeye basınca hayvan yine kızgın hâline dönüştü, burnundan köpükler saçıyor, ön ayağıyla tepiniyor ve saldırıya hazırlanıyordu ki bir düğmeyle tekrar uslu öküz oldu! Bu farklı davranışlar, boğaya daha önce deri-altına yerleştirilen çipler sayesinde, beyninin öfke ve huzur bölgelerine elektrik vermekle oluyor.» (Eğitim-Bilim Dergisi, Mayıs 2000)

BEU’NUN İNSANLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Delgado, insanlar üzerinde yaptığı deneylerde, kobay ile terapist arasında 1 saatlik konuşma esnâsında beyindeki değişiklikleri ve bu sırada yapılan uyarımların hasta üzerindeki etkilerini kaydediyor ve daha sonra bu kayıtları değerlendiriyor.

İnsanlar üzerinde yaptığı deneyler Delgado’yu heyecanlandırmış olsa gerek ki şunları söylüyor:

– «Yakın gelecekte “uyarı”ların insan ve bilgisayar arasında geri beslemeli bir haberleşme bağı kurabileceğini tahmin etmek mantıklıdır. Sinir hücreleri ile bu enstrümanlar arasında kurulacak karşılıklı bağ, nöropsikolojik fonksiyonların kontrolü konusunda yeni bir program başlatacak. Meselâ, mahallî anormal elektrik uyarımı ile, epilepsi atağı uzaktan bilgisayarlar tarafından kontrol edilen elektrotlar vasıtasıyla engellenebilir. Elektrikî rahatsızlığın teşhisi ânında, radyo sinyalleri ile hastanın kafasındaki “uyarıcı” aktive olabilir ve problemli bölgeye elektrikî uyarım uygulanabilir; böylece nöbet bloke edilebilir.»

Bir hasta üzerinde yapılan deneyde, beyne sokulan elektrotlarla sol parietal korteksin uyarılması, hastanın sağ elinin ilk iki parmağının kasılmasına sebeb oluyor ve bunu sırayla diğer parmakların kasılması izliyor. Eldeki bu etkinin hasta üzerinde rahatsız edici bir etkisi yok ve bu işlem hasta doktoruyla sohbet ederken veya başka bir işle uğraşırken yaptığı işi kesmesine sebeb olmuyor. Yapılan deneylerde, hasta, elinin kendi iradesi dışında hareket ettiğinin farkına varıyor ve bundan korkmuyor; sorulduğunda ise, kolunu “dermansız ve sersem” hissettiğini söylüyor.

Hastaya beyninin uyarıldığı ve büzülen elindeki parmaklarını düzeltmesi söylendiğinde hasta parmaklarını düzeltemiyor ve şunları söylüyor: “Doktor, sanırım sizin elektriğiniz benim irademden daha güçlü.” Hasta, ellerini kullanırken –meselâ derginin sayfalarını çevirirken- uyarıldığında yaptığı işe ara vermiyor, fakat ellerin kasılıp büzülmesi, hareketi yapmasına engel oluyor, sayfaları istemeden buruşturmaya ve yırtmaya başlıyor.

Delgado, kendi deneylerinde veya diğer meslektaşlarının raporlarında, motor korteksin elektrikî uyarımının düzgün ve becerikli hareketler meydana getiremediğini, ancak sakarca ve anormal hareketlere sebebiyet verdiğini söylüyor.

Kitabta şunlar söyleniyor:

– «Ana motor korteksin hemen yanında bulunan yardımcı motor bölgenin uyarılması, temel olarak üç etkiye sebep oluyor: (1) Yavaş başlayan bir hareketin son safhaya geldiğinde vücudun daha fazla veya daha az bir bölümünün işe karışması gibi hareketin gidişatında meydana gelen aksaklıklar… (2) Elin pençe atar gibi sallanması, ayağını adım atar gibi yapması, parmakların ve bileğin büzülüp genişlemesi gibi fazik (sürekli tekrar eden) hareketler… (3) Kol ve bacak gibi uzuvların geçici felç edilmesi ve tutarsız hareketler…»

Bu etkilere zıt, BEU ile bazı düzenli tepkiler oluşturmak da mümkün… Yine bir hasta üzerinde yapılan deneyde, rastral bölgenin iç kapsülü uyarılıyor, buna tepki olarak hasta sanki o ân gördüğü bir şeye bakıyormuş gibi kafasını çevirip, vücudunu yavaşça o tarafa doğru hareket ettiriyor. Bu deney iki ayrı gün altı kere tekrarlanıyor ve birbiriyle karşılaştırılabilir sonuçlar elde ediliyor. İlginç olan şu ki, hasta, yaptığı hareketle ilgili her defasında mantıklı bir açıklama sunuyor: “Ne yapıyorsun?” diye sorulduğunda “terliklerimi arıyorum”, “bir ses duydum sanki”, “rahatsız oldum” ve “yatağın altına bakıyordum” gibi cevablar alınıyor.

Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin hemen hepsi insanlar üzerinde de tekrarlanıyor. Bir kadın hastanın beyninin thalamus bölgesi uyarılıyor; önce kadının yüzünde tipik bir korku ifadesi beliriyor; sağa sola dönmeye başlıyor ve arkasında kalan bölümü gözleyerek kontrol ediyor. Kendisine ne yaptığı sorulduğunda ise bir tehlike sezdiğini ve sanki kötü bir şeyler olacakmış gibi hissettiğini söylüyor. Bu korku hissi gerçekmiş ve sanki çok yakında kopacak fakat sebebini bilmediği felaket hakkında bir önseziye sahibmiş gibi hissediyor.

Pallidum bölgeleri saniyede 8 devrin üzerinde bir frekansta uyarılan bazı hastalar, endişe ve rahatsızlık gösteriyorlar ve ayrıca göğüslerinde kasılma ve sıcaklık hissediyorlar. Bazı hastalar sol göğüslerinde huzursuzluk olduğunu bildiriyorlar ve uyarım tekrarlandığında endişeli bir şekilde çığlık atmaya başlıyorlar. Amygdaloid nükleusun uyarılması ile kobayda keskin hissî reaksiyonlar gözlemleniyor, fakat aynı hastada uyarım parametreleri aynı olsa bile reaksiyonlar bazen öfke bazen de korku şeklinde deneyden deneye farklılıklar gösterebiliyor. Bir hasta şöyle söylüyor: “Karşıdan üzerime neyin geldiğini kestiremiyorum; sanki bir hayvan…”

Korku hissi herhangi bir acı olmaksızın temporal lobun BEU ile uyarılması ile de oluşturulabiliyor. Bu etki ancak “korku hayâli” olarak sınıflandırılabilir, çünkü yapılan deneylerde, bazı bedenî yapıların sunî elektrikî metodlarla aktive edilmesinin dışında, korkmak için hiçbir gerçek sebeb yok.

Amygdaloid’in uyarılmasının şiddet hareketlerini doğurduğu, başka araştırmacılar tarafından da isbatlanmış. King isminde bir araştırmacı, depresyon ve itilmişlik duyguları içindeki neşesiz bir tonda konuşan, şaşkın ve sabit bir yüz ifadesine sahib bir kadının, beyninin amygdaloid bölgesini 9 miliamperlik akımla uyarıyor ve kadının sesinin değiştiğini ve yüzünün kızgın bir ifade aldığını müşâhede ediyor. Bu süre zarfında kadın şunları söylüyor: “Bu sandalyeden kalkmayı istediğimi hissediyorum! Lütfen bunu yapmama izin vermeyin! Bunu bana yapmayın! Rezil olmak istemiyorum!” Mülâkat yapan kişi, hastaya, o ân vurmak isteyip istemediğini soruyor. Kadın, “evet, bir şeylere vurmak istiyorum. Elime bir şeyler alıp onu parçalamak istiyorum sadece. İnanın yapmayacağım!” diyor. Daha sonra kadın, mülâkatçıya bir tomar kâğıt karşılığında eşarbını veriyor ve bir yandan “böyle hissetmek istemiyorum” diyor, bir yandan da aldığı kâğıtları yırtmaya başlıyor. Uyarımın şiddeti 4 miliampere düşürüldüğünde, bu sefer ağzını yaya yaya gülmeye başlıyor ve şunları söylüyor: “Bunun aptalca olduğunu biliyorum, ne yapıyorum ben! Şimdi bu sandalyeden kalkıp koşmak istiyorum. Bir şeylere vurmak istiyorum, bir şeyleri parçalamak, her ne olursa… Sizi değil, sadece bir şeyleri… Şimdi sadece kalkmak ve parçalamak istiyorum, kendimi kontrol edemiyorum.” Uyarımın şiddetinin tekrar 5 miliampere çıkarılması, yine aynı agresiflikleri tezahür ettiriyor ve kadın sanki vuracakmış gibi kolunu havaya kaldırıyor.

İnsanlar üzerinde BEU’nun haz uyandırıcı etkilerine yönelik deneyler de en az diğerleri kadar ilgi çekici… Şizofreni ve parkinson hastaları üzerinde yapılan deneyde I. grub rahatladıklarını ve üzerlerine hafif uyku çöktüğünü rapor ediyorlar. II. grub da aynı şekilde rahatlamış görünürken, kendilerini iyi hissettiklerini söylüyorlar ve sık sık gülümsüyorlar. III. grubtakiler ise kahkaha atıyorlar, kendilerini çok iyi hissettiklerini söylüyorlar, hattâ daha fazla uyarım istiyorlar.

BEU’nun haz etkisinin en iyi gözlendiği bir örnekte de, üzgün ve sıkkın görünen bir hastanın beyninin rastral bölgesi uyarıldığında hemen gülümsemeye başlaması, uyarım kesildiğinde ise eski üzgün hâline dönmesi ve uyarım tekrar uygulanır uygulanmaz yeniden gülümsemeye başlaması…

Hayvanlarda olduğu gibi, BEU’nun uyku etkisi insanlarda da gözleniyor. Fornix ve thalamus uyarımlarında, uykulu bir yüz ifadesi, göz kapaklarının düşmesi ve âniden uykusuzluk şikayetleri gözleniyor. Tüm bunlar olurken hastada herhangi bir şuur bozukluğu gözlenmiyor. Bazı durumlarda, hastada memnuniyet verici rüyalar meydana getirilebiliyor ve ara sıra da uyku ve uyanıklık, aynı bölgenin düşük veya yüksek frekansta uyarımı ile meydana getirilebiliyor. Limbik sistemin farklı noktalarının uyarılmasının, farkında olma, kavrama ve düşünme melekelerini zayıflattığı, birçok araştırmacı tarafından müşâhede ediliyor. Hasta nâdiren de soyunmaya başlıyor ve sakarlıklar yapıyor, fakat daha sonra hatırlamıyor. Bazı hastalar sanki bir sürü bira içmiş gibi zihinlerini bomboş hissettiklerini söylüyorlar.

Beynin konuşma ile alâkalı bölgesinin uyarıldığı deneylerde, en tipik etki olarak, hastaların sayı saymada yaşadıkları güçlükler gösterilebir. Örnek olarak, bir hanım hastadan, birden başlayarak sayması isteniyor. On dörde geldiğinde BEU uygulanıyor ve kadın o ânda konuşmayı kesiyor: Bu esnâda kadının yüz ifadesinde herhangi bir değişiklik veya korku ve endişe hissi görünmüyor. Uyarım birkaç saniye sonra durdurulduğunda, hasta kaldığı yerden devam etmeye başlıyor. Niçin durduğunu bilmediğini söyleyen hasta, uyarım ânında, terapistin onu saymaya devam etmesine yönelik teşviklerine rağmen bunu gerçekleştiremiyor.

Buraya kadar anlatılanlar, Dr. Jose Delgado’nun başta sözünü ettiğimiz Beynin Fizikî Kontrolü – Psikomedenî Bir Topluma Doğru- adlı kitabından… Küçük bir not olarak, kitabın basım tarihinin 1969 olduğunu, yâni BU DENEYLERIN BUNDAN YAKLAŞIK 35 YIL ÖNCE YAPILDIĞINI aktaralım. Kitabın İngilizce orijinali, Physical Control of the Mind: Toward a Psychocivilized Society, internette mevcut.

ÇİPLER

Delgado’nun stimoceiver’lerinin (uyarıcı çip) üzerinden 35 yıl geçti. Bugün için mikro ölçekte olmasa da kullanım alanına göre birkaç milimetrelik çipler mevcut. Beyne yakın olması için kafa derisi altına yerleştirilecek bu çipler, cep telefonlarında olduğu  gibi yerleşik istasyonlar ve uydu üzerinden “Büyük Birader” ile irtibat hâlinde olacak ve bu şekilde çip, beynin yaydığı dalgaları okuyup merkeze bildirebilecek veya uygun frekansta dalga yayarak beyni istediği şekilde etkileyebilecek. Aynı şekilde çiplenen insanın bulunduğu yer kolayca tesbit edilebilecek.

Çipin beyin dalgalarını okuması ve beyne sinyal göndermesi ne demektir? (1) Çip yardımıyla, beyinden yayılan dalgaların okunup merkeze gönderilmesi ve orada analiz edilerek kişinin o ân için neşeli mi, üzüntülü mü, uykulu mu, yoksa düşünceli mi olduğunun anlaşılması ve çipin beyne sinyal veya ses yollayarak kişiyi bu şuur hâllerinden birine sürmesi hâdisesi. (2) Kişinin düşüncelerinin, gözünün gördüğünün, kulağının işittiğinin bilgisine erişilmesi ve kişinin “beynine” istenilen düşünce, ses ve görüntünün gönderilmesi hâdisesi. [Gerçi artık “çiplemekle” uğraşmaya gerek bırakmayıcı bir teknoloji var: TELEGRAM.] Devamı “Bir Deney: Kedinin Gözünden Görülen Dünya” başlığı altında… Şimdilik bir misâl:

– «Yalnızca beyin dalgalarıyla çeşitli cihazları kullanmak için yapılan çalışmalar, neredeyse başdöndürücü bir hızla ilerliyor. Artık beyin dalgalarını algılamak için kafaya onlarca elektrot yerleştirmek gerekmeyecek. Geçtiğimiz yıl Brown Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, maymunların beynine yerleştirilen bir mikroçip sayesinde beyin dalgaları algılanarak bilgisayara gönderildi. Bunu yapmak için ilk önce, maymunlara bilgisayar ekranında renkli bir nokta gösterildi. Daha sonra ellerindeki kumandayı kullanarak bu noktayı hedefe götürmeleri öğretildi. Maymunlar bunu öğrendikten sonra, beyinlerine bir mikro alıcı yerleştirilerek sinyaller bilgisayara yönlendirildi. Ellerinde kumanda olmayan maymunlar, ekrana renkli nokta geldiğinde, bunu yalnızca düşünerek hedefe yönelttiler. Böylece ellerini hiç kullanmadan oyunlarına devam edebildiler.» (Bilim ve Teknik Dergisi Eki, Eylül 2003)

Yeni Dünya Düzeni’nin öncelikli projelerinin arasında, her insana bir çip yerleştirilmesi düşüncesi de var. Derinin altına  yerleştirilecek “hap” büyüklüğündeki bu çipe kişinin tüm kimlik ve sağlık bilgileri depolanabiliyor. Ayrıca çipe para yüklenebiliyor ve nakit para taşımaya gerek kalmıyor. Çok masum gibi görünen bu plânın altında, tüm dünya insanlığının koyun gibi damgalandığı ve gerektiğinde kimliğinin iptal edilerek kişinin tüm hürriyetlerinin sınırlanabileceği bir sistem hayâli yatıyor.

BEYNİN OKUNMASI VE YAZILMASI

Medikal mühendislik, beyni, 1-50 Hertz (“Hertz”; saniyedeki vuruş sayısı) frekans aralığında ve 0-200 mikrovolt genliğinde çalışan ELEKTRONİK BIR CİHAZ olarak tanımlar. Belirli bir ritmi ve şekli olan beyin dalgaları, gün boyunca insanın aktivitelerine bağlı olarak alfa, beta, teta, delta gibi farklı frekans aralıklarında değişir.

Beynin çalışma frekansı dış uyarıcılar yardımıyla değiştirilebilir. Belirli bir frekansta çakan ışık ile (photic uyarım) veya iki kulağın her birine farklı frekansta müzik veya ses verilerek aradaki frekans farkı yardımıyla kişinin beyninin çalışma frekansı istenilen seviyeye getirilebilir. Meselâ bir kulağa 300 Hz, diğerine de 310 Hz frekanslı müzik verirseniz, aradaki 10 Hz’lik fark (phantom frekans), şuurlu bir şekilde algılanmasa da beyin üzerinde ritmik darbe etkisi yapar. Görmeye, işitmeye dair veya elektromanyetik dalgaların kullanımı vasıtasıyla daha başka “uyarım” teknikleri de mevcut…

Bir meditasyon şirketi, yukarıda bahsedilen teknikle kaydedilen müzik kasetleri satıyor; tabiî önemli olan kasetteki müzikler değil, kasetin iki kulak için frekans farkı oluşturacak şekilde kaydedilmiş olması. Farklı istekler için farklı paketler mevcut: Aşkı Ateşle, Beyin Masajı, Derin Düşünce, Derin Uyku, Ekstazi, İman, Rahatlama, Başağrısı Tedavisi, Tansiyon Tedavisi, İbadet Hâli, Sigarayı Bırakma, Kilo Kaybetme vs… Beyin, kasetteki müziğin oluştuduğu “phantom frekans” etkisiyle çalışma frekansını değiştiriyor ve kişi tercih ettiği şuur durumuna giriyor. “Şuurun Şamanik Hâli” üzerine çalışan Melinda Maxfield, saniyede 4,5 kez (4,5 Hz) vuran ritmik davul sesinin bir şaman için şuurun şamanik hâline geçmenin anahtarı olduğunu iddia ediyor.

Yukarıda bahsedilen psikolojik durumların her biri, beynin alfa, beta, teta, delta olarak isimlendirilen farklı frekans aralıklarında çalışmasının bir neticesi… 8-13 Hz frekans aralığında çalışan beyin alfa durumundadır ve yaydığı elektromanyetik dalgalara alfa dalgaları denir. Gevşeme, rahatlama, hayâl kurma ve ibdâcılık, bu beyin durumunda kendini belli eder. Çocukların beyni genellikle bu frekans aralığında çalışır. EEG and Behavior (EEG ve Davranış) isimli kitabta, pasif ve sâkin mizaçlı kişilerde beynin alfa aktivitelerinin belirgin olduğu, öbür yandan agresif kişilerin beyinlerinin alfa aktivitelerinin minimum olduğu söyleniyor. Gerginlik, korku ve endişe, alfa aktivitesini düşürüyor. Yâni bir insanın beynini alfa durumuna sokarak o kişiyi sakinleştirmek mümkün… Meditasyon uzmanları, stres tedavisinde alfa-yoğunluklu programları tercih ediyorlar.

Beta dalgaları, 13 Hz’den hızlı olan dalgaları kapsıyor. Dikkat ve konsantrasyon ânlarında, zihnî yoğunlaşmanın ve idrakin arttığı durumlarda, aynı zamanda endişe ve korku ânlarında da beynin çalışma frekansı… Beta-yoğunluklu programların tedavisiyle, kişinin imtihanlardaki başarısı arttırılıyor, bilgiyi terkib ve tahlil etme istidadı geliştiriliyor. Bu metod, aynı zamanda, “dikkat eksikliği hastalığı”nın tedavisinde de terapistler tarafından kullanılıyor.

4-7 Hz arası, teta dalgaları… Algının ve sezginin artması, unutulan hatıraların veya rüyaların hatırlanması ve ilhama açık oluş, genel psikolojik etkileri… Ayrıca süper-öğrenme, zihni yeniden programlama ve oto-hipnoz için en uygun beyin durumu… Uyuşturucu ve alkol bağımlılığı tedavisinde kullanılıyor.

0-4 Hz aralığı, en yavaş olan delta dalgalarına ait. Genellikle derin uyku sırasında görülür ve bu sırada büyüme hormonu salgılandığı için hastalıkların iyileşmesi ve vücudun gençleşmesi için çok uygundur. Delta dalgaları, aynı zamanda, şuuraltına tekabül eder ve şuuraltına yönelik araştırmalarda kullanılabilir.

Farklı frekanslar ve genlikler için başka sınıflandırmalar da mevcut fakat beyin dalgaları kabaca bunlar… Yukarıda bahsettiğimiz kitabta, beyin dalgaları ile insan davranışları arasındaki münasebetler (korelasyonlar) inceleniyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi, görüntülü veya işitilir malzeme ile veya elektromanyetik dalgalar ile beyin bu frekans aralıklarından birine sürülebilir.

Beyin dalgaları hakkında buraya kadar bahsedilenler, beynin çalışma ritmi ile alâkalı olanlar. Ritmin dışında, bir de bu dalgaların taşıdıkları bilgiler var. Duyu organlarının çalışması (görme, işitme vs.) ve düşünme sırasında meydana gelen beyin aktivasyonlarının herbiri,  bahsi geçen dalgalar üzerinde kendine özgü “iz”ler bırakıyorlar. Bütün mesele, işlemi tersine çevirip, beyin dalgalarını tahlil ederek insanın ne düşündüğünü, ne gördüğünü ve ne işittiğini öğrenmek.

Eğer beynin kendi içinde nasıl bir dil kullandığı tam mânâsıyla keşfedilirse, Dr. Delgado’nun hayâlini kurduğu, zihinleri kontrol altındaki insanlardan oluşan “psiko-medenî toplum” projesinin hayata geçirilmesi işten bile sayılmayacak. Neticede, Matrix filminde olduğu gibi, bilgisayar tarafından hangi his, görüntü, ses veya tad hissi gönderilirse, kişi o gerçekliğin içinde yaşayacak.

1979 yılında The Journal of Physiology dergisinde yayınlanan DeValois’lerin makalesi, beyin dalgalarının tahlili hususunda oldukça önemli görünüyor. “Responses of Striate Cortex Cells to Grating and Checkerboard Patterns” (Striate Korteks Hücrelerinin Izgara ve Damatahtası Şekillerine Tepkisi) isimli makalelerinde DeValois’ler, kedilerin ve maymunların beyinlerinin, ızgara ve damatahtası gibi şekillerin kendilerine değil de, bu şekillerin Fourier  dönüşümlerine tepki verdiğini görüyorlar. Fourier matematiği, her türlü dalga tahlilinde kullanılan yaygın bir metod. Beynin dili ile Fourier matematiğinin ciddi bir bağı olduğu açık.

BİR DENEY: KEDİNİN GÖZÜNDEN GÖRÜLEN DÜNYA

The Journal of Neuroscience dergisinde 1999 yılında yayınlanmış “Reconstruction of Natural Scenes from Ensemble Responses in the Lateral Geniculate Nucleus” (Yanal Geniculate Çekirdekteki Toplu Tepkilerden Tabiî Manzara Görüntülerinin Tekrar Oluşturulması) isimli makaleye göre, yapılan deneyde kedinin beynindeki sinyaller çözülerek, kedinin o ân için gördükleri,  bir bilgisayar ekranında –bulanık da olsa- tekrar oluşturulabiliyor. Bilim adamları, kedinin beyninin görme merkezine yerleştirdikleri çok ince elektrotlar vasıtasıyla, gözlerden beyne gelen elektrik sinyallerini bir bilgisayar vasıtasıyla tahlil ederek, kedinin gözlerinin gördüğü görüntüyü bilgisayar ekranında tekrar oluşturabiliyorlar.

“Duyu organlarından” beyne gelen elektrikî sinyallerin alınıp tahlil edilebilmesi bir yana, bilim adamları, fikirlerin ve duyguların beyin sinyallerinden çıkarılması üzerinde çalışıyorlar. Duygular için bu işlem oldukça basit; yukarıda bahsettiğimiz üzere, belirli duygu ve ruh durumları için beyin dalgalarının aldığı belirli frekans ve şablonlar şu ân için biliniyor. Duyu organlarına gelince, görme duyusunun beyinde oluşturduğu sinyallerin çözümü ile başlayan araştırma ve deneyler, ses, dokunma, koku ve tad duyularının çözümlenmesi ile sürmektedir. Bir sonraki safha ise, aynı sinyallerin dışarıdan beyne verilerek kişide “sunî” görme, ses, dokunma, tad ve koku algıları oluşturulmasıdır. [TELEGRAM mağdurlarının beyanları incelendiğinde, bu hedeflere büyük ölçüde ulaşıldığı görülmektedir.]

Duygular ve beş duyu bir yana, fikirlerin de beyinden yayılan dalgalardan okunması üzerine çalışmalar çoktan başladı, kendi açılarından “başarılar” kazanarak da devam ediyor. Bu çalışmalardaki temel metod, direkt olarak “fikirlerin okunması” (?) şeklinde değil de, her kelimeye karşılık gelen beyin dalgasının önceden kaydedilmesi –“beyin dalgası lûgatı”- ve sonra beyin dalgalarına bakarak kişinin hangi kelimeleri düşündüğünün tesbit edilmesi şeklindeydi. [Araştırma ve uygulamalar gizli yürütüldüğü için meselenin şu ânki metod ve cihaz niteliği çok net olmasa da, sızan bilgilerden ve TELEGRAM mağdurlarının şâhidliklerinden hareketle, oldukça ileri bir noktaya varıldığı anlaşılıyor. Aynı şekilde, beyin dalgaları çok düşük genlikte (0-200 mikrovolt) olduklarından, uzak mesafelerden tesbit edilmesi bugünkü BİLİNEN yâni kamuoyuyla PAYLAŞILAN teknikler vasıtasıyla zor gözükse de, BİLİNMEYEN yâni kamuoyuyla PAYLAŞILMAYAN teknikler vasıtasıyla bunu “hedef” kişiden rahatlıkla alabiliyorlar. İşlenen “barbarca” bir insanlık suçu olduğundan, TELEGRAM’ın ister istemez tüm dünyada gizli yapılacağını anlamak için dahi olmak gerekmese de, diğer yandan “devlet sırrı” ve “millî güvenlik meselesi” de addedildiği için, neyin ne şekilde yapıldığını anlamak için biraz daha beklemek zorunda kalacağımızı söyleyebiliriz.]

BEYİN DALGALARINI KULLANMAK

Yukarıda “beyin dalgası lûgatı” diye bahsettiğimiz, “evet, hayır, aç, kapa, sağa, sola” gibi “basit” kelimelerinin düşünülmesiyle veya kolunu kaldırmak, yumruğunu sıkmak gibi iradî faliyetlerin gerçekleşmesiyle beyin dalgalarında meydana gelen modülasyonların kaydedilmesi ve kullanılması tekniği, dünyanın önde gelen bazı üniversitelerindeki birtakım deneylerde kullanılmaya başlandı. Bilim ve Teknik dergisi ekinden (Eylül 2003) birkaç örnek:

– «Beyin dalgalarını kullanarak cihazları çalıştırmak, artık hayâl olmaktan çıkıyor. Duke Üniversitesi’ndeki bilim adamları, maymunların beynine yerleştirdikleri elektrotlarla, beyin dalgalarını bir bilgisayara aktardı. Maymunlar, çeşitli hareketleri yaparken elde edilen dalgalar bir bilgisayarda toplandı. Bir nesneyi tutmak, el çırpmak gibi basit hareketler sırasında elde edilen beyin dalgaları bilgisayar tarafından analiz edilerek sinyallere, bu sinyaller de üç buudlu görüntülere çevrilerek, bilgisayara bağlı bir robot koluna aktarıldı ve böylece kolun hareketi sağlandı. Bu çalışmalar oldukça umut verici. İkinci safha, robot kolunun maymunlar tarafından algılanmasını ve idare edilmesini sağlamak. Bilim adamları bu çalışmaları daha da ileri götürdü. Berlin’deki bir grub araştırmacı, kafaya 128 adet elektrot yerleştirerek, EEG ile insanın beyin dalgalarını tesbit edip bunları bir bilgisayar programına veri olarak giriyor. Bu program, dalgaların ayırımını yapıyor ve hangi dalganın hangi harekete ait olduğunu kısmen de olsa söyleyebiliyor. Tabiî tüm dalgaların çözümlemesini yapmak oldukça zor; çünkü beyinde aynı ânda birçok bölgeden dalgalar yayılıyor. Ancak bazı basit hareketler, bilgisayar sayesinde önceden belirlenebiliyor. Örneğin, kişinin sağ yahud sol elini kullanacağı, yaydığı dalgalar sayesinde önceden anlaşılıyor.

ABD’deki Rochester Üniversitesi bilgisayar bilimleri laboratuvarında geliştirilen bir bilgisayar sayesinde, televizyon beyin dalgalarıyla uzaktan kumanda edilebiliyor. Bilgisayarı açıp kapatmak isterken insan beyninden yayılan dalgalar bilgisayar tarafından algılanıyor. Bilgisayar hangi dalganın açma, hangi dalganın kapama olduğunu ayırd edebiliyor. Bu sinyaller televizyona gönderilerek kontrol sağlanıyor. Böylece kişi televizyonu açmak istediğinde, yayılan dalgalar “aç” olarak algılanarak televizyon açılıyor. Kapatmak istendiğindeyse, bilgisayar tarafından algılanan “kapa” dalgası televizyonu kapatıyor. Tabiî bu buluş tembel televizyon bağımlıları için yapılmış değil. En önemli amacı, yerinden kalkamayan ve hareket edemeyen felçli hastaların kendi kendilerine yeterli olmalarını sağlamak.

Beynimizden yayılan dalgalar oldukça karmaşık. Aynı ânda birçok nöron ateşleme yaparak elektrik yayıyor. Bunları tek tek algılayarak çözümlemek oldukça zor. Bir konser salonundaki alkışların tek başına değil de toplu olarak algılanması gibi, beyindeki olumlu veya olumsuz sinyaller bilgisayar tarafından kabaca algılanabiliyor.»

UZAKTAN SES GÖNDERME

Ses konusunda en büyük problem, sesin havada çok fazla dağılması ve bir noktaya odaklanamamasıydı. Birkaç yıl önce Amerikalı ses mühendisi Joe Pompei, sesi tıpkı el fenerinde olduğu gibi tek bir noktaya göndermeyi başardı. Pompei’nin “Audio Spotlight” (İşitilir Spot Işığı) adını verdiği icadı, insanın duyum eşikleri arasında (16 Hz  ilâ 16 kHz arası) ses üreten normal bir hoparlörden farklı olarak, bir çeşit ultrasonik (16 kHz üzeri) ses yayını yapan hoparlör.

Normalde duyulan ses dalgalarının aksine, ultrasonik dalgaların lazer ışını gibi dağılmadan tek bir noktaya odaklanabilmesi, bu tekniğin altında yatan temel prensib. Cihazın yaklaşık 20 metrelik etkili kullanım menzili var. Cihazdan yayılan ultrasonik ses dalgaları, hedefe varana kadar havada bozularak normal duyulabilir sese dönüşüyor ve kişi tarafından normal bir şekilde duyulabiliyor. BBC’de Yarının Dünyası isimli belgeselde yapılan tanıtımda, cihaz kameranın mikrofonuna çevrildiğinde müzik duyulmaya başlıyor; cihaz başka yöne çevrildiğinde ise müzik tamamen yok oluyor. Bu cihaz yardımıyla kalabalık içerisindeki bir kişiye sadece onun duyabileceği şekilde ses göndermek mümkün oluyor. Gönderilen müzik, konuşma veya başka türlü sesler, normal yollarla duyulan sesle kalite açısından aynı. Ürünü satın alanlardan bazıları; British Airways, Chrysler, Kodak, General Motors, Motorola, Toyota (İnternet adresi: www.holosonics.com)

Bir başka teknik de, iç kulakta bulunan bezelye büyüklüğündeki sakkula organının ultrasonik ses dalgalarıyla uyarılması… İçinde kalsiyum karbonat kristalleri bulunan sakkula’nın asıl görevi, ayakta dikilirken veya yürürken vücudun dengesini sağlamak. İçinde küçük vericiler bulunan saç bandajına benzeyen cihaz, alına takılıyor. Çevredeki insanlar hiçbir şey işitmezken, cihazı takan kişi sesi kafasının içinde duyuyor. Cihazın direkt beynin içinde yerleştirilecek çip versiyonu da kolaylıkla yapılabilir.

Diğer bir işitme yolu ise, işitme engellilerin kullandığı işitme cihazlarının temel çalışma prensibi olan, “derinin titreştirilmesi” yoluyla işitme… Deride (veya damarlarda ve kemiklerde) meydana getirilen saf titreşimler, kişi tarafından ses olarak duyulabiliyor. Infrasound (alt ses) denilen duyum eşiğinin altındaki (20 Hz altı) sesler ile, uzaktan kişinin derisi üzerinde saf titreşimler oluşturmak da ayrıca mümkün olabilir.

Eğer uzaktan gönderilen sesler insan kulağının duyum eşiklerine çok yakın frekanslarda ise, kişi, konuşulanları “şuurlu” bir şekilde duymayabilir, fakat beyin tarafından verilen mesaj alınır; “gizli telkin” mevzuu… Amerika’da bir alışveriş mağazası, mağaza içinde çalan müziğin arka plânına “Çalmayın… Daha çok alış veriş yapın…” mesajını gizleyerek haksız kazanç elde ettiği için mahkemeye verilmiş ve cezalandırılmıştı. “Beyaz ses” olarak da adlandırılan ve insan tarafından “şuurlu” bir şekilde duyulmasa da beyin tarafından algılanan bu sesler vasıtasıyla hipnoz ihtimali de zikredilebilir…

“Şuurdışı algılanan”lar bahsinde, reklam filmlerinin arkasına özel tekniklerle kaydedilen “daha çok tüket, satın al” benzeri gizli mesajları da sayabiliriz. Birkaç ay önce Rusya’da bu teknikle (“25. kare” tekniği) kaydedilen reklam filmlerinin tesbit edilmesi sonucu hukukî bir süreç başlatılmıştı. John Carpenter’in They Live isimli filmini hatırlamamak elde değil…

[Sıralanan “uzaktan ses gönderme” alternatifleri, BİLİNEN-PAYLAŞILAN bilim çerçevesinde dahi hâdisenin hangi noktalara ulaştığını göstermesi sebebiyle dikkat çekicidir. Bir de herkesçe BİLİNMEYEN ve herkesle PAYLAŞILMAYAN, üstelik bugünün belki onlarca yıl önündeki “gizli teknoloji” düşünülürse, uzaktan belli kişilere ses göndermenin artık “çocuk oyuncağı” olduğu takdir edilebilir.]

UZAKTAN GÖRÜNTÜ GÖNDERME

İnsan beyninde istenilen görüntü algısının uzaktan bir etki ile oluşturulması, [“gizli teknoloji”nin bugün vardığı zirveyi muhtemelen onlarca yıl geriden takib eden ve HERKESÇE BİLİNEN-PAYLAŞILAN-BİLİNMESİNDE MAHZUR OLMAYAN-İZİNLİ bilginin servis edildiği “günümüz” akademisi ne derse desin!], mümkündür. Biz bu bahiste öncelikle HALÜSİNASYONLAR üzerinde durmak istiyoruz.

Halüsinasyonlar, özel ilaçların tesiriyle ortaya çıkabileceği gibi, beynin elektrikî uyarımı ile de ortaya çıkabilir. Dr. Delgado, elektrotlar vasıtasıyla yaptığı uyarımların halüsinasyon etkisini “Halüsinasyonlar, Hatırlamalar ve Hayâller” başlığı altında şu şekilde açıklıyor:

– «Halüsinasyonlar, dışardan bir uyarıcının (nesnenin) olmaması durumunda meydana gelen hatalı algılar olarak tanımlanabilir ve çoğu zaman şu iki işleme bağlıdır: (1) Mevcut (önceden depolanmış) bilginin hatırlanması ve (2) duyu organları tarafından algılananların yanlış yorumlanması. Bu fenomenin bedenî mekanizması üzerinde çok az şey biliniyor, fakat galiba beynin frontotemporal bölgesi her nasılsa bu işle alâkalı, çünkü bu bölgenin elektrikî uyarımı kobayda halüsinasyon ortaya çıkarıyor…

Bazı hastalarda temporal lobun uyarılması müzik duyuyormuş hissi doğuruyor. Bazen bu belirli müzik tonu, kişi tarafından tanınabiliyor ve kişi bunu mırıldanıyor, bazı durumlarda da bir odada çalan radyo veya teyp sesi gibi geliyor. Duyulan sesler, hatırlamadan ziyade hakikaten çalan bir orkestranın enstrümanlarının veya bir şarkının sözlerinin duyulması şeklinde oluyor.

Sunî olarak meydana getirilen bu halüsinasyonlar statik değiller, fakat elektrot harekete geçirildiğinde yavaş yavaş görünmeye başlıyorlar. Şarkı, hepsi bir defada olmamak üzere, baştan sona duyulabiliyor. Rüyada tanıdık yerlerde bulunuluyor ve iyi tanınan insanların konuşmaları ve hareketleri görünüyor.»

Bir hastanın sol temporal bölgesi uyarılıyor ve şunları söylüyor:

– «Bilirsin, komik hissediyorum, şu ânda… Tamam o zaman, âniden başka bir şeyler bana doğru geliyor –bu insanlar- bu adamın söylediği gibi… Bu evli çift –ikisi beraber beynimin içine doğru geliyorlar- sanki adam bir şeyler söylüyormuş gibi, ah, beynim tıkandı bir ân, aptalca bir şeyler… Sanki o adam bazı kelimeler söylüyormuş gibi geliyor, bazı aptalca kelimeler…»

Yine Dr. Delgado’dan:

– «Temporal lobun uyarılmasının kompleks halüsinasyonlara sebeb olduğu gerçeği ve bu tip araştırmalar, nöropsikoloji ve psikanaliz arasında önemli bir bağ olduğunu gösteriyor. Ne var ki, meydana gelen halüsinasyonların mekanizması henüz açık olarak bilinmiyor; ve hastanın yaşadıklarının hafızadaki geçmişe ait unsurların bir terkibi mi yoksa geçmişin aynen tekrar oynatılması mı olduğunu tesbit etmek oldukça zor.

Her iki durumda da, uygulanan elektrik yeni bir fenomen “doğurmuyor”, fakat geçmişten gelen malzemenin şuur sayesinde muntazam bir görüntüsünü başlatıyor, bazen de şimdiki algılarla karıştırarak… Algılanan bilginin gidişatındaki sıra, belki de bu davranışın en ilginç hususiyetlerinden birisidir, çünkü bu, beyinde bilginin depolanmasına dair ipuçları vermektedir. Hatıra tek bir unsur olarak korunmuyor gibi gözüküyor, daha çok aralarında alâka olan hâdiselerin birleşmesi şeklinde… İpte dizili inciler gibi; bir inci tanesini çekerek kusursuz bir şekilde dizilmiş tüm seriye ulaşabiliyoruz. Eğer hafıza bu şekilde organize olmuşsa, muhtemelen bu protein moleküllerini şekillendiren ve genetik mesajları taşıyan bir sıra üzerinde dizili aminoasitlere benzer. Elektrikî uyarım genel nöronal uyanmayı artırabilir; düşük eşikli hatıra izleri algı seviyesine ulaşarak ve halüsinasyonun muhtevasının şekillenmesiyle diğer izler üzerinde durdurucu etkide bulunarak nihayetinde tekrar aktive olabilir. Uyarımdan önce, şahsî izlerin uyanması, çevreye dair faktörler ve özellikle da hastanın düşüncelerinin ideolojik muhtevası tarafından belirleniyor olabilir. Dolayısıyla, aynı noktanın elektrikî uyarılması, bizim hastalarımızda gözlediğimiz veçhile teferruatta hususî değişikliklere izin veren fakat genelde tema olarak birbiriyle alâkalı halüsinasyonlar serisi oluşturulabilir.»

Hastalarda şu üç fenomenle karşılaşılıyor:

– «(1) Hayâl (görüntü, ses, iç kulak aktiviteleri, hatıra veya dejavu, uzaktan veya gerçekte varolmayanların duyulması), (2) Duygular (yalnızlık, korku, üzgünlük), (3) Zihnî halüsinasyonlar (canlı hatıralar veya gerçek hayat kadar kompleks rüyalar), ve (4) Zorla düşünme (beyne klişe düşüncelerin üşüşmesi).»

İBDA Mimarı’nın yaşadıklarına bakıldığında, çoğunlukla belirli mekanların ve suratların –TELEGRAM’cıların suratları- gösterildiğinden bahsediliyor. Kişide istenilen görüntünün oluşturulması hususundaki [BİLİNEN-PAYLAŞILAN] akademik çalışmaların ne seviyede olduğunu Nick Herbert’in Temel Şuur isimli kitabından gösterelim:

– «Culbertson’ın zihin bağlantısı kavramı, örneğin sesli harflerin görüntü bakımından farklı renklerde algılanması gibi, bir hissî biçimin başka bir anlamda tecrübe edildiği sinestezi vakıasıyla etkilenmiştir. Parmak uçlarına uygulanan dinamik Braille makineleriyle veya sırtlarında titreşen kancalarla bir tür görüntülü tecrübe verme teşebbüsünde bulunulmuş ve görme duyusu kör insanlarda dokunma uyarımıyla taklid edilmeye çalışılmıştır.

Tesadüf olarak, optik sinirdeki giriş hatları sayısı (yaklaşık 1 milyon), belkemiğine giren dokunma sinirlerinin sayısına hemen hemen eşittir; yâni, prensib olarak dokunma duyumuz en az görme duyumuz kadar karmaşık deneyimler üretebilir.»

“Kedinin gözünden görülen dünya” bahsini de akılda tutarak, yakın gelecekte bu konuda devrim niteliğinde gelişmelerin olacağı yahud zaten “olmuş” gelişmelerin ilân edilebileceği açık. Bugüne dönersek, İBDA Mimarı’na gösterilen ve TELEGRAM adlı eserinde “hologram” olarak bahsedilen görüntülerin “lazer şov” olması ihtimâli bir yana, sözkonusu “gizli” TELEGRAM teknolojisi çerçevesindeki henüz ilân edilmemiş bir teknikle kotarılabileceği de aynı şekilde muhtemeldir.

Yeri gelmişken, lazer şov görüntüleri, filmlerden de hatırlanacağı üzere, havada oluşturulabiliyor. Bu görüntüler cezaevi hücresine, hücre duvarındaki veya kapısındaki küçük bir delikten gönderilmiş de olabilir. Kitabtaki “Işık Hüzmesi” başlıklı bölümde anlatılanlar da bu ihtimali güçlendiriyor. Tabiî, doğrudan TELEGRAM teknolojisinin eseri olabilecek hâdiseler de sözkonusu ki, bir tanesini TELEGRAM –Zihin Kontrolü- adlı eserdeki başka bir başlıktan iktibas edelim:

– «Bir not: Kartal Cezaevi… Ayağında uzun konçlu postalı, pantolu, dizinden üstü görünmez asker… Dizinden üstü görülmez gardiyan… Tehditlere uygun şekilde, uyurken üstüme saldıran ve uyanık gözle gördüğüm dokunma duyusu olarak algıladığım, 15-20 gardiyan eli; dirseklere kadar çıplak ve gerisi görünmeyen adamlar… Uyanıklıkta bir buud farkı gibi yaşanan ve uyanıklıktan uyanıklığa geçişte – tabiî hâl dediğimiz durumda da, hâdisenin devamı olarak, gülerek kapıdan uzaklaşan bir sürü… Yaşadığım bu ve benzeri olaylarda, her türlü ihtimâli gözönüne almakta oluşumu göstermek üzere, hologram tedâisi içinde veriyorum. Şu veya bu surete bürünebilme istidadı olan cin bahsini ve “resim gönderme” büyü veya teknolojisini de hatırlatarak.» (Mirzabeyoğlu, Telegram, s. 283-284)

ELEKTROMANYETİK DALGALARIN TIBBÎ ETKİLERİ

Elektromanyetik dalgaların insanlar üzerine çevrilmesi, 1960 Sovyet Rusya’sına kadar uzanıyor. Beş sene boyunca Moskova’daki Amerikan Büyükelçiliği’ne yöneltilen ve “Moskova Sinyali” olarak bilinen bu dalgalar, personel arasında çeşitli fizikî ve zihnî hastalıklara yol açmış ve Amerikan elçisinin de ölümüne sebeb olmuştur.

İnsanlarda gerek hücre bazında gerekse hücrelerden oluşan organlar bazında çoğu bedenî faaliyetler, pozitif ve negatif yüklü iyon veya bileşiklerin taşınması ve depolanması yoluyla sürer. Elektromanyetik dalgaların vücuttaki iyonlar ve dipoller üzerinde hareket ettirici veya durdurucu etkileri vardır. Elektromanyetik dalgalar bu parçacıkların tabiî hareketine mâni olur ve netice olarak hücrelerde ve organlarda çeşitli rahatsızlıklara sebebiyet verir.

Prof. Dr. Selim Şeker, Elektromanyetik Alanların Biyolojik Etkileri, Güvenlik Standartları ve Korunma Yöntemleri isimli kitabının önsözünde şunları aktarıyor:

– «Elektromanyetik dalgalar, insan organizmasında büyük ölçüde karışıklığa sebeb olabilirler. Vücudun molekül ve atomları dengelerini kaybeder, biyokimyevî faaliyetler etkilenir ve vücudun elektrik sirkülasyonu zarar görür. Meselâ, bedenî fonksiyonların hepsi 1-250 mikrovolt arası çok küçük gerilimli elektrik süreçleriyle devam eder. İnsan sinir sistemi, 500.000 km uzunluğu ve 25 milyar sinir hücresi ile dev bir elektrikî donanıma sahib muazzam bir elektronik sistemdir. Elektrik alanların dışardan bu hassas sisteme tesir etmesi durumunda, tabiî dolaşım zarar görebilir. Kalb dolaşım sistemi ve sinir sisteminde buna bağlı bozukluklar ortaya çıkabilir. Vücudun bağışıklık sisteminin sürekli zayıflamasının “kanseri artıran bir etki” yapacağı sorusu da artık gündeme gelmiş konulardandır.»

Vücudumuzdaki tüm dokular, hücrelerden ve hücreler arası sıvılardan oluşur. Dokular, yapıları gereği, yerine göre elektrik akımını geçiren direnç (iletken tel) gibi davranırken, yerine göre de elektrik potansiyeli depolayıp boşaltan kapasitör gibi davranır. Dokulara gelen elektromanyetik dalgaların değişen manyetik alanları, dokuların iletken tel gibi davranması sebebiyle doku içinde indüksiyon akımı oluşturur. Böylelikle vücutta biriken elektrik akımı, metal bir cisme yaklaşıldığında veya dokunulduğunda vücuttan metal cisme doğru ark edecek; yâni kısa bir süre elektrik çarpılması hissi yaşanacaktır.

Mirzabeyoğlu’nun avukatları, müvekkilinin ve [o tarihte] aynı hücrede kalan diğer tutukluların, ranza veya kapı kolu gibi metal eşyalara dokunduklarında, statik elektrik boşalması diye bilinen küçük elektrik arklarından çok daha şiddetli ve acı verici elektrik çarpılmalarından şikayet ettiklerini aktarmıştı. Şu hâlde diyebiliriz ki, Kartal F Tipi Cezaevinde tutukluların bulunduğu hücreye yakın bir odaya, aşırı düşük frekansta (ELF) elektromanyetik dalga üreten bir cihaz yerleştirilmiş, böyle bir işkence metodu tezgâhlanmıştır.

Bu tip elektromanyetik tacizlerde, özellikle ELF (çok düşük frekans) dalgaları kullanılmaktadır. Düşük frekanslı radyasyon, enerjisi az olmasına rağmen, salınım periyodu daha uzun süreli olduğu için vücuda daha fazla nüfuz eder. Yüksek frekanslı radyasyonun etkisi ise daha çok deride ısınma olarak görülür. İBDA Mimarı, yaşadığını aktarıyor:

– «Üzerinizde adeta elektrik tesirinin kristalize olması ve adeta bedeninize yapışık görünmez bir elbisenin hapsi içinde kalan hareketiniz; bütün bedeniniz ve beyniniz onun kontrolünde…» (Mirzabeyoğlu, Telegram, s. 251)

Canlı organizmaların ELF elektrik alanından etkilendiğini söyleyen Prof. Şeker, bu dalgalara maruz kalmanın neticelerinden şöyle bahsediyor:

– «Çok düşük frekanslı alanlara belirli sürelerde maruz kalma sonucunda aşağıdaki olaylar ortaya çıkar. a) elektrik şokları, b) yük boşalması, c) doku sıcaklığı artışı, d) yanıklar, e) pacemaker girişi, f) ısı ve şok dışı çeşitli etkiler; Doğu Bloğu literatüründe bahsedilen neurosthenic (nevrastesi sinir yoğunluğu) sendromlarıdır. Bu son etki dışında diğer tüm etkiler çok iyi biçimde anlaşılmış olaylar olup, literatürde ayrıntılı biçimde incelenmektedir. Sovyetler Birliği’ne ait literatürde merkezî sinir sistemi, otonom sinir sistemi ve kardiovascular sistemin, düşük frekanslı alanlarda etkilendiğinden bahsedebilmektedir.»

Biyolojik dokuda radyo frekans enerji (RFR) soğurulmasının en iyi bilinen etkisi, ısınmaya yol açmasıdır. En fazla ısı artışı vücudun dış sathı olan deri üzerinde ortaya çıkar ve lokal yanmalar oluşturabilir. İBDA Mimarı, bu ısınma etkisinden “Vücut Isısı” başlığı altında, başka bir kitabtan yaptığı tedaî yollu bir iktibasla bahsediyor.

Belirli bir seviyeden sonra ise kan damarları ciddi mânâda zarar görür ve bu sebeble iç organlarda kanamalar oluşur. Bazı organların aşırı ısınmadan dolayı zarar görmeleri mümkündür. Ayrıca vücudun çeşitli bölgelerine ameliyatla yerleştirilmiş metaller RFR’nin yoğunlaşmasına sebeb olabilmektedir.

Prof. Şeker, radyo frekans radyasyonunun üreme ile ilgili dokular üzerindeki etkisini şöyle özetliyor:

– «Üreme ile ilgili dokular: Göz ve sinir sistemlerinden başka, genital organlar da RF alanlarına karşı çok duyarlıdır. Santimetrik dalga bölgesindeki yüksek alan yoğunluklarında, fark edilir değişmeler olur. Bu şiddetlerde başlıca etki, üreme organları üzerinde oluşan ısı etkisidir. Bu organlarda (kadın ve erkek) sıcaklık artışı, morfolojik değişmelere neden olur ve muhtemel dejeneratif işlemler doğurur. Üreme organlarını besleyen kan damarlarını büzebilir yahud yumurtalık veya testislere direkt zarar verebilir. Histolojik araştırmalar, çeşitli işlem fazında, sperm oluşmasının kesildiğini (durakladığını) ortaya koymuştur. Bu morfolojik değişmeler üreme çevriminde, döl azalması, kısırlaşma ve dişi doğum sayısında artış olarak kendini gösterir. RF ışımasının hamile kadınlarda düşük oranında artmaya neden olduğu bilinmektedir. Literatür, hamilelik başlangıcında kısa dalga diathermy tedavisi gören bir annenin fetusunda embryopathy durumu oluştuğunu bildirmektedir. Çocuk doğduğunda, normalden çok daha az kemikleşme eksikliği gibi anormallikler görülür.

Bu çerçevede, kan dolaşımında meydana gelen aksaklıklar ve nabız oranında değişmeler sözkonusu olabilir. RF alanlarında çalışan personelde (özellikle kadınlarda) tiroid bezi büyümesi gözlenmiştir. Ayrıca kalb bölgesinde ve kaslarda ağrı, saç dökülmesi ve nefes alma zorluğuna da rastlanmıştır.»

Bu noktada, üreme organlarında meydana gelen aksaklıkların vücutta şişmanlama ve şişme gibi tesirleri de ihtimal olarak zikredilebilir.

MUHTEMEL KORUNMA METODLARI

Prof. Şeker elektromanyetik silahlardan adı geçen kitabında bahsetmiyor [2010 yılında çıkan Cep Tehlikesi adlı kitabında ise bahsediyor] fakat yüksek gerilim hatlarında veya radyasyon yayan cihazların bulunduğu yerlerde çalışanlar için, radyasyon etkilerinden en iyi korunma metodunun “ekranlama” olduğunu ve bunun için de özel elbiseler bulunduğunu söylüyor.

Bu elbiseler, bir cismin dışının iletken bir kabukla tamamen kuşatılması durumunda, içine elektromanyetik dalgaların ve elektrik akımının giremeyeceği prensibinden faydalanılarak imal ediliyor. “Faraday Kafesi” denilen bu prensibçe, cismi çevreleyen kabuğun iletken olması ve içteki cisimle temas etmemesi gerekir; cisim ile kabuk arasına yalıtkan (elektriği iletmeyen) bir doku koyularak ikinci şart yerine getirilebilir. Eğer dış kabukta delik veya yarık yoksa radyasyonun içteki cisme etkisi sıfırdır. Fakat kabukta varolan küçücük bir delik bile radyasyonun içeriye sızmasına sebeb olabilir.

Bahsi geçen teknik, basit bir deneyle isbatlanabilir. Bir cep telefonu çalışır vaziyette iken önce gazete kâğıdı ile (yalıtkan madde), sonra da alüminyum folyo (iletken kabuk) ile boşluk bırakılmadan sarılır. Bu hâlde başka bir telefondan “ekranlanan” telefonu arayarak ulaşılamadığını görebilirsiniz. Aynı deney alüminyum folyo yerine kapağı tam kapanan bir tencere ile de yapılabilir.

Bir internet sitesinde yer alan, psikotronik silahlardan korunma metodu olarak insanların kafalarına alüminyum folyolar sarmaları tavsiyesi, sarılan folyoda boyun, göz ve (nefes alabilmek için) burun bölgesinde zorunlu olarak bırakılan boşluklar sargının kabuk işlemini yerine getirebilmesine mâni olduğu için hatalıdır. Ayrıca folyo arada bir yalıtkan olmaksızın doğrudan doğruya kafaya sarıldığı için, yâni kabuk ile içerideki cisim temas hâlinde olduğu için, Faraday Kafesi oluşturamaz. Bunun hiçbir etkisinin olmayacağını iddia etmiyoruz, fakat çok yüksek dozdaki elektromanyetik dalgaya maruz kalma ânlarında, kayda değer bir faydası olmayacaktır. Bu arada, dünyanın kendi manyetik alanında meydana gelen âni değişimlerde veya manyetik alan bombardımanlarında, insan saçı, kafatasının üzerinde iletken bir satıh olarak beyni bir miktar koruyabilir.

Yukarıda anlatıldığı tarzda elektromanyetik dalgaları engellemek mümkün olsa da, pratikte bunu başarmak oldukça zor. Özel olarak üretilen ekranlama elbiseleri, çevre sıcaklığı 25°C’nin üzerine çıktığında rahatsızlık verebilir. Elektromanyetik dalgalardan kurtulmanın en kolay yolunun, bulunulan ortamı –mümkünse tabiî!- terketmek olduğu zannedilebilir. Maalesef, “tek başına” kaçış da işe yaramamaktadır. [Hattâ, bulundukları ülkenin dışına çıkanlara bile TELEGRAM’ın aynı şekilde tatbik edilmeye devam ettiği bilinmektedir. Ancak –hapishânede, hastahânede, kışlada vs. kıstırılmamış mağdurlar için- hiç olmazsa TELEGRAM’la mücadele etme, tesirleri zayıflatma ve failleri teşhis etme şansı vardır.] Zaten “TELEGRAM” ismi altında incelediğimiz bu teknikler, etkili olarak, özellikle “kıstırılmış” insanlar üzerinde uygulanıyor. Meseleyi kendisine açtığımız bir fizik profesörü bu silahların kimler üzerinde kullanıldığını bize sorduğunda, daha çok “kıstırılmış insanlar” üzerinde kullanıldığını söylemiştik. Kendisi de bunun üzerine, “Bu iş fareyi tut, ağzına zehiri koy işi o zaman” demişti ki, aynen öyle. Bakınız İBDA Mimarı, mahut işkencenin ortasında ve dünyaya kapalı hücresinde meseleyi nasıl çözmüş:

– «Telegram’ın başlarında, “bu bir din ve ilim çatışmasıdır!” demeleri üzerine, “bu ipten biri düşecek, ama kim?” demiştim. En sonunda, “Allah belânı versin, o kadar çaba boşa gitti! Zaten yıkmaktan başka neden anlarsın?” diyen karısı berbat olmuş, bu sürünün “pire ilâcı mucidi”nin durumuna düşmesinin en canlı numunesidir: İş gide gide, “Uzaktan kumanda” yerine, “pireyi böyle tutar, ilâcı gözüne sıkarsın!” hesabına dönmüştür. Pireyi tuttuktan sonra ilâca ne hâcet? Üstelik, MİT’le, askerle, gardiyanla, mafya bozuntularıyla fizikî çullanmayı hiç görür bir işkence sürecinde, karşılarındakinin pireleşmediğini de gördüler!» (Mirzabeyoğlu, Telegram, s. 14)

HÜCRE TİPİ CEZAEVLERİ

Hücre tipi cezaevleri, “köşeye sıkışmış kurban” üzerinde istenen taciz ve işkenceyi yapabilme kolaylığını sağlaması sebebiyle, TELEGRAM için biçilmez kaftan. Kişiye uzaktan kolayca ses ve görüntü gönderebilmek yanında, yapılan tacizlerin etkilerini yakından görebilmek açısından da cezaevlerinin TELEGRAM’cılar için ayrı bir avantajı var. Ayrıca, bir kaynaktan çıkan elektromanyetik dalgaların şiddetinin mesafe arttıkça azaldığını göz önüne alırsak, yakın mesafe avantajı bakımından hücre tipi cezaevlerinin bu iş için ne derece elverişli olduğu görülür. [Literatüre baktığımızda, hastahâne ve ordu kışlası gibi yerlerin de, TELEGRAM araştırma ve tatbikatı için “ideal” addedildiğini öğreniyoruz.]

Hücre tipi cezaevleri, kurbana “kendi ipini kendi eliyle çektirme” yerleri olarak, modern dar ağaçları olarak görülebilir. Bugün tüm dünyada, hukukun, devletlerin gayrı meşruluğunu gizlemek için bir paravanadan başka bir fonksiyonu yoktur. Hücre tipi cezaevleri de işte bu gayrı meşruluğun, devletin elini GÜYA hiç bulaştırmadan, mahkuma “kendi ipini kendi eliyle çektirmek” suretiyle icrâ edildiği yerlerdir.

Cezaevlerindeki TELEGRAM operasyonlarının, bu cihazların uzmanları, cezaevi inzibatı, cezaevi personeli ve bazı işbirlikçi mahkumların yardımıyla ve bir “ekib çalışması”yla kotarıldığı anlaşılıyor. Tacizler esnâsında genellikle yalnız olan kurban, sadece kendisinin duyabildiği ve nereden geldiği belli olmayan seslerle, görüntülerle, gürültülerle ve birbirinden şiddetli türlü elektrikî saldırılarla taciz edilir. Cezaevi idaresi, inzibatı ve personeli, bir “tiyatro” sahneler gibi, yeri ve zamanı geldikçe kendilerine düşen “rol”ü oynayıp, TELEGRAM’ı takviye ederler. [Salih Mirzabeyoğlu dışında, yine cezaevinde TELEGRAM’a maruz bırakılan Bhutanlı siyasî lider Tek Nath Rizal’in gördüğü, cezaevinden çıkmasına ve başka bir ülkeye ilticâ etmesine rağmen hâlen görmekte olduğu işkence de bu bakımdan son derece çarpıcı ve öğreticidir.]

BÜYÜ

Büyü, bin yıllardan beri süregelen kadîm bir ilimdir. Kur’an-ı Kerîm’de, Babil’e insanları imtihan etmek için gönderilen Harut ve Marut isimli iki melekten sözedilmektedir. Bu iki melek insanlara, eğer isterlerse büyü ilmini onlara öğretebileceklerini söylemiş, fakat ileride bu ilimle sapkınlığa düşebilecekleri konusunda da onları uyarmıştır. İslâm dini, büyü yapmayı kesin emirle men etmiştir.

Hıristiyan, Yahudi, Şaman büyüleri ve başka birçok büyü tekniğinin bu elektromanyetik silahlara paralel olarak kullanılabilmesi imkânı bir yana, bizzat TELEGRAM, “çağdaş büyü” fonksiyonunu görmesi için yapılmaktadır.

[Ergenekon sanığı ve farmakolojik “zihin kontrolü” uzmanı Ümit Sayın, 9 Ocak 1993’te Büyük Loca’ya yaptığı “Büyü, Bilim ve Masonluk” başlıklı konuşmasında, “büyünün yerini alan bilim aracılığıyla zihinlerin kontrol edilebileceği” ve “beyinlerin nöro-kimyevî maddelerle yönlendirilebileceği” konularını işliyor. Sayın, konuşmasının sonunda, “aslında gerçek büyü bilimdir ve bilimin belirlediği gerçeklerle çelişen gerçek, gerçek değildir. Bizler bilimin sunduğu imkânları kullanarak büyü felsefesinin ulaşamadığı amaçları da gerçekleştirebiliriz. Büyücülük araç ve metodlarının çağdaş versiyonlarını üretebilir; geliştireceğimiz formülleri ve metodları kullanarak fertleri ve toplumu yönlendirebiliriz” diyor.]

Diğer taraftan, “Cinlerin insana aşırı keder, âni heyecan ve âni sevinç ânları gibi vücut dengesinin bozulduğu ve dıştan telkine açık olduğu ânlarda daha kolay tesir edebildiği” meâlindeki tesbit göz önünde bulundurulursa, elektromanyetik silahların, insanın hem ruhî hem de fizikî dengesini bozarak insanı büyü ve cinlerin tesirine açık hâle getirebilmesi gibi ayrı bir fonksiyonu da var. [Belki “cihaz”, belki “cin”, belki “büyü” tesiri;] işte İBDA Mimarı’nın yaşadıklarından:

– «Kollarımı kilitlemek üzere yatarken saldırgan, keçi gibi üçgen yüzlü ve uzun kulaklı, kuyruğu kanguru kuyruğu gibi, hayvanca pençelerinin – o görünüş içinde son derece ürkütücü maymun elli, toplam olarak; şeytan tasvirlerinin canlı hâli… Derisi ve tüylü yerlerinin rengi, siyaha çalan kahverengi… İsmi de İsmail!..» (Mirzabeyoğlu, Telegram, s. 43)

KİM VE NASIL KULLANIYOR?

TELEGRAM’cıların İBDA Mimarı’na çatmaları ve silahlarının geri tepip, -bir kısmının- o sıralarda televizyon ekranlarında toplu seks merasimlerinden büyücülüklerine kadar ifşâ olmaları, onlar için ne büyük gam… [Sözkonusu olan, “devletin muhtelif birimleri”nin dahli, katkısı, bilgisi ve ilgisi çerçevesinde âmir, memur ve yatakçılardan oluşan ve “görevli” unsurları zaman içinde kısmen değişen bir “ekib” de olsa], bu “ekib”in geçmişte deşifre olan kısmında kimler vardı? TELEGRAM adlı eserde, kafa kâğıtları ve ruh fotoğrafları mevcut; kısaca:

“Atatürkçü tarikat” olarak basına yansıyan “Dost Tarikati”… “Dost” dedikleri, binbaşılıktan emekli, kendisini Atatürk’ün yarattığına inanan İ. G. [öldürüldü]… Onun ilham ve feyz(!) aldığı, okuma ve yazması olmayan, kulaktan Yunus Emre’nin şiirlerini ezberleyip onun gibi şiir söylemeye yeltenen, ilimsiz ve başıboş girdiği tasavvuf mecraında zamanla cin oyuncağı olan, Adanalı Nakşi Şeyhi(!) olarak bilinen İ. E.… Zamanında Batı Çalışma Grubu’na (BÇG) belge getirip götüren ve askerliği sırasında JİTEM’de eğitildiği söylenen popçu Ç.… Popçu Ç.’e âşık olup bestelerini ona kaptıran, sonra da aşkına karşılık göremeyince “bestelerimi geri versinler” diye televizyon ekranlarında bas bas bağıran, İ. G.’in eski eşi A. E. vs. vs.

“Dost” faslı bir yana, -dünyadaki diğer örnekleri de göz önüne alarak- budizmden şamanizme, zerdüştlükten yahudi mistisizmine, hıristiyanlıktan masonluğa ve türlü “ezoterik” görüşlere kadar “yamalı bohça felsefeleri” ve cihaza paralel muhtemel cin-büyü tesiriyle birlikte TELEGRAM’cıların ilk hedefi, kurbanın ilk tepkilerini müşâhede ederek onun psikolojisini tanımaya çalışmak olarak görünüyor. Daha sonra sıra, “iradenin kırılması ve yönlendirilmesi”ne geliyor. Tabiî bunun için de, kişinin çevresinde olup biten hâdiseleri kişide “sistem zihniyeti” oluşturacak biçimde tertiblemek ve kişiye tamamen kuşatıldığının hissettirmek, temel strateji oluyor. İBDA Mimarı, bu stratejiyi şöyle açıklıyor:

– «Korku, cesaret, tedirginlik, yahut emniyet duygularının hiçbirinde karar kıldırmamak ve hususen bunları hiçbir mukavemete sebeb vermemek adına yapmak, teslim almanın bellibaşlı bir usulü olmuştur Telegram’da. Hile yapılır, sonra hile olduğu da buldurulur; neticede her yaptığınız, düşündüğünüz şeyin onlar vasıtasıyla olduğu, sizin kumanda altında sadece bir robottan başka birşey olmadığınız telkin edilir. Ses, konuşan kişinin suretiyle beraber tedricî olarak değişir; falanca iken, filânca olur. Şu, bu. Belli bir dönem seanslarında, her kurgu, bitmeyecekmiş gibi gelen bir işin yeni kurgusunu haber veren şu nakaratla son bulur:

– “Oyun bunlar oyun! Oyun içinde oyun, oyun içinde oyun!”» (Mirzabeyoğlu, Telegram, s. 25)

Yine kitabta, “Huda” (Rabb. Sahib. Hâlık…) ve “Hud’a” (Hile, oyun. Aldatma. Düzen. Mekir) kelimeleri arasındaki iştikak alâkası işaretleniyor ve TELEGRAM’cıların “oyun bunlar oyun!” diye bağırmalarının arkasındaki ilâhlık ilânı teşhis ediliyor. Yaptıkları işkenceden zevklenip şöyle bağırıyorlar:

– «Ben de Tanrı mıyım neyim? Her istediğimi yaptırıyorum sana! Ulan senin ölmen de yaşaman da benim elimde! Ben istemezsem, sen ölemezsin bile!» (Mirzabeyoğlu, Telegram, s. 18)

Acaba!? Ya İBDA Mimarı’nın “intihar teşebbüsü”nün “şehadet eylemi” olarak TELEGRAM’cıların başında patlamasına ne demeli?

Bir de kitabta, “hâdiseyi körüklemek” olarak terimleştirilen, TELEGRAM sırasında cinsî muhtevâlı feci görüntülerin kullanılması hâdisesi var ki, yine temel hedef, kişinin kendisine olan saygısını yitirmesini sağlamak, kişinin iç dengesini yıkmak ve kişiyi işkenceciye kul-bende etmek olsa gerek. İBDA Mimarı, eski devirlerde saçları kesilip kafasına hayvan derisi geçirilen; uzayan saçları bu yüzden geri dönüp beynine saplanan ve neticede insanlıktan çıkan, köle olarak satılan “mankurt adam”ları hatırlatıyor ve TELEGRAM’ı şöyle açıklıyor:

– «Makine cinsinden “robot insan” hayâllerinin yanında bu, doğrudan doğruya insanı robotlaştırmak işidir ve bu yüzden hâlimi kimse anlamıyor!» (Mirzabeyoğlu, Telegram, s. 59)

KORKU VE NORMATİF ŞUUR HATASI

Buraya kadar anlatılanlar hakikaten ürkütücü… Fakat bu noktada okuyucuyu bekleyen bir tehlike var ki; o da “acaba benim de beynim kontrol ediliyor mu?” sorusunun sorulması ve hemen ardından içine girilen korku ve paranoya psikolojisi…

İnsan şuuru “normatif-norm koyucu” bir karaktere sahib ve bu özellik yanlış işletildiğinde, kendisini “normatif şuur hatası” şeklinde gösteriyor. İBDA külliyatından aktaralım:

– «İnsanlar tamamen gelişigüzel hâdiselerden bir nizam kurmaya karşı derin bir temayüle sahibtirler. Gelişigüzel hâdiseleri belli bir kanuna göre cereyan ediyormuş görmek çok kolay olduğu gibi, bu idrak bir defa teşekkül ettikten sonra da, eğer tahkiki zorsa, kanun kendisini isbat edecek durumları bizzat sağlayabilir. Bâtıl itikat işte budur!.. Batılı bir sosyal psikolog bunun tecrübesini yapmış ve tecrübeye katılanlara rastgele rakam serileri vererek bunlar arasındaki ilgiyi bulmalarını istemiş; neticede, tecrübeye katılanlar, böyle birşey olmadığı söylendiği hâlde, buluşlarını hararetle müdafaaya kalkmışlar!» (Mirzabeyoğlu, Yağmurcu, s. 203-204)

İşte bunun gibi, “acaba benim de beynim kontrol ediliyor mu?” sorusu akabinde, başının ağrısından canının sıkıntısına kadar tamamen gelişigüzel hâdiseleri “normatif şuur hatasıyla” zihin kontrolüne bağlayan kişinin içine düştüğü derin korku ve paranoya psikolojisi, bu teknolojinin hesabta olmayan etkileri olarak sayılabilir.

Başlangıçta -irade dışı- içine düşülen bu paranoya hâli, “beyninin kontrol edildiği” düşüncesinin uyandırdığı imtiyazlı olma hissi ile, kişinin bir noktadan sonra zevk aldığı birşey hâline bile gelebilir.

Aynı şekilde, buraya kadar anlatılanların insanlar üzerinde “tersinden reklam” etkisine sebeb olmaması için de, dünya patronluğuna soyunmuş kişilerin güçlerinin mutlak olmadığını ve karşılarına bir kahraman çıkmadığı için hepsinin cüceler panayırında dev geçinen korkaklar olduğunu belirtmemiz yerinde olur. “Nasıl olsa herşeyimizi biliyorlar, onlar her yerdeler!” gibi teslimiyetçi ifadeler, dünyanın patronluğuna soyunmuş kişilerin en büyük güçlerinden biri olan BASIN vasıtasıyla yaptıkları propagandaların iğdiş ettiği kafalara ait argümanlardır. İBDA Mimarı söylüyor:

– «Bir not: Şunu gayet açık olarak bildirmeliyim ki, elektromanyetik dalgalar aracılığıyla dünyadaki herkesin düşünce va davranışlarını takib ve kontrol edebilmek iddiası, “hadiseyi körüklemek” cinsinden, verilen malzemeyi hayâl yoluyla abartma ve kendini mahkûm hissetmeyi sağlama cümlesinden bir telkin ve propaganda işi olarak, palavradır. Bu iş, genel olarak, sorgu veya benzeri hâdiselerin geçtiği, hususen fertlerin kıstırıldığı şartlarda gerçekleştirilen bir iştir. Bu dikkate alınmadığı takdirde, pek çok uyduruk –normatif şuur hatası- komplo teorileri, bizzat telkincileri çıkarına işletilebilir. Bırakın dünyadaki herkesi kontrol edebilmeyi, bu kontrol kıstırılan tek kişilerde bile yüzde 100 randıman garantisine sahib değildir. Bu husus, kahramanların karalanmasından yüreklerine su serpilen dişi yürekli adamların, düşmanı yıpratanı, düşmanın yönlendirdiği şeklindeki görüşlerine (!) takılınmaması için mühim… “İkiz Kuleler” hikâyesi gibi… Anladınız!..» (Mirzabeyoğlu, Telegram, s. 67-68)

OYUN BOZULDU!

Bugün “tek dil, tek din, tek devlet” idealiyle dünya insanlığını bir nevî “modern köleliğe” yaklaştırmak ve onları sistemli bir şekilde sömürmek isteyen Yeni Dünya Düzeni; Üsame bin Ladin veya emsallerini sadece askerî operasyonlarla halledilebilecek düşmanlar olarak görürken, Yeni Dünya Düzeni’ne “dünya çapında bir fikir sistemi – ideoloji” derinlik ve genişliğinde “hayır” diyen İBDA’yı aynı silahlarla yenemeyeceğini farketmiştir. İBDA’nın ipinin çekilmesinin, bizzat fikriyatın  “mimarı–teorisyeni”nin fikrinden vazgeçmesinden geçtiğini düşünen “global efendiler”, yerli uşakları vasıtasıyla İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nu “Kemalist yapmak” ve O’nu “mânen katletmek” istemişlerdir.

Fakat “oyun” bozuldu. Bahsi geçen barbarca silaha “fikri” ve “fikrinden dolayı şahsı” sebebiyle ve hem Anadolu hem de tüm müslümanlar adına maruz kalan Mirzabeyoğlu,  gösterdiği destanlık direnişle, Üstad Necib Fazıl’ın yıllar önce “bu makine gide gide öyle bir yere gidecek ki, bir âleme, beşerî hiçbir cehde yer kalmayacak hiç…” diye işaretlediği, fizikî âlemde ipleri eline alan “MAKİNE”ye karşı RUH’un savaşını vermiş ve kazanmıştır.

EDITÖRÜN NOTU: Sencer Ekin tarafından 2004 yılında tamamlanan ve daha önce Akademya’ya Doğru internet sitesinde de yayınlanan yukarıdaki çalışma, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Eylül 2003’te çıkan TELEGRAM –Zihin Kontrolü- adlı eseri vesilesiyle kaleme alınmıştır. O günkü veriler ışığında hazırlanan ve birbirinden değerli bilgilerle yorumlar sunan bu çarpıcı araştırmada –yazıldığı tarih bakımından- tabiî olarak bulunamayacak bazı tesbit ve yorumlar, tarafımızdan köşeli parantezler içinde verilmiş, metinde de birkaç küçük fakat önemli bulduğumuz redaksiyon yapılmıştır. Sencer Ekin’in, bu kıymetli araştırmasına yeni veri ve bilgiler ışığında bizzat kendisinin son şeklini vereceği, hattâ bu değerli çalışmasını kitablaştıracağı günleri dört gözle bekliyor, bilvesile kendisine çok teşekkür ediyoruz.

Akademya Dergisi, II. Dönem, 2. Sayı

1 Yorum

  1. Nasıl bir illettir bu insanlara musallat olduktan sonra yıllarca gitmiyorlar isin ilginc yani bu is icin gece ekibi gunduz ekibi kurmalari ve adamlar in isi bu işine gidip geliyor onun işi bu ama magdurun işi zor tabiki bu kurumlar ve uygulayci sahislar denetimsiz çünkü kendi baslarina kararlar alabiliyor uygulayabiliyorlar suphesiz devlet buyukleri bunun ne oldugunu bilmiyor kim bilir neler anlatiyorlardir su bir gercekki sesle sinyallerle surekli kafaya kulagi dovmek elbetteki buyuk saglik sorunlari yaratir uygulatanlar ve uygulayanlar bunun insan sagligina verdigi zarari cok iyi biliyor sistemli planli bilerek isteyerek bunu yapiyorlar umurlarindami değil boyle bir vahşet gorulmemis bir sey insanlarin tipini begenmedikleri icin bile bunu uyguluyorlar o kadar yaygin bir seyki nede olsa gizli ispatida zor

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!