ÜSTAD NECİP FAZIL VE BÜYÜK DOĞU – 1 (Önsöz)

Bu kitabta yer alan denemelerin herbiri, konuya çeşitli perspektifler ve ideolojik formasyonlarla yaklaşan kimselerle yaptığım tartışmalardan oluşmaktadır. Göreceğiniz gibi, tartışmanın gelişine ve gelişimine göre, bazılarına ciddiyetle, bazılarına ise –ben de- alaycı cevablar vermeye çalıştım.

Bu tartışmalar 2011-2014 yıllarına yayılan 3 buçuk yıllık süre zarfında Ekşi Sözlük’te yerleyeksan rumuzuyla yayınlandı ve bilenlerin hemen hatırlayacağı üzere bir hayli popüler oldu. Daha sonra benim sözlükten atılmamla beraber internet ortamından bütünüyle silindi.

Buna rağmen bir çok genç, yıllarca bu yazıları yeniden yayınlamamı veya kendisine göndermemi taleb etmeye devam etti. Ben de her seferinde onlara bunu vâdetmeme rağmen bugüne kadar hiçbir şekilde gerçekleştiremedim. Bu kitab sayesinde bir bakıma da bu sözümü yerine getiriyorum.  

Bu kitabta kullanılan başlıklar bütünüyle bana aid değildir. Bir kısmı, hattâ çoğu, başka sözlük kullanıcıları tarafından açılmış ve benden ziyade onların fikrini yansıtmaktadır. Benim dışımda açılan bir başlığa benim dahlim, ancak onun yorumlanmasına, yani başlık altında yazılanlara ilişkindir. Başlıkların bir kısmının iç gıcıklayıcı olmasından dolayı beni kınamayınız.

Diğer taraftan Ekşi Sözlük’te genellikle ateist, yer yer din düşmanı, genellikle Batıcı ve Batılı ideolojilere inanmış bir gençlik ve aydın kesimi hâkim durumdadır. Bunun böyle olması, sözlük yönetiminin politikası gereğidir. Benim gibi inançlı kimseler orada arasıra göründüğü zaman, genellikle kendilerini büyük bir saldırı altında ve sonsuz bir polemiğin içinde bulurlar. Cevab verdikleri ölçüde de polemiğin dozu artar.

Dolayısiyle buradaki denemelerin hemen hepsi, serbest denemeler olmaktan ziyade, sözkonusu “saldırı karşısında kalmışlık” ve “polemik” üslûbu içindedir. Bunlardan bazıları, saldırının şekline ve üslûbuna göre, amiyane ifadelerin, sokak ağzının, dahası küfürlerin hâkim olduğu bir havadadır. Ben bunları kitab üslûbuna her ne kadar dönüştürmeye çalıştıysam da bir kısmını sözkonusu havayı vermesi açısından olduğu gibi bırakma gereği duydum.

Burada okuyucunun dikkat etmesi gereken, polemik konularına fon teşkil eden havanın belirleyicisi ve sorumlusu ben olmadığımdır. 

Kurtuluş İradesi’nin izhar edilişi, 1919’dur. Yurdun düşman işgâlinden kurtuluşu yolunda “ilk nefes” o tarihte verilmiş ve Büyük Doğu mücadelesi “o nefes”ten vücuda gelmiştir.

İsmi ve cismiyle toprağın altından üstüne, gün yüzüne, insanlık meydanına çıkışı ise, 1943’te… Devrin idaresi tarafından, gazetelere “Allah’tan ve ahlâktan bahsetmek yasaktır!” şeklinde fermanlar gönderildiği bir devirde…

O tarihten başlayarak Büyük Doğu, hem 1919’un gerçek mânâsını aydınlatmış, hem de o mânânın bayrağını tutacak nesillerin hamurkârlığını yapmıştır. Yurdun düşman işgâline uğramasının “sebeblerüstü hikmet plânında” mânâsı, Ulu Hakan İkinci Aldülhamid Han’ın “iç düşman” galeyanı ile azli ve tardından başka nedir ki?.. Hazret-i Yahya’nın kan bahası, 70 bin yahudinin hayat suyu kurumadıkça sükûna gelmeyen bir arz idi; haşmetli Roma, barbarların tekmeleri ucunda değil, Havarîlerin feryadları kıskacında Cehennemi boyladı; Ehl-i Beyt’e uzanan eller, belki de olanca yoksunluklarımızın kanayan yarası.

İslâm inancına göre, bir insana haksızlık etmek, bütün insanlara haksızlık etmek gibidir; ve yine, bir insanın hakkını iade etmek, bütün insanların hakkını iade etmek gibi…

Büyük Doğu, ilk defa “Ulu Hakan” merkezinde çıkardığı kavgada, sadece O’na yapılan tarihî zulüm ve haksızlıkların peçesini düşürmekle kalmayıp, belki de geleceğin altun nesillerinin Allah’a inanma ve ahlâklı yaşama haklarını iade eder!..

Nedir Büyük Doğu?.. Babıâli’den yükselen İslâm güneşi… 1934’te “Genç Şair”in, BÜYÜK VELİ’ye intisabiyle temelleri atılan, o büyük dâvâ… O “ilk nefes” in açıklanışı ve Kurtuluş İradesi’nin olanca haşmetiyle dile gelişi… 40 yıl boyunca hiç kesintisiz ve asla değişmeksizin –parlayan bir güneş- sürdürülen bir “doğru düşünce kavgası”!

Bugünedek, Doğu’dan ve Batı’dan söz eden çok oldu. Bugünedek, sayılamayacak kadar çok, “Doğu – Batı sentezi” yapıldı. Ama hiçbiri, “Batı Tefekkürü”nü bir bütün olarak önüne alıp, alnına yumruğunu dayayıp, “O benim antitezim ve düşmanımdır; ben onun yıkıntıları arasından BÜYÜK DOĞU olarak doğmalıyım!” diyebilen yiğitliği gösteremedi. Ve hiçbiri, yolunca bir zafer seyrine dalıp, “Hikmet mü’minin yitik malıdır, nerede bulursa alır, ki Büyük Doğu çerçevesine girmiş her şey de, BÜYÜK DOĞU’nun malı sayılır!” rüyâsını gören sağduyuya eremedi.

Bir kardeşimiz, Necip Fazıl’dan bahsettiği yeni çıkan çalışmasında, “O felsefe yaptı!” diyor. Herhalde, Üstad’ın felsefe ölçüsüyle de büyük denebilecek bir “fikriyat” geride bıraktığını söylemek istiyor. Nitekim yanına kadar yaklaşan bir Batılı’nın, O’na “Siz enfes kıvamda bir Avrupalı’sınız!” dediğini; yine Rus büyükelçisinin, “komünist olsaydınız, size Moskova’nın yarısını verirdik, ama olmayacağınızı biliyoruz!” dediğini hepimiz biliyoruz.

Ama siz; artık dünyayla bir alâkası kalmamış, “öteler”i zaten unutmuş, adetâ şamanlar gibi kendi uydurduğu birtakım putlar önünde eğilip kalkmaya başlamış –Üstad buna “kavram putperestliği” der- ve ölüp giderken de dünyaya son tebessümü “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” olmuş bir felsefeye mi benzetirsiniz Büyük Doğu’yu?..

Burada, İmam-ı Gazalî Hazretleri’nin nefretini uzaktan da olsa tanıyanlar, Üstad’ın “Avrupalı Olmamak Şerefi” dediği duyguyu az-çok anlayacaklardır. “Allah’ın nûru ile nazar eder” bir bakışla, felsefeyi “mantıkla hurafenin bir sentezi” gibi görür, İmam-ı Gazalî Hazretleri ve bir bilmece gibi sorar:

– Mantığını elinden alınca felsefeye ne kalır?

Tabiî, birine “hiç yoktan” büyük veya küçük demek, eğer o kimse kâfi raddede anlaşılmamış biriyse, bir ölçüde nâhoş kaçacaktır. Dün “edebiyat!” denilerek sözde küçümsenirken, bugün “felsefe” gözüyle güyâ mühimsenen Büyük Doğu, meselâ üslûbuna varıncaya kadar O’na borçlu olan Çetin Altan’a soracak olursak, -unutmadık!- “fikir-mikir değil, sırf politika”dır.

Türkeş, ölmeden önce Sabah gazetesinde yayınlanan hâtıralarında, 12 Eylül 80’e bakan günlerde Üstad’ın kendisine “ihtilâl” teklif ettiğini, kendisininse rejime olan bağlılığından bahisle bu teklifi geri çevirdiğini belirtir. Üstad da eserlerinde, daha 1940’lardan başlayarak, Fevzi Çakmak’a da, Kâzım Karabekir’e de, Adnan Menderes’e de benzer teklif ve telkinlerde bulunduğunu itiraftan kaçınmaz. 80’ine dayandığı ve boynunda bir mahkûmiyet yaftası bulunduğu bir tarihte bile, Turgut Özal’a mektubu ve onunla nasıl ilişki kurmak istediği bilinmektedir.

Ne çare ki, “inanca dayalı soylu muhalefet”i, sistem içinde bir “tamirci kanat” olmak diye anlayan, en iyi tamir yapan, en güzel göz boyayan, en fazla ideali olmayan, en çabuk da yorulanlar, sonunda “sistemin ihaneti” diye sayfalar dolusu gözyaşları dökmekten kurtulamazlar.

Hâsılı; esafil-i Şark’ın çiriş kokuları ve nargile dumanları değil; barbar Batı’nın moloz yığınları ve motor homurtuları olmadığı gibi… Böyle söylemiştir Büyük Doğu!…

Onun için, fikrinin bayrağını dalgalandıracak tepeler “vatan”dır; geride kalmadan, alta düşmeden, “komik” olmadan… “Ben aksiyon adamıyım!” demiştir: Kavga adamı mütefekkir; müntesib bir muharrir; ve Müslüman şair… Büyük münevver, eşsiz muztarib; “Kurtuluş İradesi”nin çakan şimşeği… Ve kahraman!..

 

BAŞYÜCELİK ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
© 2021 – Tüm Hakları Saklıdır; Kaynak Gösterilmeden Kullanılamaz.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!