Traji-Komedya, Karikatür ve İnkılâb

I.

Durmaksızın ayaklarının altından kayıveren bir mekânda mutlaka muvazenesini sağlamak, etrafında dolananlara ve zemini çevreleyen sınır maniasına çarpmamak, üstelik bunu başarmak için gözleriyle sürekli çevresini kollarken hep ama hep ilerlemek zorunda olan bir buz patencisinin yaptığını, sadece buz üzerinde değil; çakıl, çukur, çöl, bataklık, göl… gibi binbir engeli aşarak gerçekleştirmek zorunda olan insanın tragedyası!…

Bu aynı zamanda, farklı zeminlerde farklı yalpalayış, düşüp kalkış veya kalkamayışlardan ibaret kalmayıp, aynı zeminde bile binbir türlü eğilip bükülen, düşen, kalkan veya kalkamayan insanlığın komedyası değil midir?… Kendisi de aynı engellerle boğuşan hassas insanın, kimi zaman kendine ve kimi zaman da dışına bakarken; ağlamak, gülmek, ağlamakla gülmek arası veya hem ağlamak, hem gülmek gibi bir tavır takınmasına yolaçan bir manzara, bir serüven, bir traji-komedya!… Ebediyet ve ölüm arasında muhkem bir jilet sırtında tüm bu zıtlıkları, çelişmeleri, oluşları ve olamayışları muhteşem bir kozmos halinde kendinde bütünlemek borcundaki insan için varolan ilahi komedya!… Hayatın ihtilâlciliği bağlamında ayağının altında bozulan dengeleri, idealindeki sistem doğrultusunda tanzim etmek, yeni dengelere sürmek durumundaki savşçı: “İhtilâlci/İnkılâpçı”… Bulunduğu coğrafyanın şartlarına göre bazen fikirci, bazen sanatçı, bazen eylemci, bazen legal, bazen illegal veya birkaçı veya hepsi… Şu platformdan bu platforma ne kadar eğilip bükülse de, gözleri gayesine mıhlı dimdik bir gerilla!… Bir trajik kahraman!… Ve… Kaostan kozmosa veya kozmostan kaosa bu ara yerde çelişmeleri yakalayıp kaydeden bir nakkaş misyonuyla karikatürist ve onun sanatı!… Yerleşik dengeleri bozan ve harabeler üzerinde binasını kuran “ihtilâlci/inkılâpçı”nın aynı zamanda karikatürist oluşu bir yana, bir sanat dalı olarak karikatürü kullanan militan sanatçı… Sanatıyla, toplumsal alternatifini hayata geçirme yolunda muhatabı veya hasmı olan şahıs ve zümreleri kendi safına çeken veya pasifize eden veya nötralize eden veya yokeden karikatürist!…

II.

Eski Yunan filozofu Heraklit’in, insanın mahkûm olduğu bu tragedya karşısındaki tavrı, çevresinde yeralan insanların kaygılarına, ümitlerine, didinmelerine, hayat ve hareket tarzlarına hemen ner bakışında ağlamak, öfkelenmek ve üzülmekken, bir diğer Eski Yunan filozofu Demokrit aynı manzara karşısında kendisini gülmekten alamazmış. Fakat bu gülüş, genel itibariyle komik olan çoğu şeyin bizde uyandırdığı tesirin ifadesi bir gülüş değil, insanoğlunun acemiliğine, acizliğine, budalaca ve akılsızca tavırlarına üstten, bilgece bir bakışın ifadesi olan gülüş olmak gerek… Nitekim “Ak zambaklar Ülkesi Finlandiya’da” kitabının yazarı Grigoriy Petrov, Demokrit’in gülmesiyle Rönesans’ın büyük İtalyan sanatkârı Leonardo da Vinci’nin, başta, ünlü Mona Lisa(Gioconda) tablosunda göze çarpan ve eseri benzersiz kılan o esrarlı tebessümden başka, diğer eserlerinde yeralan figürlerde de sezilebilecek olan aynı “büyüleyici” tebessüm arasında alâkaya değer bir bağlantı kurmaktadır. Petrov devamla, aynı çağın bir başka büyük İtalyan sanatkârı Michelangelo’nun eserlerindeyse Heraklit’in kızgınlık, üzüntü ve kırgınlık tavrına benzer bir ifade gözlendiğine dikkat çeker. Bu filozof ve sanatkârlardan başka, benzer hassasiyet taşıyan diğerleri de, tüm bu görünüş aykırılıklarına rağmen aynı aslı işaret etmektedirler sanırız: İnsanlığın traji komedyası veya ilahi komedya!… İşte tam burada, belirtilen kargaşanın üstünde, fakat onu da kullanan veya kullanması gereken, böylelikle maddî, ruhî ve âlem şümul ahengin zirvesine yol arayan üstün sanat çabası karşımıza çıkar. Esasta bu, Allah’a ve O’nun mutlak nizamına pencere açma veya kabulden sonra o nizamın tecelligâhı olma çabası değil midir?…

Yaşadığı ortamdaki kargaşanın içine ve dışına attığı ağla sarmalanmışken; mutlak bir kurtuluş olmasa da bu ağdan sanki sihirli bir elin yardımıyla sıyrılıvermenin heyecanını ve şevkini tattıran sanat… Hürriyeti hissedişin azamî sınırlarını zorlamanın eşiğindeki sanat… Sanatçının muhatap veya zıddını işaretlemesi yönünden muhtaç olduğu çirkinlik kötülük, yanlışlık, eksiklik, uyumsuzluk… karşısındaki tavrının eserindeki mânâsını kavramak şart!…

III.

İkinci binin yenileyicisi İmam-ı Rabbani(K.S.) şöyle buyuruyor: “Evet… Sırf hayır olan bir mânâ, sırf şer olan bir şeyi davet eder; şundan ki: Hayırlı olmanın hakikati zâhir olup meydana çıksın… Sonra… Eşya, ancak, zıdları ile açıklanabilir. Hayır ve kemâl, hazır oldukları zaman; şer ve noksanlık, karşısından ayrılmaz olur. Şu mânâda açıktır: Güzellik ve cemal elbette ayna ister. Ayna ise… ancak bir şeyin karşısında olmalıdır. Şu mânâda hiçbir şüphe yoktur: Şer, hayrın aynasıdır; noksanlık dahi kemâlin aynasıdır; karşısında durur. Noksanlık azalınca, kemâl artar; şer azalınca da hayır bollaşır. Asıl şaşılacak mânâ şudur: Bu kötüleme, övme mânâsının yüzünden açıldığı zaman; şer ve noksanlık hayra ve kemâle mahal olur. (………………) Anlatılan şerden ve noksandan murad, onlara karşı ilmî bir zevke sahip olmaktır; onlarla sıfatlanmak değildir. İşbu ilmin sahibidir ki, Yüce ve Mukaddes Allah’ın ahlâkı ile ahlâklı olmuştur. Aynı zamanda anlatılan ilim: Sözü edilen ahlâka sahip olmanın bir neticesidir. Kendilerinde bu iki hale karşı, ilmî bir ilgiden gayrı, birşey olmayınca, bu makamda nasıl bir yeri olabilir?. Kaldı ki bu ilim, ancak, katıksız hayrı, tam olarak müşahede sonunda gelir. Bu müşahedeninyanında, başka herşey, şer olarak görünür. Bu müşahede ise… ancak mutmainne nefis, kendi makamına nüzul ettikten sonra olabilir. Anlatılan mânânın olması için, bazı şeyler gerekir. Şunu hemen açıkça anlatalım: Bir kul, nefsanî hazzını atmadıkça, onun hazzını yere vurmadıkça, hâlen anlatılan mertebeye eremez.” (İmam-ı Rabbani. MEKTÛBÂT. Mektup 9. sh:58-59. Çile yay.)

IV.

Anti-komünist Rus film yönetmeni Andrey Tarkovski, “Mühürlenmiş Zaman” isimli önemli eserinin 44. sayfasında şunları yazıyor: “Burada güzele ulaşmaktan söz ederken, yani ideale özlemden doğan sanatın hedefinin işte bu ideal olduğunu söylerken, amacım asla, sanatın dünyevî “pislikten” kaçınması gerektiğini vurgulamak değildir… Aksine, sanatsal görüntü daima, birinin yerine ötekini, büyüğün yerine küçüğü geçiren göstergedir. Canlıdan söz etmek isteyen sanatçı ölüden bahseder, sonsuz hakkında konuşabilmek için sınırlı olanı sunar. Bir yedek! Sonsuzu maddeleştirmek mümkün değildir, ancak onun yanılsaması, görüntüsü yaratılabilir. Çirkin, nasıl güzelin içinde varsa, güzel de çirkinin içinde vardır. Hayat, bu saçmalığa varan muazzam çelişkinin içine gömülmüştür ve bu çelişki sanatta aynı zamanda hem uyumlu, hem de dramatik bir birlik olarak belirir. Herşeyin birbirine yakın olduğu, herşeyin içiçe geçtiği bu bütünlüğü algılamak ise ancak görüntüyle mümkündür.”

Soyut resmin babası kabul edilen Wassily Kandisky “Sanatta Manevîlik Üzerine” isimli eserinde şöyle diyor: “Bizim armonimiz, bütün çağlarda sanatın en önemli kanunu olan kontrastlar(zıtlıklar) kanunu üzerine kuruludur.”

“Hayat ölümü içerebilir, ama (tek başına-H.S.) ölüm hayatı içermez.” diyen İngiliz sanat eleştirmeni John Berger’in ifadelerindeki hayatı inkılapla, ölümüyse ihtilâlle alâkalandırırsak, yıkarken yapan ihtilâlcinin mantığını ve sanatkârlığını kavramış oluruz. Öyleyse karikatür: Karikatürün sanat yelpazesindeki yeri ve değeri nedir? Herşeyden önce o, insana has yönüyle vurguladığı çelişki, acz, acemilik, zaaf, uyumsuzluk, statiklik ve çirkinlikleri ele alır, onlardan doğar. Bu olumsuzlukların barındırdığı KOMİK unsurunun, karikatür sanatının teknik yönü olan çizgi deformasyonuyla bütünleşmesi neticesindeyse etkili bir sanat eseri olan karikatür oluşur. Etkili diyoruz; çünkü, komik hissinin cezbedici ve çarpıcı yönüyle bütünleşmiş bir karikatür, çoğu kişinin muhatap olmasına rağmen mânâ ve değerini kavrayamadığı bir “çirkin” üzerinde dikkatleri odaklaştırır. Çirkin bu vasfıyla, fakat estetik bir form içinde teşhir ederken, zıddı olan güzelliği de aynı anda övücü bir niteliğe sahiptir karikatür. Bu güzellik; toplum hayatındaki veya toplum karşısında ferdî çelişkilerden doğan karikatürün çıkış kaynağına denk bir biçimde, yine toplumsal alternatifler içeren üstün bir ahlâkî tavır olmalıdır diyebiliriz. Buna ne derece ulaşılabilir veya nasıl bir sanatçı formasyonu gerektirir, ayrı mesele. Alternatif bir yana; realiteyi tesbit de başlıbaşına önemli bir fayda mevzuudur

Bazıları için geçerli olmakla birlikte, genelleştirilerek derin bir yanılgıya düşülen nokta şudur: Eğer sanatçı çirkin, hatta iğrenilecek bir figür veya konuyu ele almışsa, bu onun ruhî bir bozukluğunun, kimbilir belki de deliliğinin bir belirtisi sayılmalıdır(!)… Bu kanaate varırken gözardı edilen husus, çirkinliği kutsamakla, güneş karanlıkta kalmış bir pisliği teşhir ederken nasıl pislenmiyorsa, çirkini de böylesine bir tutumla ele almanın birbiriyle karıştırılmaması gerektiğidir. Sık sık ahmak ve budala tipleri canlandıran Şarlo’yu, iğrenç ve korkunç insan tasvirleri yapan Goya’yı, insan ruhiyatındaki kimi sapmaları eserlerine konu edinen Dostoyevski’yi ve diğerlerini, bahsettiğimiz doğrultuda değerlendirmek ve büyüklüklerinin önemli bir yönünü de burada aramak gerekir. İspanyol ressam Francisco de Goya vesilesiyle resim ve karikatür arasındaki bağlantı ve ayrılığı belirlemeye çalışalım. Bu konuda Ocak 1989’da ölen bir diğer İspanyol ressam -gerçeküstücülüğün en önemli temsilcilerinden kabul edilir- Salvador Dali’nin Goya’ya dair söylediklerine kulak verelim: “- Goya’nın karikatüre fazlasıyla eğilimli olduğunu düşünüyorum ve bir sanat yapıtında karikatür egemenleşirse, onun bütün zaafları ortaya çıktı demektir.”

(GERGEDAN, Gerçeküstücülük Özel Sayısı, Ağustos 1987, sh:84).

Dali’nin değerlendirmesini yorumlamadan önce, karikatürün başlıca iki vasfını işaretlemek gerek:”Komik” ve “deformasyon”… Bu arada, buradaki “komik” unsurunun belli derecelerde bir eleştiriyi de beraberinde taşıdığını unutmamak gerek. Karikatürist, realiteden edindiği “komik” intibaını seyircisine de yansıtmak zorunda olduğundan, bunu -günümüzde- en iyi şekilde gerçekleştirebilecek olan deforme şekillerden yararlanma yoluna gider. Çünkü, optik realizme paralel bir figür anlayışı karikatürdeki canlılığı, komikliği, cazibeyi öldürecek, onu belki de en fazla bir belgesel, bir döküman haline sokacaktır. Fakat, figürlerdeki deformasyon, mânânın kendine uygun kalıpta tecellisi gibi, verilmek istenen mesajı en başarılı bir biçimde yansıtacaktır.

Resim sanatına gelince, onda karikatür gibi sadece aykırılık veya eleştiri gözlenmez. O resimlendirdiği temayı kutsayabilir de. Kısacası o, karikatür gibi her zaman zıddıyla gerçekleştiriciliğe mahkûm değildir demek mümkün. Hem legal hem de illegal cepheleri olan bir gerilla savaşından örnek verirsek, bu savaştaki gerilla liderinin portresi gerek optik realist bir anlayışla ve gerekse stilize edilerek işlenebilirse de, hemen hiçbir zaman bir karikatür elemanı haline getirilemez. Propagandif ve ajitatif bir sanat olarak karikatür, ustası elinde korkunç bir silaha dönüşebilir. Öyle ki, esprinin oturduğu bir karikatürün hedefi haline gelmiş bir kişi, kurum, zümre veya anlayış, o karikatürü görüp etkilenenler tarafından -belki farkında bile olunmadan- hep karikatürdeki komik ve zaafa bürülü pozisyonlarıyla birlikte hatırlanagelecektir. Bu bir imaj, fakat yıkılması çoğu zaman güç bir imajdır ki, Türkiye’deki müslümanlara T.C. devrinde yakıştırılan müslüman tiplemesi, müslümanların sandığından çok daha fazla yerleşik ve etkilidir. Asıl hayret verici ve üzücü olan husus, kimi müslümanların T.C.’nin karikatürize ettiği tipe seve seve bürünebilmeleri ve bu hâlleriyle Allah’a, Peygamber’e, İslâm’a sövdürme cinayetini İslâmî örnek davet metodu vehmetmeleridir. Müzmin traji-komedyamız!

Anlaşılacağı üzere karikatür, tam anlamıyla ihtilâlci bir sanat olup, aslında karikatürize ediş; fikir, fiil ve sanat sahalarında bir gerillanın en vazgeçilmez silahıdır. Birbirine zıt anlayışlar karşılıklı olarak karikatürize edişle haklılıklarını ispata çalışır ki, bu, objedeki komikliğin izafî ve dayanılan dünya görüşüne göre oluşu gerçeğine götürür. Karikatürle resim arasındaki temel ayrılık noktalarından biri de, meselâ modern sanatta figürsüz (non-figüratif) resim sözkonusu olduğu halde, karikatürün hemen daima figürlü (figüratif) oluşudur. Kumandanımızdan bir iktibas: “Sırası gelmişken ilâve edilmelidir ki, resim, heykel gibi sanatlar arasında cemiyete karşı aktif ve müessir olmak bakımından, karikatür en başta gelir… Bir karikatürdeki sirayet edici heyecan ve tesir, hiçbir tabloda bulunamaz!.. (Şiir ve Sanat Hikemiyatı, S. Mirzabeyoğlu, Sh.194)

Dali’nin Goya hakkındaki eleştirisine dönersek, daha en başta resim ve karikatür arasına bir sınır çizgisi çekme zorunluluğu karşımıza çıkar ki, bunun için de resmin karikatür gibi -içerdiği “eleştiri” unsuru itibariyle- tek yönlü olmadığını unutmamız gerekir. Anlaşılacağı gibi resim, karikatürün fonksiyonuna yakın bir yerde görülebilir; bir noktaya kadar resimde de “komik” ve “eleştiri” unsuru sözkonusu olabilir, fakat bu hiçbir zaman resmin temel fonksiyonu olamaz. Bir tarafı kayalık, öbür tarafıysa ağaçlık olan bir dağın her iki yamacında da birer kişinin durmuş olduğunu farzedelim. Dağın zirvesinden iki yana açılan bir hat, bu iki kişi için de sınır veya ufuktur. Fakat bu iki kişi zirveye tırmandıklarında ufuk veya sınır çizgisi kaybolmuştur. Bunun gibi, resimle karikatürün içiçe geçebileceği bir mıntıka bulunuyor olsa da, eğilimleri ve mahiyetleri itbariyle iki farklı sanat dalıdır. Dali de zaten Goya’yı, resmini kısıtlı bir alana yöneltmesinden dolayı suçlamaktadır sanırız. Yine de bu kısıtlılığın, resmin kendi alanı için geçerli olduğunu gözden uzak tutmamak şart!…

Karikatüristin içinde yaşadığı toplumda, hatta dünyadaki misyonuna dair söylenmesi gereken, onun, unsuru olduğu toplumu yabancı ve nizamı bozucu tesirlerden korumaya ve çirkinliklerin düzeltilmesi için onları teşhir etmeye memur bir inzibat mükellefiyeti altında olduğudur. Bunun içindir ki, toplum varolduğu sürece karikatür de varolacaktır veya varolmalıdır.

Karikatürün özünü gösterici en güzel değerlendirmeyi sunarak bahsi şimdilik noktalayalım:

“Şair – Konuşmamıza son vermeden önce, pek ince bir noktaya temas etmek istiyorum… Şu: “Eyvah!” nidasındaki olağandışılıktan “nükte” ye, “resim” in, taslak, hile ve büyü mânâsındaki, ruha “ifade” olmak bakımından sır saklayan maske anlamına kadar bir intiba, bir imâj var kafamızda… Biliyorsunuz, Allah’ın hadiselere istihza tavrı vermesine, buna “mekr-i ilâhî” derler; dilediğini dilediği gibi işleyen Allah… Ve mânâlar suretlerde akar ve açık olurken, gizlenir bir bakıma… Böyle bir intibaın, akışkan ve deforme şekillerde, o nükteden bir işaretle görünmesi…

İşte karikatür!…. ” (Şiir ve Sanat Hikemiyatı, S. Mirzabeyoğlu, Sh.194)

KAYNAK: Karar Dergisi, 1988

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!