Tiyatro Perdesinden Bana Damlayanlar

Kumandan, “Tiyatro bitti!” diyerek, “müflis olan”ın ipini çekti. Gürselgil de bu tiyatronun perdelerini çok görkemli bir eserle araladı ve çirkefe bulaşmış yakutu çekip çıkardı. Bu muhteşem eserden bazı kavramlar da beni bir şeyler karalamaya itti. Kumandan, “iflas eden paradigma”yı teşhir ederken, Gürselgil –bana göre- yeni paradigmayı (aslında varolan ama derinden işleyen ve kimsenin farkında olmadığı) yazdı. Kimileri, “bu kadar mücerret olmak iyi birşey mi acaba?” diye mırıldanıyor ama yanılırlar, “mücerret”ten beslenmeyen beden aslında kötürümdür. Hızlı fulelerle koşabilmenin yolu “mücerret”e vakıf olmaktan geçiyor. Mücerreti sindirmediğin zaman bu dünyada âdeta bir “Tερας” (Teras) olarak yaşıyorsun. “Tερας” (Teras) Yunanca, “Hilkat Garibesi, Ucube” anlamına geliyor, aynı zamanda mitolojik bir varlık. Teratoloji biliminde ise, anne karnında (embryolojik safhada) ceninin olumsuz gelişmelerini inceleyen bir bilim dalı. “Mot á Mot” (Mot a mo) çevirecek olursak, “Ucubebilim” demek lâzım. Tabiî ki, bilime “ucube” sıfatı filan yakıştırmıyoruz ama işte Allah bazen aptal kullarını konuşturuyor. 1998 Eylül çözümlemelerinde (son çözümleme) Abdullah Öcalan, Nûdem kod bir kadroya soruyordu: “Sen Muhyiddin-i Arabî okuduğunu söylüyorsun, bu adam İslâm soyutluluğunun en zirve ismi, nasıl oluyor?..” Ya usta, işte böyle, Arabî’yi bilmedin mi, “Füsus-ül Hikem”i şöyle böyle de olsa kavramadın mı, “Şeceret-ül Kevn”i bilmedin mi, Şeytan’ın sana hangi kılıkta görüneceğini bilemiyorsun, dünya âleme verebilecek cevabın da olamıyor, sosyalist de olamıyorsun, ML de, Müslüman da, Hıristiyan da, Cami ile Kilise arasında ve hatta Cami-Kilise-Havra triadında (üçgeninde) dolaşıp duruyorsun…

***

Yunan Alfabesini (Alfavita) Oluşturan Harflere Yüklenen Mânâlar:

A, a (ãλφα: Âlfa). Yunan alfabesinin ilk harfi ve Avθροπος (Antropos: İnsan) kavramıyla bütünleştiriliyor, sembolize ediliyor. Yüklendiği ideolojik-politik mânâ ise, “Aρχή” (Ârhî: Başlangıç, ilke, ilk prensip, yönetim.).

B, β (βήτα: Vita). Yunan alfabesinin ikinci harfi, “Boή” (Voî: Haykırma, çığlık atma) kavramıyla bütünleştiriliyor. Yüklendiği ideolojik-politik mânâ “Bia” (Vîa: Zor, cebir) ve “Boύλησι” (Vûlisi: İstek, niyet, meram).

Γ γ (Γάμμα: Gama). Yunan alfabesinin üçüncü harfi. “Xαράσσειv” (Harâsin: Yarık, çizik, kazıntı) kavramıyla bütünleştiriliyor. Yüklendiği ideolojik-politik mânâ, “Γράφειv” (Grafîn: Yazı, kitab), Γεvvǎv (Yenân: Doğurma, doğum) ve Διανοιγειν (Dianiyin: Aralama).

Δ δ (Δέλτα: Dêlta). Yunan alfabesinin dördüncü harfi. “Dυναμη” (Dinami: Kudret, kuvvet) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-politik mânâları, “Δύαμις” (Dînamis: Kuvvet, kudret) ve Δίκη (Dîki: Adalet)

E, ε (Ε ψιλον: Ê psilon: Uzun E). Yunan alfabesinin beşinci harfi. “Εύσπλαχνια” (Efsplahnia: Merhamet, şefkat) kavramıyla bütünleşiyor. Yüklendiği ideolojik-politik mânâlar, “Ελλειμα” (Êlima: Eksiklik, Noksanlık) Εδραξειν (Êdrazim: Minber, makam, kürsü).

Z, ζ (Ζήτα: Zîta). Yunan alfabesinin altıncı harfi. “Zευγάρι” (Zevgâri: Çift) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasi mânâsı “Zημία” (Zimîa: Zarar, ziyan) ve “Zωή” (Zoî: Hayat).

H, η (Hτα: İta). Yunan alfabesinin yedinci harfi. “Φωτεινότης” (Fotinôtis: Işık, aydınlık taşıyan parçacık) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları, “Φως” (Fôs: Işık), Hρως (İros: Kahraman, yiğit) ve “Aρετή” (Âretî: Fazilet).

Θ, θ (Θήτα: Thîta). Yunan alfabesinin sekizinci harfi. “Θήκη” (Thîki: Muhafaza, kab) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları, “Θαειν” (Thain: Keskin görüş) ve “Θεος” (Theos: İlah).

I, ı (Iωτa: İota). Yunan alfabesinin dokuzuncu harfi. “Oξυς” (Ôksis: Asid), “Hχoς” (İhos: Yankı, akis) ve “Aκτıς” (Âktis: Işın) kavramlarıyla bütünleşiyor. Yüklendiği ideolojik-siyasî mânâ, “Iσχύς” (İshîs: Kudret, tesir).

K, κ (Kάππα: Kâpa). Yunan alfabesinin onuncu harfi. “Kύκλος” (Kîklos: Döngü, çevrim, devir) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları, “Kράτος” (Krâtos: Devlet), “Kαθαρσις” (Katharsis: Arınma, yıkanma) ve “κεφαλή” (Kefalî: Baş, kafa).

Λ, λ (Λαμπδα: Lâbda veya λάβδα: Lâvda). Yunan alfabesinin onbirinci harfi. “Λαλία” (Lalîa.: Konuşma, söyleyiş) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâsı, “Λόγος” (Lôgos: Bilgi, bilim, kelâm) ve “Λάμψις” (Lâmpsis: Parıltı, parlayış).

M, μ (Μύ: Mî, İon ağzında Mω: Mo veya Moυ: Mu). Yunan alfabesinin onikinci harfi. “Mήτηρ” (Mîtir: Ana) ve “Mητρα” (Mitra: Rahim, dölyatağı) kavramıyla bütünleşir. İdeolojik-siyasî mânâsı “Mά” (Mâ: Yemin, and).

N, v (Nύ: Nî) Yunan alfabesinin onüçüncü harfi. “Noυς” (Nus: İlk devindirici akıl, töz) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları, “Nηδύς” (Nidîs: Rahim), “Noμός” (Nomôs: Ölçü, düzen, nizam), Nηνεμία (Ninemîa: Sükûnet).

Ξ, ξ (Ξί: Ksi veya Ξει: Ksi). Yunan alfabesinin ondördüncü harfi. “Ξένος” (Ksênos: Garib, yabancı, el) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâsı, “Ξίφος” (Ksîfos: Hançer).

O, o (O μικρόν: O mikrôn-Küçük o.) Yunan alfabesinin onbeşinci harfi. “Oίκος” (İlkos: Ev) ve “Xωρος” (Ülke) kavramlarıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâsı, “Oπλον” (Oplon: Silah) ve “Oρκος” (Ôrkos: Yemin, and).

Π, π (Πί: Pî). Yunan alfabesinin onaltıncı harfi. “Πνοή” (Pnoî: Nefes, soluk). İdeolojik-siyasî mânâsı “πέλαγος” (Pêlagos: Engin deniz), Παλλας (Palas: Mızrak, cirit).

P, ρ (Ρώ: Rô). Yunan alfabesinin onyedinci harfi. “Poή” (Roî: Cereyan, akım) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları, “Kίνησι” (Kinisi: Hareket) ve “Pυθμος” (Rithmos: Ritm).

Σ, σ (Σίγμα: Sigma). Yunan alfabesinin onsekizinci harfi. “Σεσμος” (Sismos: Zelzele, sarsıntı, deprem) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları, “Σαυίς” (Safîs: Bâb, büyük kapı), Σίδηρος (Sîdiros: Demir, hadid), Σεβασμος (Sevasmos: Saygı, hürmet).

T, τ (Ταυ: Taf). Yunan alfabesinin ondokuzuncu harfi. “Tέχνη” ( Têhni: Sanat, zanaat) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları, “Tαχύς” (Tahîs: Sür’atli, hızlı) ve “Tέλος” (Têlos: Gaye).

Y, υ (Υ ψσιλόν: İ psilôn-Uzun İ). Yunan alfabesinin yirminci harfi. “Yγρόν” (İgrôn: Rutûbetli, nemli) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları “Kvίδη” (Knîdi: Isırgan otu) ve Yβρις (İvris: Hakaret, küfür).

Φ, φ (Φί: Fi). Yunan alfabesinin yirmibirinci harfi. “Φως” (Fos: Işık) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları “Φύσις” (Fîsis: Tabiat) ve Φύλαξ (Fîlaks: Bekleyen, koruyan, gözleyen).

X, χ (Χί: Hi). Yunan alfabesinin yirmiikinci harfi. “Xάος” (Haos: Kaos) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları, “Xέρι” (Hêri: El) ve “Xρόνος” (Hrônos: Zaman).

Ψ, ψ (Ψί: Psî). Yunan alfabesinin yirmiüçüncü harfi. “Ψυχή” (Psihî: Ruh) kavramıyla bütünleşiyor. İdeolojik-siyasî mânâları, “Ψαξιμον” (Psaksimon: Araştırma, arama) ve ψαρός (Psarôs: Sincabî renkte olan).

Ω, ω (Ωμέγα: O mêga-Büyük O veya Oυ μέγα: U mêga-Büyük U). Yunan alfabesinin yirmidördüncü ve son harfi. “Ωρανός” (Eski Yunanca, Büyük Ülke, kâinat, sonsuzluk mânâsına) kavramıyla bütünleşir. “Ωδίνη” (Ôdîni: Doğum sancısı) ve “Ωκεάνος” (Ôkeânos: Okyanus. O Keanos: Eski Yunanca koyu mavi, lacivert anlamında).

***

Haos!!!..

“Ne olduğunu bil” (Γνώθι σε αυτόυ: Gnôthi se aftôn), “Sen seni bil sen seni”, “Bildiğim tek birşey var o da hiçbir şey bilmediğimdir” yaklaşımları bin yıllardır insanları uyarır durur. Uyarıya cevab vermenin başlangıç noktası, “Khaos” (Haos) olabilir mi? Belki…

Kaos, kimi mitologlara göre Allah’ın tâ kendisi, kimilerine göre “Töz”, yani “idea” veya “cevher”dir, kimilerine göre ise “Temel İlke” (Principe Essentielle) dir. Bazı uzmanlar “Ex Nihilo” (hiçlikten, yoktan) yaratmayı kabul etmezler. Buna göre bir İlâh yoktur ve Kâinat yoktan varedilmemiştir. Diğerleri ise, Evren’in “YOK“tan varedildiğini ve bu anlamda “Temel Prensip”in “Khaos” yani “düzenin tâ kendisi” olduğunu iddia ederler.

Etimolojik olarak Kaos kelimesi, Yunanca “χαίω” (Heno-açık olmak, dürülü olanı-tomarı açmak) kökünden gelir. Hesiodos, Kaos’u “Uçsuz bucaksız uzay” olarak tanımlamaktadır. Uzay, ancak asla bir “düzensizliği içermeyen uzay“. Bunu mutlaka vurgulamak gerekir. Kaos kesinlikle düzensizlik kavramını içermez. Bunda ısrar edenler zırvaladıklarını bilmek zorundalar. Ovidius’a göre ise, Kaos “İlkel Madde” veya “güdük maddecik”dir. (Rudis indigestaque moles). Aristoteles’e göre Kaos, “Uzay Boşluğu”dur. Yine Hesiodos, Kaos’u, “Γενεσις” (Genesis: Oluş, tekvin) olarak da tanımlar. Aristofanes, “Kuşlar” adlı ünlü eserinde şöyle yazmaktadır: “Başlangıçta Kaos, Gece, Kara Erevius ve uçsuz bucaksız Tartaros vardı.” Burada Kaos’tan kasıt “Kelâm”, Gece’den kasıt, “altında veya üstünde hava bulunmayan vakum veya ÂM”, Kara Erevius’tan kasıt “”Zulmet” ve Tartaros’tan kasıt “Uzay boşluğu veya Ether-Esîr”dir. Yuhanna İncili de, “Başlangıçta kelâm vardı” diye başlamaktadır. Bu bahsi geçen kelâm “Allah Kelâmı: Kelamullah”tır. Aristofanes’de, 4’lü ilkeler manzumesi görülmektedir. Kaos’un yanısıra diğer üç ilkeyi de başa koyar. Hesiodos ise Kaos’u, tek ve biricik ilke olarak ele alır ve onu takiben de, “Yeryüzü” (Dünya) ve “Aşk” ilkelerini ortaya koyar. Aristofanes’e göre ise, ilk dört ilke mevcutken Yeryüzü, Hava ve Gökyüzü henüz mevcut değildir. Gece ilkesi bir “yumurta”ya hayat verir ve onu “Erevius’un (Zulmet’in) sonsuz sinesi”nde yeşertir. Bu yumurtadan “Eros” (Aşk) eşdeyişle “Cazibe ilkesi” neşet eder.

Hesiodos’ta işleyiş şöyledir: Aşk, “Erevius“a ve “Gece“ye hayat verir. Gece’den, “Ether” ve “Gün” neşet eder. Ether, uzay boşluğunu doldurduğu kabul edilen “akışkan töz“dür. Bu, 4 temel unsur olan hava, su, ateş ve topraktan başka bir beşinci unsur olarak da düşünülmüştür. Kelime Yunanca, “Aιθω” (Etho: Yanmak) kökünden gelir. Günümüzde ise böyle bir unsura gerek kalmadığı kabul edilmektedir. Yeryüzü ise, Gökyüzü’ne hayat verir.

Aristofanes’teki işleyiş: Aşk (Eros), ilk yumurtadan çıkar ve Kaos’un kanatlarıyla, Gece’yle, Tartaros’la birleşir ve Kuşlar Soyu’na hayat verir. Aşk (Eros) bütün unsurları birleştirmeden önce, Ölümsüzler Soyu mevcut değildir. Buna göre, Yunan mitolojisinin “İlâhî varlıkları” veya “Ölümsüzler”i, Kuşlar Soyu’ndan sonra neşet ederler. Peki bu Kuşlar Soyu’nun İslâm Tasavvufu’nda bir karşılığı olabilir mi? Bu soy muhtemelen İlliyun (Alun) melekleridir. Adlandırmak gerekirse, Müdebbir, Mufassıl, Kalem, Cebrail (A.S) gibi melekler. Ölümsüzler’den kasıt ise, “Ölümü öldürenler” veya “Ölmeden önce ölenler“dir. Bunlar, belli bir nefs buuduna ulaşabilmiş (Nefs-i Mutmainne) olanlardır.

Apollodoros, kâinatı direkt olarak yeryüzünden başlatır, diğer deyişle evrenin merkezine dünyayı koyar. Ona göre, Yeryüzü’nün atası Gaia veya Gea (Γεια), Gökyüzü’nün atası ise Uranos (Oυρανος) tur. Gaia, Yunanca’da yer, toprak, coğrafya anlamındadır. Toprağın doğurganlığına ithafen Apollodoros, merkeze yeryüzünü (toprağı) koyar. Gayya kelimesi ise Cehennem’in en uç alanını, “Cehennem’in Dibi“ni ifâde etmektedir. Bu iki kavram arasında kuvvetle muhtemelen bağ vardır.

Kaos kavramı, İslâm tasavvufunda kimilerine göre, Hevâ veya Âmâ kavramlarıyla karşılanır. Antik Çağ Yunan düşünürü Anaxagoras’a göre Kaos’un hâkimi en üst ve yaratıcı şuurdur. Buna “Nous” (Noυς) adı verilir.

***

Zekâ diye birşey…

Arabça bir kavram. Binbir tane izahı, tanımı var. Kimine göre beynin bir fonksiyonu, kimine göre beynin hızı, kimine göre beynin hızının hızı yani ivmesi, kimine göre beynin bir bölümünün etkinliği, bilgiyi kazanma ve uygulama kapasitesi… Lâtince: “İntellegentia” veya “intellego”, Fransızca: İntelligence (Entelijans), İngilizce: İntellegence (İntelicıns), Almanca: İntelligenz, Romence: İnteligentά. Bu kelimelerin hepsi Lâtin kökenli. Lâtince’ye ise Yunanca’dan geçmiş. İlk defa Felsefe’nin babalarından Aristoteles tarafından kullanılmış: Evτελεχια (E-n-delehia). Günümüz Yunancası’ndaki muadilleri, Eύφυία (Evfiya), voημοσύνη (noimosîni), άγκχίνοια (Âghînia).

Doğruluğu yanlışlığı bilinmez ama Albert Einstein’in IQ (Intelligent Quotient: Zekâ Bölümü) değerinin 183 olduğu söylenir. Bu değerin ne anlama geldiğini anlayabilmek için bazı açıklamalara gerek var:

Bilimde buna “Brain Capacity” (Beyin Kapasitesi) adı da verilir. İnsan popülasyonunun (topluluğunun) % 0.5’den daha az bir bölümü kimilerine göre, % 0.45’lik bir bölümü, zekâ skalasının 0-25 değerlik basamakları arasında bulunur ve bu gruba “Moron” adı verilir. Moron kelimesi Yunanca “Moρo” (moro) yani bebek kelimesinden gelir. Bu insanlar, bir bebeğin zekâ kapasitesine sahibtirler. (Türkiye’de bu düzeyin yüzdesinin, dünya standartlarının üstünde olduğunu anlamak için ekstra bir bilgiye gerek yoktur.) En gelişmiş “Moron” insan 25 zekâ değerini aşamaz.

İnsan topluluğunun yaklaşık %0.5’lik bir bölümü ise, zekâ skalasının 25-50 değerlik basamaklarını paylaşırlar. Bunlara “İdiot” adı verilir. Kelime yine Yunanca kökenli olup “Iδιοτροπος” (İdiotropos) yani “garip / tuhaf tabiatli” anlamındadır. Tanım olarak ise, “zihnî yetmezlikli olan”dır.

Dünya insanlarının % 1.2 ila % 1.5’lik bölümü üçüncü zekâ dilimi olan “Embesil” (İmbecile) bölümüne dahildir. Kavram Lâtince “İmbecillus” (Yetmez, yetmezlikli, kifayetsiz) kelimesinden mülhemdir. İngiliz bilim adamları bu duruma “Blockhead” (bloke olmuş kafa, donuk kafa) adını veriyorlar. Bu bölümün skalası 50-75 arasıdır. Demek ki, aralarında benim de olduğum birçok “yurdum insanı” bu gruba dahil, o halde verilen istatistikî bilgiler yanlış, %1.5 değil %80 falan olması lazım.

İnsanların %24 ilâ %24.5’luk bir bölümü dördüncü zekâ dilimi olan “Subnormal” (Normalaltı) bölümündeler. Burada puanlar, 75-100 arası. ABD’de 80’li yıllarda 200 kadar yol işçisi arasında yapılan bir IQ incelemsinde ortalama değer 96 bulunmuştur. Kuşkusuz bu rakam tüm ABD vatandaşlarına teşmil edemez ancak ABD’deki yaşamın insanların üzerindeki etkisi (otomatizasyon) konusunda dolaylı bir fikir verebilir. …. Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri arasında bizzat benim, Psk. B.Ş. ve Dr. T.D. ile yaptığım incelemede (400 kişilik bir popülasyon) öğrencilerden 3’ü subnormal çıkmıştır. (100’ün altında).

Dünya halkının %60-65’i beşinci zekâ dilimi olan “Normal” bölümde yer alırlar. Bu skalanın değerleri 100-125 arasıdır. Normal kelimesinin de aslında Yunanca, “Nomos” (düzen, nizam) kelimesinden geçtiğini, Batı dillerinde “Norm” (ölçü) biçimine büründüğünü hatırlatalım. Normal kavramını aslında “ölçülü” diye anlamak gerekir ama günümüzde daha ziyade “sıradanlık”ı ifâde etmektedir. Buna göre dünyada 3.5-4 milyar arası insan normal zekâ sahibi. Acaba mı?

İnsanlığın %6 ilâ 8’lik bir bölümü altıncı zekâ dilimi olan “intelligent” (zekî, zekânın hakkını veren) dilime tâbîdir ve bunlar 125-150 arasında dolaşırlar.

Toplumun %1-1.5’lik bölümü yedinci zekâ dilimi olan “Super intelligent” (Yülsek zekâ, zekîden daha zekî) bölümüne dahildirler. Bunlar 150-175 değerleri arasında yer salınırlar.

Ve nihayet, zekâ merdiveninin en üst basamaklarında duranlar, yani “Genious”lar (dehalar, ökeler) ki, bunların zekâ bölümü 175’den büyüktür. Bunların oranı % 0.5 ilâ 0.6 arasındadır.

Bir başka zekâ hesaplamasına göre ise zekâ değeri 0-55 arası olanlar en düşük zekâ sahibleridir ve bu gruba “geri zekâlılar” adı verilir. %0.2 ilâ %0.3 arasında oldukları varsayılıyor. 55-70 puan arası olanların oranı %2’dir ve bunlara “yetmez zekâlı” denir. 70-85 arası gruba “Subnormal” (normalaltı) adı verilir ve oranları %13.5-14’tür. 85-100 arasına “Normal(-)” adı verilir ve bunların oranı %35’tir. 100-115 arasında bulunan grup “Normal (+)” olarak değerlendirilirler ve oranları %35’tir. 115-130 arası grup “zekî” olarak adlandırılmakta olup oranları %13-14 arasıdır. 130-145 arası “Sur intelligence” (zekî üstü, üst zekâ) diye bilinir ve oranları %2.5-3’tür. Nihayet 145’in üzeri değere sahib olan “Super İntelligence” (Süper Zekâ, en üst zekâ) dilimi sözkonusudur ki, bunun oranı %0.2-0.3’tür.

Bu kadar rakamsal değer verdikten sonra, biraz tebessüm “es”i verelim.

Albert Einstetin’a, Greta Garbo ile evlenip evlenmeyeceğini soruyorlar. Einstein, “Çok iyi olur, benim kafamı ve onun güzelliğini taşıyan çocuklarımız da olabilirse ne âlâ” diyor. Soruyu soran kişi, “Bunun tersi durum ne olur?” deyince, Einstein, “Felâket olur!” diye cevab veriyor.

Ünlü İspanyol ressam Salvador Dali, kendisini delilikle dahilik arasında kurulu bir ipte yürüyen canbaza benzetiyor.

Herkes Vivtor Hugo’yu iyi tanır ama iki tane erkek kardeşi olduğunu pek bilmez. İki kardeşi de, şair ve yazardı ve Hugo’dan daha üstündüler, ikisi de intihar etti. Onlar hakkında yapılan yorum, her ikisinin de dahi olduğu şeklindedir. Peki HugoHugo, “Les Misérables” (Sefiller) adlın ünlü eserini yazdıktan sonra, bütün eserlerinin orijinallerini bir gecede şöminede yakar ve ilaç kullanarak intihara kalkışır, son ânda kurtarılır. Psikiyatri bilimi bu duruma “Suicidal Tendency” (intihar eğilimi) diyor ama nedenlerini açıklayamıyor, geveleyip duruyor. Hugo’nun da süper zekâ sahibi olduğu ihtimali çok yüksektir.

Ünlü Rus şair Mayakovsky’nin çok zeki olduğu biliniyordu, intihar etti. Dahiliği tartışılmaz olan GoetheNietzscheKafkaDostoyevskyTolstoyBorgesElitisHawkingPenziasMarksBukharinDanteKozirevFeinbergGamow gibi devlerin hayatları korkunç altüstoluşlarla dolu. Peki, “ŞUUR” olmayınca zekâ ne halta yarıyor? Gürselgil’in dediği gibi, (Tıp doktorlarının oyunu olduğu kabul edilen) “briç”i oynuyor. Tabiî, “Briç”in özel bir zekâ gerektirip, gerektirmediği ayrı bir tartışma ama küçük bir şey çıtlatalım; briççiler, satranç oyununda ilerleme kaydedemeyenlerdir diye bir “dedikodu” da var. Ama, ben aksini söyleyebilecek kadar örnek tanıdım. Ama yine de hikâye ustam, Güselgil’in dediği gibi, satranç da oynasan, briç de oynasan, “backgamon” da oynasan nafile, kendi varlığınla ilgili derin açmazlara yelken açamıyorsan, “Çataranga”nın siyah-beyaz karelerinde dolaşıp duruyor, daha fazla ileri gidemiyorsun. Arkamı dönerek satranç oynama zevkini bile tattım. Aleksandroviç Semiyof isimli bir satranç şampiyonu sayesinde ve tatmin olabileceğimi zannetmiştim, hiçbir şey olmadı…

Hâlâ, daha “zekâ”, “dimağ”, “akıl”, “aşk”, “sevgi”, “duygu”, “nefret”, “mutluluk” gibi kavramların net tanımı yoktur; çünkü bunlarla bir biçimde ilgisi olan “beyin” adlı organın sırlarına ulaşılamamıştır, ulaşılacak gibi de görünmemektedir. Arabça olan bu kelimeye Yunanlılar “Myalo” veya “Ekefalos” (kafanın içi), Fransızlar “Cerveau” (servo), İngilizler “Brain” (Breyn), Öz Türkçeciler de “İmik” diyorlar. Öyle bir organ ki, bazı hekimlere “vücudun en üç kağıtçı organı” dedirtmiştir. Bir organ düşünün ki, yüzlerce oluşumu içinde barındırıyor, (bildiğimiz kadarıyla) yarım saatlik bir uykuyla yetinme kabiliyeti var ama bizi 7-8 saat uyutuyor, neden? Eğer çalışma hayatı filan olmasa muhtemelen 15-16 saat uyutur. İstediği zaman en şiddetli ağrı hissini üretiyor, istediğinde ise “Total Anestezi” (tam hissizlik) gerçekleştiriyor. Ürettiği “Endorfin” ve “Enkefalin” isimli kimyevî maddelerle bu hissizliği oluşturuyor. Adam ateşin üstünde elini kolunu sallaya sallaya yürüyor. Öte yandan adam 20 senedir gözünü kırpmamış, hiç uyumamuş, dimdik ayakta, bir başkası ise sürekli uyuyor (Narkolepsi), arada bir gözünü açıp etrafı süzüyor sonra uykuya devam.

Rusya’da yapılan bir deney ürkütücü:

Kuzey Buz Denizi’nde, 500 m. derinlikte bir denizaltıda, bir anne tavşanın beyin dalgaları ölçülüyor. Kendisinden çok uzaklarda, 6 yavrusu sırayla birer saat arayla öldürülüyor. Her defasında tavşanın beyin dalgalarında çok ciddi değişiklikler meydana geliyor. Bu nedir? Telepati mi (Uzaduyum)? Hiss-i Kabl-el Vukû mu? Déja Vu (daha önce görüldü) durumu mu? Peki mekanizmayı nasıl izah edeceğiz? Dönmemesi durumu “Ölüm” mü? O halde “Ölüm” uzun soluklu bir “Rüya” mı? Bunların cevabı İslâm’da var, imân buuduyla problemler rahatlıkla aşılıyor. Ama bilimde cevab yok veya yüzlerce farklı cevab var.

Hele hele beynin “Limbik Lob” (Lobus Limbicus: Dekoratif çerçeveli parça-bölüm) adı verilen ve “Cortex”in (Kabuğun) altında kalan bir büyük alan var ki, tam bir muamma. Hakkındaki bilgi çok az. Uyutuyor, uyandırıyor, ağlatıyor, güldürüyor, nefret ettiriyor, sevdiriyor, aşık ediyor, korkutuyor, hissizleştiriyor v.s… Neden yapıyor, nasıl yapıyor meçhul.

Yakın bir zamana kadar zekâyı kontrol eden beyin bölümünün “Frontal Lob” (Alın bölümü) olduğu sanılıyordu ama artık zekânın belli bir beyin bölgesi tarafından denetlenmediği, bir bütün olarak beynin zekâ fonksiyonlarını yürüttüğü kabul edildi. Şizofreni’nin “lokalizasyon”u (yerleşimi) PET (Pozitron Elektron Tomografisi) yöntemiyle tesbit edildi. Eskiden Şizofreni’nin çevresel sebeblere bağlı olduğu düşünülüyordu. Beyin kabuğu, 2 büyük “Hemisfer”den (Yarı küre) oluşur, son gelişmelerle bir tek yarı kürenin hayatla bağdaştığı kabul ediliyor. Bu çok önemli. Yani beynin yarısı tamamı gibi iş görüyor.

Zekâ da muamma. Sosyal zekâ, pozitif zekâ, sanat zekâsı, sportif zekâ, genel zekâ gibi zekâ türlerinden bahsedilir. Peki nerede lokalizedir bu zekâ denen şey? Kriterleri nedir? İşte belli testlere dayandırıyoruz, ama ne kadar sağlıklı o meçhul.

Acaba diyoruz, çekilen ıstırablarla, çilelerle, altüstoluşlarla, yoğunlaşmalarla, “interiorizasyon”la (içselleşme) ve manevî derinleşmeyle zekânın gelişimi ve ilerlemesi mümkün mü? Büyük ihtimalle bu böyle ve çözümlemeye çok büyük katkısı var. Gerek kafa gerekse kol emeği yoğun olan insanlarda zekâ da (genel olarak) ciddi gelişimler ve açılımlar sergiliyor. Şübhesiz, “Üst Dil” kapasitesi de zekânın gelişmişliğinin neticesi.

***

“Ω”…

“Ω” yani “O méga” yani “büyük O”. Yunanca’daki 2 “O”dan büyüğü. Eski Yunan’da, “o mikrôn” yani “küçük o” için “o βραχύ” (o vrahî-kısa o), “O Méga” için de “O Mακρόν” yani “Uzun O” denmekteydi. Aslında “Ω”nın orijinali “OO” biçimindeydi yani “Ô”. Yine “Oυ” (U) olarak da yazılmıştır. Örnek olarak, “Oορανοι” (Ûrani-Gökler, Asumanlar) verilebilir. Daha sonra da bu “Oυρανοι”ye (Urani) dönüşmüştür.

Dor lehçesinde “Ω”, “Uzun alfa” (Â) olarak değerlendirilir. Örnek, “Θεωρια” (Theoria-Teori) kelimesini Dorlar, “Θεǎρία” (Theâria) olarak yazmışlardır. Eol (Aıol) lehçesinde ise “kısa o” yani “o βραχύ” (o brahî) olarak algılanır. Örnek olarak, “Ωρα” (Ora-Saat) yerine “oρα” (ora) yazmışlardır. İon lehçesinde de, “Ω”, “Uzun alfa” (Â) olarak yazılır.

“Ω” deyince akla birçok kelime gelmekle birlikte en ilgi çekicilerinden biri “Okyanus” kelimesidir. Okyanus kelimesinin etimolojisiyle ilgili iddialara bir bakalım:

1- “Oκεανός” (Okeanôs) kelimesi, Eski Yunanca, “O Κύανος” (O Kîanos: Mavi) kelimesinden köken almaktadır.

2- “Ωκεια-Nαύς” (Okia-Navs). Eski Yunanca, “Ωκεια” kelimesi “hızlı, sür’atli” mânâlarını yüklenmiştir. “Nαύς” (Navs) ise “Gemi” anlamına gelir. Böyle bakıldığında, Okyanus’un karşılığı “Hızlı Gemi” olmaktadır.

3- “Ω-Γή-ανός” (O-yî-anôs- veya O-gî-anôs). “Γή” (Yî veya Gî) modern Yunanca’da “Toprak, yeryüzü” anlamlarına gelir. Kelimenin kökeni ise “Γαια” (Gea, Gaya veya Yea) olup, mitolojide “Toprak Ana, Yeryüzü, Anaların Anası” mânâlarını yüklenmiştir. “Oυρανός” (Uranôs) ise mitolojide “Gök Tanrı” mânâsını yüklenmiş olup, günümüzde de “Gökyüzü, Asuman, Uzay” anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kelimelerin hepsini bir arada yazdığımızda, “O-yî-anôs” kelimesine ulaşırız ki, “Göğü, yeri bir arada barındıran” mânâsına ulaşılır.

4- “Ω-κύανος-νησος”. (O-kîanos-nisos). “Nησος” (Nisos) kelimesi Yunanca “Ada” anlamındadır. Bu bağlamda “Okyanus” kelimesi “Mavi Ada” mânâsını yüklenebilmektedir.

5- “Okyanus” kelimesinin içindeki, “kean-kian” bölümünün Arabça “Kün” (Ol) emrinden köken olduğu iddası da ciddi bir iddiadır. Bu mânâda “Okyanus”, “Ol” emriyle “varolan” mânâsını üstleniyor yani Yaratıcı’ya cevab veriyor.

6- Nihayet, Arabça “Künnes” (Karadelik) kelimesiyle de ilişkisi olduğu söyleniyor.

“Ω”nın içinde bulunduğu bazı kelimeler göz atalım:

“Ψωμί” (Psomî): Ekmek (Somun kelimesinin kökeni olduğu iddiası var). “Χωνί” (Honî): Huni, Koni (kelimesinin kökeni budur). “Χώρα” (Hôra): Ülke (Horon kelimesinin kökeni budur). “Χωράφι” (Horâfi): Tarla. “Xωριό” (Horiô): Köy (Köy kelimesinin orijini de budur). “Xώμα” (Hôma): Toprak. (Humus kelimesinin kökeni budur). “Xρωστήρ” (Hrostîr): Nakkaş kalemi. “Xρώμιον” (Hrômion): Krom. “Xρώμα” (Hrôma): Renk. “Τυφων” (Tifon): Tayfun (Kelime Türkçe’ye buradan girmiştir). “Xλωρός” (Hlorôs): Klor, yeşil-sarı renkli (Türkçe’ye buradan geçti). “Φωτία” (Fotîa): Ateş. “Φως” (Fos): Işık. “Φωνή” (Fonî): Ses. “Zωή” (Zoî): Hayat (Bios’tan farkı “ölümötesi hayat”ı da muhteva etmesidir). “Zωο” (Zoo): Hayvan. Canlı. “Zωγράφος” (Zogrâfos): Ressam, “canlılığı resmeden” mânâsına.

***

“Hiperborlar”…

“Hiperborlar” kavramı Yunanca, “Yπερ” (İper): Yüksek ve “Bορειά” (Voriâ) ya da Eski Yunan’daki deyişiyle “Βορέαν” (Vorêan) yani “Kuzey” kelimelerinden oluşuyor. Yani “Yukarı Kuzeyliler” veya “Yüksek Kuzeyliler”. Türkçe’ye de “Poyraz” (Βορηας veya Βορράς: Vorias veya Voras, kezeyden gelen, kuzeyli) kelimesiyle geçmiş olan “Vorias” kelimesi Eski Yunan’da ustaları çok uğraştırmıştır. “Oριον” (Orion: Sınır, hudud anlamında, aynı zamanda bir yıldız kümesinin ismi). “B-Oριον” (V-Orion) olarak yazdığımızda, B-Hudud veya B’nin sınırı mânâsını elde ederiz. Evet, eski Yunan’da “B”de bir sınır olduğu inancı hep vardır. B-Yıldız kümesi. Yine, “Ωραια” (Orea: Güzel, hoş) anlamında, B-Ωραια (V-Orea) olarak yazdığımızda, B-Güzel veya güzel B’ye ulaşıyoruz. Kuzey, hudud, yıldız kümesi, güzel, hoş.

Bu konunun “Apollon İdeali” olarak da adlandırılan bir görüşle ilgisi var. Buna göre, Apollon İdeali insan kalbine ilhâm olunan bir duygudur. “Gözyaşları Vâdisi”nin (dünyanın) ortasına “sürgün”e gönderilen insan bu idealle ayakta kalabilir. Yeryüzü, varlığın başlangıcı (Arhe) ve sonu (Telos) olamaz. Sefâlet de, insanın “kesinkes” kaderi değildir. Başka yerler ve gökler olmalıdır ki, orada âhenk, adalet ve güzellik hüküm sürüyor olsun.

Bu ideal, Tibetliler’de “Şamballa” ve Hindular’da “Uttara Kuru”, Yeni Gine Taimileri’nde adı “Lamboam” adı verilen ülkelerdir. Hipervorlar’la Apollon arasındaki ilişkiyi kavramak önemlidir. Bu konuyu ilk işleyen kişinin İ.Ç. 5. yy.’da yaşayan Alkeos isimli bir lirik türkücü olduğu biliniyor. Fakat ondan geriye kalan yazılı bir kaynak yoktur. Bu gizemli sanatçıyı bize İ.S. 4. yy.’da yaşamış olan Himerios isimli bir hatip tanıtıyor.

Alkeos’a göre, Apollon Zeus’tan, Delfi’ye (Kehânetler Merkezi)-Kastalya çeşmesi bölgesine gidip orada adaleti temsil etmesi talimatını alır. Apollon bu talimatı yerine getirmeden önce Hipervorlar ülkesine gidiyor ve kimine göre 1 yıl, kimine göre de 1000 yıl onların yanında kalıyor. Daha sonra Delfi’ye gidiyor ve orayı yönetiyor. Bu arada, 3 aylık kış dönemlerinde yine Hipervorlar ülkesine gidiyor ve bu mevsimde Delfi’nin egemenliği Dyonisos’a devrediyor.

Pindoras’a göre, Hipervorlar ülkesi sıradan insanların ulaşamayacağı bir yerdedir:

Hipervorlar’ın bayramlarını kutladığı yere ulaşan görkemli deniz ve kara yollarını bilmek mümkün değildir. Halkların önderi Perseus onların masalarında otururdu. “Musalar” (güzel sanat perileri; Urania, Polinia, Eftherpi, Erato, Melpomenia, Terpsikori, Kalliopi, Klio, Thalio) bu bayramlara mutlaka katılırlardı. Her yanı lir ve flüt sesi kaplardı. Ne hastalıklar ne de keder veren ihtiyarlık bu aziz soyun ülkesine uğramazdı. Onlar, ızdırabtan ve kavgadan uzak yaşarlardı.” (10. Pithikos).

Kimilerine göre Hipervorlar, Delos (Dilos) adasında yaşarlar; beyaz renkli ve flûdurlar. En belirgin özellikleri “bâkire” olmalarıdır. Heredot’a göre bu bâkirelerin en eskileri (ilkleri) Opis ve Argea’dır. (Yunanca, Arhe-Arhi; ilk ilke, başlangıç mânâlarını yüklenir.) Bu iki genç kadın, Letô’yla birlikte Dilos adasına gelirler. Letô, Apollon ve Artemis’in annesidir. Zeus’tan hamile kalan Letô, Zeus’un karısı Hera’nın (İra) gazâbından kaçar ve Dilos adasına sığınır, Dilos’tan başka hiçbir kara parçası Letô’yu kabul etmez. Büyük bir ağacın altında Apollon’u doğurur. Bu nedenle o ağaca, “Letô’nun ağacı” denmiş ve Türkçe’ye de “Ladin” olarak geçmiştir. Bu iki bâkirenin, Apollon’un bakım ve eğitimini üstlendiklerine inanılır. Daha sonra iki bâkire daha Dilos’a gelir: İperohia (Üstünlük, tefevvuk) ve Laodikia (Ladik). Bu iki bâkirenin, üstün şuur sahiblerinin hediyelerini Dilos’a getirdikleri düşünülüyor. Hediyeler ise buğday ve zeytindir. Dilos adası Eski Yunan’da hazine merkezi olarak kullanılmıştır.

Kimdi bu beyaz figürler? Bâkireler? Rüyâ varlıkları mı? Hayal ve efsâne ürünleri mi? Azizler mi? Apollon idealinin yansımaları (ya da yanılsamaları) mı? Kâinatın âhengini mi temsil ediyorlardı? Neresiydi bu Hipervorlar ülkesi? (Bütün soruların cevabı Gürselgil’in teatro’sunda harikulâde bir biçimde verilmiş).

Kimilerine göre Hipervorlar ülkesi Girit’tir. Burada, buğday ve zeytin hasadını bâkireler yapardı ve böylelikle mahsul semereli olurdu.

Bir başka iddiaya göre, Hipervorlar ülkesi, Atlantis’tir. Atlantis, Ege veya Ege-Akdenizi kaplayan eski bir kıtadır ve çok ileri bir medeniyete evsahibliği yapmıştır. İşte bunlar Hipervorlar’dır. Atlantis daha sonra batmıştır.

***

“Alfa”…

Eski Yunan’da “Alfa” (A) harfi, harflerin kutbu veya “Kutub harf” (Arktikos grama) olarak kabul edilir. Bu “kutubluk” aynı zamanda iklim mânâsında da bazı kavramlar muhteva etmektedir: “Αλς” (Âls: Eski Yunanca’da Nem, Rutubet), “Aήρ” (Âîr: Eski Yunanca’da Hava). “Aελιος” (Âêlios-İlios: Eski Yunanca’da Güneş), “Aνθρας” (Ânthraks: Eski Yun. Karbon, kömür), “Aίθήρ” (Âîthîr, Ethir: Esk. Yun. Eter ve Esîr: Kâinatı dolduran kesif enerjik varlık), “İç” harf olarak değerlendirilen “Alfa”nın Yunan ebcedindeki karşılığı “1”dir. Ünlü Yunan matematikçisi Efklides (Öklid), “Alfa”yı, “Aριθμός” (Ârithmôs: Rakam) kavramını “A-ριθμός” (A-Ritmi) olarak idrak ettiğini belirtir. “A” başaşağı olarak “V” biçiminde yazıldığında öküz başını hatırlatmaktadır. Bunu ilk olarak Fenikeliler’in vurguladığı biliniyor. “Alfa”nın bütünleştiği kavram olan “Avθρωπος” (Anthropos: İnsan) kelimesi “Dik durarak göğe bakan varlık” mânâsına gelmektedir. (Aναθρών ã õπωπε: Ânathrôn â ôpope).

***

Veeee! Dehr ya da Ân…

Evet usta, “Dimiurgos” yani “Müessir”, çekicini “Ân”ın (bölünmez Zaman’ın) üstüne vuran. Elitis’in dediği gibi, “Allah’ın benim ilk Usta’m“. O Ân’a “Yekpâre Ân” (Tekparça, bölünmez Ân) diyoruz ve “El’ân kemâkan” yani “Ân o Ân’dır”. (Hâl-i hazırda da öyledir). Olan olmuş, taş suya düşmüştür. Geçmiş, bugün ve gelecek dediğin şey, dibe çoktan varan taşın suyun yüzünde oluşturduğu dalgalar ve dairelerdir. Ân’da “distorsiyon” (iniş-çıkış) yoktur, distorsiyonlu olan göreli-izafî zaman’dır. O hiçbir yerde sabit değildir, her yerde değişir, sapar, hızlanır, yavaşlar ama asla sabit durmaz, çünkü Kâinat’ta sabit referans yoktur. (Işık Hızı vardır diyenleri duyar gibi oluyorum ve gülüyorum.) Evet, “Dehr’e küfretmeyin çünkü o Allah’tır” diyen haklı…

 

Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR