İDEOLOCYA ÖRGÜSÜ
Nam-ı diğer, Büyük Doğu İdeolocyası, Büyük Doğu ideolojisi… Üstad Necib Fazıl‘ın “Bu eser, benim bütün varlığım, vücut hikmetim, her şeyim… Ben, arının peteğini hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım. Şiirlerim de, piyeslerim de, hikâyelerim de, ilim ve fikir yazılarım da sadece bu eserin belirttiği bina etrafında bir takım “müştemilât”dan başka bir şey değil…” dediği en temel eserlerinden biri…
Doğu ve Batı dünyalarının atom çekirdeğine kadar göz atıcı ve Müslümanların bu dünyalar arasındaki yerini ve görevlerini ölçülendirici, faşizmden komünizme, kapitalizmden çeşitli İslâmcılık anlayışlarına kadar bütün modern fikirleri hesaba çekici büyük tarih muhasebesi…
Ve onun yanında, ekonomisinden sosyal düzenine, hukukundan sanat anlayışına kadar her şeyiyle düşünülmüş bir İslâmî devlet ve toplum görüşü; Başyücelik Devleti!
İslâm sancaklarıyla çağın fethine yürüyenlerin kendisiyle yürüyeceği bir rehber kitab, bir başucu eseri!..
18 Ağustos 2012
İMAN VE İSLÂM ATLASI
Üstad Necib Fazıl‘ın en temel eserlerinden bir diğeri.
Üstad, bu eserinde, en emin kaynaklardan inbik inbik süzerek, bir nevi ilmihâl kitabı yazar ve İslâm edebi ve ahlâkına dair bir ders kitabı ortaya koyar.
Bazıları için abartı görünebilir, hiç umurumda olmaz ama, biz bunu, İslâm ahlâkı ve Sünnet ve Cemaat Ehlinin fıkıh görüşü hakkında ortaya konulmuş nihaî bir tablo gibi görür, o gözle okuruz; o varken, piyasadaki ticarî amaçlı ilmihâl kitablarının hiçbirine dönüp bakmayız.
Namazdan oruca, hacdan cenaze ve defin işlemine, günah olan ve olmayan şeylerden İslâmın müsbet ilimler ve güzel sanatlar hakkındaki hükümlerine kadar, dine dair her şeyi, bu -yaklaşık 750 sayfalık- dev eserde buluruz.
18 Ağustos 2012
ÇÖLE İNEN NUR
Üstad Necib Fazıl‘ın, takdiminde, “Tefsir, hadis, siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan devşirili ve kaynaklarını tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, “Başlangıç” yazısında da belirtildiği gibi, sadece imân sahiplerine hitap edici, hiçbir aklî teftiş, tespit ve ispat gayretine düşmeyici, mutlak “doğru” üzerine hissî ve teessürî bir çatı kurucu ve eğer bir kıymeti varsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir; ve akla verdiği pay, onu bazı noktalarda yine akılla iptal etmekten ibarettir. Bu bir ilim değil, san’at eseridir ve ilmin içini ve dışını tahkik selâhiyetinde olmadığı mukaddes kapıya, ancak, inanmış ve teslim olmuş san’at tavriyle sokulmaktan başka çare yoktur.” dediği muhteşem eseri!
Eserin üslûbunun eşsizliği ve bu anlamıyla tam bir sanat eseri olmasının yanında, binbir çiçekten toplanmış bal misâli, en emin kaynaklardan inbik inbik süzülerek oluşturulmuş ilmî yönü de son derece güçlüdür. Daha doğrusu, ilim sanat arası fikir üslûbuyla kaleme alınmış örneksiz bir çalışmadır.
Yalnız ben başka bir şeye dikkat çekeceğim. Belki iki ay kadar oldu; üstüme aldığım bir iş dolayısıyla “siyer – Peygamber Efendimizin hayat hikâyesi” mevzuunu inceliyorum. Elimde, tematik olarak karşılaştırmalı okuduğum 8 – 9 eser var. İnternette bu konuda yazılar olan görebildiğim bütün sitelere giriyorum. Hangi rivayet hangi kaynaktan alınmış, hangi bilgi kime dayandırılmış, tek tek kontrol ediyorum. Türkiye’de Çöle İnen Nur’dan sonra ortaya konulmuş hemen bütün siyer edebiyatına ilişkin bir nokta dikkatimi çekti:
Yazarların pek çoğu, belli başlı mevzularda O’nun üslûbunu taklid edebilmek veya “gibi”sini yapabilmek için gayret göstermişler. Ama bu gayreti göstermeyenleri de kapsayan başka bir durum var: İstisnâsız hepsi, Üstad Necib Fazıl‘a ve O’nun temsil ettiği mânâya en zıd olanları bile, mevzuları O’ndan aparıp aparıp koymuşlar ve bir kaynak belirtme nezaketinde dahi bulunmamışlar. Dikkat edin: Diğer alıntı yaptıkları yerler üzerinde böyle bir tasarrufları yok; hepsinin kaynağını belirtmişler. Bir tek Necib Fazıl‘dan aldıklarında kaynak belirtme tasası çekmemişler.
Bu ne küstahlıktır, anlamak mümkün değil. İnsan kendi sahib olmadığı bir mal üzerinde nasıl “benim” diye caka satabilir? Üstelik, Peygamber Efendimiz‘in hayatı gibi en mahrem bir noktada? Nedir bunları, sadece Üstad Necib Fazıl‘ı ayrı tutmaya, sadece O’nun ismini sansürlemeye iten duygu? Böyle bir samimiyetsizlik üzerinde nasıl “samimiyetin ta kendisi olan bir mevzu”da kalem oynatılabilir? Bunun, şimdiye kadar farkedilmemiş olması mıdır avuntu? Hiç mi farkedilmeyecektir? Diyelim ki, hiç farkedilmedi: “Öbür tarafa” gidilmeyecek midir? Orada her cümle tek tek sorulmayacak mıdır?
Al, ben böyle bir işe giriştiğim için, tane tane, satır satır görebiliyorum bunları. Yoksa bunları hiçbir zaman açıp kitab diye okumazdım, evimde bulundurmazdım zaten. Şimdi isim vermeye, kimin nereden neyi “çaldığını” göstermeye kalksam, kendim utanırım.
Bazısı “gizli inançsız” bunların. Hani şu vardır ya:
– Cihad âyeti gelince müslümanlar müşriklere karşı savaş hazırlıklarına başladı!
Hamidullah mektebinden yetişme bazıları, bu konuda Hamidullah‘ta geçen şu ibareyi kullanıyorlar hiç utanmadan:
– M…… düşündü düşündü, sonunda kendini savunmaya karar verdi!
Yâni “âyet falan hikâye” demeye getiriyorlar. Bu ibareyi “sonradan bunu Kur’ân’a yazdı” diye sürdürmüyorlar ki, gizli inançsızlıkları açık olmasın… Bunlar, Üstad‘ın en çok nefret ettiği ve İdeolocya Örgüsü’nde de “iç düşman” olarak portrelerini çıkardığı tipler. İlahiyatçı, reformist, yeni din yapmaya kalkışan, İslâmın rasyonalizmini ve hümanizmini kendilerince eksik bulup, bu yönden onu ve kendilerini birilerine beğendirmeye çalışan tipler. Kendileri de Üstad‘ın düşmanıdırlar, hiç sevmezler O’nu zaten.
Ve bu karşılıklı nefret psikolojisi içinde, hem O’nu yokluğa mahkûm etmeye çalışmak, hem de O’ndan fikir ve bilgi çalmak -kaynak gösterseler hiçbir sorun yok- gibi tuhaf bir karakter bozukluğu! Burada değil ama, yeri gelirse, icab ederse, tek tek, madde madde gösteririm de… Şimdilik “meydan o kadar da boş değilmiş galiba” dedirtmek yeter.
1 Ocak 2012