En çok zorlandığım işlerden birisi önsöz yazmaktır. O nedenle kimi zaman birilerine rica ediyorum, bir önsöz yazmanız mümkün mü diye. İnsanlar, tabiî bir eylem olarak bir kitaba, bir risaleye veya bir başka evraka önsöz yazarken bu işin – yani önsöz adı verilen nesnenin – aslında başlıbaşına bir san’at, hatta bir edebiyat türü olduğunu ıskalarlar. Ben bu kitabın önsözünde ayrıca biraz da Prolog’dan bahsetmek isterim. Bu kelimenin – prolog – aslı Yunanî ve πρόλογος (Prôlogos). Πρό – Prô: ön ve LόgoV – Lôgos: söz, kelâm, şuur, akıl, vicdan, zekâ bilgi, bilim, mantık, söylev anlamlarında. Buradaki manasını ‘kelâm, söz’ olarak netleştirebiliriz. Evet; Prô-Lôgos: Ön-Söz. Latince; praefatio, İng; preface, Fr; préface. Eski Yunan’da – en kısa ifadesiyle – karakterlerin ve öykünün ana hatlarıyla tanıtımı diyebiliriz. Kimi yazarlar bu bölüme dualar, yakarışlar ve ilhamlar bölümlerini de ekler. Theatro’da oyundan evvel çıkıp konuşan ilâhî varlık konumundaki figürün konuşmasına da prologos adı verilir – açılış konuşması veya giriş duası mahiyetinde.
Mukaddime de denebilir miydi? Tabiî ki denirdi ancak biraz haşmetli olurdu ve çok daha geniş bir prolog yazmak gerekebilirdi. Ne demekti mukaddime?
- Evvel gelen. Kadîm olan, Önce gelen, Öne geçen. Tekaddüm eden. Her şeyin evveli.
- Bir kitapta asıl maksada başlamadan evvel kitapta olan bahisler hakkında ve kitabın muhteviyatına dair yazılan makale, önsöz – öndeyiş.
- Alın. Nasiye. Alındaki perçem.
Dibâce nasıl olurdu? Farsî olan bu kelime de mukaddime, başlangıç, önsöz anlamlarına geliyor.
Ben Türkçe olan ‘Önsöz’ü seçtim, daha ‘anlaşılır’ olabilmesi umuduyla.
Bu eserin önsözünde ne yazılabileceğini tam olarak bilemiyorum. Aklıma ilk gelen kavram olarak da ’şiddetli arzu’yu buraya yazmak istiyorum. Amma velakin arkası nasıl gelebilir ? Yukarıda ilâhlardan, Eski Yunan’ın theatro ve tragedyalarından falan bahsettik, Hristiyanlık’ta da, İslâm’da da önsöz yazmak / yazdırmak büyük marifet. Eseri tamamlamakla herşey bitmiyor. Mühîm bir (veya birkaç) şahsiyetin o kitaba önsöz yazması gerekiyor yoksa kimseler alıp okumaz. Sonraları önsözleri de yazarın kendisi koymak zorunda kaldı. Gerçi, eski gelenek de, iyi kötü yürüyor ancak eskiye göre çok azaldı. Şimdi, vaktinde peygamber düzeyindeki adamlara, bilgelere, velîlere, bilim adamlarına, edebiyatçılara, san’atçılara, kültür insanlarına, devlet adamlarına vs. önsöz yazdıran yazarları düşünün bir kere, ne kadar da şanlı ve namlı müessirlerdir onlar. Bir de yanına dilin zenginliğini ekleyin; Latinî, İbranî, Arabî, Farsî, Yunanî, Aramî, Sanskritî, Pehlevî, Süryanî, Asurî, Ottomanî – Eski Türkî lisanlarında bir mukaddime yazılmış.
Bunları yazarken birden aslında önsöz yazmanın çok tehlikeli bir iş olduğunu düşündüm zira eğer benim bu eserimi birileri okuyacak ise ve hâliyle önsözünü de merak ediyorlarsa adamlar, ‘Bu mu yazar’ım diye ortaya çıkan kişi, daha önsöz yazmaktan haberi yok, bu kişinin kitabı okunmaya değmez’ derler (mi) diye de ödüm koptu. Allah’tan kendimi yeniden cesaretlendirip önsöze devam etme kararı alabildim. Sonra şöyle düşündüm; şimdi ben – faraza – kendi kitabıma değil de mesela, Pentatefkos’un (Pentateuch) Latin versiyonuna önsöz yazmaya davet edilmiş bir bilge kişi – örneğin Origen – olsaydım veyahut bir epik kitaba imza atması rica olunan Plutarkhos (Plutarch) olsaydım nasıl bir önsöz yazardım acaba, neler söylerdim? Herhâlde bu önsözü fazla da ciddîye almayın zira ben aslında yazar değil megalomanyak bir hastayım deyip sıyrılırdım.
Kelimeleri işlemek ve onlardan bir constellation çıkarmak işi büyük san’at istiyor. Bir obelisq gibi, hiyeroglif gibi, heykeli kayanın içinden söküp almak gibi ki, burada Fransızlar’ın ‘Arracher’ fiilini seviyorum. Bu arracher fiilini özellikle de Qur’ân’ın Fransızca meâlinde, ruhun melek tarafından ‘arraché’ edilmesi cümlesinde çok beğeniyorum. Sûre 79: Les Arracheurs (Al-Naaze`aat):
Au nom de DIEU, le Plus Gracieux, le Plus Miséricordieux.
1. Les (anges qui) arrachent (les âmes des mécréants) par la force – Burada melâikenin İslâm açısından imânsız kişilerin ruhlarını nasıl ‘arraché’ ettiklerini okuyoruz. Sonra da ikinci âyet geliyor; 2. Et ceux qui prennent gentiment (les âmes des croyants) joyeusement – Burada melâikenin, mü’mînlerin ruhlarını ‘gentiment’ aldıklarını okuyoruz.
İngilizler de bu iki âyeti 1. The (angels who) snatch (the souls of the disbelievers) forcibly. 2. And those who gently take (the souls of the believers) joyfully, biçiminde çeviriyorlar. Snatch ve arracher fiilleri arasında bir seçim yapma şansım varsa eğer gözümü kırpmadan ‘arracher’ derim, ben şahsen.
Tabîi ki, ‘arracher’ ne ola? Eski Fransız lisanında esrachier veya arrachier, Latin lisanından tevârüs ediliyor: E(x)radicare «déraciner; kökünü sökmek, köksüz kılmak», Radix, radicis, «racine; kök».
S’arracher les yeux: Gözlerini çıkarmak, oymak.
Cimrî bir insandan bahisle: Je lui ai arraché une dent.
S’arracher les cheveux: Saçını (başını) yolmak.
Arracher une opinion de l’esprit, de la tête de quelqu’un: Birinin fikrini – aklını başından almak, çekip çıkarmak, birini bir fikirden tamamen uzaklaştırmak.
Ama unutuyoruz sanki, bir de Arabî’sine bakmamalı mı? Nâziât nâzi‘ler anlamında. Bu kelime müteaddi (geçişli) veya lâzım (geçişsiz) olmasına göre, nezi’ kökünden de nüzû kökünden de türetilmiş olabilir.
Nezi’, çekmek, çekip almak, çekip çıkarmak ve soymak gibi çeşitli manalara geliyor:
1- Yukarıdaki cümleden olarak (meleklerin), hayatı çekip almak, can almak ve can çekiştirmek (ağonizo) manasına gelir ki, bu hâle “Hâlet-i nezi’ = Can çekişme hâli” denir. Bu mana ile nâziât, can alan kuvvetler, melekler demek olabileceği gibi, can çekişme hâlinde (agoni) bulunan canlar demek de olabilir.
2- Nezi’, kuyudan şiddetle kova çekmek, su çıkarmak manasına gelir ki, bunda “ğarkan nezi’“, iyice daldırıp derinden doldurarak hızla çekmek anlamında olur. Bu da, tâ derinlerden çeke çeke can almak manasına mecaz olabilir. Bu duruma göre nâziât, şiddetle daldıra daldıra, boğa boğa, bedenlerinin tepeden tırnağa en derinliklerinden çeke çeke can alan melekler veya şiddetle savaşan kuvvetler demektir.
3- Nezi’, yay çekmek; “ğarkan nezi’” de yayı şiddet ve aşırılıkla doldura doldura çekmek manasına gelir ki, buna yayı doldurmak denir. Bu anlamda nâziât, atış yapan kuvvetler, gâziler biçiminde tercüme edilebilir.
4- Nezi‘, atın başını alıp belli bir doğrultuda koşması manasına gelir ki, bu mânâdan nâziât’ın, “Gürültü ile koşan“(Âdiyat, 100/1) âyetinde olduğu gibi atlar, biniciler ve o mânâda olan kuvvetler için kullanılması doğru olabilir. Ayrıca bu mânâdan mecaz olarak gökte doğudan batıya hareket eden yıldızlar ile de tefsir edenler olmuştur.
5- Nüzü‘, bir şeye can atmak gönül vermek, bir şeye meyledip arzulamak; bir de bir şeyden feragat edip geri çekilmek, sıyrılıp çıkmak manalarına geldiğinden vatanını özleyen gurbetçiye nâzi‘ denildiği gibi, nâziât da bu manadan olarak bedenlerinden ayrılmış, bedenlerine hasret kalmış nefsler demek olabilir.
İşte bu ‘Nezi’nin karşılığı Arracher. Ne güzel bir kelime bu arracher. Ben de buradan ilham alıp, bir şeyleri tâ derinlerden çekip çıkarmayı hayâl ettim, Tıbbın dilini; onu kendi zehirli dilimle söküp almayı çok arzuladığımı ilânen tebliğ ediyorum. Yani benim derdim, snatch – kapmak, kapıp götürmek, kavramak, almak için mücadele etmek ve gerekirse parçalamak’tır. Ne kadar da heyecân vericidir kelimeleri birer at gibi düşünmek ve mümkünse kullanıp savaş alanına sürmek.
Bu önsözün içinde adları mutlaka geçmesi gereken o kadar çok varlık mevcut ki, hepsini yazsam bu önsöz ayrı bir hacim olur. Yazamadıklarımdan özür dileyip ilk ismi zikrediyorum; Âsklipiôs – Ἀσκληπιός. Aesculapius, Aesculape, Esculap, Eskülap gibi isimlerle de anılır. Yunan mithologyasında tıp ve iyileştirme ilâhı. Aynı zamanda Tıbbî San’atların iyileştirici yüzü. Kızları var: Ὑγιεία – Îgiîa (Günümüzde Hygiène – Hijyen dediğimiz şey) sıhhat ve sağlık ilâhesi, Ἰασώ – Îasô veya İonik dialektinde Ἰησώ – Îisô; Tababet ilâhesi, Ἀκεσώ – Âkesô iyileştirme ilâhesi Aceso. Αγλαΐα – Aglea veya Aglaia; sağlıklı hararet, ateş ilâhesi. Πανάκεια – Panâkia; evrensel deva, ilaç. Asklipios’un simgesi, üzerinde bir yılanın sarılı olduğu bir âsâdır. Kızlarında da mutlaka birer yılan figürüne rastlıyoruz. Ne yüce bir değerdir yılan, velâkin kadri bilinmez. Yalnız burada, sağlık ve sıhhat işlerinin hep kadınlarda olduğunu onları koordine edenin ise baba (erkek) olduğunu görüyoruz; yılanın genelde kadınla birlikte anıldığını dikkate alırsak sağlık konusunun büyük ölçüde kadına emanet edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hijyen kadındır, hijyen yılandır, bunları yazan ve koordine eden de – belki – erkektir. Asklipios iktidarını kadınlara vermiş olan bir eril ilâh olmakla sıhhatli bir adım atmıştır.
Asklipios kelimesinin etimolojisi çok net sayılmaz. Thesisler var;
Birincisi; bu kelimenin ἀσπάλαξ – âspâlaks (veya skalôps) kelimesi ile olan ilişkisidir. Skalôps kelimesinin ‘Köstebek – ilâh’ veya ‘köstebek formunda kahraman’ olduğunu söyleyelim. Asklipios’un bir köstebek olduğu ihtimâli vardır: Hekimler de köstebekler gibi arkalarında toprak yığınları bıraksınlar mı? Bu thesis zaif bir savdır.
İkincisi; Hitit lisanında Assula kelimesi ‘sıhhatli, sağlığı yerinde olan’, ‘piya’ kelimesi de ‘veren’ anlamındadır. Buradan – ve belki – Assula-piya kelimesinin Asklipios’a kimi evrimlerden sonra dönüştüğünü söyleyebiliriz. Önce Aslâpios sonra Asklipios.
Mithologya’ya nazaran; Thessalia Kralı’nın kızı Koronis ilâh Apollon ile sevişir ve ondan hamile kalır. Ne var ki, Apollon’un çocuğunu karnında taşırken Arcadia’dan gelen bir yabancıyı da yatağına alır. Bu haberi Apollon’a kutsal kuşu olan alakarga verir. Apollon kız kardeşi Artemis‘i Koronis‘i cezalandırmak üzere görevlendirir. Artemis de kadını bir odun yığınının üzerinde diri diri yanmaya mahkûm eder. O ateş öyle büyüktür ki, o zamanlar köpükler gibi ak olan karga tüyleri, o günden sonra is karası rengi olur. Kadın alevler üzerinde can vermek üzeredir ki, Apollon çocuğunu Koronis’in karnından alır. Çocuğu, yetiştirmesi için at-adam Kheiron’a verir (Neden hep Nâziât, Atlar ve çekip alma mes’elesiyle kafamı bozdum bilmiyorum ama işte burada da hep aynı şey karşıma çıkıyor). Bu olay hekim-ilâh’ın son ânda kurtarıcı olarak yetişmesinin simgesidir.
Asklipios’a hekimlik san’atını öğreten Kheiron (Chiron) bütün at-adamlar gibi doğanın içinde yaşayan, doğanın sırrına ermiş bir varlıktır. Kheiron’un açık havada, güneşin altında şifalı otlardan ve sulardan yararlanma yollarını bilmesi gerçekliği ortadadır. Asklipios böylece usta bir hekim olarak yetişir, hekimliğin ve cerrahlığın tüm bilgilerini edinir. Asklipios, elindeki âsâsını – ki, bu âsâ da bugün bildiğimiz, Tıbbın simgesi olan yılan dolanmış âsâdır – yanından hiç ayırmaz, gittiği her yere onu da götürür, yorulduğu zaman da ondan destek alır. Daha öteye giderek, ölüleri bile diriltmeye çalışır. Lazaros’un Hz. İyşâ tarafından diriltilmesi sahnesini hatırlayalım. Bunun sırrını efsane şöyle açıklar: İlâhe Athena, Gorgon canavarı öldüğü zaman bedeninden akan kanı toplamış ve Asklipios’a vermiştir. Gorgon’un sağ tarafındaki damarlarda zehirli, sol tarafındaki damarlarda şifalı kan vardır. Asklipios bu şifalı kanla ölüleri diriltme yoluna gider. Ancak insanların ölümsüz olması fikri hem Zeus‘un – Dias, iktidarını sarsar, hem de yeraltları’nın ilâhı Hades‘i çok kızdırır. Ve Hades kardeşini bir şeyler yapması konusunda uyarır, Zeus da Asklipios‘un başına bir şimşek fırlatarak onu öldürür. Derler ki, o ân Asklepios‘un elinde reçete yazılı olan kâğıt toprağa düşmüş ve yağan yağmurla üzerindeki yazılar toprağa karışmış. Oradan da her derde deva sarmısak bitmiş. Apollon da, Zeus’a yıldırımları bağışlayan Kykloplar’ı öldürerek, oğlunun öcünü almış. Kadınlara yüksek değer veren Asklipios, ilâhlar ilâhı eril varlık Zeus – Dias – Theos tarafından öldürülüyor. İktidarına dokunulan erkek öldürür. Tıp erkek olduğu müddetçe felaket, kadın olduğunca sıhhattir.
Ölümsüz’ün (İlâh’ın) daha yüksek bir ilâh tarafından yok edilişinden sonra hekimlik san’atını kızları ve sonra da ve ikinci derecede oğulları Asklipiades bir lonca düzeni içinde sürdürmüşlerdir. Athina’da, Bergama’da, İzmir’de Asklipios adına tapınaklar kurmuşlardır.
Asklipios ile Loqmân Hekim’in aynı varlık olduğu ihtimali çok yüksektir. لقمان (Loqmân) Qur’ân’da adı geçen çok yüksek bir kişi veya bir peygamberdir. Ellerine yazdığı ölümsüzlük iksiri Hz. Cebrâil tarafından silinmiştir.
Büyük Melekler’den biri olan Raphael’in (Rafail) anlamı ‘Allah tedavi etti’dir.
Önsöz uzadıkça uzuyor işte…
Hayat hep çok yüksek isimler ve varlıklar üzerinden mi yürür? Evet öyledir. Bir isim; hem hawarî hem hekim. Antakya’da doğan ve bugün Kilise Kurumu tarafından kabul edilen İnciller’den birinin yazarı olduğu düşünülen meşhur Luka’ya uzanmış bulunuyoruz. İsmi Latince ‘aydınlık’ anlamına geliyor ki, Yunanî kökenlidir; Likos. Bildiğimiz Lux var ya, işte o. Azîz Pavlos’un (Saint – Paul) şahsî hekimidir. Luka’nın İyşâ anlayışının Yunan filozofisinden mülhem olduğunu düşünenlerdenim. O, Hz. İyşâ’yı Yunan ilâhlarının ve filozoflarının bilgeliği çerçevesi içinde ele alır ve ilâhın insan formuna bürünmüş hâli olarak okur. Hristiyanlık’taki, İyşâ’nın ilâh olduğu yaklaşımı Yunan mithologyasındaki ilâhların insan formunda görünmeleriyle aynı şeydir. Luka çok iyi bir hekimdir ve tababet san’atını Yunan hekimlerden öğrenmiştir. Dedik ya işte, Antik Yunan’ın tababeti ve orada duruyoruz. Geldik Kos’lu Hippokratis’e. Ἱπποκράτης (İpokrâtis) Periklis (Pericles) döneminde yaşıyor. Bu çok önemli zira Pericles Athina’yı yapan adamdır desek abartmış sayılmayız. Tıp tarihinin en dikkat çekici figürlerinden biri olduğu bilinir. Hatta babasıdır. Tıbbın bir meslek ve san’at olarak ‘Mekteb’leşmesinin sahibi bu zâttır. Hippokratik parmaklar adıyla anılan ve Eisenmenger sendromu olarak da bilinen tabloyu ilk tanımlayan yine o’dur. Hekim, Allah’ın yeryüzündeki elidir diyen de, yine o.
Facies Hippocratica dediğimiz zaman ölmekte olan veya çok uzun bir süredir hasta olan bir kşinin yüzünü anlıyoruz.
Bir insanın adının bütün hekimlerin ettiği bir yemine verilebilmesi ne büyük devlettir. Yazıyorum:
Όρκος του Ιπποκράτη
Ο αρχικός όρκοV
Ὄμνυμι Ἀπόλλωνα ἰητρὸν, καὶ Ἀσκληπιὸν, καὶ Ὑγείαν, καὶ Πανάκειαν, καὶ θεοὺς πάντας τε καὶ πάσας, ἵστορας ποιεύμενος, ἐπιτελέα ποιήσειν κατὰ δύναμιν καὶ κρίσιν ἐμὴν ὅρκον τόνδε καὶ ξυγγραφὴν τήνδε.
Ἡγήσασθαι μὲν τὸν διδάξαντά με τὴν τέχνην ταύτην ἴσα γενέτῃσιν ἐμοῖσι, καὶ βίου κοινώσασθαι, καὶ χρεῶν χρηίζοντι μετάδοσιν ποιήσασθαι, καὶ γένος τὸ ἐξ ωὐτέου ἀδελφοῖς ἴσον ἐπικρινέειν ἄῤῥεσι, καὶ διδάξειν τὴν τέχνην ταύτην, ἢν χρηίζωσι μανθάνειν, ἄνευ μισθοῦ καὶ ξυγγραφῆς, παραγγελίης τε καὶ ἀκροήσιος καὶ τῆς λοιπῆς ἁπάσης μαθήσιος μετάδοσιν ποιήσασθαι υἱοῖσί τε ἐμοῖσι, καὶ τοῖσι τοῦ ἐμὲ διδάξαντος, καὶ μαθηταῖσι συγγεγραμμένοισί τε καὶ ὡρκισμένοις νόμῳ ἰητρικῷ, ἄλλῳ δὲ οὐδενί.
Διαιτήμασί τε χρήσομαι ἐπ’ ὠφελείῃ καμνόντων κατὰ δύναμιν καὶ κρίσιν ἐμὴν, ἐπὶ δηλήσει δὲ καὶ ἀδικίῃ εἴρξειν. Οὐ δώσω δὲ οὐδὲ φάρμακον οὐδενὶ αἰτηθεὶς θανάσιμον, οὐδὲ ὑφηγήσομαι ξυμβουλίην τοιήνδε. Ὁμοίως δὲ οὐδὲ γυναικὶ πεσσὸν φθόριον δώσω. Ἁγνῶς δὲ καὶ ὁσίως διατηρήσω βίον τὸν ἐμὸν καὶ τέχνην τὴν ἐμήν. Οὐ τεμέω δὲ οὐδὲ μὴν λιθιῶντας, ἐκχωρήσω δὲ ἐργάτῃσιν ἀνδράσι πρήξιος τῆσδε.
Ἐς οἰκίας δὲ ὁκόσας ἂν ἐσίω, ἐσελεύσομαι ἐπ’ ὠφελείῃ καμνόντων, ἐκτὸς ἐὼν πάσης ἀδικίης ἑκουσίης καὶ φθορίης, τῆς τε ἄλλης καὶ ἀφροδισίων ἔργων ἐπί τε γυναικείων σωμάτων καὶ ἀνδρῴων, ἐλευθέρων τε καὶ δούλων. Ἃ δ’ ἂν ἐν θεραπείῃ ἢ ἴδω, ἢ ἀκούσω, ἢ καὶ ἄνευ θεραπηίης κατὰ βίον ἀνθρώπων, ἃ μὴ χρή ποτε ἐκλαλέεσθαι ἔξω, σιγήσομαι, ἄῤῥητα ἡγεύμενος εἶναι τὰ τοιαῦτα. Ὅρκον μὲν οὖν μοι τόνδε ἐπιτελέα ποιέοντι, καὶ μὴ ξυγχέοντι, εἴη ἐπαύρασθαι καὶ βίου καὶ τέχνης δοξαζομένῳ παρὰ πᾶσιν ἀνθρώποις ἐς τὸν αἰεὶ χρόνον. παραβαίνοντι δὲ καὶ ἐπιορκοῦντι, τἀναντία τουτέων.
Orijinal Yemînin Tercümesi
Hekim Apollon, Aesculapionis, Hygia Panacea ve bütün ilâh ve ilâheler adına. And içerim, onları şahid tutarım ki, bu andımı ve verdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim. Bu san’atta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızqımı onunla paylaşacağım. Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim. Öğrenmek istedikleri takdirde onun çocuklarına bu san’atı bir ücret veya senet almaksızın öğreteceğim. Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri şifahî bilgileri ve başka dersleri evlâdıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içenlere öğreteceğim. Bunlardan başka bir kimseye öğretmeyeceğim. Gücüm yettiği kadar tedavimi hiçbir vaqit kötülük için değil yardım için kullanacağım. Benden zehir isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir hareket tarzını bile tavsiye etmeyeceğim. Bunun gibi bir hamile kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Fakat hayatımı, san’atımı tertemiz bir şekilde kullanacağım.
Bıçağımı mesânesinde taş olan muztarîblerde bile kullanmayacağım. Bunun için yerimi ehline terkedeceğim. Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücûdunu kötüye kullanmaktan, mazarattan sakınacağım. Gerek san’atımın icrâı sırasında, gerek san’atımın dışında insanlarla münasebette iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım. Bu andımı tuttuğum sürece, hayatım ve sanatımın icraası bana mutluluk versin, tüm insanlar tarafından her zaman saygı göreyim, eğer yeminimden dönersem bunun zıddı bana az gelsin.
Ğoti Ho Aristos Ğiatros Ke Filosofos (Erdemli bir hekimin filozof olması gereklidir) adlı eserin de sahibi olan Bergamalı ünlü hekim Galenos’u (Galen) burada anıyoruz. Γαληνός Galīnós / Galênós ; Claudius Galenus, 149 – 216.
Mimar ve geometr Nikon’nun oğlu Galenos anatomist, tıbbî fizikçi, fizyolog, patholog, farmakolog, cerrah, filozof ve edebiyatçıdır. Aynı Galenos, Tıp san’atı Allah’ın öğretmesiyledir, O’nun bağışıdır, insanoğluna O’nun bir lûtfudur demektedir. Galenos Venaları’yla ayaktadır. Anmamız gereken başkaları da var: Çin’de M.S 7. asırda yaşamış olan taoist hekimlerden Sun Simiao’nun tıbbî tavsiyeleri ve XV. yüzyılda yaşamış Gong Tingxian tarafından belirlenen “hekimlerin uyması gereken on kural ve hastaların uyması gereken on kural” Tıbbî etik anlayışının önemli kilometre taşlarıdır. İshâk bin Ali er-Rûhâvî, doktorların uyması gereken kurallarla ilgili Edebu’t-tabîb adlı bir eser neşretmiştir. Ebû Bekr Muhammed bin Zekeriyya er-Râzî’nin (ö.320/932) Tıp konusundaki tavsiyelerini içeren risalesi Ahlâqu’t-tabîb’i burada hatırlıyoruz. Πεδάνιος Διοσκορίδης – Pedânios Diaskorîdis; Περί ὕλης ἰατρικής (De Materia Medica – Tıbbî Maddeler veya tıbbın maddesi Üzerine) isimli 5 cildlik eseriyle Tıp tarihinin uluları arasında yerini almıştır. Daha kimler gelmedi ki, bu yüce san’ata büyük eserler bırakmayan.
Bu kadar sık aralarla etimolojiden bahsedip de etimoloji zakkumunun bizzât kendisinden bahsetmemek doğru mu? ἔτυμον (êtimon): Gerçek mana, doğru anlam + λόγος (lôgos). Bilim, bilgi, bilinç, inceleme, zekâ, akıl, vicdan, mantık, söz, kelâm, diskur. Etimolojinin doğru anlamı bulma bilimi ve san’atı olduğunu görüyoruz. Burada Hind’in ilk Sanskritik etimoloji ustalarını ve Antik Yunan’ın büyük filozoflarını – husûsen Sokratis ve Platonas gibi ve mesela Kratylos dialogu – selamlıyoruz.
Hele bakın şu Aşil Tendonu’na (Tendo Achiliis), tek başına bir abide gibi durur. Tıbbın da, tarihin de, mithologyanın da, felsefe ve san’atında aheng ile yan yana geldiği bu fonksiyonel alanı bütün boyutlarıyla kurcalamaz isem çok daralırdım herhâlde. Tendo Achille veya Achilles tendon, calcaneal tendon veya tendo calcaneus adlarıyla da bilinen bir kas kirişidir ve vücûdun en kuvvetli kirişi sayılır. Bacağın arka tarafıyla ayak bileği arasında uzanır. Gastrocnemius (baldır – calf) kası (Musculus Gastrocnemius) ile Musculus Soleus’u Os Calcaneus’a (Topuk kemiği – heel bone) bağlar.
Peki, bu Aşil ismi? Bu kirişin isminin Aşil olarak verildiğini belirten en eski kaynak (kişi) Hollandalı anatomist Philip Verbeyen olarak bilinir. Bu tendonun isim babası Verbeyen, Aşil kavramını ilk olarak 1693 yılında kullanmıştır. Kapsamlı eseri Corporis Humani Anatomia’nın 328. sahifesinde 25. Bölüm başlığı altında tendonun yerleşimini tasvir eder ve bu tendona çoğunlukla Achilles Şeridi – quae vulgo dicitur chorda Achillis, adının verildiğini söyler.
Bu Achille topuğu deyimi ise hepinizin bileceği üzere Yunan mithologyasında yerini bulur. Achille’in annesi ilâhe Thetis oğlunun ölümüne ilişkin bir ilhâm-bilgi alır. Bunu işitince oğlunu tehlikeden uzak tutma temelinde Styx nehrine daldırır ve şerbetler. Mamafih, oğlunu topuğundan tutup kavradığı için Achille’in topuk bölgesi yani bugün Aşil Tendonu diye andığımız vücûd bölgesi Styx nehrinin suyu ile temas etmez. O bölge her türlü tehlikeye karşı korumasız kalır. Meşhur Troya Savaşı sırasında Achille korunmasız bölgesi olan topuğundan zehirli bir okla vurulur ve ölür. Aynı savaşta, Achille savaştığı Hector’un aynı bölgedeki tendonunu keserek onu öldürmüştür ve kestiği bölgelerden deri liflerle arabaya bağlayarak Hector’un cesedini sürüklemiştir. İnsanlar nedense hep Aşil tendonları’ndan çekilip sürüklenirler.
Ya bu Ἀχιλλεύς – Âhilevs veya Âhileôs ismi ne olacak. Bunun da ayrıca bir hikâyesi yok mudur? Homeros’un İliada adlı destansı eserinin en önemli kahramanı Aşil. En güçlü olduğu gibi en yakışıklısı o. Myrmidon kralı Peleos ile bir peri-ilâhe olan Thetis‘in oğlu olan yarı-ilâh Aşil Yunan mitholojisinin en önemli kahramanlarından biridir. Thetis oğlunu ölümsüzlük nehri Styx‘de yıkarken elini suya değdirmemesi öğütlendiği için, onu sol topuğundan tutup suya batırmıştır. Yalnızca oradan vurulursa öleceğine inanılır. Efsaneye göre, öleceğini bildiği hâlde Helen‘i geri almak için yapılan ve en büyük savaş kabul edilen Truva Savaşı‘na adının sonsuza kadar anılması için katılmış ve Truvalı prens Paris tarafından sol topuğundan zehirli okla vurularak öldürülmüştür.
Diğer versiyon şöyledir:
Thetis‘ten doğacak çocuğun tüm ilâhlardan daha güçlü olacağı kehâneti üzerine Thetis, Peleos ile yani bir ölümlü ile zorla evlendirilmiştir. Thetis doğan çocuklarının ölümlü taraflarını yok etmek için kocasından gizlice onları doğar doğmaz ateşte yakar ama çocukları bu yüzden ölür. Thetis son oğlu Akhilleus‘u (Aşil) ateşe tutarken Peleus onu yakalar. Akhilleus‘un sadece topuğu yanmıştır. İlk büyük Eski Yunan şâiri olarak kabul edilen Homeros‘un, Truva Savaşı‘nı anlatan İliada adlı eserinde Aşil‘in mezarının yeri de tarif edilmektedir.
İliada’nın ilk beyiti şöyledir:
Μῆνιν ἄειδε θεὰ Πηληϊάδεω Ἀχιλῆος
Οὐλομένην, ἣ μυρί’ Ἀχαιοῖς ἄλγε’ ἔθηκεν,
(mînin aite theâ Piliiâdeo Âhilîos
Ulomênin, î mirî’ Âheis âlge’ êthiken)
Peleos’un oğlu Âhilîos’un gazabını söyle ilâhe,
binlerce Ahealı’ya ıztırab getiren lânetli gazabını.
Aşil’in ismi ἄχος (âhos): acı, keder, ıztırab, üzüntü, sıkıntı, boğuntu ve Λαός (Laôs): halk, topluluk, cemaat, kitle, kabile, millet kelimelerinin biraraya gelmesiyle oluşturulmuş bir isimdir. Yani, halkın ıztırabının ete kemiğe bürünüp bedenlenmiş hâlidir Aşil. Bu ismin dişil formu olan Ἀχιλλεία – Âhilîa veya Achilleía, amazon kökenli bir kadın gladyatör olarak M.Ö. 4. Asırda Attika’da adı geçen birinin ismidir.
Ölümlüler – insanlar tedavi edilir de ilâhlar edilmez mi? Mümkündür. Apollon, hem hayatın hem de ölümün birlikte taşıyıcısıdır; hem ölümcül vebâ’yı yayar hem de onu tedavi eder. Yine Apollon, Pantheon’daki ilâhların da dertlerinden en üst düzeyde sorumlu ilâhtır. Onun yardımcıları ise annesi Leto ve kızkardeşi Artemis’tir. Hippokrat Yemini’nin ilk adandığı varlık da Apollon’dur; Aheng, Nizam ve Akıl üçlüsünün ihtişamlı birliği Apollon’a yakıştırılmıştır. Asklipios’un – Aesculape, iki oğlu Mahaon ve Podaleiros da cerrahî’nin babaları sayılırlar. Zeus ânî ve gizemli ölümlerin, Artemis ânî ölümlerin ve şokların ve aynı zamanda ânî ölümleri geri getirmenin – reanimasyon, Hera insandaki vicdan öğesini ortadan kaldırmanın, Dionysios acı dindirmenin ve alkol ve psikoaktif maddelerle uyuşturmanın, Eleithia doğum yapan kadınların, Chiron Asklipios’un eğitiminin sorumlusu iken Aşil çok ağır yaraları iyileştirmekte, Odysseas ise bitki ve su ilminde büyük âlimler mertebesinde sayılmaktaydılar.
Galya (Gaule) bölgesinde tarih boyunca tababet – Batı Avrupa tıbbının kaynakları
Galya coğrafyasında ilk hekîmler büyücülerdi. Hayal gücü ile geleneklerin bir karışımı olan bu tababet anlayışı zaman için bütün Batı Avrupa sahasında yaygınlaşacaktı. Hem ilâhî inançlardan süzdükleri düşünceleri (divination), hem büyüyü hem de bir ölçüde ampirik sayabileceğimiz tıbbı birlikte uyguluyorlardı. Buna şaman yöntemi adını vermeyi uygun buluyorum.
Öyle görünüyor ki, büyüsel profilaksi aslında paleolithik (eski taş) dönemi topluluklarınca uygulanmaya başlamıştı. Aurignacien (Orinyasyen; Avrupa üst paleolojik çağında hüküm sürmüş bir kültür çeşidi. Günümüzden tahmini 30 bin yıl önce ile 18 bin yıl önce arasında mağara ve çeşitli kamplarda âlet teknolojisi, mağara resim sanatı ve diğer ilgili aktivitelerle temsil edilmiştir) kültür ile birlikte boyuna asılan objeler dönemi de başlar ve bu kolye kültürünün amacı hastalara şifa vermektir. Kolyenin pagan bir gelenek olduğunu burada belirtmiş olalım.
Zaman içinde bu topraklarda yerleşen Keltler bitkileri, mineral ve hayvanî kompozisyonları, termal suları, muhtelif büyüleri geniş bir biçimde repertuarlarına aldılar.
Keltik çağın şafağında ünleri iyice yayılmaya başlayan druidler (Kelt dervişler) Galya topraklarında en çok aranan hekîm-büyücüler oldular. Druidler bunca ünlenirken aynı dönemlerde Liguria (bugünkü İtalya) coğrafyasında Yunan therapötler icra-i sanat eyliyorlardı. Bu sonuncular bilahare Marsilya üzerinden (eski ismi Massalîa’dır – Μασσαλία – ve büyük bir Yunan ticarî limanı rolünü oynuyordu) Galya topraklarına giriş yaptılar. Yarattıkları gelenek daha sonra Gallo-Romain (Galya-Roma) tıbbına dönüştü.
Druidler husûsen tabiatın sırlarını iyi biliyorlar ve bunları tıbba uyguluyorlardı. Bunlar aynı zamanda tıp felsefesinin de ortaya çıkmasına ve ilerlemesine büyük katkılar sağladılar.
Tababet sanatının evrensel anlayışı olan ‘tekil dialog – dialogue singulier’ ilkesini de druidlere borçludur, tıp bilimi. Günümüzde buna tıbbî sır – secret médical adını veriyoruz. Batı Avrupa’da hasta-doktor mahremiyetini ilkeselleştirme girişimler ilk olarak Keltler tarafından başlatıldı. Bu günümüz tıbbî deontolojisinin temel prensiplerinden biridir. Hekîm, hasta ile ilâh arasında aracı olarak algılanıyordu Druidler’de ve Hippokratis’e mal edilen hekîm Allah’ın elidir ifadesinin bir versiyonudur.
Rahip-hekîmlerle ilgili olarak vak’anüvis Pomponius Mela Manş denizinde (la mer de Bretagne), istisnaî kudretlere sahip 9 bakirenin yaşadığını ve bu bakirelerin dalgalara ve rüzgârlara hükmettiklerini, herhangi bir varlığa kolaylıkla dönüşebildiklerini, geleceğe dair bilgi sahibi olduklarını ve tedavi edilmesi mümkün görünmeyen onulmaz hastalıkları iyileştirdiklerini yazar. Fakat onların yardımını elde edebilmek için bir şart vardır, o da hiçbir hekîmin o hastaya el sürmemış olması yani hastanın bakir olması. Ilk konsültasyonu bu günah bilmez bakireler uygularsa tedavi kesindir.
Galya’da Yunan tıbbı hızla yayıldı. Yunan hekîmlerin tüm Galya coğrafyasına yayılmalarının sebeplerinden biri de o dönemde Akdeniz üzerinden giriş kapısı olan Marsilya halkının büyük ölçüde Yunan dilini konuşuyor olmalarıdır. Yunan dilinin yanısıra, Yunan kültür ve gelenekleri, tıp eğitimi ve tıbbî pratikler de hızla karşılık buldu.
Tarihçi Strabon, Yunan kökenli hekîmlerin önceleri zengin insanları tedadvi ettiklerini daha sonra ise siradan vatandaşların da bu hızmetten yararlanmaya başladıklarını belirtir.
Yunan hekîmler Marsilya’da oftalmoloji, orthopedi ve hydrotherapi alanlarında çok ilerlemiş durumdaydılar. Arkeolojik keşifler bunlara ışık tutmaktadır. Obstetrik ve esthetik alanlarında ise kadın hekîmler sayıca daha fazlaydılar. Bunlar medicae diye adlandırılırken jinekologlar clinicae biçiminde adlandırılıyorlardı. Kadınlar bu sanatlarını rahibe veya therapöt konumuyla icra etmekteydiler.
Burada, daha o zamanlardan başlayan çok ciddî bir tartışmaya değinmek elzemdir. Yunan hekîmlerin neredeyse tamamı vazifelerini başta Zeus ve Aesculap (Asklipios) olmak üzere muhtelif ilâhlara bağlarken tıbbın dînî fonksiyonunu öne çıkarmayı tercih ediyorlardı. Bazı Yunan olmayan, Kelt ve Allaman hekîmler ise tıbbı laisize etmeye ve hekîmin rolünü ilâhların önüne çıkarmaya gayret ediyorlardı, azınlıktaydılar ama sorun yaşamıyorlardı. Buna hekîmin kredisinin arttırılması ve hak ettığı yeri alması olarak okumak mümkündür.
Metz, Avenches, Bordeaux, Marseille sahaları tıp eğitiminin verildiği ilk alanlardır. Bordeaux’da Druidler oldukça güçlü ve etkili bir tıp eğitimi veriyorlardı. Onlar adına kurulmuş olan Belenos tapınağı meşhurdur.
Camille Jullian aynı dönemde bir halk tıbbının da var olduğunu anlatır. Bu tıbbı daha ziyade büyücüler ve yerleşim birimlerinin dışında ikâmet eden kırıkçı ve çıkıkçılar temsil etmekteydi. Bunların bir şansı da Druidler’in ve Yunan hekîmlerin daha ziyade kasabaları ve kentleri mesken tutmuş olmalarıydı. Buna dezorganize tıp – dağınık, örgütsüz tıp adı da veriliyordu.
Bu insanların el becerileri çok yüksekti ve bitkileri ve suları çok iyi tanıyorlardı.
Galya pantheonu (ilâhlar meclisi) hem genel, hem bölgesel hem de yerel ilâhlara sahipti. Belenos en ünlü tapınak olarak sağlık ilâhlarına adanmıştı. Burada hâkim olan ilâhların İlios – Güneş ve Asklipios -Tıp olduğını görüyoruz. Roma bu tapınağı ilâh Apollon’a adamıştı. Apollon’un ismi Grannos ile eşleştirilmişti. Grannos pınarları ve kaynakları yönetirken Belenos sulardan sorumluydu.
Grannos’un bir diyer ismi de Borvo’dur ve Bormo veya Bormanus olarak da bilinir. Borvo thermal kaynaklar ilâhıydı. Grannos’un yanında, dizinin dibinde oturan (parèdre / parderos) ikincil bir ilâhî varlık da kimi zaman Damona kimi zaman da Bormona adıyla anılıyordu.
Apollon’un yanında, Galyalılar’ın en büyük ilâhı olan Merkür’ü – Mercure görüyoruz ki, Apollon’un paredros’u pozisyonundadır. Galyalılar’a göre herşeyin mucîdi Merkür’dür. Tıp buna dâhildir.
İlâheler de var
Brigantia adlı ilâhe İrlanda kökenli bir ilâhe olan Brigit’ten mülhemdir ve şâirlerin, demircilerin ve hekîmlerin ilâhesidir. Bu ikisi, Brigantia-Brigit de başka bir ilâhede asimile olmuştur; Sulis, Britanya’da thermal kaynakların ilâhesiydi ve o da Minerva’nın paredros’uydu.
Sulis kültü suyla bağlı olduğu kadar ateşle de bağlıdır. Aslında sıcak su kaynaklarının başında da o bulunur.
Galya’daki bir başka ilâheler grubu ise Les Matrones (Analar) olarak bilinir: Yanyana oturmuş 2 veya üç ilâhe biçiminde temsil olunurlar kaynaklardaki tsunaklardan sorumludurlar. Adak anneleri de denebilir.
Damona, Sirona (Dirona), Fransa ve Almanya’da dikenlerden, meyvelerden ve yumurtadan şifa çıkarırlar. Bereket ilâheleri olduklarına inanılır.
Eski Yunan’da yaygın olan bir hastayı bir sunakta uyutmak suretiyle ilâhların müdahalesiyle sağaltılmasını bekleme geleneği Galya’da da mevcuttu: Vosges bölgesinde bulunan ve Grannos’a adanan bir tapınakta APO diğer bir tapınakta ise SOMNO-JVSSVS yani uykuya davet edilmiştir yazısı okunmaktaydı. İrlanda’da imbas forosnai – ellerin etrafındaki nûr yazısı vardır ki burada şâirler büyülü bir ilhâm uykusuna dalarlar ve bilmeleri gereken şeylerin neler olduğunu öğrenirlerdi.
Tıp terminolojisi en zengin ve ağır terminolojilerden biridir. Sadece Anatomi bilimine has – kesin sayısı bilinmiyor – 9000 dolayında terim olduğu (Nomenclatura) düşünülürse olayı tahâyyül etmek biraz daha kolaylaşabilir. Özellikle Temel Tıp Bilimleri’nde (Anatomi, Histoloji gibi) terminoloji çok büyük oranda Latince -Yunanca’dır. Klinik branşlarda ise, özellikle son 30-40 yılda İngilizce terminoloji etkinliğini arttırmışsa da, yine Latince-Yunanca ikilisinin bariz bir hâkimiyyeti mevcuttur. Türkiye’deki bilim-teknik eğitimi gözönüne alındığında söylenecek çok şey olabilir fakat biz yalnızca Tıp bilimi açısından baktığımızda bile devasa problemlerle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Tüm bu problemlerin arasında, “Tıbbî Terminoloji” bir detay olarak görünebilir. Ancak, yine de bunun had safhada mühîm bir mevzu olduğunu yadsımak mümkün değildir. Bugün Türkiye’deki Tıp Fakülteleri’nin bir bölümünde terminoloji dersi yoktur, olanlarda ise verilen eğitimin kalitesi ve içeriği çok tartışmalıdır. Hâl böyle olunca, bodoslamadan (1. Sınıfın ilk günlerinden itibaren) koskoca Latince -Yunanca terminoloji ile karşılaşan Tıbbiye öğrencisi afallamakta ve ezberlemekten başka yol bulamamaktadır. Ve ne yazık ki, bu alışkanlık bir karakter hâline gelmekte ve üst sınıflara da taşınmakta ve Hekimlik diplomasına ulaşan tâze Tıp doktoru geçmiş 6 yıllık terminolojik kazanımının önemli bir çoğunluğunu yitirmektedir. Terminoloji Tıp bilimi için hayatîdir, olmazsa olmazdır.
Bu çalışmada pür (sâf) Yunanca kökenli tıbbî terimlerin kayda değer bir bölümü (hepsi değil) ele alınmış olup, yarı Yunanca yarı Latince – melez – kavramlar çalışma dışında tutulmuştur (Örn. Vulvektomi, Venografi, Agammaglobülinemi vs.). Bu melez kavramlar (Greko-Latin) hiç de az değildir. Bildiğim kadarıyla, Türkiye’de böyle spesifik bir çalışma mevcut bulunmamaktadır (bilmiyorsam da bu benim ayıbımdır). Bu çalışmada kavramların orijinal (Yunanca) yazılışları da verilmiştir. Buna karşın, eksikleri ve / veya yanlışlıkları da hâiz olabilir. Ortaya konulduğu takdirde bunlar tartışılır ve dikkate değer olanlar tashih edilir. Tıbbî Terminoloji Bilimi’ne katkı sunması dileklerimle bütün hekimlerimizi ve Tıbbiye öğrencilerini en samimî hissiyatımla selâmlarım.
Son bir söz, daha doğrusu bir tekrar olarak; bu eserin préliminaire (ilk ve ön hazırlayıcı) nitelikte bir çalışma olması hasebiyle insanlar arayıp da bulmak istedikleri kimi kelime ve kavramları burada bulamayabileceklerdir. O nedenle bu eseri sürekli gelişen, büyüyen ve yenilenen bir esere dönüştürmek de gayelerimizden biridir.
Her tıbbî kavramı çevirmek mümkün müdür ve/veya doğru mudur?
Bu sualin kısa cevabı; a) mümkündür, b) çoğu zaman doğru değildir. Bunun birinci nedeni, uluslararası bir terminolojinin bilimin işini çoğu zaman kolaylaştırmasıi ikinci nedeni ise tercüme mot à mot doğru olsa bile uygunluğu çok tartışmalıdır. Buna Arab lisanının tıbbî süreciyle ilgili olarak A semantic lexicon for indexing medical texts in Arabic language / Arab lisanındaki tıbbî metinleri endekslemek için semantik lûgat isimli bir makale yazan Khadija el Bouchikhi, Widad Mustafa El Hadî’den misâller sunmak münasip olacaktır.
Yazarlar makalelerine Arabî’nin terimleri ve eşanlamlıları itibârıyla zengin bir lisan olduğunu – The Arabic is a rich language in terms and their synonyms, bildirerek başlıyorlar ki, biz buna tamamen katılıyoruz fakat bu birinciye bağlanan ikinci cümle; bununla birlikte Arab lisanındaki tıbbî terimlerin, aynı Latinî terimlerde olduğu gibi, köken özütlemeyi (önekler ve sonekler) kolaylaştıran kimi kaideleri takip etmediğini – However, the Medical terms in Arabic language are not following certain rules which facilitate their extractions (prefixes and suffixes), as is the case for the Latin terms, bize işin zorluklarıyla ilgili ipuçları vermeye başlıyor.
Sonra ‘morpheme’; biçimbirim yani dilde tek başına anlamı olmayan ancak girdiği kelime-birim’e anlam katan en küçük dilsel birim, konusuna geliyorlar. Örneğin, İngiliz ve Fransız lisanlarındaki ‘s’ harfi kelimeleri çoğul yaparak böyle bir rol oynar. The word and terms do not allow splitting into morphemes – Kelime ve terimler morpheme’lere ayrışmaya izin vermiyorlar diyorlar.
Sonra, Tıbbî terminolojiden bahisle; the methodology of extraction based on morphological criteria is very difficult – morfolojik kriterler üzerine temellenen köken özütleme methodolojisinin çok zor olduğunu ifade ediyorlar ve bunu anlatabilmek için bir örnek veriyorlar:
the word “electro/cardio/gram”, which corresponds in Arabic term “Mukhattatu Kehr Beyyât – El Kalbi”. This term in Arabic version includes three Arabic words which cannot be dissociated – Elektro/Kardio/Gram kelimesi, Arabî’ye ilgili üç kelimeyle karşılık gelir. Bu terimin – yani elektrokardiogram teriminin – Arabî versiyonu ayrışması mümkün olmayan üç kelimeyi içerir.
Yazarlar; most terms in physiology and surgery are translated from Latin into Arabic and have not been arabized except the names of disciplines and the new words in the medical field – fizyoloji ve cerrahî’deki birçok terimin Latinî’den Arabî’ye çevrildiğini ve disiplinlerin ve tıbbî sahadaki yeni terimlerin hâricinde arapçalaştırılmadığını, belirtiyorlar.
Burada kısa bir not olarak yazarların Latince‘den aldık dedikleri terimlerin birçoğunun aslında Yunanî orijinli olduğunu biz ekliyoruz. Yazarlar ya bunu bilmediklerinden ya da ‘es‘ geçtiklerinden olsa gerek bu yola başvuruyorlar.
In the translation process, the Latin term finds its equivalent in the Arabic language. An example is “stomach”, which has an existing equivalent: “El Maide”. While the transliteration process allows us to translate literally the Latin term given the absence of its corresponding word in Arabic – e.g. most terms in chemistry such as acetylcholine: «Esetilkulin» – Çeviri sürecinde Latinî terim Arab lisanındaki karşılığını bulmaktadır. Örnek vermek gerekirse ‘Stomach’ kelimesinin Arabî’de karşılığı vardır: Mide. Harf çeviri – transliterasyon süreci bize verilmiş olan ve Arabî’de karşılığı bulunmayan Latinî terimi tam olarak tercüme etme iznini verir. Mesela birçok Kimyâ terimi bu cümledendir: Asetilkolin gibi.
Asetilkolin’in bir melez terim olduğunu ve yarı Yunanî – Holi, yarı Latinî – Asetil orijinli olduğunu yazalım. Mesela bu terimi safkan Yunanî olmadığı için bizim sözlüğe almadık.
Bu faslı bitirirken bir iki örnek daha verelim:
Mesela Aponevroz kelimesini Batılı olduğu gibi alıp translitere eder: Fransız lisanına Aponévrose İngiliz lisanına Aponeurosis olarak girer ve Batı kafasınca kavramın manası kavramın zarfıyla hızla bütünleşmek zorundadır. Batı bu nedenle biraz aceleci, değilse pragmatist’tir. Bu kelimenin Arabî karşılığı Es-Safaq’tır. Yine aslı Yunanî peritoneo olan kelimeyi Batı olduğu gibi alır ve gerekli değişiklikleri hızla yapıp vitrine yerleştirir: Fransızca Péritoine (pêrituan) ve İngilizce Peritoneum. Arabî karşılığı ise Es-Safaq’tır. Dikkat edilecek olursa Arabî’de hem Aponevroz’a hem de Periton’a karşılık gelen kelimelerin okunuşları aynıdır. Hangisinin Aponevroz hangisinin Periton olduğunu anlamanın tek yolu yazmaktır ki, o zaman Aponevroz anlamına gelen Es-Safaq’ın ‘Sad‘ harfiyle, Periton anlamına gelen Es-Safaq’ın ise ‘Sin‘ harfiyle yazıldığını görürüz.
Hazinelerle ve aynı biçimde tehlikelerle dolu uçsuz bucaksız bir mağarada olduğumuzu söylememiz elzemdir.
Türk diline çevirilerde de benzeri sıkıntılar ve zorlamalar var. Aponevroz’u da, Periton’u da, Blefarit’i de olduğu gibi kabullenmek – en azından şimdilik – daha uygundur.
Bazı yararlı ve elzem bilgiler
Bu eserde her kelime, köklerine ve eklerine ayrılarak incelenmiştir. Ancak, başlangıçta daha akılda kalıcı ve derli toplu olması açısından bir etimolojik kök lûgatı vermenin faidesine inanıyorum.
Uluslararası Tıp (Hekimlik ve Sağlık) lisanının müşterek kelimelerinin köklerinin – ve soneklerinin / suffixes – bir kısmı Latince kahhâr ekseriyeti ise Yunanca’dır. Bunların bir listesini aşağıda sunuyorum. Çok ender kullanılan kimilerini bilerek – ya da bilmeyerek – aşağıdaki listenin dışında tutuyorum. Konumuzun dışında olmasına karşın Latinî kökleri de buraya alıyorum.
Dr. Hakkı Açıkalın, Yunanca Kökenli Tıp Terimleri, Akademya Yayınları, İstanbul 2022, s. 5-28
Akademya Yayınları Eserlerini Temin: