Yazmak

Tarihî mânâda;

Tarih insan aksiyonundan azâde mücerred bir vetire değildir. O, merkezinde insan-halife olan, dünyevî mahiyeti itibârıyla ideolojik bir kategoridir. Biz, dinamik tarihi meydana getirme-geliştirme mes’uliyetimiz zâviyesinden bakarız olaylara ve olgulara. Ve bu cümleden olarak deriz ki, istikbâldeki âlemşumŭl mücâdelenin çerçevesini İslâm belirleyecek ve bu mücâdelenin öznesi de Müslümanlar olacaktır. Öznenin de öznesi yani ‘mim’in ‘mim’i ise İbda fikriyatıdır ve bu fikriyatın kemendiyle Tarih’i İslâm limanına rabtetmek gibi çok yüce ve bir o kadar da meşakkatli bir mukaddes ödevle karşı karşıyayız. Evet tarih süreçleri yaban atları gibidirler, yakalayabildiğin ölçüde hâkim olursun, tahakküm edersin. Aksi hâlde kemend kendi boynuna geçer.

Bu mücâdelenin hayli şiddetli geçeceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Böyle bir tarihi yapabilmek ve yazabilmek için en pasif fert’ten küçük bir topluluğa, cemaate ve nihâyet topyekûn mücâdele organizasyonuna kadar bütün kademelerde ideal veyahut münâsip bir ideolojik-siyâsî ve fizikî techizat ve hareket tarzı bilâ kayd-u şarttır. Böyle bir vetirede, sıradan-basit birey veya yapıların tarihî bir netice elde etmeleri mümkün olamaz. Cumhuriyet tarihi diliminde yaşanan pratik bunu yüzümüze vurmuş, tâbir-i âmiyâne ile ifâde etmek gerekirse ‘façamızı bozmuştur’. Cumhuriyet bıçağının parçalamaya çalıştığı suretimizin, kendini yeniden ve mükemmel bir estetikle üretmesi/rejenere etmesi için gerekli olan olan tarihî neşterler, Üstad ve Kumandan tarafından imâl edilmiş olup altına yatmamızı beklemektedirler. Eski deriyi atmamızın zamanı çoktan gelip geçmektedir.

Tarih bazı dönemlerde şerire bir de kanat takar, silahlarını daha da geliştirir fakat bu süreçler asla irreversible (geri dönüşsüz) değildir. Mutlaka bir Musa çıkar ve şeririn kanatlarını yakar. İşte Musa’yı ve onun misyonunu teşhir etmek için yapılabilecek asgarî iş yazmaktır, şübhesiz yazmak yeterli değildir, belirleyici olan yapmaktır aynı Historiografi’nin (Tarih Yazımı) yer yer yetersiz ve çarpıtıcı ve Historurgia’nın (Tarih Yapımı) ise müşahhas ve belirleyici olması gibi. Yazı ancak ete kemiğe bürününce mânâ kazanır, o nedenle İbda pratiğinin devri artık gelmiştir, yazı ise bu pratiğin vazgeçilmez ve ayrılmaz bir parçası olmaya devam edecektir, o nedenle yazmaya ve heyecanı diri tutmaya devam…

***

Sahte bilimsellik dayatmasına karşı başkaldırmak mânâsına;

Bilimin kıymeti tâ Antik Yunan’dan, Eski Hint ve Çin’den, Mezopotamya’dan ve İslâm medeniyetinin başından beri tartışılmış, günümüze kadar da sayısız değişik fikir (fikir ayrılığı) ortaya atılmış ve bu tartışmalar, günümüzde çok daha derinleşmiştir. Bir yanda, bilimi yeni bir din olarak lanse ederek onu hayatın en güvenilir rehberi, hakikatin tek yolu, yanılmaz-tartışılmaz, eleştirilmez bir modern tabu olarak kabul edenler, diğer yanda ise onu tamamen zararlı sayanlar ortaya çıkmış ve tartışmanın çerçevesi daralmış ve sünmüştür. Bilimin bugünkü durumu, mânâ yoluna yeni girmiş bir müridin her yeni öğrendiği şeyden sonra havalanıp kendini büyük mürşid zannetmesine ve bazen de burnundan kıl aldırmamasına benzemektedir. Neredeyse 100 yıl boyunca acı biber’in mide-barsak ülserlerinde kontrendike (karşı tesirli, azdırıcı, yasak, kullanılamaz, uygulanamaz) olduğu dayatıldı, mide problemleri olanlar bilirler, onlara ilk söylenen şey sakın acı (biber) yemeyin, mideniz delinir olurdu. Bundan 15 yıl kadar evvel ise yapılan araştırmalar da ise acı biber zararlı değil aksine mide ülserinin şifasıymış kararına varıldı ve artık ilâç olarak tavsiye ediliyor/kullanılıyor. Yine mide-barsak ülserinde, yıllarca sebeb olarak gösterilen acı âmilinin yerini hiç beklenilmeyen bir âmil olarak HP (Heliobacter Pylori) isimli bir bakteri aldı. Çok somut olduğu için bu misali veriyorum. Haydi buyurun, kendini sürekli geliştirmek ve billurlaştırmak gibi bir misyonu olan bilimin ikide bir ‘ben kusursuzum, hatasızım, ilâhım’ iddiasında bulunması hem mânâsız hem de tehlikelidir. Tehlikelidir zirâ bu tarzın sonucunda bilim ideoloji hâline gelmekte ve hâkim güçlerin elinde bir tahakküm ve sömürü vasıtasına dönüşmektedir. Onun için Yahudi bilimi biçiminde tanımlıyoruz yani tüccarların ideolojisi oluyor, onların elinde çok rafine bir ideolojik silaha dönüşüyor. Büyük bir çoğunlukla da İslâm topraklarında sanki ‘irtica’nın ilâcı imiş, iksiriymiş gibi takdim ediliyor. Bu tezgâha gelen Müslümanlar’ın sayısı da hayli fazla. Şimdi yine bana kızanlar olacak, sen sanki tezgâha gelmiyor musun diyenler olacak. Fakat ben ısrarla tekrar ediyorum; tezgâha gelmemek için okuyup yazmış olmak, master/doktora yapıp akademik unvanlara sahib olmak hattâ Batı’da eğitilmek yetmiyor. Tâ çocukluğundan beri onların kültürünü, hayatını teneffüs edip İslâm’la ânı ânına mukayese edip sıcak enstantaneler devşirmek ve bunları bir hayat bilgisi kitabına sığdırmak ve bu bilgiyi devamlı kılmak gerekiyor. Türkiye’de ve hattâ dünyada bunu becerebilen insan ve/veya çevre sayısı çok azdır, bilginin bir kanadı mutlaka kırık-aksaktır. İki kanadın da sağlam olduğu tek fikir İbda, iki adam da Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’dur. Onlardan birincisi akılalmaz bir dâhî simyacı, her ân çözümlüyor, imbikten geçiriyor ve Allah’ın verdiği büyük rasatçılık istidadıyla, aldığı Batı kültürüyle Şer’î ve tasavvufî derunîliğini mütemadiyyen mukayese edip ideal fikir alaşımını keşfediyor ve oradan da en değerli fikir mücevherlerini elde ediyor, âdeta bir sihirbaz. İkincisi ise sezgi ve tecrid dehâsı. Sezginin bu kadar ileri olduğu bir beyinde hiçbir inaktif nokta olamaz, binbir bariyerli binbir labirentli beynin dünyanın en ileri sezgi güçlerinden biriyle yürümesi müdhiş bir enerji doğuruyor ve bu enerji bütün cürufları arıtıyor. Kanatlı Kaplan’dır O! Bu iki nur’un aydınlattığı yerde kudret vardır, ilm vardır, ruh vardır, canlılık vardır ve terakki vardır. İbda bu yönüyle bir bilim mektebidir. Sokratis, Platon, Zinon başkaldırmışsa tüm sahte bilim hokkabazlıklarına biz de başkaldıracağız. Sigmund Freud’ün, Samuel Charles Darwin’in zırvalarını reddedeceğiz çünkü onlar ve onlar gibi daha niceleri yahudi ‘bilimi’nin militanları ve ideologlarıdır ve kendi açılarından ideallerine sahib çıkma bağlamında haklıdırlar ama bize nisbetle konumları düşmandır. İki büyük zırhlı beyin bizi diğer Müslümanlar’ın içine düştüğü/düşeceği tehlikeden muhafaza ediyor. Bu bir nüans değil bir yardır, uçurumdur.

Yukarıda da belirttiğimiz üzere hadise sâdece, bilimin ahlâkı, dini, san’at ve kültürü, edebiyatı, entellektüaliteyi iğdiş etmesi ve yozlaştırması değil, bizzat pür (saf) bilimsel mevzulardaki iç çelişkilerdir ki bunların çoğu siyâsî-ideolojik ve ekonomik altüstoluşlara yol açacağı için gizli kalır. İsteyenler ekologlara, biyologlara, zoologlara, farmakologlara vs. sorsun, nelerin hasıraltı edildiğini ve dudakları uçuklasın. Bilim adamlarının bizzat kendileri şunu reddetmiyorlar; bilimin teknolojideki uygulamalarının yol açtığı endüstriyel nizamda, beşeriyetin binyılların derinliklerinden süzülüp gelen entelektüel, ahlâkî ve san’atsal değerler sür’atle kaybolmakta, yerlerini köksüz, mânâ bütünlük ve derunîliğinden mahrum ve rengârenk kelebekler misâli hoş ama geçici birtakım davranış, düşünme ve his biçimleri almaktadır. Bilim, insanların güya daha rahat ve güvenli yaşamaları için birçok kolaylık sağlıyor ancak bu doğru olsa bile, daha ziyâde onun toptan imhâsını da beraberinde öngörüyor. Bilim materyalisttir, kainât Allah’la değil, nedeni yine tabiatta bulunan mekanik kuvvet ve hareketlerle izah edilir. Bu, ruh’un ve dolayısıyla insan varlığının inkârıdır.

José Ortega y Gasset, ‘Kitlelerin İsyânı’ isimli eserinde ‘Bilim Adamı’nı şöyle tanımlıyor:

Herhangi bir bilim adamı, yığın-adam’ın tam bir prototipidir. Onun bu hususiyeti ne tesâdüfle, ne de ferdî kifâyetsizlik gibi bir nedenle izah edilebilir; onu bir ‘yığın-adamı’, bir ilkel varlık veya modern bir barbar yapan şey düpedüz bilimin kendisidir. Tecrübî bilim ilerlemesini şaşırtıcı bir derecede alelâde, hattâ alelâdenin de altında olan kimselerin çalışmasına borçludur. Demek oluyor ki, modern bilim hiçbir hususiyeti olmayan sıradan insanların çalıştıkları, başarılı neticeler elde edebildikleri bir alandır. Bunun nedenini, yeni bilimin ve temsil ettiği medeniyetin hem büyük avantajı hem de çok ciddî tehlikesi olan mekanizasyonda (makineleşme) aramak gerekir. Fizik veya biyolojideki çalışmaların oldukça mühim bir bölümünü herkesin (hemen hemen herkesin) becerebileceği mekanik türden işler oluşturmaktadır. Bu işlerde göz kamaştırıcı birçok neticelere de ulaşılabilir. Belli bir alanın uzmanına entelektüel diyemeyiz; çünkü o (istisnaî hâller hariç) kendi dar alanına girmeyen hiçbirşeyi (veya kavramı) bilmez. Fakat ona ‘cahil’ de diyemeyiz zira o bir ‘bilim adamı’dır, meselâ kainâtın en küçük bir parçasını iyi bilir. Ona belki de ‘bilen cahil’ demek en yakışanıdır. Bilim adamı dediğimiz kimselerin siyâset, san’at, din, felsefe gibi mevzularda ve hayatın tüm genel mes’eleleri karşısında ne kadar zavallı kaldıklarını isteyen herkes gözleyebilir“.

Katı bilimciliğin, sahte bilimin, bilimperestliğin, bilimden çok bilimciliğin, ‘bilimselcilik’e dayalı aşağılık kompleksinin, yahudi bilimi ideoojisinin, bilim sosuna batırılmış laikçi hıyânetin zokasını yutmamak ve çaparisine takılmamak için yazmak, onun için kafa göz yara yara da olsa yazacağız. Kürtler’in ‘Berxwedan Jiyâne’ (Yaşamak direnmektir) şiarı gibi, ‘Yazmak direnmektir’ diyoruz. Yazmayan direnemez.

***

İdeolojik-siyâsî propaganda vasıtası olarak;

Yazı en eski propaganda vasıtalarından biridir. Binyıllardır kullanılagelmiştir ve bir o kadar daha kullanılacağı konusunda kimsenin şübhesi olmasın. Tarihe şöyle bir gözatıldığında, büyük sıçramaların arkasında yazarlar, şairler, entellektüeller âdeta bir sosyal militan rolü oynamışlar ve tarihî sıçramalara vesile olmuşlardır. Meselâ, Che Guevera Kongo’daki devrimcileri eğitmek üzere 200 arkadaşıyla birlikte Kongo’ya gidişini, Laurent Desirée Kabila (sonradan Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin başına geçti) denen adamın ne kadar lakayd, soytarı, ciddiyetsiz ve disiplinsiz, ülküsüz bir adam olduğunu, devrimcilikle bir ilgisinin olmadığını, alkolik ve menfaatperest bir şahıs olduğunu, Kongolu devrimci militanların da (çoğunun) talancı-yağmacı ve mütecaviz insanlar olduğunu, sonunda bu insanları eğitmenin mümkün olmadığını daha sonra yayınlanan ‘Hiçbir yerde olmadığım yıl’ adlı eserde anlatmış ve bazı gerçekleri açığa çıkarmıştır. Bu sâdece bir hatırat kitabı değil aynı zamanda bir dönemin hakikatine ışık tutması açısından da çok mühimdir zira, 3. Cebhe olarak da adlandırılan Kara Afrika devrim cebhesi Che’nin yaklaşık bir yıllık tecrübesiyle sâkıt olmuş ve bu cebhe kapanmıştır. Tartışmalı da olsa hâlâ Kara Afrika’da diğer alanlara göre bir ‘Devrim’ vetiresi olasılığı çok zayıftır. Yani Che, kalemiyle de (silahıyla beraber) tarihin belli bir dönemine imza atmıştır, yani askerî militanlığının yanısıra Che aynı zamanda sosyal bir militandır da, Jean-Paul Sartre da, Cezayir savaşı sırasında De Gaulle’e açıktan tavır alarak Paris’te 1 milyon kişiyi yürütebilmiş ve ona ‘Dünyada bir tane Sartre var, onu durdurmayın!’ dedirtebilmiştir. Sartre’ı Sartre yapan da kalemidir, yani o da bir sosyal militandır. Üstad, Kumandan ve diğer İbda kadroları yazmasalardı, bu devâsa külliyat oluşur muydu? Neyin üzerine siyâset yapardık, ya da yapabilir miydik? İnsanları cesâretlendirebilir miydik? Her platformda konuşabilir miydik? Fincancı katırlarını ürkütebilir miydik? İdeolojimizi, ideallerimizi, dertlerimizi, gelecek hedeflerimizi hattâ hattâ aşklarımızı, sevgilerimizi, ihtirasımızı, ambiansımızı, tutkumuzu, iddiamızı, hissiyatımızı, nefret ve öfkemizi başkalarına anlatabilir miydik? Propagandamızı yapabilir miydik? Farkımızı ortaya koyabilir miydik? Emeğimizi ve çabamızı paylaşabilir miydik? Gözyaşlarımızla kâğıtları ıslatabilir miydik? Davamızı dile getirebilir miydik? Şehitlerimizi anabilir miydik? Hayır tabiî ki, haykıramazdık bütün bunları. Kansız devrim olmaz denir, doğrudur ancak kalemsiz-yazısız ve edebiyatsız hiç olmaz, Teorisiz, ideolojisiz, kalemsiz devrim düşünülemez. İşte bunları kitlelere yansıtmanın en mühim ve en etkin aracı yazıdır. Bu vasıtayı mutlaka ve mutlaka ve en kuvvetli bir biçimde kullanacağız. Çok klasik deyiştir ama etkisi hâlâ çok yükek: Verba volem, scripta manem yani ‘Söz uçar yazı kalır’.

***

Lümpenizmi teşhir ve tel’in etme mânâsına;

Bâtıl ve tağutu tahrib ve tasfiye etmek büyük bir emek-aksiyon ve çaba işidir ve şanlı bir yürüyüşü gerektirir. Hakkın ihyâ ve ibdaı bu hareketin aslî momentumunu oluşturur. Mukaddes değerlerin beşeri yüceltici enerjisi böylece ortaya çıkar. Âlemi şereflendirecek en büyük aksiyon İslâm inkılâbıdır. Yine beşeriyete yapılabilecek en büyük hizmet de, inkılâb mücâdelesini yükseltmektir. Bunun zıd kutbunda ise emeksizlik-aksiyonsuzluk moda deyimle lümpenlik oturur. Emekle-aksiyonla tüm bağlarını koparıp yüce değerlerin önünü kapatmak, ışığını karartmaya çalışmak ve dahi onların üzerinde yükselmeye çalışmak ahlâksızlığın, alçaklığın, pespâyeliğin, şerefsizliğin ve ihânetin eşdeyişle lümpenliğin en belirgin hususiyetidir.

Mevcut nizamın lümpen ideolojisinden ciddî nisbette etkilenen, onun ölçüleriyle şekillenen şahsiyet, inkılâb mücâdelesinin ve davanın önündeki en büyük ve en tehlikeli maniadır. İnkılâb vetiresi muazzam kıymetleri de ortaya çıkarırken, lümpen şahsiyet tam bu noktada devreye girer/sokulur, inkılâb kıymetlerini fütursuzca sabote etmeye yeltenir/eder. Kıymetleri ifsad etmek için, dejenere etmek için her türden gaspçılığa tevessül eder ve sporlarını (tohumlarını) topluma eker. Binbir suretle karşımıza çıkar lümpenizm; Futbol’la, fado’yla, envai çeşit fiesta, karnaval, faşing ve seremoniyle, yoz müzikle, televole-paparrazzi’yle, fuhuşla, kahvehâne ağzıyla, sahte mesih/mehdî’lerle, kurban-türban totolojileriyle, Brezilya-Meksika dizileriyle, Reha Muhtar’la, türbanlı şarkıcılarla ve daha nelerle…

Bu gaspçı, en kısa, en hileli ve namussuzca yollardan etki ve yetki sahibi olur. Düzenin dejenere yaşamında lümpenler, hiçbir emek-aksiyon ortaya koymadan halkı da uyuşturmak ve keyflerine âlet etmek suretiyle yükselirler, bu vampirâne bir hayattır. Bu keyfe ulaşmak için her türlü düşkünlüğe, sefilliğe, kopukluğa, itliğe, desiseye, hayasızlığa, pisliğe bulaşır lümpenler. Bu onların yaşam tarzıdır. İnkılâb gibi muazzam bir aksiyon vetiresinde farklı görüntüler altında da olsa aynı pratikleri sergilemenin ismi ‘Lümpen pratik’tir.

Bu tip lümpenlik, içtimaî lümpenliğin çok ötesinde oldukça tehlikeli bir hâli ifâde eder. Bunlar mücâdelenin içinde her türlü sapmaya imzâ atarlar. Aksiyon vektörlerini dumura uğratıp sulandırmaya, pörsütmeye ve nihâyet hareketsiz hâle getirip tasfiye etmeye müteallik herşeyi yaparlar. Fikriyatın ve aksiyonun toplumdaki tesiri ortaya çıktığında bunlar da menfur görevlerini ifaya soyunurlar. Bu mânâda lümpenizm mağlubiyetin ve imhanın şartlarını hazırlar.

Phoenix misâli, kendi küllerimizden kendimizi yeniden üretmeye kalkarken, lümpenizm ideolojisinin kucağına düşmek, onun dümensuyuna girmek; tarihin spektaküler bir döneminde hakikati ıskalamak, tarihin binbir tuzağına düşmek, ilmiğin boynumuza geçmesine izin vermek ve Allah’a karşı suç işlemek olur. Tam da ölümcül bir dengeye gelmişken lümpenizm belâsıyla karşılaşmanın panzehiri onu ezmektir.

Lümpen kişilik bizim mücâdelemize anlam veremez çünkü onun değerleri güdükleşmiş, muhakeme kâbiliyeti körelmiş, nefsi tamamen şeytanın eline geçmiştir. O bir hadımdır, iğdiş edilmiş bir fizikî varlıktır, cesettir. O savaşamaz ve savaşanları da anlayamaz. Anlam veremedigi için de bütün değerleri manyakça bir insiyakla derdest eder, herşeyi tüketir. Mücâdelenin en küçük kazanımlarından tutun da en büyük ve stratejik varlıklarına kadar ne varsa tuz buz eder, canına okur.

Bizim kazanmaktan başka hiçbir seçeneğimiz olamaz, o nedenle yürüyüşümüzün önündeki temel manialardan biri olan lümpenizmin beynini dağıtmaktan gayrı bir seçeneğimiz de yoktur. Kalemlerimizin ve namlularımızın sivri uçları ve parlayan yanakları lümpenin yüreğini delip geçmedikçe rahat uyumak haramdır.

Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!