ÜSTAD NECİP FAZIL VE BÜYÜK DOĞU – 13 (Başyücelik Devleti – Aydınlar Aristokrasisi)

AYDINLAR ARİSTOKRASİSİ

Üstad, totalitarizme olduğu gibi, demokrasiye de inanmaz. Ona göre, bir Sokrat ile bir kahvehane müdaviminin oyu birbirine eşit olamaz. Yakın dönemde kemalistler tarafından benzer biçimiyle çok kullanılan bu tesbit, temel olarak Üstad‘a aidtir ve doğrudur. Necip Fazıl demokrasiyi bir “Amerikan dayatması” olarak görür; hattâ ona “zorla gelen hürriyet“, “San Fransisco diktesi ile gelen hürriyet” gibi ironik boyutunu gösteren adlar verir. Üstad Necip Fazıl, demokrasinin, Batı emperyalizminin bir dejenerasyon aracı olduğunu düşünür. Tabiri caizse, “ayakların baş olması” diye niteler.

Marx‘ın şu sözünü ele alır:

-“Kapitalist düzenlerde edilen hatâ ve biriken yanlış, emeği ödenmemiş işçinin gasbedilmiş haklarından yığılmadır.”

Onu şöyle düzeltir:

-“Başıboş düzenlerde edilen hatâ ve biriken yanlış, hakkı verilmemiş aydının yol açılmamış faaliyetlerinden yığılmadır.

Üstad için, ileri sınıf, aydınlar sınıfıdır. O, proleteryaya da, burjuvaziye de, bunların tek elde toplanmış hâli faşizme de inanmaz. Ancak aydınlardan oluşmuş bir aristokrasinin, insanlığın mutluluğunu sağlayabileceğine ve halka ideal olanı gösterebileceğine inanır. Bunun, İslâmın özüne ve ilk İslâm devletine en uygun rejim biçimi olduğunu savunur. Bu rejim içinde aydınlara, sadece eser vermek şartıyla, sınırsız haklar tanır.

Demokratik parlamentarizme karşı aydınlar aristokrasisi, postmodern epistemolojinin yanında fenomenolojinin belirttiği farkı belirtir. Çünkü bu düzende halkın seçtikleri değil, Hakk’ın seçtikleri egemendir. Aydınlar, insanlar arasında Hakk’ın seçtiği asiller sınıfı olarak kabul edilir. Bunun dışında hiçbir zümre ve kişiye maddî ve manevî bir imtiyaz tanınmaz. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” mukaddes ölçüsü, bu anlayışın temel esprisini verir.

Demokrasi ve saltanat idaresini üçgenin alt köşeleri kabul edersek, ikisine de aynı açı ve aynı uzaklıkta, üçgenin tepe noktası olarak, aydınlar aristokrasisini elde ederiz. Saltanat idaresinin, babadan oğula geçen yönetim biçiminin taban tabana zıddıdır; çünkü bu tarz bir yönetim anlayışının tarihte yeri olmakla birlikte, ne günümüzde, ne de ideal alanda bir geçerliliği yoktur.

Aynı sebebten klâsik aristokrasinin de zıddıdır. Çünkü babadan oğula geçen bir ayrıcalığa ve yönetim ve mülkiyet hakkına inanmamaktan doğar. Zaten kan aristokrasisi, Doğu’da çok geçerli olmamış, Batı’da da tarihe gömülmüş bir yönetim biçimidir. Buna karşılık, aydınlar aristokrasisi, yine de bir çeşit soyluluktur; fikir ve idrak soyluluğu… Yine de bir çeşit ayrıcalıktır; fikir ve idrak ayrıcalığı…

Bu ayrıcalık, demokratik ayrıcalığın taban tabana zıddıdır. Demokratik ayrıcalık nedir? Bir tür gizli plütokrasi (zenginler idaresi) ayrıcalığıdır. Demokraside bütün amaç zengin olmaktır, parayı bulmaktır. Zenginler ayrıcalıklıdır, zenginler soyludur, zenginler belirleyicidir. Geri kalanının kuru bir oy hakkı varsa da o da kuru bir palavradan ibarettir. Çünkü oy hakkı “yapmak ve yönetmek” değil, yapma ve yönetmenin istismarıdır. Tıpkı kendi yapan adamın mutluluğuyla, başkasının yaptığını seyrederek keyiflenen adamın mutluluğu arasındaki fark…

Demokrasi, kapitalizmin yardakçısı, emperyalizmin ayakçısıdır. Kapitalizmin yardakçısıdır, çünkü demokrasi özünde bir yozlaşma ve soysuzlaşma rejimidir, kapitalizm bu soysuzlaşmadan beslenir. Soysuzlaşma ne kadar ileri boyuta varırsa, demokrasi o kadar ileri seviyede uygulanır. Burada soysuzlaşmadan kasıd, insanî görevlerden istifadır. Topluma ilişkin duyguların terkidir. İnsanı insan yapan ve insan topluluklarını yükselten ahlâk duygusunun terkidir.   

Demokraside iki şeyin değeri yoktur: Fikir ve emek… Demokraside sadece yozlaşmanın ve eğlendirmenin değeri vardır. Gerçek fikir ve sanat adamları, demokratik idarede değer görmezler. Zirâ en adî bir katille, bir ayyaşla, bir sapıkla eşitlenirler. Hakikat bu eşitlenmeyi kabul etmez. Hakikat ile hakikat olmayanın eşitliği yoktur. İyi ile kötü arasında eşitlik olursa, iyi daima kaybeder. Demokrasi işte bu prensibe dayanır. Ve, “eğlence kitlelerin afyonudur.”

Demokraside değerleri tayin eden burjuvazi olduğuna göre, bir pavyon şarkıcısının, bir mankenin, bir futbolcunun bir günde, bir gecede kazandığının (aldığı değer), bir kol işçisinin bir yılda kazandığına eşit olması mubahtır. Aydınlar aristokrasisi, işte bu yozlaşmayı yıkar. Orada öncelikle fikirciler ve sanatçılar, onların ardından da emekçiler değer görür. Dansözlerin, fahişelerin, pezevenklerin orada değeri yoktur. İnsan türünü alçaltan, fikir ve hakikat kavgasından, kardeşlik ve hürriyet yolundan koparan bağımlılıkların orada değeri yoktur.     

Emperyalizmin, çağımızda öncelikle “kültür emperyalizmi” olması, demokratik yozlaşmanın onun en önemli ayakçısı olmasındandır. Çünkü kültür emperyalizminin girdiği, zevkleri ve ilişkileri onun tayin ettiği ülkeleri, ancak demokratik yozlaşma bu çizgide tutabilir. Orada cinayetler, tecavüzler, vurgunlar, haksızlıklar sonu gelmez bir biçimde devam eder. Bunlarla mücadele yalandan yapılır; bunlar üretilir. Travestileri üreten sebeb, onların çizgi dışı (vesikasız) eylemleriyle göstermelik mücadeleyi de yanına kor. Ve bunların insanın doğasının parçası olduğuna inandırır. 

Aydınlar aristokrasisi, gerçek fikir hürriyetidir. Orada insanlar, fikirlerinde ve kanaatlerinde, bunları ifade etmede, bunlara muhalefet etmede hürdür. Ama orada yozlaşma ve soysuzlaşma hürriyeti yoktur. Orada kavga hakikat kavgasıdır.

BAŞYÜCELİK DEVLETİ

Başyücelik Devleti, Necip Fazıl`ın temelini attığı, Salih Mirzabeyoğlu‘nun geliştirdiği İslâmî devlet modelidir. “İslâm’da idare şekli yoktur, idare ruhu vardır” anlayışına dayanarak idealize edilmiştir. Bugüne kadar en çok -örnekleri görüldüğü gibi- sözde İslâmcıları rahatsız etmiştir. Neden? Çünkü sorumluluk yüklüyor. Onlar sorumluluk istemiyorlar, ihale istiyorlar. Onlar zor karşısında dik durmak nedir bilmiyorlar; sıvışmaktan hoşlanıyorlar. (…)

Başyücelik Devleti idealinin en temelden karşı olduğu şey, saltanat. Bununla beraber bir cumhuriyet de değil. İslâmî bir devlet modeli olmak bakımından, iki temel kurguya dayanıyor:

  1. Türk devlet geleneği,
  2. Eflatun’un devlet ideali,

Bunlar belki ilk bakışta kaba sınıflandırmalar, ama içi doldurulunca öyle olmadığı görülüyor: Eski Türk devlet geleneği, hattâ ordusunun adı bile Altun Ordu, ama günümüz Türkçülerinin anladığı anlamda faşist bir devlet değil; federatif bir devlet.

Eflatun, bilindiği gibi, demokrasiyi ve tiranlığı reddeder; aristokrasiyi över. Ve şöyle der: “Devleti en iyiler yönetmelidir“. Ama kendi Devlet kitabında bu anlayışı alıp geliştirmez, başka yönlerde gezinir. İdeali orada kalır.

Necip Fazıl, Eflatun‘un bu –yarım bıraktığı- idealini alarak Aydınlar Aristokrasisi şeklinde formüle eder. Aristokrasi; ama kan aristokrasisi değil, fikir aristokrasisi… Yani, toplumda babadan oğula bir aristokrasi sınıfı yoktur; fikir soyluları sınıfı vardır. Kim idrak bakımından en üstünse, fikir bakımından en ileriyse, o bu sınıftandır. Babası isterse keçi çobanı olsun. Kan kardeşliği değil, fikir kardeşliği; fikir soyluluğu. Hâkimiyetin kendisine istinad edeceği ideal sınıf!

Başyücelik Devleti’nin bel kemiğini Başyücelik Akademyası oluşturur. Bu akademya üç şubelidir: Fen ve Keşifler Kolu, Edebiyat ve Güzel Sanatlar Kolu, İlim ve Tefekkür Kolu… Bu üç koldan yetişen ve eser veren aydınlar, Başyücelik Akademyası‘na dahil olur.

İkinci aşama: Yüceler Kurultayı‘dır. Bu kurultay, 101 üyeden oluşan bir tür parlamentodur. Ama halk seçimiyle kurulmaz. Ya? Hakk’ın seçtikleri, tutup kaldırdıkları ile inkılab aşamasında tesis olunur ve Başyücelik Akademyası onu idame edici başlıca bir müessese olarak altında kalır.

Yüceler Kurultayı, Başyücelik Hükümeti’ni ve Başyüce’yi seçer. Başyüce, yetkileri çok geniş, sorumlulukları çok ağır, tam bir “sultan” portresidir. Ama, Yüceler Kurultayı tarafından sıkı bir denetim altında tutulduğundan, tam bir sultan olamaz. İktidarı oğluna, akrabasına vs de bırakamaz. Kurultay’a bırakır. Kurultay seçer, Kurultay azleder.

Burada “Yüce Din Dairesi” adında bir kurum vardır. Yapılan işlerin, çıkarılan kanunların İslâma uygunluğunu denetler, bir tür anayasa mahkemesi hüviyetindedir.

Bu, İslâmın başlangıcındaki devlet anlayışıdır. Sahabîlerin kurduğu İslâm devletinin günümüz siyasî literatürüyle ifade edilişidir. Türk devlet geleneği ve Eflatun’un devlet ideali, Üstad Necip Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından, İslâm devlet ve idare ruhu içinde yerli yerine oturtulmuştur.

Üstad Necip Fazıl‘ın teklifi hâlinde şöyle özetlenebilir:

Başyücelik Devleti’nin en tepesinde, ulu bir kişi, Başyüce bulunur. Onun yanındaki kurumlar, Yüceler Kurultayı ve Yüce Din Dairesi’dir. Her ikisi de Başyüce’ye bağlı olmakla beraber, onun emrinde değildirler. Hele Yüce Din Dairesi, tam özerk bir kurumdur ve gerektiğinde Başyüce’ye karşı Yüceler Kurultayı’nı hakem olarak göreve çağırabilir.

Bir başka denetleyici kurum da, Halk Divanı’dır. Halk Divanı, Başyücelik halkına, hükümete ve devlete karşı hakkını arama ve hesab sorma hakkını verir. İlk İslâm devletinde Vefd adı verilen bu tür halk divanları vardı. Her şehirde toplanır, halkın şikâyetlerini Halife’ye iletmek ve gerektiğinde yakasına yapışmak üzere birer heyet çıkarırlardı. Hazret-i Ömer, halkın vefd hakkını elinden bırakmaması ve kendisini yöneticilerine ezdirmemesi için sıkı sıkı tenbihlerde bulunurdu. Fakat zaman içinde halk, sultanlar ve yöneticilere karşı denetim hakkını kaybetti. İşte Halk Divanı, halka bu hakkını iade ediyor.

Demokrasilerde denetim, 5 yılda bir sandıkta olur. Bunun dışında, halkın protesto ve gösteri hakkı prensipte vardır. Ama tüm bu haklar, Halk Divanı’nın belirttiği hak ölçüsü yanında zayıf kalır. Çünkü asıl sorun, gösteri ve protesto yapabilenler değil, yapamayanlardır. Devlete karşı yürüyüşe geçemeyen zayıflar, sorunlarını nasıl dile getirecek? Ve devlet, bir protesto ve şikâyeti kaale almadığında ne yapılacak? Oysa Halk Divanı’na şikâyeti olan herkes katılabilir. Bütün devlet erkânı, her sene belli bir dönemde, halkın karşısına çıkıp, yargılanırcasına hesap vermek durumundadır.

Bir başka tam özerk kurum, Başyücelik Akademyası‘dır. Bu kurum Aydınlar Aristokrasisi’nin temel direğidir. Hiç kimse bir aydına emir veremez, baskı uygulayamaz. Necip Fazıl, Başyücelik Akademyası’nın bir tür “kültür genelkurmaylığı” olduğunu söyler. 

Başyücelik Hükümeti, “vekâlet” adı verilen 1 başvekil ve 11 bakanlık ile her bakanlığa bağlı 3’er (toplam 33) müsteşarlıktan oluşur. Bunlar:

1. Maarif Vekâleti: İlim ve Güzel Sanatlar, Halk Terbiyesi ve Evleri, Umumî Öğretim müsteşarlıkları…

2. Savaş Vekâleti: Kara, Deniz, Hava müsteşarlıkları…

3. İktisad Vekâleti: Sanayi, Ticaret, Ziraat müsteşarlıkları

4. Mâliye Vekâleti: Bütçe ve Umumî Denge, Vergiler ve Resimler, Bankalar ve Tekeller müsteşarlıkları…

5. Sağlık ve Bakım Vekâleti: İyileştirme, Güzelleştirme, Çoğaltma müsteşarlıkları…

6. Adliye Vekâleti: Mahkemeler, Islahhaneler, Kanunlar müsteşarlıkları…

7. Matbuat ve Propaganda Vekâleti: Matbuat, Propaganda, Turizm müsteşarlıkları…

8. Dahiliye Vekâleti: Mülkî Teşkilat, Belediyeler, Umumî İnzibat müsteşarlıkları…

9. Nâfia (Bayındırlık) Vekâleti: Tesisler, Yollar, Ulaşım Vasıtaları müsteşarlıkları…

10. Düzenleme Vekaleti: Teşkilat Düzeni, İş Düzeni, Sigorta ve Emekli Sandığı müsteşarlıkları…

11. Hariciye Vekâleti: Doğu, Batı ve Haber Alma müsteşarlıkları…

Bu idealin en çarpıcı bölümlerinden biri de “Başyücelik Emirleri”dir. Üstad Necip Fazıl, bu emirleri şöyle sıralamıştır:

1. Kanun: Cinayetin cezası derhal idam… Hırsızın kolu kesilecek. Suistimal, zimmet, rüşvet, irtikab gibi fiillere de hırsızlık cezası…

2. Zevk ve terbiye: Sokaklarda berduşluk, serserilik, topluma ve kişiye rahatsızlık vermek, kabadayılık vs patırtı yapmak, sokağa tükürmek, sümkürmek gibi fiilleri işleyenler, terbiye cezasına çarptırılacak.

3. Kumar: Her türlüsü yasak… Oynayana, oynatana hapis…

4. İçki ve zehir: Alkol ve uyuşturucu yasak… Satana 5 yıl, kullanana 3 yıl amme hizmeti cezası…

5. Zina ve fuhuş: İkisi de yasak… Fuhuş toplum planında olduğu için kökünden kazınacak; ama zina toplum planına dökülmediği sürece yapılacak bir şey yok… 

6. Faiz: Mutlak olarak yasak. Devlete de, millete de… Faiz uygulayanlar, tüm vatandaşlık haklarını kaybedecek…

7. Kahvehane: Başıboşluğa aid tüm mekânlar yasak… Okuma ve kültür evleri, sinema ve tiyatro salonları serbest…

8. Külhanbeylik: Mafya ve özentiliği yasak… Halka korku salan ve ondan haksız çıkar sağlayan, en ağır şekilde cezalandırılacak…

9. Vatan dışı: Tüm yabancı unsurlar, yabancı sermaye, varlıkları kendilerinde kalmak şartıyla ülkeden çıkarılacak…

10. Sinema: Kontrol altında serbest… Millî terbiye ve ahlâka mugayir örnekleri şiddetle yasak…

11. Dans: Yasak…

12. Parazitler: Dilencilik, tefecilik, mekânsızlık, sokak serseriliği, mesleksizlik, işsizlik yasak…

13. Heykel: Şahsa aid kısmıyla, put niteliğiyle yasak… Plâstik sanatlara giren kısmıyla, serbest…

14. Matbuat: Basın, ahlâksızlığı ve kötülüğü teşvik yönüyle yasak…

15. Yine basın: Haber ve eleştiri yönüyle serbest… Hükümeti ve devlet başkanını yerden yere vurucu eleştiriye kadar, fikir serbest, fikir hür…

16. Radyo: Eğitici ve eğlendirici olarak mevcud…

17. Üniversite: Parasız eğitim… Kız ve erkek için ayrı üniversiteler… Eser ve ahlâk sahibi olmayan hoca olamaz… Fikir, fen ve sanata sonsuz teşvik ve himaye, başıboşluğa ve ahlâksızlığa paydos…

18. Batı’da tahsil: Belli başlı şartlar altında, Avrupa’ya öğrenci gönderilebilir.

19. Ecnebî mütehassıs: Özellikle üniversite, lise, askeriye ve asayişte kesinlikle kullanılmayacak…

20. Harf dâvâsı: Eski harflerle yeni harfler, ilmî bir heyet tarafından tekrar karşılaştırılacak ve incelenecek…

21. Kıyafet ve şapka: Millî bir kılık kıyafet şekli geliştirilecek ve benimsenecek…

22. Kadın kılığı: İslâm kadını, tesettürü altında her türlü süs, zarafet ve güzellik unsuru kullanabilir. Geçmiştekinin aksine, kadın her yerde olacaktır. Türbanına bürünmek istemeyen kadının, çıplaklığa ve müstehcenliğe varan kıyafetine izin verilmeyecek. Cinsiyetini bayraklaştırmadan dilediğini giyebilir…

23. Vaizler: “Aydın” bir vaiz tipi yetiştirilinceye kadar, camilerdeki vaiz kürsüleri boşaltılacak… Çirkin ve softa vaiz tipine göz açtırılmayacak…

24. Yine kılık: Kılık kıyafet devrimlerinin eleştirisi…

25. Köy imamı: Yaşı 25’i geçmeyecek… Köy öğretmeniyle birlikte, köylüyü ruh ve kafaca yükseltme gayesini yaşatacak…

26. Subay: Büyük Doğu idealinin en ideal insan tiplerinden biri olacak… Saygın ve aydın, politikadan katiyyen uzak, sivil (aydın) idare emrinde ve en aydın bir hüviyette…

27. İşçi: İşçi sınıfı, emeğinin karşılığını alınteri kurumadan alan adaletin güvencesi altında; ama sendikası, grevi, boykotu, örgütü, tıpkı sosyalist ülkelerdeki gibi, yok…

28. Sermaye ve patron: “Mülkiyet hakkına bağlı cemiyet sermayedarlığı!

29. Fabrika: Her cami minaresine bir fabrika bacası nişanlamak gaye… Cami sayısı kadar fabrika sayısı yoksa, millî ekonomi hüsranda… Makineyi yapacak makineyi yapma hüneri geliştirilecek ve millî bir sanayi kurulacak…

OTOKRASİ DEĞİL, BAŞYÜCELİK DEVLETİ!

Üstad Necip Fazıl, eserlerinin en önemlisi kabul ettiği “İdeolocya Örgüsü”nde, İslâm İnkılâbını bütün yönleriyle ele almış, tasvir ve teklif etmiştir. Bu inkılâbın, çekirdeği, zübdesi ve özü ise, bilindiği gibi “Başyücelik Devleti” idealidir.

Üstad için İslâm İnkılâbı, Müslümanların boyunlarının borcudur. Müslümanlar, “Allah’ın hükmüyle hükmetmeyene itaat edemez”ler. İslâm, kimsenin çıkar aracı veya şahsî avuntusu değildir. İslâm ancak İslâm inkılâbı ile, İslâm devletinde idrak edilebilir. O devletin adı da, yine İslâmî bir incelikle “İslâm devleti” değil, “Başyücelik Devleti”dir.

Başyücelik Devleti, “Hâkimiyet Hakkındır!” düsturuna dayanır ve bütün hâkimiyetinin kaynağını ve temel ölçülerini İslâmiyetten alır. Bu temel ölçülerden çıkan sonuç ise ne saltanata, ne cumhuriyete benzer. Üstad Necip Fazıl’ın tarif ve tasvirleri içinde –kısaca özet hâlinde verirsek- şudur:

İslâm ve Devlet

İslâm, devlete, ruhun uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlıdır; asla ayrılmaz ve onsuz uzviyet düşünülemez.

Teşkilât ve İdare

İslâm inkılâbı, başlı başına ve müstakil ideal kıymetinde, bütün bir teşkilât ve devlet şekli gayesine sahiptir. Bu gayenin ismi, “BAŞYÜCELİK DEVLETİ” ve teşkilâtıdır.

… Başyücelik Devleti, Eski Yunan’dan bugüne kadar gelen örnekler arasında misilsiz bir ilerilik ve yenilik temsil ettiği gibi, tarih boyunca gelmiş, ya ferdî, ya içtimaî, yahut da zümrevî irade hâkimiyetine bağlı şekillerden teker teker herbirinin faziletlerini toplayıcı son ve üstün buluştur. Öyle bir buluş ki, İslâm’ın “Şûrâ” ölçüsüne de sımsıkı bağlı…

… Teşkilât cephesi Büyük Doğu İdeolocyası’nda gergef gibi nakışlandırılmış olan bu davanın fikir özü, bir topluluğu, o topluluk içindeki en üstün ruh ve idrak kahramanlarının emir ve iradesine teslim etmekten ibarettir. Açıkçası, her sahadaki idrak soylularının, bir hastahanede ilmî doktorluk hâkimiyeti gibi mutlak hegemonyasını kurmak…

Devlet

Bütün zıtlarından ve sahte benzerlerinden ayırarak, şeriat, tasavvuf ve onlara tâbi akıl anlayışı ile derin ve gerçek mümine bağladığımız İslâm inkılâbı içinde devlet ve hükümet şekli, serbest ve ileri akıla bırakılmış, bütün bir icat ve ibdâ mevzuudur. Bu davada serbest ve ileri akıl, ana ölçüye daima bağlı kalarak, insan cemiyetlerinin ve idare nizâmlarının tarih boyunca macerasını takip ederek, en doğru, en iyi ve en güzel şekli seçmekte veya bulmakta yüzdeyüz hürdür.

Aydınlar Aristokrasisi

Bir İmam-ı Gazali ile bir keleş çoban arasındaki farkı daima aziz tutan ve tutacak olan ölçümüz, keleş çobanla uyuz keçinin de hakkını kendilerinden daha emniyetle tekeffül edecek nizamın nihaî hak ve adl tecellisi içinde fenâya ermiş ve nefslerini aşmış entellektüeller hâkimiyeti olduğunda asla tereddüt sahibi değildir.

Yüceler Kurultayı

“Büyük Doğu” mefkûresinde, cemiyet iradesini temsil adına, dünyanın her yerinde örnekleri bilinen millet meclisleri yerine, bir “Yüceler Kurultayı” vardır. (…) “Yüceler Kurultayı”nın mânâsı, milleti, en ileri düşünenlerin ve en iyi yapanlarının kadrosunda özleştirmektir.

Başyüce ve Kurultay

“Başyüce”den itibaren “Yüceler Kurultayı” âzasına ve topyekûn hükûmet kadrosuna kadar hiçbir ferdin, kanun muvacehesinde mesuliyetsizlik ve şahsî masuniyet [dokunulmazlık] gibi bir imtiyazı yoktur. Meselâ, sokağa tükürmek, “Yüceler Kurultayı”ndan çıkacak bir zevk ve terbiye yasasına göre suçsa, zâbıta, bunu yapacak bir “Başyüce” ile bir “Yüce”yi, bir hükümet reisini veya bir çöpçüyü bir tutar.

Başyüce

Anlaşılıyor ki, “Başyüce”, İslâm’ın “Ulülemr” diye isimlendirdiği büyük içtimaî irade ve icra makamını, bu makama en küçük nefs ve hırsı karıştırmamak ve kendi öz nefsaniyeti bakımından mâdum [altta] kalmak borcu altında, şahsıyla dolduran ideal ferddir. “Başyüce”, temsil ettiği imân ve hakikat kutbunun, en ileri hürriyet içinde her şeyi ve herkesi köleleştiren mânâsına karşı mukaddes mizân önünde, bizzat, her şeyden ve herkesten fazla köleleşecektir.

İdeolocya Örgüsü’nde ayrıntısıyla ortaya konulan bu fikirleri, daha sonra Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, “BAŞYÜCELİK DEVLETİ – Yeni Dünya Düzeniadını verdiği eserinde, günümüz dünyası ile ilgisi içinde detaylandırdı. Böylece Başyücelik Devleti ideali, Hristiyan-Yahudi Batı Emperyalizmini ve onun kurduğu yeni dünya düzenini red tavrı içinde, İslâm birliğinin ve İslâm devletleri birliğinin fikrî altyapısı olarak tamamlanmış oldu.

OTOKRASİ DEĞİL, AYDINLAR ARİSTOKRASİSİ!

Başyücelik idealini günümüzdeki Başkanlık sistemi tartışmaları bakımından ele aldığımızda, bu tartışmaların tam da merkezinde bulunduğunu görürsünüz.

Başkanlık sistemine taraftar olanlar, klâsik parlamenter sistemin dünyanın hiçbir yerinde, örnek alındığı Fransa’da bile kalmadığını ve âtıl bir sistem olduğunu savunuyorlar.

Başkanlık sistemine karşı olanlar ise onun kolayca otokrasiye, yani keyfî yönetime, yani diktatörlüğe dönüşebileceğini öne sürüyorlar.

Başyücelik idealine yakından bakıldığında, bu iki mahzuru da ortadan kaldırıcı olduğu kolayca görülebilir. Başyücelik ideali, hem klâsik parlamentarizmin ataletinin, hem de otokrasi tehlikesinin bir arada ve yegâne tedbiridir.

Demokrasinin Üstünde

Üstad Necip Fazıl’ın teklif ettiği “Başyücelik Sistemi”, bir tür başkanlık modelidir. Ancak bu model, “Amerikan tipi başkanlık” modelinden veya “Fransız tipi yarı başkanlık” modelinden ayrı, nevi şahsına münhasır bir başkanlık modelidir.

Başyücelik Sistemi, her şeyden önce “demokratik bir rejim” değil, “aristokratik bir rejim” öngörür. Sözkonusu aristokrasi, “kan ve soy üstünlüğü” esasına dayanmayıp, “fikir ve idrak soyluluğu” esasına dayandığı için, Üstad Necip Fazıl bu sistemin ortaya koyacağı rejime “Aydınlar Aristokrasisi” adını vermiştir.

Bu rejimde, yasama kuvvetini temsil eden Yüceler Kurultayı ve yürütme organının başı olan Başyüce, halk seçimiyle ortaya çıkmaz. Yüceler Kurultayı, ilk defa “Müessisler Meclisi – Kurucular Meclisi” adı verilen, memleketin en ileri idrak soyluları arasından oluşturulur ve daha sonra kendi kendini idâme eder. Başyüce ise 5 yıllığına bu Kurultay içinden, Kurultay içinde yapılacak seçimle belirlenir.

Otokrasinin Dışında

Başyücelik Sistemi’nde, Amerikan sisteminde olduğu türden yasama ve yürütme kuvvetleri arasında keskin bir ayrılık yoktur. Başyüce (Başkan), Yüceler Kurultayı’ndan (Kongre) ayrı bir seçimle değil, doğrudan doğruya Yüceler Kurultayı içinden seçilir.

Yüceler Kurultayı’nda bir Başvekil (Başbakan) vardır ve Başvekil, yine Yüceler Kurultayı içinden, bizzat Başyüce tarafından seçilir. Başvekil, Kurultay dışından oluşturacağı “Vekiller Heyeti” (Bakanlar Kurulu) listesini Başyüce’ye arzeder ve liste onun tasdikinden geçerek ve “Başyücelik Hükümeti” adıyla göreve başlar.

Yine Amerikan Sistemi’nden farklı olarak Yüceler Kurultayı, gerek Başyüce’yi, gerekse Başyücelik Hükümeti’ni denetleme ve gerektiğinde düşürme yetkisine sahibtir. Yüceler Kurultayı’nın Başyücelik Hükümeti’ni düşürebilmesi için mutlak çoğunluk (yani yüzde 51) kararı lazımdır. Başyüce’yi düşürebilmesi için ise, Yüceler Kurultayı’nın yüzde 75’i bulması gerekir.

Başyüce ise doğrudan doğruya Yüceler Kurultayı’nı feshedemez. Kurultayı feshetmek için, Kurultay üyelerinin yüzde 40 desteğiyle beraber halk oyuna (referandum) başvurması lâzımgelir. Bu takdirde, Başyüce, halk desteğini arkasına alırsa, kendi karşısında olan yüzde 60’lık Kurultay çoğunluğunu feshedebilir. Eğer halk oyu, Yüceler Kurultayı’ndan yana çıkarsa, bu sefer Başyüce görevinden azledilir.

Kuvvetler Birliği ve Kuvvetler Ayrılığı

Üstad’ın teklif ettiği bu sistem, Başyücelik Devleti adını alır. Sözkonusu sistem içinde Başyüce, “kuvvetler birliği”nin sadece bir sembolüdür; bunun dışında, yetkileri sınırsız değildir ve “kuvvetler ayrılığı” bütün alanlarda geçerlidir.

Meselâ bu sistemde “masuniyet – dokunulmazlık” diye bir şey yoktur. Başyüce, Yüceler Kurultayı üyeleri, Vekiller Heyeti mensubları, hiç kimse, en küçük bir suç isnadı karşısında kanun karşısına çıkmaktan kurtulamaz. Yargı ise mutlak hürdür. Her ne kadar Başyüce adına hüküm verirse de, gerektiğinde Başyüce üzerine de hüküm verir.

Yargı bağımsızlığı, bu sistemde, diğer bütün kuvvetlere tanınan ayrıcalıklardan daha geçerlidir. Yasama ve yürütme, belli şartlar altında, yukarıda söz ettiğimiz gibi, birbirine müdahale edebilir. Fakat yargıya hiç kimse müdahale edemez. Başyücelik Sisteminde kanun, bütün fani şahıslardan daha üstün bir güçtür.  

Buradan anlaşılacağı gibi, Başyücelik Sisteminde Başyüce, parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanı gibi “sembolik” ve “sorumsuz” değildir. Ancak Başkanlık Sistemindeki gibi, katı sınırlarla yasama organının dışına çıkarılmış da değildir. Daha yakın olduğu sistem, “yarı başkanlık” modelidir. 

Murakabe ve Muvazene (Check and Balance)

Necip Fazıl’ın öngördüğü Başyücelik Sistemi’nin denetleyici unsurları, üç tânedir. Bunlardan biri, dinî uzmanlık bakımından, diğeri aydınlar rejimi bakımından, üçüncüsü ise doğrudan doğruya halk şikâyetleri ve çıkarları bakımından sistemi denetler.

Dinî uzmanlık bakımından bu sistemin denetleyici unsuruna, Üstad Necip Fazıl “Yüce Din Dairesi” adını vermiştir. Yüce Din Dairesi, hükümet üstü bir seviyede ve Yüceler Kurultayı’nın yanında bir dinî uzmanlık sahasıdır. Hükümleri dine uygunluk noktasından denetler. Her ne kadar soyut olarak Başyüce adına bu denetimi yaparsa da, somut ifâdesinde Başyüce’nin dahi etkisine kapalıdır. Onunla çelişmesi hâlinde, Yüceler Kurultayı’nı hakem tutabilir.

Aydınlar rejimi bakımından Başyücelik Sistemi’nin denetim organı ise Başyücelik Akademyası’dır. Necip Fazıl onu İlim ve Tefekkür kolu, Fen ve Keşifler kolu, Edebiyat ve Güzel Sanatlar kolu olarak üç şubeli görür. Bu alanlarda kendini gösteren eser ve buluş sahibi aydınlar, Başyücelik Akademyası’nın kadrosunu oluştururlar.

Başyücelik Akademyası, Yüceler Kurultayı’nın soyut ifâdesidir. Onun somut hâli, Yüceler Kurultayı’dır. Bir müessese olarak Başyücelik Akademyası’nın, siyasî, idarî veya hukukî olarak bir yaptırım gücü yoktur. Ancak o, Başyüce’nin danışma çevresidir ve görüşlerini rapor hâlinde Başyüce’ye arzeder. Bunun yanında, Yüceler Kurultayı’nın bir tür tamamlayıcı ve onu devam ettirici unsurudur.

Sözkonusu sistemin bir diğer denetleyici mekanizması da Halk Divanı’dır. Bu divan, senenin belli başlı günlerinde kurulur. Halktan, şikâyet ve taleb sahibi her ferd bu divana katılabilir. Başyücelik Sarayı’nda kurulan bu divan karşısında başta Başyüce olmak üzere bütün hükümet erkânı halka hesap vermeye ve onların ihtiyaçlarını dinlemeye hazır bir ruh hâleti içinde bulunur.

 

BAŞYÜCELİK ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
© 2021 – Tüm Hakları Saklıdır; Kaynak Gösterilmeden Kullanılamaz.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR