Allahû Teâlâ, Tevbe Sûre’sinde Sevgilisine buyurmuştur ki: «Kâfirler ve münafıklarla uğraş ve onlara karşı sert davran.» Bunun niçini malûm, nasılı üzerine kafa patlatmak lâzım ve yine nasılı üzerine strateji-eylem ve hedef sahibi olmak lâzım… Yazımız, inanıyoruz ki, bu çerçevede “antiemperyalist” kurtuluşçuluğa inanmış ve “taş atmak” marifeti ile kendine kaynak oluşturma kültürüne erişmiş bir topluluğa, “atılan-atılacak taşın” gayesinin ve hedefinin ne olması gerektiği mevzuunda bilgilendirici olacaktır.
Taş; toprak hammaddeli, yağmurla-rüzgârla-güneşle birlikte pişmiş-olgunlaşmış, fazlalıkları alınmış sertleşmiş cisim… Korunma tedbirli ilk araç ve yerden kapılan ilk nesne…
Taşlamak ise kınamak, taş denilen cismi fırlatmak, atmak… Şeytanı taşlamak, zâniyi taşlamak, köpek-kurt vb. yaratıkların tehlikesinden emin olmak için yerden aldığımız “taş” ı fırlatmak…
Yahudi, her devrin haini. Her devrin nifak ve zillet temsili. Her devrin madde ve mânâ tefecisi ve dolandırıcısı… Türlü kılık ve şekilde; solcu derseniz olur, travesti derseniz olur, homoseksüel derseniz o da olur, liberalist, faşist, başka din mensubu radikal biri vs. her şey olur. Yahudi kendi dini ve ideali için her şeyi meşru bilir. Yahudi zulmünü başımıza “Batılılaşma-uygarlaşma” ve demokrasi şaklabanlığı ile örenler ve bu şaklabanlığı zaman zaman müslümanlık kılıfı ile yürütenler, Yahudi’nin önündeki taş duvarlar, kalın surlar hükmünde… Bunlar; ilki Kanunî döneminde olmak üzere, habersiz ve şuursuz atılan tohumun 19. asırda, ihanet zümreleri hâlinde; Jöntürk, İttihat ve Terakki, Sabataist, Mason ve Batıcı-laik kadro hâlinde görünenleridir…
Büyük Doğu Mimarı Üstad Necib Fazıl, yahudiyi anlattığı bir yazısında meşhur Amerikalı milyarder Ford’un bir cümlesi ile şöyle der: “Yahudi, iki türlü çalışır; ya doğrudan doğruya o rejimleri yıkmak yahut neticede kendi kavim hâkimiyetini kurmak için yeni rejimler tesis etmek… İngiliz, Fransız ve Amerikalıların tetkiklerine göre, Yahudi faaliyetlerinin ikinci şeklini idare eden ruhlar, daima Yahudi köklerindendir. Mutlaka kavramak lazımdır ki, Yahudi kendi ruhunda ve kendi ruhuna müsait olmayan her hükümet sisteminden nefret eder.”
DERİN DEVLET
“Derin Devlet”; aslında bu tabir, asparagas bir tabirdir. Bunun aslı devlete sızmış, devleti işgal etmiş “derin örgüt-yapı” olmalıdır… Osmanlı Devlet-i Âli’si, 1908 itibari ile, o günden bugüne bilfiil işgal altındadır ve bu işgal, her geçen gün güçlendirilen, dalbudak yaygınlaştırılan bu derin yapı ile kalıcılaştırılmış ve görünmezleştirilmiştir. Bugün medyatik mânâda “halkın aklı gözünde” ya, kilit noktalarda bulunan ve göze hitab eden bürokrasi, askerî ve siyasî bazı tiplerden, Türk veya Türk’ü andıran ad ve soyada sahib kişilerden oluşturulmuştur. Önceki yazılarımda bahsettim, bir daha bahsetmekte zarar yok ve hattâ bin defa bahsedilse yeridir. Yeter ki Anadolu insanı uyanık olsun, unutmasın:
«31 Mart vakası… Osmanlı Şeriat Devletinin başkenti İstanbul’da “Şeriat isteriz. Gâvurluğa geçit vermeyiz!” gibi sırıtan sloganlarla ve yeşil sancaklı isyancılar… İsyan edenlerin birçoğunun kimliği o gün için meçhul; sonrasında sabataist dönmelerden, Ermenilerden, İttihat ve Terakki Partisi’nin komitacılarından müteşekkil çapulcu sürüsü… İsyanın hedefi II. Abdulhamit Han… Yahudi ağzı ile ilk “irtica” isyanını bastırmak üzere Selanik’ten yola çıkan Harekât ordusunda; o zaman Kurmay Başkanı olarak Yüzbaşı Mustafa Kemal ve İttihat Terakkici sonra ise Millici ve Cumhuriyetçi olacak Yüzbaşı Kazım (Karabekir) ve Yüzbaşı İsmet (İnönü) de var. Ve yine aynı ordunun içinde Bulgar, Arnavut ve Manastır çeteleri yanında; 2. Fırka komutanı Albay Kazım Beyin komutasında 750 kişilik tamamen Selanik Yahudilerinden oluşan gönüllü Musevi taburu da var… Kambersiz düğün olmaz misali Bursa’da Celal (Bayar) komutasında gönüllü bir birlik de yine İstanbul’da…» Dikkat ederseniz bu isimler, 1920 itibari ile kurulan TC kurucuları, idarecileri, yöneticileri…
Osmanlı sonrası Ortadoğu’da en güçlü etkiye sahib olan ve bölgeyi yapılandıran ve Türkiye’deki devleti ve derin devleti inşa eden İngiltere’dir. Yahudi, o gün için sadece güçlü lobi faaliyetleri yürütüyor; Avrupa’da çeşitli adlar atında Osmanlı Devleti’ne karşı örgütlenen farklı etnik grublara sızarak, onlarla diyalog içerisine girerek, onları Osmanlı’ya karşı kışkırtma, suikast tertib etme gibi işlerinde maddî manevî bilfiil yardımda bulunarak içindeki kini gösteriyordu. Bu sebeble de Milletler Cemiyeti’nin en müessir mensubu olan İngilizlerin kuyruğundan hiç ayrılmıyordu. Varolan Osmanlı Devleti’ni, yine aynı Türk’e feshettirip, mikro-milliyetçi mantıkla “Türk’ü sadece Anadolu’ya hapsettirecek” Türkiye’nin kuruluşuna önayak olan da yine bizzat Yahudi’dir. Bu hususta Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda rolü olan iki Yahudi’yi anmakta fayda var. Bunlardan ilki, Atatürk‘ün sağ kolu Tekin Alp (Mois Kohen)… Bu yahudi aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin teorisyenleri arasındadır. Bir diğeri Hayim Nahum… Bu yahudi, İsmet İnönü’nün dava arkadaşı, Lozan’da Cumhuriyetçi kadroyu savunma adına Avrupa’da lobi faaliyetlerine giren iblistir…
Diğer taraftan, yeni devletin kurucuları, yahudilerin Avrupa’daki nüfuzlarından yararlanmak amacıyla Türkiye’deki yahudi azınlığın ileri gelenlerinden birçoğunu devlet içinde önemli mevkilere getirmiş, birçoğu mal mülk sahibi kılınarak özellikle zengin edilmiş ve kurucu güçten farklı ve fazla olarak kendilerine özel bazı imtiyazlar tanınmıştır.
Türk’ün yönetmediği bir Türk Devletinin inşası bu şartlarda ve bu istikamette gelişmiş ve yine aynı Türk, bölgesindeki Arab’la, Kürd’le, kendi ırkdaşı Alevî ile, Çerkes ile kavgalı ve problemli hâle getirilmiştir. Fitne ve fesat kaynağı yahudi, Anadolu insanına karşı içinde beslediği kini üçbeş menfaatperest, üçbeş makamperest komitacı ile Dersim’de, Diyarbakır’da, Musul’da, İzmir’de kusmuştur.
SOYADI KANUNU VE İŞGAL
1924 mübadelesini bilirsiniz. O dönem ülkeye gelen 1,5 milyon dolayında insanın 20.000’i sabetaycıdır ve bu insanlar diğer mübadiller gibi Anadolu’nun çeşitli yerlerine yerleştirilir. Ancak durum bundan ibaret kalmaz; soyadı kanunu çıkarılır ve herkes yeni ad ve soyadı ile tanınmaya başlar. 20. yüzyılda Türkiye’den başka hiçbir ülke bu kadar fazla yeni insan ismi üretmemiştir. Siyonist-Batı bu kanunla bir taşla iki kuş vurmuş, bir yandan kendi işbirlikçilerini görünmezleştirmiş, diğer yandan da köklü Türk, Kürt, Arab aşiretlerini, ailelerini paramparça etmiş, bölmüştür. O sabataistler şimdi nerde? Okumaya devam o zaman.
Lozan antlaşması Anadolu insanı için bir hezimetse yahudi için bir zaferdir. Hattâ denilebilir ki, Osmanlı’nın yerine inşa edilen devlet, yahudilerin ilk devletidir. Yahudilerin ilk toplu göçleri, şimdiki İsrail’in olduğu bölgeye değil, Anadolu’ya; İstanbul’a, İzmir’e, Aydın ve Mersin’e olmuştur. Lozan’dan önce faal olan azınlıklar Rumlar ve Ermeniler iken, Lozan’dan sonra devredışı kalan bu azınlıkların yerini yahudiler almıştır. Türkiye ile Yunanistan arasında 1924’te cereyan eden mübadele sonucu 20 bin Selanik dönmesi ile Türkiye’deki yahudi nüfusu azımsanmayacak bir rakama ulaşmıştır. Bunlar Anadolu’ya geldiklerinde, Osmanlı’nın eğitimli aydınlarının, güçlü ticarî varlıkları olan şahıslarının, askerî veya siyasî liderlerinin birçoğu 1911 Trablusgarb, 1912 Balkan ve ardından gelişen I. Dünya ve Kurtuluş savaşlarında zaten ölmüş, yaralanmış veya varlıklarını ve güçlerini kaybedip, yorgun düşmüşlerdi. İşte bu boşluklar, eğitimli, dil bilen ve zenginleşme hırs ve arzusu içerisinde yanıp tutuşan Selanikli dönmeler ve İstanbullu yahudiler tarafından dolduruldu. “Boğazdaki Aşiret” tesbiti bu dönmelerin durumunu en iyi izah eden tesbittir.
Devlet-i Âli Osmaniye’nin yürütme ve yasama organlarının bir grub ecnebi azgın azınlık tarafından ele geçirildiği 1908’den itibaren, Türkçü ve İttihatçı zarfı altında devletin içinde gizli, gayrı millî, Batıcı ve yahudici İslâm ve Türk düşmanı karanlık örgütler, infaz ekipleri, provokasyon merkezleri kurulur. Bunlar bizzat milletimizi ve medeniyetimizi hedef alan eylemlere, uygulamalara, inkılâb adı altında şaklabanlıklara ve millî şuurumuzu zedeleyen, ruh iklimimizi parçalayan ve geçmişimizle, tarihimizle, değerlerimizle bağımızı koparan işlere imza atarlar. Bugün inkâr edilemeyen bir hakikattir ki, Cumhuriyetin kurucuları da dâhil olmak üzere, aydınları, bürokratları ve siyasîleri, Batı ve İsrail ile içiçe, sarmaşdolaştırlar. Mevcut bütün kurumların üst mütevellilerinde, yönetim merkezlerinde, idare heyetinde bulunanların neredeyse tamamı Batı ve İsrail güdümündeki örgütlere üyedirler.
İşgal ve işgalciliğin örgütlenmesinde Batı ve yahudi’den sonra en müessir örgüt olan Masonlardan birkaçını ifade etmek, mevzuumuzu daha anlaşılır kılacaktır.
Enver Paşa dışındaki hemen bütün İttihat ve Terakki yöneticilerinin mason localarına üye olduklarına ve bunların birçoğunun yeni devletin kurucuları arasında yer aldığına ayrıca dikkat etmek gerekir. Yine Cumhuriyet’in ilk yıllarında Doktor Besim Ömer Paşa, Servet Yesari Bey, Doktor Fikret Takiyeddin Bey, Edip Servet gibi önde gelen aydınların kanunî çalışan Türk Mason Cemiyeti’nde büyük üstadlık yaptıkları, ayrıca Türk Yükselme Cemiyeti adlı başka bir mason örgütünün de faal olduğu bilinmektedir. Çeşitli kaynaklar Cumhuriyet’in önde gelen yöneticilerinin mason örgütleriyle ilişkili olduğunu, Atatürk‘e de mason örgütlerine girmesi için teklifler götürüldüğünü, ama onun bu teklifleri geri çevirdiğini belirtmektedir [Türk Tarih Kurumu’nun geçmişte bastığı İngiliz belgeleri ise çok daha “farklı” şeyler söylemektedir]. Yine Atatürk’ün yakın çevresinden Mim Kemal Öke’nin büyük üstad olduğu, İçişleri Bakanı’nın bizzat mason olduğu vs. bilinmeyen şeyler değildir.
Günümüzde mason sayısı ve locası ne kadardır? 2000 yılı itibari ile, Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Büyük Üstadı Sahir Talat Akev’in yaptığı açıklamaya göre 8 şehirde 160 loca ve 12000 mason bulunmaktadır. Yalnız masonlar artık eski kalitede değil, şimdilerde ucuz dernek numaraları ile birçoğu kapkaççı, dolandırıcı, ahlâksız kimselerden müteşekkildir veya makam ve para hırsı olanların uğrak yeri olmuştur. Yine de Masonlar, en aşağılık ve iğrenç katliamların mimarları olarak, dalavere dolu siyasetlerini hâla yürütebilecek kadar tesirlidirler. AKP’nin, MHP’nin, PKK’nın, BDP’nin liderlikleri hangi mevkîde olursa olsun, etraflarındaki askerî, siyasî ve bürokratik kuşatmada, onların da nasıl yahudi ile içli dışlı oldukları, masonik kulüplerin komuta ve yürütmesinde hareket eden şahsî “dost!”larının etkisinde kalarak aynı mihrakların nasıl kuklası oldukları açıktır. Misâl, Kürt halkının en büyük düşmanı İsrail’e (ki Kürdistan’ı Arz-ı Mev’ud ilan eden İsrail’dir, Türkiye değil; ve yine GAP’a göz koyan da ABD ve İsrail ikilisidir) ve Kürtlerin aleyhine belki onlarca suikast-komplo düzenlemiş mason kulüplerine karşı PKK’nın tek bir eylemi, tek bir protestosu, tek bir tavrı var mıdır? BDP, Laik-Batıcı Türkleri kınarken, kendisi aynı mihrakların kuklası olmak için neden yarışır? CHP’yi hak getire, içlerinde mason olmayan biri varsa beri gelsin…
DERİN YAPININ DÖNÜŞMESİ
Geçmişten günümüze bu yapılar, millî duyguları istismar edilmiş figüranlar üzerinden millete karşı, İslâm’a karşı, millî iradeye karşı faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Millî duyguları güçlü, ama akılları kıt, beyin faaliyetleri zayıf, fikirsizlik hastalığına düçar olmuş kimseler alınır ve ‘devlet hizmeti’, ‘özel görev’, ‘Türklüğü kurtarmak’, ‘vatanseverlik’, ‘vatan-millet tehlikede’, ‘Komünistler’, ‘Faşistler’ vs. Denerek, bunlara karışık, karanlık, kanlı eylemler yaptırtılır, cinayetler işletilir, provokasyonlar yaptırtılır. 1908’den beri millî iradeyi bloke etmeyi hedefleyen Batı güdümündeki ecnebî-sabataycı kesimler bir çok kurumu kendileri için steril mevkîye getirmeyi hedeflediler ve bunda da doğrusu başarısız oldukları söylenemez. Nihayetinde ele geçirilen-işgal edilen birçok kurum, Türkiye’deki derin yapının kurum çapında icra organları olmuşlardır.
Başta silahlı güçler olmak üzere, asrın başında, devletin önemli kurumları milleti korumak değil, “kontrol etmek”, “gütmek” ve “terbiye etmek” üzere yapılandırılmıştır. Tek Parti dönemi boyunca milletin kontrolü sivil-askerî bütün devlet birimlerinin işbirliğiyle sağlanırken, Demokrat Parti iktidarından sonra sivil bürokraside ve siyasette millet lehine değişiklikler olunca, yani sivil alan tam kontrol edilemeyince, derin ecnebî yapılar daha örtülü ve kamufleli hâle getirilmiş ve toplumu yönlendiren ve milleti kontrol eden unsurlar silahlı güçler içine yerleştirilmiştir. Devlet ve toplum Batıcı ve yahudici çizgiden her kaydığında, 1952 yılında ABD’nin isteği doğrultusunda kurulan Millî Avcı Birlikleri, Seferberlik Tetkik Kurulu-Özel Harb Dairesi-Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın katkıları ve askerî müdahalelerle yeniden istenilen çizgiye çekilmiştir. Bu dönem aynı zamanda İngiliz’in Türkiye’nin idaresini ABD’ye devrettiği ve Türkiye’nin NATO’ya girdiği, demokratikleşerek sömürülmeye devam edildiği dönemdir.
Bunların yâni Türkiye’deki ‘Müslüman’ görünümlü Yahudilerin-Sabataistlerin sayısı 100 ilâ 150 bin arasındadır. Tarih boyunca ne zaman dönme, kripto yahudiler “deşifre” olmaya başlamışsa, ardından çok büyük bir tasfiye süreci işlemeye başlamıştır. Kripto yahudiler ve Batıcılar her defasında daha yükseğe sıçramak ve yerlerini daha da sağlamlaştırmak için dün peşinde dolandıkları adamı bir ânda, beş dakika içerisinde harcayabiliyor, yağdan kıl çeker gibi operasyonlar yapabiliyor ve kendileri hâdisenin dışındaymış gibi, olan biteni kuruldukları tribünden seyredebiliyorlar. Bu ve benzeri hâdiselerden aklımıza gelenler şunlar: Mustafa Kemal ve kadrosuna, Hilafeti kaldırmak, Harf Devrimini yapmak, Anadolu insanının hayatından dini çıkarmak gibi birçok işi yaptırdıktan sonra onu tasfiye edip, İsmet İnönü ile birlikte, zaten kırıntısı kalmış Müslümanlara ve onların nezdinde İslâma saldırıyorlar. Fakat Müslümanların uyanması ile birlikte biriken İslâmcı öfkeye hedef olmamak için Demokrat Parti aracılığı ile bir daha gömlek-görüntü-kişilik değiştirerek işgale ve sömürüye devam ediyorlar.
Ancak kripto yahudiler bir kez daha deşifre olmaya ve Batıcıların çıkarları elden gitmeye başlayınca, bir daha sıçrama ve milleti terbiye altına alma operasyonu yapılıyor. 27 Mayıs 1960’ta tam bir facia yaşanır ve milleti temsil kabiliyetinde “kırıntılık” keyfiyet gösteren iktidarın ileri gelenleri, acımasızca idam edilir. İlerleyen zamanda, 12 Eylül sonrasında arkasına saklandıkları Turgut Özal da şaibeli bir şekilde tasfiye ediliyor. Bu durum 28 Şubat’a kadar sürüyor ve İslâma karşı son ve som darbe vurulmak isteniyor. Kim varsa İslâmî şuura sahib, kırmak, tam bir soykırım gerçekleştirmek istiyorlar. Fakat durum değişmişti. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Mevcut şartlar 27 Mayıs’a da, 12 Eylül’e de benzemiyordu. Karşılarında kolayca güdülecek bir topluluk ve lidersiz kalabalıklar yoktu. Çoğu kalifiye şahsiyet belirten 170 bin kişinin katline karar vermişti birtakım mahfiller. Ama daha harekete geçemeden, karşılarına “1999 Kurtuluş Yılı” şeklinde hikmeti ve kerameti yıllar sonra anlaşılacak muazzam bir gür emir çıkıyor, Mütefekkir Mirzabeyoğlu tarafından bütün dünyaya duyuruluyordu.
Bu ilânla Kripto yahudiler, dönüşmüş Batıcılar, leş hâline gelmiş Kemalistler korkularından ve şaşkınlıklarından kalakaldılar. 17 Ağustos depremi ile sarsılan yeryüzü, bir kez de Tilki Günlüğü’nde 17 Ağustos başlığı altında yazılanlar ile keramet çapında sarsılıyordu. Tasfiye çözülmeye dönmüştü. Çıkar ilişkileri biraz daha riskli bir işe girmeye sevketti kripto yahudileri, sabataist dönmeleri ve Batılılaşmış İT devamı cebheleri… Son hamle olarak, Müslümanların içine yerleştirdikleri ve uzun zamandır Hocaefendi diye yutturdukları sümüklügillerden bir yaratığı öne sürdüler. Yahudi lobisi hemen bu yaratığı ve cemaati eğitime ve terbiyeye tâbi tutup, zaman zaman test edip, geleceğe, 2000 sonrasına hazırladı. Kripto yahudiler ve Batıcılar bu camiaya iyice yerleştikten sonra, paralelinde aynı şekilde test edip yetiştirdikleri geçmişi İslâmcı! bazı kişileri AKP adıyla iktidara hazırlamaya başladılar… Bu, kripto yahudilerin ve Batıcı işgalcilerin uzun zamandır uşaklıklarını ve pis işlerini yapmış Kemalistlerin bir kısmının tasfiyesi anlamına geliyordu. Ama dünya genelindeki ekonomik çöküş, Afganistan ve Irak’tan Müslümanların lehine gelen güzel haberler, İran’ın nükleer bomba ürettiğini ilan durumuna gelmesi, açık denizlerde ABD ve İsrail’in otoritesini iyiden iyiye kaybetmesi, Türkiye’deki bu yeni dönüşümü zora soktu. Plânlanan gerçekleşmediği gibi, kuklalar kendilerine ihale edilen işi ağızlarına gözlerine bulaştırdı. Şimdilerde beklenen, Fetullahçılar ve AKP’liler çerçevesinde yeni bir tasfiyenin başlaması…
Yine dün Mustafa Kemal’i bugün Fetullah Gülen’i öne sürerek, dün Aydın Menderes’i ve kadrosunu idamlarla tasfiye ederek, bugün İBDA Mimarı’nı ve Ehli Sünnet bağlısı Müslümanları cemiyet hayatından tecrid-tasfiye ederek işgalini sürdüren kripto yahudiler ve Sabataistler, ele geçirdikleri Türkiye Cumhuriyeti’ni kimseye bırakmak istemedikleri için sürekli gömlek değiştiriyorlar. Dün ‘şeriat isterük’lü Osmanlı! kimliği, Türkçü Jöntürk kimliği, “uygar” dünyayla uyum sağlama havalarında İttihat ve Terakki Partisi kimliği, sonrasında Cumhuriyet, akabinde demokrasi ve daha fazla demokrasi kimliği; hâlen bu sonuncusuna devam etmektedirler.
Yahudi, dün kandırdığı bazı komitacılarla provokatif suikastler ve iftiralar neticesinde Müslümanları sindirir ve katliama tâbi tutarken, bugün daha örgütlü ve güçlü teşkilatlar vasıtası ile açıktan açığa milletin evlatlarını katlediyor, işkence ediyor, aynı milletin dinine, imanına, canına toplu suikastler tertib ediyor ediyor. Çünkü yahudi için, Batı için, binlerce Kürd’ün ve Türk’ün ölmesinin hiçbir anlamı yoktur, onun için önemli olan kendi çıkarlarıdır ve bu yüzden, ele geçirdiği kurumlarda her iki tarafı birbirine kışkırtıcı zulümler yapar, yaptırır ve Anadolu’da birlikte yaşayan insanların arasına kapanmaz yaralar açar. Bu arada kendi çarkını döndürmek için “yeniden yapılanmaya” girer. Daha demokratik, daha ılımlı laik, daha ılımlı İslâm!, daha hoşgörülü falan… Nereye kadar? Kendi çıkarlarına ucu dokununcaya kadar. Nitekim Marmara Gemisi’nin Gazze çıkarmasında, Pensilvanya’daki bir ‘leşin’ bir ânda kıçına acı biber değmişcesine “İsrail’i otorite ilan etmesi, Filistin Devletini yok sayması, ölen Müslümanların ölümlerine sebeb olan hâli küçük görüp aşağılaması” söz konusu olmuştur ki, bu da bizi kripto yahudileri kimler arkalarında saklıyor onun ipucunu rahatça vermektedir.
Gülen ve ekibi üzerinden TSK’ya karşı yürütülen operasyonlara bu açıdan bakıldığında; Siyonist-Batı’nın, TSK’yı kendileri açısından daha steril, daha güvenli hâle getirme planları rahatça deşifre olur. Bu, tarafların birinden birinin makbul olduğu mânâsına gelmez, aksine kontrolden çıkmış bazı kişi ve grubların Siyonist-Batı tarafından iyice terbiye edildiği anlamına gelir ki, bunun en büyük delili “Balyoz Darbe Planı” adını verdikleri ve hergün milyon kere yaygara koparıp milletin kulağının içine ettikleri bir davadan, tek bir tutuklu olmayışıdır. Görünen o ki; Gülen Hareketi üzerinden derin devlet yeniden yapılanıyor, mevcut yapı yeni ekip arkadaşları edinirken, yeni sezona uyum sağlamayanlar devre dışı bırakılıyor.
SONUÇ
Türkiye’de derin devlet yahudilerdir, sabataistlerdir, masonlardır. Bugüne kadar gelen hiçbir hükümet (buna AKP de dâhil) şimdiye kadar bu yapıların üzerine gitmemiş, gidememiştir. TSK’nın KOZMİK ODASI’na girdik diye zafer naraları atanlar, en küçük bir mason locasının kapısından içeriye polisi sokamamıştır. Buradaki derin savaşın başlangıç tarihinin 17 ve 22 Kasım 2003 tarihlerinde Mason Locaları ve Sinagogların bombalanışı olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Yapılması gereken, Yahudi’ye bu vatan toprağında hiçbir hayat hakkı tanımamak… Üstad’ın İdeolocya Örgüsü’nde “Başyücelik Emirleri” başlığı altında “Vatan Dışı” diye emir buyurdukları gibi; “Temizlenmesi gereken başlıca hain ve muzlim unsurlar, Dönmeler ve Yahudilerdir.”
Ve yine İBDA Mimarı’nın, aksiyon harikası hâlinde ifade ettiği “Gerçek bir Büyük Doğu projesi içinde, İSRAİL diye bir devlete yer yoktur.” emrine muhatab olup gereğini yerine getirerek…
Nihayet şeytan taşlama mevsimindeyiz… VE TAŞ ATAN ÇOCUKLARIN AFFEDİLDİĞİ BİR MEVSİMDEYİZ. Lâkin, taş önemli; her yere taş atılmaz… Her çocuk da taş atamaz. TAŞ DEDİĞİN, EMPERYALİZME KARŞI ATILIR, SİYONİST HAÇLIYA ATILIR. ATABİLİYOR MUSUN SEN ONU SÖYLE… Yoksa, attığın taş, taş değil; atan da şeytan taşlayıcı değil… Yüreğin yetiyorsa Siyonist-Haçlı’yı taşlayacaksın, Batıyı ve Yahudi’yi taşlayacaksın. Yoksa Siyonist-Haçlı’nın senin eline tutuşturduğu taşla özbe öz kardeşini değil… HAYDİ GENÇLER, TAŞ ATAN ÇOCUKLARIN AFFEDİLDİĞİ BİR MEVSİMDEYİZ… VAKİT, YAHUDİ TAŞLAMA VAKTİ… TAŞ ATAN KAHRAMANLARINI BEKLİYOR ANADOLU.
Aylık Dergisi, Eylül 2010