İnsanım ya, soruyorum: Kimsenin doğurmadığı ve benden başkasının iştirak etmediği, mutlak surette benim diyebileceğim, müstakil ve mahrem çekirdek nerede? Sahiden bir borç yığını ve dev bir cüssenin esiri bir zerreden gayrı birşey değil miyiz? Ve sahiden kendimizin zannettiğimiz yegâne şey «benlik», bütün öteki şeyler gibi gururumuzun alelâde bir yankısı, bir vehim midir?
Bütün bu sorular çerçevesinde «mistisizm-sır idrakı» kendiliğinden görünüyor:
– «Mistisizm, herhangi bir şeyi, bir maddeyi, bir hadiseyi, onu saran aklî kanunlar dışında tefsir etmek, onlarda bir içyüz aramak, işaret ve izlerinde gizli bir müessir sırrı bulmaktır.»
Görme duygusu ile idrakı ihata edici ve kaba hasseyi mânâ lâtifliğine yükseltici, doğrudan doğruya bu mânâ ile iç’e ve dış’a bakıcı «bilme-görme» bahsine misâl de, «vahdet-i vücut» zevki, İslâmın «vahdet-i vücut» anlayışına tersinden ve fizik ilminden yaklaşma halinde Einstein‘dan:
– «Tecrübe edebileceğimiz en güzel ve en derin heyecan, mistik heyecandır; her hakiki ilmin tohumu… Bu heyecanı bilmeyen, kendisine yabancı olan, onun karşısında hayret ve hürmet duymayan insan ölmüş gibidir. Bizim nüfûz edemeyeceğimiz şeylerin gerçekten var olduklarını bilmek, bizim en iptidaî şekillerinde idrak edebileceğimiz en yüksek anlayış ve en parlak güzellik halinde tecelli ettiklerini bilmek, işte bu bilgi, hakiki dinin merkezidir.»
Mikroskopsuz ve teleskopsuz, basbayağı çıplak gözle neye muktedir olunduğunu mu soruyorsunuz? O göz bizde yok!.. Ama gözü görmemeye mahsus bir ökse olmayanlardan bir misâl isterseniz:
– «Ağızları hep açık zerreler gördüm; onların oburluklarını yahut ufaklıklarını anlatsam uzun sürer!»
Yedi yüz küsür sene evvel mikropların vasıflarını tarif eden Mevlana Hazretlerinin görüşüne ne buyrulur?
Gözü ruhuna tâbi idrak soylularının tecrit azabında terlerken ferasete şahit oldukları hususu ise, bir fizikçinin ilim ve görüşüyle verelim:
– «Önümdeki şu masa katı bir cisimden ziyade, kaynayan bir sinek kümesini andırıyor! Hem bu sineklerin her biri, kendisini en yakın komşusundan ayıran mesafeye nisbetle o kadar küçük ki!»
Bu aralığın ne kadar olduğuna dair bir misâl verelim:
– «Beşerüstü bir kudretin bildiğimiz insan vücudunu tazyik ettiğini farzedelim… Bu tazyik öyle olsun ki, vücudu meydana getiren zerrecikler birbiriyle sadece temas edecek kadar yaklaşsınlar; o zaman mikroskopla bile zor görülebilecek küçük bir cisim elde edilir.»
Allah’ın Kurân’da, sabit görülen dağların bulutlar gibi geçtiğini bildirişinden, rızası O’nun rızası olmuş velinin kâinatin varlıklarını toz zerresi gibi görüşüne kadar uzanan sonsuz misâllerden sonra, sanat plânından bir idrak levhası…
Soruyorlar:
— «Bu resim ne ve neyi anlatıyor?»
Seyirci, resmin neden etrafındaki tabiata benzemediğini sorarken, ressam, seyircinin tabiat anlayışındaki basitliğini ortaya koyan şu cevabı veriyordu:
– «Bunlar, Hint Okyanusundaki Emdem çukurunun 10552 metre derinliğinden çıkarılan bir yosunun ucundan alınan bir parçanın mikroskoptaki görünüşleridir.»
Ruhun, aklın ve ibret duygusunun kımıldatılmasına dair bu işaretlerden sonra, münferit hadise ve şahıslar plânından, merkezî ve kuşatıcı hakikat planına geçelim…
Muhiddin-i Arabî Hazretleri:
— «Mü’minler ve keşif ehli kimselerle vücut birliğine inananlar nazarında halk aklî bir kavram, Hak ise görülen ve hissedilen bir varlıktır. Bu iki sınıf dışında kalanların nazarında ise Hak akılda, halk histedir.»
Temas edilen hususların tedâileri içinde, «İslâma muhatap anlayış» davasının doğurucusu ve ana suali kendiliğinden görünüyor:
– «İslâmî ölçüler yerli yerinde… Ya ona bakan göz nerede?»
Salih Mirzabeyoğlu
Eser: İslâma Muhatap Anlayış -Teorik Dil Alanı-