Başlıkla muhteva arasında hiçbir ilişki yok denebilir. Sâdece, bir metafor (iğretileme) olabilir…
Kelime yunanca ‘Telesma’dan geliyor. Onun da gerisinde ‘Telos’ var. Telos, yunanca ‘Son’ mânâsına geliyor. Onunda altında ‘Tlenai’ (Tlene) fiili var. Mânâsı; nihâyete ermek, en sona varmak. Erekçilik (gâyecilik) öğretisine de ‘Teleologia’ (teleology) adı veriliyor. Oradan Arabî’ye, mânâsı genişleyerek ve biraz da değişerek, ‘Tilsam’ biçiminde geçiyor ve oradan da dünya lisânlarına yayılıyor: Fransızca’ya ‘talisman’, ingilizce’ye ‘talisman’, ispanyolca’ya ‘talismán’ italyanca’ya ‘talismano’ ve Türkçe’ye ‘Tılsım’ olarak geçiyor. Yunanca ‘Telesma’ kelimesi ‘sırlara dalma, tamamlama, kendini bir şeye adama’ gibi mânâlar taşıyor.
Konumuz Türkiye’nin AB’ne girişi ile alâkalı. Bu durumu mekanik bir antagonizma olarak değerlendirebilir miyiz? Yunanlar’ın deyimiyle ‘Mihaniko Antagonismos’ yani ‘Mekanik Zıddiyet’. Antagonizm kavramı, birbiriyle zıdd çalışan iki sistemi veya varlığı anlatıyor. Meselâ, Tıbb’da, ‘Sempatik sinir Sistemi’ ile ‘Parasempatik Sinir Sistemi’ iki antagonist sistemdir ve biri diğerini dengeler ve ‘equilibrium’ muhafaza edilir. Kimilerine nazaran, Türkiye Cumhuriyeti ile AB arasında böyle bir antagonizmadan bahsedilemez zira aynı diğer devletler gibi Türkiye devleti de, AB’ye karşıt bir sistem değil bilakis AB sisteminin bir âzâsıdır ve bir organ bağlı olduğu sistemin veya sistemlerin antagonisti olmamak gerek.
Ancak, meselâ Fransa eski devlet başkanı Valery Giscard D’Estaing gibi bazı politisyenler ise Türkiye devletiyle AB arasında böyle bir zıddiyetin varolduğunu savunuyorlar. Ankara’nın adaylığına muhalefet etmenin temel kurumsal argümanlarından biri Türkiye’nin ‘demografik ağırlığı’ ve bu cümleden olarak, âtide, Türkiye’nin karar alma mekanizmasında oynayabileceği muktedir rol. Yani, muhtemel 80 dolayında parlamenteriyle AP’ndaki oy potansiyeli. Bu arada, AP’nda alınacak kararın bilâhare Avrupa Konseyi’nde de alınacağını belirtmek gerek.
AP’nda Türkiye devletinin ağırlığı ne olabilir? Evet, 72 milyonluk nüfusuyla Türkiyeli ‘Eurodeputés’ (Avrupa Parlamentosu’ndaki Türk vekiller) sayısı Strasbourg’da ‘en fazla’ olacaktır. O hâlde evvelâ AP’nun resmine bir bakalım;
Almanya’nın 99, Fransa, İtalya ve Birleşik Krallık’ın 87, İspanya’nın 64, Hollanda’nın 31, Belçika, Yunanistan ve Portekiz’in 25, İsveç’in 22, Avusturya’nın 21, Danimarka’nın ve Finlandiya’nın 16, İrlanda’nın 15, Luxembourg’un 6 tane sandalyesi var. Bunlar birinci halkayı oluşturan 15 ülke.
Yeni katılan ülkelerin sandalye sayıları ise şöyle: Çek cumhuriyeti: 24, Estonya: 6, Kıbrıs: 6, Letonya: 9, Litvanya: 13, Macaristan: 23, Malta: 5, Polonya: 54, Slovenya: 7, Slovakya: 14.
Toplam sandalye sayısı: 626.
Şimdi de AP’nu oluşturan siyâsî gruplara bakalım:
Hristiyan Demokratlar/Demokratlar, Kuzey ittifakı, Millî Birlikçiler’in tamamı Türkiye’nin AB üyeliğine şiddetle karşı olduklarını hergün açıklıyorlar ve bunların sayısı 400’e yakın. Yunan milletvekillerinin hepsi (25) Türkiye’nin girişine karşı. Geri kalan 250 dolayında parlamenterin içinde Türkiye’nin üyeliğine sıcak bakanlar olduğu gibi karşı çıkanlar da var. Bunları ikiye bölsek, 125’inin karşı olduğunu görüyoruz. Yani AP’nun 626 vekilinden 500’e yakını Türkiye devletinin AB’ne girişine açıktan karşı çıkıyor. Bu tablo Türkiye’nin AB’ne girişini pratik olarak olanaksız kılıyor.
Türkiye AB’ne kabul edildiği takdirde AP’nda toplam 96 sandalye sahibi olacak ve AB kararlarında etkili bir konuma gelecek. Bunu kesinlikle istemeyecek olan ülkeleri sayalım: Yunanistan, Fransa, Almanya, Kıbrıs, Portekiz, İrlanda, Avusturya. İsteyecek olanlar ise; Birleşik Krallık ve Polonya. Diğerleri ise ortada. Bu durum da, Türkiye’nin AB üyeliğini imkânsız kılıyor.
Bu tezi kabul etmeyenler şu argümana sığınıyorlar; AP’nda oluşacak bir ‘Turkish Eurogroup’ (Türk Avrupa grubu) topyekûn bir perspektifi temsil etmiyorlar, dolayısıyla 96 rakamı tek başına bir ‘birlik’ teşkil etmiyor zira, bu parlamenterlerin arasında sağcılar ve solcular, ekolojistler (çevreciler) ve komünistler/sosyalistler, laikler ve dindarlar (dînî muhafazakârlar: Religio-cons), hükümranlık taraftarları ve ‘Europhile’ler (Avrupaseverler), jakobenler ve bölgeciler, özellikle Kürtler ve diğer eğilimler ‘96 birliği’ni bozuyor. Bu vekiller, ‘Türkiyelilik’ ortak paydasından ziyâde ideolojik-siyâsî fikirlerine yakın olan grupların içinde asimile olacak ve ‘Türkiye gücü’ bu şekilde asimile edilmek suretiyle törpülenecek. Ayrıca, AB Anayasası’na göre, Komisyon ve dışişlerine ilişkin kararlarda nitelikli ekseriyet (la majorité qualifiée) üye devletlerin %72’si olarak tesbit edilmiş durumda, yani en az 20 devletin katılımı şart. Ve yani, Avruplalılar’ın %65’i (hesabda) kararı onaylamış olacak. Hırvatistan’ın da katılımıyla 560 milyon nüfusu temsil edecek olan bir Avrupa Birliği’nde Türkiye bu nüfusun yaklaşık olarak %13 küsûrunu oluşturmakla çok fazla bir etkinlik sahibi de olamayacak. Yine, ‘coopérations renforcées économiques’ (İktisâden güçlendirilmiş işbirlikleri) adıyla anılan ve AB’ni teşkil eden 8 devlete (Almanya, Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya, İsveç, Danimarka) işâret eden ekonomik inisiyatife sahib olmayan devletlerin kritik kararlarda sözü geçmeyecek ve yine buna bağlı olarak gündeme gelen ‘euro zone’a (Avrupa Zemini) da katılamamış olacak. Kısacası, Türkiye, Avrupa sermâyedarlığının ‘büyük köy pazarı’ olacak. Düzen medyası ve ‘ayaksız kuş’ olarak hiçbir ideolojik zemine konamayan Türkiye entelijansiyası da, asıl bağlamından kopuk bir biçimde, âmiyâne tabirle geyik yapıyor. Mes’ele konuşmak yerine mugalataya devam.
Türkiye’nin katıldığı AP, 750 toplam vekil sayısına ulaşıyor. Umulan o ki, Britanyalı bir vekil, Maltalı bir vekil, Sloven bir vekil ve bizim vekil, siyâsî hassasiyetleri doğrultusunda bir araya gelecek ve AB’nin bekâsı için ter dökecekler, kanun çıkaracaklar…Bu arada, Türkiye’nin ‘mekanik’ de olsa veto hakkı olacak, aynı diğer devletler gibi… Meselâ Ermeni jenosidi, Kürt sorunu, TSK’nin memurlaştırılması, Patrikhâne, Süryanî-Nesturî soykırımı, Anadolu halklarının etnik kimliklerini rahatça ifâde edebilmeleri vs. gibi mevzular o parlamentonun gündemine geldiğinde Türkiye vekilleri, aid oldukları kimliğe göre mi kümelenecekler yoksa, siyâsî hassasiyetleri ağır basıp o yönde mi oy verecekler? Bu tip sualler de, son tahlilde geyik’ten öte bir anlam taşımıyor…Bizim geyik diye tanımladığımız mevzuları, Avrupalı aydınlar, siyâsetçiler ve Türkiye’deki muhatabları hayatî konular olarak hergün tartışıyorlar.
Peki, neden geyik?
1- AB, Fransa ile Almanya arasında kömür-çelik birliği olarak teorize edilip hayata geçirildi. Daha sonra diğer Avrupa ülkeleri buna katıldı. Emperyalizm’in büyük klubü sayılan G-7’nin içinde AB üyesi 4 devlet var: Birleşik Krallık, Almanya, Fransa ve İtalya. Adı üzerinde bu devletler, ‘emperyal’ hesablar içindeler. AB’ni kurmalarının nedeni de, savaşa falan gerek kalmadan ‘uysallaşmış’ diğer Avrupa ülkelerini rahatlıkla sömürmek. İspanya, Hollanda, Belçika ve İsveç’i de ‘emperyalizme soyunan’ ülkeler olarak sayabiliyoruz. Kimler sömürülecek? Malta, Slovenya, Slovakya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Bulgaristan, Kıbrıs, Hırvatistan, Polonya ve Türkiye!.. Bu ülkelere verilen rollerle, tabiatta akbaba, karga, çaylak, sırtlan, çakal, Afrika yaban köpeği, boynuz güvesi gibi varlıklara biçilen roller arasında paralellik var. Aslan, kaplan, panter, puma, kartal vs. emperyal mahlukat da AB şeflerini temsil ediyor. Tabiî ki, bu teşbih tabiatın mükemmel nizâmına duyduğumuz derin hürmeti zedelemeyecektir. Yoksa, o tabiattaki olağanüstülükle AB arasında hiçbir münâsebet olamaz. Kemikleri sıyırmak için Türkiye’yi çağırabilirler, mümkündür. Tabiî ki, ecdadı ete doymuş bir halkın kemik yalamasını içimize sindireceksek.
2- Avrupa’da ve dünyada Türkiye denince herkesin aklına ‘Müslüman’ gelmektedir ki bu doğrudur. Çünkü Batı, Osmanlı’yı ‘Müslüman’ kimliğiyle bildi ve hafızasına böyle kazıdı. Şaman, Orthodoks, Papaeftimci, laik, jakoben vs. Türk olarak tanımadı. Papa adayı Lustiger de, ‘hafızamızda kanlı sahneler var ve Osmanlı’yı unutmamız kolay değil’ diyor. Osmanlı’yı ‘Müslüman’ olarak da okuyabilirsiniz. AB, Katolik ve Protestan kimliğiyle vardır. Aynı Osmanlı’nın Müslüman kimliğiyle varolması gibi. Avrupa Hristiyan’dır ve doğru olan da budur. Yanı sıra, tüm dünyada olduğu gibi, büyük atası yahudî’nin sermâyesiyle ayaktadır. Yani, Yahudî-Hristiyan karakteri belirleyicidir. Yahudîği itibârıyla dünya hâkimiyeti ister. İslâm da dünya hâkimiyeti ister. Bu iki büyük ideolojik gücün bir ‘equilibrium’ kurmasını beklemek, eşyânın tabiatını bilmemek anlamına gelir. Avrupa Meydanı (Euro Zone), Yahudî zeminin ağır bastığı bir sahadır. O sahada ‘erken ötüşler’in akıbeti kelleyi Yahudî bıçağına uzatmaktır. AB’ne katılmak isteyen zevâtın önemli bir bölümü Şabbataist’tir. Yahudî-Şabbataist pastöre koyun olmak isteyenlerin haysiyetlerinden ve ahlâklarından şübhe duymak gerekir. En büyük şerefsizlik, Yahudî sermâyedar’ın ‘Müslüman’ sermâyesi olmaktır. Daha büyük bir pezevenglik varsa ortaya konmalıdır.
3- Kendi halk gerçekliğine ve özgücüne yabancılaşmış ve yahudî’nin lejyonuna dönüşmüş bir ‘generalstaff’ (genelkurmaylık kurumu) ve icâzetleriyle nâmlı bir marionette hükümet milletimizi temsil konumundan uzaktır. İslâm âlemine sırtını çevirmiş, ABD karakolu ve AB umumhânesine dönüşmüş bir ‘Anatolian Zone’ (Anadolu Sahası) yaşanılacak bir yer olmaktan çıkar (çıkmıştır). Anadolu halkı, tarihin hiçbir döneminde ibrikçi olmamıştır, köleleşmemiştir ve bundan sonra da olmayacaktır. Demek ki, Anadolu’da büyük bir hesablaşma olmadan ‘yürüyen takım elbise’, arkasına Yahudî medya ve Şabbataist köközleri de alsa ülkeyi satamayacaktır.
4- Emek ve alınteri olmadan hiçbir başarı elde edilemez. Emek üretmek yerine emeği sömürmeyi seçenler ve ihânetçilerin başına neler geldiğini tarih yazmaktadır. İlk ve öncelikli hedef onlar olacaktır.
5- Son tecride; TILSIM BD-İBDA ve onun önderlik kurumudur. Ne dediyse o…
Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)