Paradoksal (Çelişkili) Uyku ve Rüya Üzerine

Modern Fizyoloji bilimi paradoksal uykuyu ve rüyâyı diri (canlı) ve bütün memeli ve kuşlarda ortak bir psiko-fizyolojik gerçeklik olarak ele alır.

***

Nedir bu paradoksal uyku?

50’li yıllarda, Fizyoloji bilimi “Homeostasis” (Denge hâli) prensibi üzerinden yürürdü. Yani, bütün canlı varlıkların iç ortamı bir dengeye oturma eğilimi içindedir. Bu dengenin en önemli bileşenlerinden biri olarak kabul edilen uyku hakkındaki Freudian tezler artık psikanalistler ve Nöro-fizyologlar (Sinir sistemi fizyologları) tarafından neredeyse ittifakla reddediliyor. Bugünlerde, uykunun ritmleri araştırılıyor. Bunun amacı da, pilotların, denizaltı çalışanlarının, kısaca gece faaliyette olanların performanslarını arttırmanın yollarını aramak. Bunun için her zaman olduğu gibi meşhur REM (Rapid Eyes Movements-Hızlı Göz Hareketleri) sürecine başvuruluyor.

1958 yılında, Lyon’da M. Jouvet öngörülemeyen bir fenomeni (olguyu) gözledi. Uyuyan insanların göz hareketlerine, beyin kabuğu düzeyinde bir uyanış hattı (monitörde), kas düzeyinde bir tam atoni (ideal gerginliğin ve kas gücünün olmaması hâli) ve çok derin bir uyku süreci refâkat ediyordu. Bu durumda, uykudaki insanın uyanması çok zordur, beden gerginliğini yitirmiş olup (ileri derecede gevşemiş), beyin uyanıktır ve gözler de bütün yönlere doğru hareket eder. İşte bu aktif dönemler, “Paradoksal Uyku” olarak adlandırılır. Birkaç yıl içinde, Paradoksal Uyku’nun temel özellikleri kediler, insanlar ve değişik hayvan türleri üzerinde araştırıldı.

Bu araştırmalar tarihî bir öneme haizdir:

1-Fizyoloji bilimi, öngörülmemiş yeni bir beyin aktivitesi keşfetti

2-Homeostasis prensibi yaklaşık 90 dakikalık bir beyin ritmiyle boşa düştü (ağır yara aldı)

3-Bu yoğun beyin etkinliğine büyük bir fizyolojik düzensizlik (dengesizlik) eşlik etti ve bu gece boyunca 5-6 defa tekrarlandı

4-Uykunun üniterliği (tekliği, birliği) nazariyesi yıkıldı (başaşağı gitti)

5-Bu ritmik gece aktivitesi rüyâların hatıralarına (hatırlanmasına, tekrar devreye girmesine) bağlandı, ilintilendi.

***

Uykunun klinik araştırması

Tüm bu gelişmeler deneysel tıbbı harekete geçirdi. Basit gözlemler bize, uykunun bir “denge periyodu” olmadığını gösteriyor. Örneğin kediler, uyku süreci kolay gözlenebilen uykusever (uykucu) hayvanlardır. Uykuları sırasında, düzenli olarak kasları tamâmen gevşek (rölakse) durumdadır. Aynı ânda, küçük kulak ve bıyık hareketleri ve kas titremeleri gözlenir. Gözleri hareket eder ve solunumu düzensizleşir. Bunun anlamı şudur: Dış uyaranlara karşı duyarsız bir durumdadır. Nihâyet gözlerini açar, çevresini kontrol eder, kalkar veya yeniden uykuya dalar.

Kedi yavruları, daha başlarını bir yere yaslar yaslamaz uykuya dalarlar. Ve uykuya dalar dalmaz da, küçük kulak, göz ve çene hareketleri başlar. Vücudu kas titremeleriyle ajite hâldedir ve solunumları düzensizdir. Bu devreler, tüm uyku döneminin yarısı kadarlık bir zamanda düzenli bir biçimde tekrarlanır.

Yenidoğan da (kedi yavrusu) benzer bir davranış sergiler. Solunumu düzensizleşir, gözleri bütün yönlere hareket eder. Küçük parmak ve dudak hareketleri de gözlenir. Bazen, hakikî yüz ifâdeleri ve tebessümler görülür ki, bunun anlamı henüz uyanabilecek durumda (kapasitede) olmadığıdır.

Polisomnografik Kayıtlar (Uyku esnâsında muhtelif cihazlar kullanılarak yapılan vücud faaliyet kayıtları)

Günümüzde bilgisayarların yardımıyla, uyku sırasındaki kalb atımı, solunum, beyin faaliyeti, kas aktivitesi gibi organik fonksiyonlar tescil edilebilmektedirler. Bu cümleden olarak:

Elektroensefalogram (EEG-Beyin dalgalarının tesbiti) açısından;

Fizyolojik fonksiyon: Gevşeme-dinlenme, beyin kabuğunda uyanıklık ifâdesi, gece epilepsisi (sara nöbeti gibi) adı verilen titreme dönemleri.

Elektromyogram (EMG-Kas aktivitesinin tesbiti) açısından fizyolojik fonksiyon;

Hipotoni (Kas gerginliğinin, diriliğinin azalması).

Çene ve âzâlardaki kaslar açısından: Hipotoni ve periyodik hareketler.

Penis derisi hareketliliği açısından: Ereksiyon (dikilme), sarsılmalar.

Elektro-okülogram (EOG-Göz hareketlerinin tesbiti): Ağır ya da sür’atli göz hareketleri

Elektrokardiyogram (ECG-Kalb faaliyetinin tesbiti): Normal Kalb ritmi ve zaman zaman ritmin azalması

Solunum kasları açısından: Uyku Apnesi (Uyku solunumsuzluğu-Apnevo: Yun. Nefes alamamak), solunum düzensizlikleri (hızlanma-yavaşlama biçiminde).

Oksimetri (Oksijen ölçümü): Kan oksijenden satüre olması (doymuş olması).

Dışa verilen hava açısından; zaman zaman durmalar, soluk vermemeler

Yemek borusu basıncı: Solunum eforu (zorlaması) var, Solunum hareketlerinin etkisi altında

Hormonal düzeyler: Büyüme hormonu (Growth Hormone) ve Melatonin aktivitesi

Bu verilerden de görüleceği üzere uyku çok kompleks (karmaşık) bir süreç ve olgu. Fizyolojik aktiviteler spesifik (özgün), değişken ve ritmik özellikler taşıyor.

Paradoksal uykunun karakteristik özellikleri:

REM (Hızlı Göz Hareketleri)

Kas düzeyinde tam bir gevşeme ve beyin kabuğu düzeyinde bir uyanıklık

Uykuda olan şahsın kolay uyanamaması (ve rüyâda olması)

***

Bulbus’ta (Omurilik Soğanı) yer alan SRAA (Systeme rétıculé activateur ascendant-Yükselen etkinleştirici ağsı sistem-Anatomik ifâdesi itibârıyla Formatio Reticularis) şunları denetler:

Uyanma-Uyuma alternatif süreçlerini

Uyuma-Uyanma düzeylerini

Heyecanlara ve acılara bağlı tepkileri

Karmaşık vejetatif (bitkisel) fonksiyonları

Bülber (Omurilik Soğanı’ndaki) merkezler periyodik olarak Paradoksal Uyku ve Rüyâ fazlarını izlemektedirler. Locus Coeruleus (Loküs Serüleus) adı verilen yerleşimde, yükselen yol vasıtasıyla görme korteksine (Beyin kabuğunda yer alan ve görmeyi örgütleyen bölüm) ve beyin kabuğunun her tarafına yansıyan periyodik bir aktivite mevcuttur. Kortikal Aktivite (Beyin Kabuğu Faaliyeti) omuriliğe doğru yönlenen piramidal motor yolları uyarır. Loküs Serüleus Alfa’nın eşzamanlı (senkron) aktivitesi omuriliği inhibe eder (eylemliliğini durdurur), motor aktiviteyi bloke eder ve tam bir paraliziyi (felci) örgütler.

Ritm : İnsanda, Paradoksal Uyku ortalama 20 dakika sürer ve her 90 dakikada bir düzenli olarak tekrarlanır. Bu ritm, kortizol ve diğer Hipotalamus (Beyinde bir bölge) hormonlarıyla eşgüdüm sergiler.

Genetik : Paradoksal Uyku bütün memelilerde mevcut olup, süresi ve ritmi türlere göre değişiklik arzeder. Süresi, hayvanın iriliğiyle ve et yeme kapasitesiyle doğru orantılıdır. Yetişkin bir insanda tüm uyku süresinin %20’sine tekâbül eder ki, bu yaklaşık 100 dakikadır.

Biokimyası : Uyku birçok faktörün bir sonucudur. Bir çok sinirsel yapı ve Nörotransmitter (Sinir iletimcileri, aracıları) sahneye çıkarlar. Sâdece uykuya özgü olan bir sinir merkezi ya da aracıdan bahsedilemez. A chaque cycle de 90 mn, le glycogène est mis en réserve pendant le sommeil lent, puis utilisé par le sommeil paradoxal.

Vizyon: Rüyâ esnâsında görülenlerin temel olarak herhangi bir sebebe mebnî olduğu düşünülmemektedir. Gözde bulunan Retina (Ağ tabaka) adlı bölümün tahribinden sonra, âmâların renkli rüyâlar gördüğü ve göz hareketleri yaptığı aynıyle vâkîdir. (Âmâlar renkleri muhtemelen rüyâlar vasıtasıyla tanıyorlar).

Paradoksal Uyku ve Rüyâ insanın bütün ruhî hayatını açığa çıkarmaktadır:

Prematür (Erken doğanlar) bebeklerde, “Sismik Uyku” ya da “Ajite Uyku” (Huzursuz Uyku) adı verilen uyku dönemine uyar. Bu dönemde (Sismik Uyku) , yaygın sinirsel aktiviteye bağlı olara küçük kas titremeleri görülür.

Paradoksal Uyku, Merkezî Sinir Sistemi’nin olgunlaşma döneminden itibâren ortaya çıkmaktadır. 3-4. Aylarda karakteristik hâle gelir. Bu bebekler, PU fazına çok çabuk girmektedirler ki, bu dönem toplam uyku periyodlarının %50-80’ine denk gelir. Yaş ilerledikçe PU süresi azalır ve yetişkinde %20 nisbetine sabitlenir. İnsanın Nöropsişik (Sinirsel-Ruhî) aktivitesi de PU ve rüyâ ile birlikte başlar.

Bütün bu saptamalar Freud hipotezleriyle çelişir. Freud’e göre, Rüyâ’nın kökeninde, küçük çocukluk döneminin itmelerine öncülük eden nörofizyolojik-ritmik bir fonksiyon vardır ve bu bütün memelilerde de mevcuttur.

İnsan hayatının neredeyse tamamını, küçük çocukluk döneminin belli başlı dönemleriyle (anal, oral, fallik dönem vs…) izah eden Freud’ün tezi gerçekten de zorlamadır zira Freud, hayatın anlamını seksüaliteye (cinselliğe) bağlar ki bu, insan hakikatine şiddetle muhalif bir iddiadır. PU gerçekliği bu tezi yıkmış ve yerine şu düsturu ikâme etmiştir:

Rüyâ, biyolojik ritmik bir fonksiyonun psişik (ruhî) bir sonucudur.

PU, Merkezî Sinir Sistemi’nin gelişiminde büyük bir rol oynar, Stress’e karşı adaptasyon (Uyum) geliştirme mekanizmalarının bir parçasını teşkil eder. Aşırı bir enerji harcar ve İç Ortam’ın dengesini altüst eder.

Günümüz insanının rüyâ hakkındaki bilgisi çok kısıtlıdır. Yaklaşık 800 yıldır Hristiyan Batı, bilinçdışı olanla ilgili her tür dialogdan kendini muaf tutmuştur. Rüyânın incelenmesi uzun yıllar boyunca gerek dinî gerekse de laik otorite tarafından yasaklanmış ve “gizli bilimler”in tekeline itilmiştir. Çocuklar, rüyâ bilgisinden mahrum bir biçimde eğitilmişler, “rüyâ yumurtanın içinde katledilmiş” ve ruhî hayatın tamâmen dışına itilmiştir. Rüyânın Tıp kitaplarında yeri neredeyse yoktur ve büyük beyinler (dehâlar) da rüyâ mevzuundan çekinmişlerdir. Rüyâ, insanla kendi bilinçdışı arasındaki bir diyalogdur. Rüyâ sıklıkla sarsıcı-şaşrtıcı bir tecrübedir.

En büyük ve sık rüyâgörücüler kesinlikle etoburlardır zira onlar uykuları esnâsında hiçbirşeyden korkacak durumda değildirler ve rüyâlarının kesintiye uğrama şansı çok azdır.

Hafıza rüyâdan bağımsızdır. PU’yu ortadan kaldıran ilâçlar aynı zamanda rüyâyı da ortadan kaldırırlar ama hafıza üzerinde hiçbir etkileri yoktur.

Yumurta içindeki bir civcivin dahi rüyâ gördüğü biliniyor.

Aç bir kedi rüyâsında yemek yemeyebilir. Eğer rüyâsı onun fizyolojik ihtiyacını gerçekleştirirse (görürse) bile, uyandığında hiç açlık hissedebilir (rüyâsında doyduğu için). Aksi hâlde “Kedi Nevrozu” adı verilen bir durum ortaya çıkacaktır. Bu anlamda, rüyâlar ihtiyaçların doyurulduğu, tatmin edildiği süreçler değildirler. Yine bir kedi, rüyâsında kaçar, yeni av teknikleri geliştirebilir, kavga eder ve hemcinsleriyle ortak ilişkilere girer yani rüyâ bu anlamda geliştirici bir rol de oynar. Kedinin rüyâdaki davranışı fizyolojik ihtiyaçlarına bir cevab teşkil etmez ve bu durum, Freud’a karşı Carl Gustave Jung’u doğrular. Jung şöyle demektedir: Kazlar rüyâlarında hiçbir zaman mısır görmezler!

Rüyâ dilinin beynin sağ hemisferi (yarıküresi) tarafından oluşturulduğu sanılıyor.

Yukarıdaki değerlendirmelerin tamamen pozitif olduğunu belirterek, olayın ruhî-dinî boyutuna girmeden şunlar söylenebilir. Rüyâ hâli hazırda bilimin en önemli cehâlet noktalarından biridir. Poizitif bilim, karakteri gereği, rüyâyı aslî bağlamından (İlâhî) koparıp onu ısrarla tabiat çerçevesine oturtma eğilimindedir. Bu nedenle birçok hakikati de ıskaladığı / ıskalayacağı âşikârdır. Öte yandan, Freudian bilimin nasslarını yıkması açısından başarılı bir işlev görmüş ve kendi önündeki çok ciddi bir engeli aşmıştır. Fakat günümüzde hâlâ Rüyâ ile ilgili ciddi kitap sayısı (pozitif ya da sosyal bilimsel) çok azdır.

Bir diğer gerçeklikte, rüyâ ve uykunun sanıldığından çok daha karmaşık ve aktif bir süreç olduğudur hattâ belki de uyanıklık hâlinden daha grift ve anlaşılması çok zordur. Belki de o yüzden birçok filozof ve bilim adamı ve nihâyet din uluları (âlimleri) devrim niteliğindeki çözümlemelerini rüyâlar yoluyla gerçekleştirmektedirler.

Tıbbî eleştiri noktasından bakıldığında, rüyânın beynin sağ yarımküresinin bir fonksiyonu olması biçimindeki sava eleştirel bir gözle bakılabilir zira beynin faaliyetleri konusunda henüz kesin bir yargı mevcut değildir, bugün kesin zannetiğimiz bir fonksiyon ve teori yarın boşa düşebilmektedir, öte yandan beynin diğer organlardan farklı olarak her faaliyetini “bütüncül” olarak yürütme gibi genel bir eğilimi vardır. Bu nedenle bu tez tartışmaya açıktır. Öte yandan sürüngenlerde ve balıklarda rüyânın olmadığını da iddia etmemiz mümkün değildir zira çıkış noktamız sıcakkanlılık ve et yiyiciliktir ve bu kesinkeslik için yeterli bir hareket noktası teşkil etmez, zaman içinde bütün mevcudatın rüyâ gördüğü mutlaka saptanacaktır.

Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!