Akademya Aktüel
Müslümanların Mesihi geldiği zaman zulmün soluğu kesilecek ve adâlet tesis edilecek… Siyonistlerin Mesihi geldiği zaman insanlık siyonistlerin kölesi olacak… Evanjelistlerin Mesihi geldiği zaman; Armagedon Savaşı sonrası 144.000 Siyonist sağ kalacak; müslümanların topraklarını kan deryasına çeviren şer ittifakı bu sefer ırmaklar gibi Yahudi kanı akıtacak…
AKADEMYA AKTÜEL kategorisindeki tüm makaleler gibi aşağıdaki yazı da tarafımızca editoryal bir düzenlemeden geçirilmeden aynen yayınlanıyor olup yazarının kendi görüşleridir ve yayın politikamızı yansıtmayan noktalar bulunabilir.
Bilindiği gibi 7 Ekim 2023 sabahı mazlum Filistin-Gazze halkının resmî temsilcisi Hamas İsrail’e karşı, “Aksa Tufanı” operasyonu başlattı. Muhammed ed-Dayf’ın komuta ettiği İzzeddin Kassam Tugayları ilk aşamada 20’den fazla işgalci yerleşim birimine ve İsrail üssüne karadan motosiklet, havadan paramotor gibi araçlarla bindirme yaptı ve aynı anlarda Gazze’den 20 dakika içinde 5 bin roket ve havan fırlattı. Gazze şeridi sınırına yakın işgalci yerleşimi Sderot’taki bir polis karakolunu ele geçiren Kassam Tugayları ile İsrail arasında şiddetli çatışmalar başladı. İsrail ordusu ve bizzat Netanyahu 50 yıl sonra, “Savaş” ilân etti (Hamas’ı, “terör örgütü” olarak yaftalayanlar, bir terör örgütüne “operasyon” yapılacağını, lâkin “savaş” ilân edilmeyeceğini bilmeli; hakiki devlet aklı böyle hatalara düşmez; terör örgütü gibi hareket etmez) ve akabinde İsrail Ordusu Gazze’yi havadan vurmaya başladı. Bu çatışmalar üzerinden bugün itibariyle 20 gün geçti. Birçok medya kuruluşu, gazeteci, akademisyen, asker, siyaset ve din adamı, kanaat önderi ve devlet başkanı bu lokal savaşı, “Bölgesel” veya, “Üçüncü Dünya” yahut “Melhame-i Kübra; Armagedon Savaşı” başlangıcı olarak yorumladı. Her iki tarafa, “Barış!” çağrısı yaptı.
İsrail askerî yetkilileri ise, savaşın birkaç ay süreceğini ifade etti.
Hemen şu anekdotu peşinen ifade edelim: 2013 yılı Nisan ayında Ebu Gureyb hapishanesinde ABD-CIA tarafından kurulan ve, “Kaba Softa”yı dahi mumla aratan IŞİD kafası, Irak-Şam iç savaşında gladyatörlük yaparken, çapulculuğunu, “Melhame-i Kübra” diye adlandırıyor, Dabık, Hanık, Konstantin adlı dergilerle propaganda yapıyordu. Adını duyduğumuz, icraatlarına şahid olduğumuz ilk anda, “gladyatör” hükmünü verdiğimiz bu taşeron örgütün foyası, kalabalıklar nazarında ancak, on binlerce insan öldürdükten sonra meydana çıktı. Başa bu misâli alarak, herhangi bir savaşın, “Armagedon Savaşı” olarak tavsif edilebilmesi için meselâ, hani-teolojik bakımdan Yahudilere göre; Süleyman Tapınağı’nın üçüncü defa yeniden inşa edilmesi, Musa ve Harun (a.s.)’ın bakiyyelerinin olduğu Ahit Sandığı-Kutsal Sanduka’nın bulunması, Kayıp On İsrail kabilesinin ortaya çıkıp, ordularına Musa’nın çocuklarının komuta etmesi, Yusuf ve Davud’un soyundan gelmesi beklenen iki ayrı Mesih’in zuhur etmesi gerekmektedir. Hıristiyan ve Müslümanlara göre; İsa Mesih’in Gökten Yeryüzüne Avdet Etmesi şarttır. Ayrıca, Müslümanlara göre Mehdi (a.s.)’ın zuhur etmesi gerekir. Bu arada bir gözü kör Deccal’in çıkması, Fırat Nehri’nin kuruması gibi hâdiselerin vukuu bulması gerekmektedir. Dahası, Şiiler ile Sünnilerin beklediği Mehdi, farklıdır.
Yâni bu savaş, Armagedon-Kıyamet Savaşları olarak tavsif edilemez.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu der ki; “Doğru düşünce olmadan, doğru düşünce faaliyeti olmaz!”.
Bu çerçevede kısaca; buradaki “düşünce”yi, siyasi bir sistem yahut bir doktrin olarak ele almak ayrı bahis, herhangi bir hâdise yahut fikir hakkında tahlil ve mülâhaza yapmak; fikir yürütmek olarak ele alırsak bunun için önce, “doğru bilgi”nin zarureti karşımıza çıkar. Yâni yukarıdaki hikmetten mülhem; “doğru bilgi olmadan, doğru düşünce faaliyeti olmaz!” Mevzumuzla alâkalı olarak; Mesih bilgisi doğru olmadan, Mesih’in misyonu ve kuşatıcılığı hakkında da doğru düşünce faaliyeti olmaz…
İbretlik ve vicdanlık çaptaki bu hâdiseleri ve tarafları mümkün mertebe kısa iktibas edip tanıtarak tahlil ve mülâhaza ile birlikte Hamas, İslâmi Cihad ve Hizbullah gibi örgütleri icmalen takdim edip, İran’ın rolü, Siyonizm, Mesih beklentisi, Armagedon Savaşı ve Yeni Dünya Düzeni hakkında yine icmâl takdimlerden sonra Gazze katliamı neticede nereye varır? Sorusuna cevap aramak kastıyle kısa tahlil ve mülâhaza ile makalemizi bitireceğiz. Önce, işgal ve abluka altında olan Gazze hakkında kısa anekdotlar.
Gazze Neresi?
Uzunluğu 41, genişliği ise 6 ilâ 12 km. arasında değişen Gazze, toplam 363 km. kare ve bu daracık topraklarda 2 milyon üç yüz bin Filistinli yaşıyor. 41 km. uzunluğun Batı tarafı Akdeniz’e bakıyor ve İsrail Deniz kuvvetleri tarafından gözetim altında. Hiçbir yardım İsrail’in rızası olmadan buraya deniz yoluyla ulaştırılamadığı gibi, balıkçı tekneleri dahi izinsiz balık avlayamıyorlar. Doğu ve Kuzey tarafı da İsrail tarafından abluka altına alınmış olan Gazze, Güney tarafında Mısır’a açılan Refah Kapısı ile ancak zoraki soluk alabiliyor. Yıllardır bu şartlar altında direnen Gazze’de (gazeteci M. Akif Ersoy’un ifadesine göre), toplam uzunluğu 500 km. olduğu tahmin edilen 1200 ile 1300 arası tünel var ve bu tüneller Gazze’nin âdeta nefes borusu. Yâni Gazze’nin altında bir Gazze daha var. Diğer yâni, Gazze topraklarına kara saldırısı düzenlemek isteyen Siyonistlerin işi zor; gömerler. Askerî erkanın ekserisinin ifadesi, “kara saldırısında zâyiat fazla olur, hele hele tünellere girmek bir ordunun ölüm fermanıdır” şeklindedir. Fransa ve ABD, karargâhlarının birçoğunun altına kadar uzandığı için iyi hatırlar, Vietnam’da üç katmandan oluşan ve uzunluğu 250 km. bulan Cu Chi tünelleri buna dair bir misâl olarak kifâyet eder. Bu gibi sebeplerden dolayı İsrail ordusu Gazze’ye ancak, “sınırlı kara saldırısı” düzenler; 1200 küsür ve uzunluğu 500 kilometreyi bulan tünellere kesinlikle girmez. Tünellere su basabilir, bulduğu girişleri tıkar, kimsayal silah kullanır vs. “Kara Saldırısı başlatmak”, bahanesiyle Gazze’yi hava saldırılarıyle yerle bir eder.
(1945’te başlayan, 1975’te son bulan Vietnam savaşında 4 milyon sivil hayatını kaybetmiştir.)
İsrail ilk gün, “Kara Harekatı başlatacağız!” demişti. Lâkin 20 gündür kara harekatı başlatılmamasının sebebi nedir? “Amerika bekle dedi, Felluce oparasyonunu yürüten, “Tilki” lâkaplı Amerikalı Barbar General James Glynn Harekat için İsrail’e geldi” falan. Tamam da, Gazzeliler ölüyor. 20 günde Gazze’nin yarısı yok oldu, 200 binden fazla bina ya hasarlı veya tamamen yerle bir oldu. 10 bine yakın insan öldürüldü, 20 bine yakın yaralı var, enkaz altındaki ölü sayısı tam olarak bilinmiyor. Yâni dünya bir, “kara harekatı” beklerken, savaş-katliam son hızı ve acımasızlığıyla devam ediyor.
İsrail’in taktiği şu; “Düşmanın görebileceği yerde mevzilen, beklemediği zaman ve yerden taarruza geç!” (Japon Savaş Ustası Sun Tzu) Gazze ve bütün dünya karadan harekat beklesin, İsrail ise, “sıfır zayiat”la havadan bombardımanla Gazze’yi yerle yeksan etsin. Sonra; enkaz yığınında üç-beş çatışma…
Gazze’den bahsederken Filistin’i işgal eden Terör Devleti İsrail hakkında kısa bir mâlûmat: Bilindiği gibi 1400’ün üzerinde Siyonistin katıldığı ve Theodor Herzl liderliğinde 1897 yılında 29-31 Ağustos tarihleri arasında İsviçre’nin Basel kentinde düzenleden “Birinci Siyonist Kongresi”, 2500 küsür yıldır sürgün hayatı yaşayan Beni İsrail’in Devlet kuracağı bir toprak parçası bulmak için toplanmıştı. Bu toplantıda Herzl; “bugün burada İsrail Devleti’ni fikrî olarak kurduk!” şeklinde açıklamalarda bulundu. Aslında şunu belirtmekte fayda var: Herzl genellikle, “Siyonizmin Babası” olarak takdim edilir. Hâlbuki hakikat böyle değildir. Siyonizm, taa “Mısır’dan Çıkış”la başlayan bin yıllara dayanmaktadır ve “babalık” o tarihlere aiddir. Modern zamanlarda Siyonizmin babası Jacob Rothschild adlı yahudi bankerdir ve bu banker bizzat İngiliz Kraliyet Ailesi tarafından parlatılmıştır.
Yâni 14 Mayıs 1948 yılında terörist İsrail Devleti’ni kuran Siyonistlerin babasının Vaftiz Babası, ABD filinin bakıcısı ve sevk ve idare edicisi olan Büyük Britanya İmparatorluğudur.
Şöyle ki: 2 Kasım 1917’de yayımlanan Arthur Balfour Deklarasyonu’ndan sonra 9 Aralık 1917’de İngilizler General Allenby’nin komutasında Kudüs’ü işgal eder. Balfour Deklarasyonu ve Sykes-Picot Anlaşması, Hagana, Irgun ve Stern gibi Siyonist Terör örgütlerine yapılan vaatlerin yerine getirilmesini de içeriyordu. İngilizlerin Filistin’i işgali bugünkü BM konumunda olan MC tarafından 24 Temmuz 1922 tarihinde onaylanır ve Filistin topraklarına Yahudi göçü hızlandırılır. Bu göç, Yahudi nüfusu çoğaltır, Filistinli Müslümanların nüfusunu azaltır. 1947 yıllarına gelindiğinde Yahudi nüfus bir hayli artar ve İngilizler Filistin’den çekilerek yerlerini Yahudilere bırakır. Yahudilerle Filistinli Müslümanlar arasında şiddetli çatışmalar başlar. BM Genel Kurulu devreye girer ve Filistin topraklarının Araplarla Yahudiler arasında paylaşılmasına dair karar alır. 181 sayılı bu karar Filistin topraklarının % 55’ini Yahudilere, % 45’ini Filistinlilere verilmesine dairdir ve 1 milyona yakın Filistinli evsiz bir tarafa, yurtsuz kalır. Ve böylece BM gözetiminde 14 Mayıs 1948’de terör örgütleri tarafından İsrail Devleti kurulur. Toprakları ellerinden alınan Filistinliler şiddet ve cebir kullanılarak göçe zorlanır; bir kısmı çevre ülkelere hicret eder, hicret edecek Vatan bulamayanlar ise, Barbar İsrail askerleri tarafından Gazze’ye sürülür.
1967 yılına gelindiğinde Mısır, Suriye, Irak ve kısmen Lübnan ve Ürdün’ün de dahil olduğu Arap-İsrail savaşı başlar. “Altı Gün Savaşları” adı verilen bu savaşta Arap kuvvetleri 8000, İsrail kuvvetleri ise 6000 asker kaybeder. Sina Yarımadası, Golan Tepeleri, Batı Kudüs, Batı Şeria ve 1959 yılında Mısır’ın kontrolünde olan Gazze, İsrail tarafından işgal edilir. 1973 yılında yine bu kuvvetler arasında Yom Kippur Savaşı yapılır… 2002 yılında Gazze, İsrail işgalinden kurtulur, ancak kara, deniz ve hava sahanlığı İsrail ablukası altındadır. Hemen her sene husûsiyetle Ramazan aylarında İsrail Gazze’yi havadan bomba yağmuruna tutar, birçok Filistinli katledilir. Meselâ 2008 yılında 1400 Filistinli şehid olur, 4000’den fazla Filistinli yaralanır… 2014 yılında Gazze’nin üstüne 51 gün bomba yağar. 2158 Filistinli katledilir, 10 binden fazla Filistinli yaralanır. 28 bin küsür ev harabeye döner, 65 Filistinli evsiz kalır… 2018 yılında 865 kez bombalanır. 2023 yılı 7 Ekim 14 Ekim arasında Gazze’ye atılan bomba miktarı Afganistan’a bir yılda atılan bomba miktarından fazladır ve buna rağman Gazze, hâlen ayaktadır.
Gazze halkının bu direnişi, İsraili çıldırtır.
7 Ekim 2023 Gazze halkı için bir ölüm kalım tarihidir. ABD Devlet Başkanı Biden her ne kadar; “Hamas terör örgütüdür ve Filistin halkını temsil etmiyor” dese de, bu icraatın altında Gazze’yi idare etmek için bizzat halk tarafından seçilen Hamas ve İslâmi Cihad gibi örgütler vardır ve Gazze halkı da ekseriyetle bu örgütleri destekler. Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Yaser Arafat’tan sonra el-Fetih’in başına gelen Genel Sekreter Mahmut Abbas, Filistin Devleti’nin tek resmi temsilcisi ve Devlet Başkanı olarak kabul edilir. Hamas ve İslâmi Cihad ile FKÖ arasında bir hayli problem vardır…
İslâmi Cihad: İsrail devletine karşı silahlı direniş olarak Filistin İslâmi Cihad Örgütü, 1981 yılında doktor Fethi Şikaki tarafından kurulmuştur. 1995 yılında Mossad tarafından Malta’da öldürülen Şikaki, Gazze doğumludur, Müslüman Kardeşler Teşkilâtı kurucusu Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub’un takipçisidir. Şubat 1979 yılında İmam Humeyni tarafından gerçekleştirilen İran İslâm Devriminden etkilenmiştir. Kısaca şöyle; “Zagazig Üniversitesi’nde İran devriminden etkilenen bir kısım Filistinli öğrenci, Müslüman Kardeşler ve FKÖ’nün yetersiz olduğu hasebiyle Hekim Fethi Şikaki önderliğinde hareket etmiştir. Şikaki, “Humeyni: İslâmi Alternatif (Al Khumaini: al hall al İslâmi wa-l bâdil) adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitap 1979’dan itibaren Kahire kaldırımlarındaki bütün kitap tezgâhlarında bulunmaktadır.” Bu kitap, “Bu yüzyılın iki insanı”na: Müslüman Kardeşler’in kurucusu “Şehit İmam Hasan el-Bennâ” ve “Devrimci İmam Ruhullah Humeyni”ye ithaf edilmektedir.” şeklinde takdim edilir.
Netice itibariyle Ömer Tilmisani’nin liderliğindeki Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’nı pasif bulan ve; “Lâ Sünni Lâ Şii Vahdet Vahdet” sloganının tesirinde kalan İslâmi Cihad, İran, Suriye ve Lübnan Hizbullahı tarafından destek görmektedir. İran Devrim Muhafızları Ordusu tarafından eğitilen bu grubun 10 bin civarında eğitimli savaşçısı olduğu iddia edilmektedir. Suriye yahut Lübnan’da yaşadığı iddia edilen ve İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selâmi ile sık sık poz veren Ziyad en-Nahhale, örgütün bugünkü Genel sekreteridir. Yine 1992’de merkezi Gazze olmak üzere Batı Şeria’da da varlık gösteren Kudüs Tugayları adlı askerî kanat bu örgüt tarafından kurulmuştur. Halid Mansur, Teysir el-Caberi, Cihad Gannam, Halil Buhteyni ve Tarık İzzeddin örgütte öne çıkan bazı isimlerdir…
Hamas: Lûgatte, “heyecanlı, istekli” anlamına gelen Hamas, İslâmi Direniş Hareketi’nin kısaltılmışıdır. 2007 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü el-Fetih ile yapılan çatışmanın ardından Gazze’nin kontrolünü ele geçiren Hamas, Mısır merkezli Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’nın Filistin’deki örgütlenmesi neticesinde 1987 yılında Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz el Rantisi (Ahmet Yasin 22 Mart 2004, el Rantisi ise 17 Nisan 2004 tarihinde İsrail tarafından öldürülmüştür) ve Muhammed Taha tarafından kurulmuştur.
2017 yılında; “Hamas, fikri açıdan ihvan ekolünün bir parçasıdır ancak bağımsız bir Filistin örgütüdür” ifadeleriyle, kendini yeniden tanımlamıştır.
1992 yılında kurulan ve bugün 30 bin civarında askeri olan ve 6 tugaydan oluşan İzzeddin el-Kassam Tugayları, Hamas’ın silahlı koludur. Bu tanımlama, Fransız ve İngiliz işgaline karşı savaşan ve 1935 yılında şehid olan Suriye’li Şeyh İzzeddin el-Kassam’a atfen verilmiştir. Şeyh Kassam, Teşkilât-ı Mahsusa’nın tedrisatından geçmiş bir savaşçıdır. Filistin dışından asker kabul etmeyen el-Kassam Tugayları operasyon ve eylemlerini Filistin sınırları içerisinde yapmaya özen göstermektedir.
Hamas, Mısır, Kuveyt, Cezayir ve Afganistan gibi ülkelerle arasını iyi tutmaya gayret etmekle birlikte bazı ülkelerde temsilcilikleri bulunmaktadır. Lübnan-Hizbullah ve Yemen-Husilerle arası iyi olan Hamas, bu ülkelerde de temsilci bulundurmaktadır. 1992 yılından beri İran’da temsilciliği bulunan Hamas, Suriye iç savaşı dolayısıyla mollalarla arası açılmış ve merkezini Katar’a taşıma kararı almış olmasına rağmen İran’la arasını tekrar düzeltmiştir. Halid Meşal’dan sonra Hamas’ın lideri olan İsmail Haniye’nin Katar’da yaşadığı söylenmektedir.
Hemen bütün dinlerin ilk çağlarında, mezhep-fırkalara ayrıldığı mâlûm. Bu tefrikanın kıyamete kadar devam edeceği ve ittihadın ancak Mesih (ve Mehdi) tarafından sağlanacağının, bir kısım çevrenin itikadı olduğu da malûm. Bu kısa çerçevede şunu peşin olarak ifade edelim; bugün Hamas’ı, Lübnan Hizbullahı, Yemen Husileri ve İran ile (Şiilerle) diyaloglarına atfen, hiçbir engelleyici, dönüştürücü ve ikaz edici tavır sergilemeden Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat adına taşlamak, hattâ kınamak, kanaatimizce, hataların hatasıdır. Çünkü, bugün yeryüzünde hemen her din ve mezhebin bir devlet himayesinde olduğu yahut devlete olan ağırlığı, hattâ hâkimiyeti mevzubahistir. Meselâ İslâm dünyasında Şiilik, İran liderliğinde topyekûn Irak, kısmen Lübnan, Yemen, Tacikistan, Afganistan ve Suriye gibi ülkelerde neşvü nema bulmaktadır. Vehhabi-Selefilik ve Mezhepsizlik ise topyekûn Suudi Arabistan ve kısmen Mısır liderliğinde Sudan ve Tunus başta olmak üzere hemen her İslâm ülkesinde faaliyet göstermektedir. Gel gör ki Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebi-mensupları, içler acısı Doha operasyonu akabinde Afganistan’dan başka -kısmen- hiçbir İslâm ülkesinde devlet çapında destek görmemektedir. Bu müsebbibden dolayı dünyada sadece Hamas mensupları değil birçok ehl-i sünnet evlâdı derin itikadî yara almış, hâtta bir kısmı dinden çıkmış, başkalaşmış, bir kısmı mezhebine aykırı ekollerin şemsiyesi altına sığınmıştır. Yine lâkin bu ahvâl dahilinde Hamas’ın, mazlum Filistin halkının İsrail zulmünden kurtulması için herhangi bir devletle işbirliği yapmasının bir zarûret olduğu âşikârdır. Hamas’ın, özüne sâdık kalarak başka din ve mezhepten olanlarla diyalog yürütmesinin hiçbir mahsuru yoktur. Yemen’den Lübnan’a, Suriye’den Afganistan’a kadar vatanları işgal eden ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mensuplarını kıtır kıtır kesen, kadınlara tecâvüz eden zâlim Haşdi-Şabi, Şebbiha ve Husilere, hattâ bunların zıd kutbu olan IŞİD’e; Kasım Süleymani ve el-Bağdadi gibi zâlim savaş baronlarına “haddini bildirmek!” bâki olmak ve bunlara hiçbir şekilde âlet olmamak kaydıyle yürütülen; dönüştürücü yahut menfaat devşirici diyalogların ne mahsuru olabilir? Bu mânada Hamas’la diyaloglarını sürdüren İhsan Şenocak gibi hocaefendileri takdir ediyor, âlimlerimizin, evladlarına sahip çıkmasını, “kurda-kuşa yem olmaktan” kurtulmasına vesile olmasını diliyorum.
“Bu Ülke” başta olmak üzere bütün İslâm beldelerinde 1970’li yılların sonuna kadar Kutup-Mevdûdi, Afgani, Bin Abdulvahhab gibi mezhepsizlere bir hayli evlad kaptıran Ehl-i Sünnet, 1979 İran devrimiyle de, “Lâ Sünni Lâ Şii vahdet vahdet” aldatmacasıyla Fars emperyalizmine bir hayli kurban vermiştir. Umarız bütün bunlardan ders alınıp bu elim transferler durdurulur, hattâ mûtedil Şiilerin dahi Fars Emperyalizminin kanlı pençesinden kurtulması için gereken özen ve çaba gösterilir.
Herşey bir tarafa; “mazlumun dini dahi sorulmaz!” ki, zulme uğrayan, üzerlerine gökten bomba yağan Gazze halkının mezhebini sorgulayacağız? Hiçbir bahane, Terörist İsrail tarafından katledilen mazlum Gazze halkının yanında olmamayı icabettirmez. “Zâlime merhamet, mazluma zulüm” olduğu gibi, herhangi bir sebepten dolayı mazlumdan taraf olmamak da, zâlimin ekmeğine yağ sürmektir. Hamas lideri Halid Meşal; “Hamas hareketi kutsal toprakları özgürleştirme girişimidir, Filistin halkının meselesi özgürlüktür” der. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz ahvâlde aslonan şey, işgalciler defolana ve Filistin halkı özgür olana kadar destek olmak, mücadele eden mücahidlere köklerini hatırlatmaktır.
Sonra?..
Bu arada, Falih Rıfkı Atay’ın; “Floransa ne kadar bizden değilse Kudüs de o kadar bizden değildir.” şeklindeki uğursuz sözünü paylaşıp; “bugüne kadar Türkleşmiş Arap hiç görmedik. İnşallah aksini de görmeyiz.” diyen Uğur Dündar gibileri bizden değildir. Biz, elhamdülillah Müslümanız ve Türküz. Arap, Fars, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak ve başka kavimlere mensup olan bütün Müslümanlar, kardeşimizdir…
Aksa Tufanı: 7 Ekim 2023 sabahı Hamas ve beraber hareket eden İslâmi Direniş, yıllardır İsrail Terör Devleti tarafından abluka altına alınan Gazze’de üslenen İzzeddin Kassam Tugayları 20’den fazla askerî yerleşkeyi hedef aldı ve çok kısa zamanda 5000 füze atışı gerçekleştirdi. Bu taarruzlarda 1000 küsur İsrailli, 700 küsur Filistinli hayatını kaybetti. Hâdisenin 17 günü İsrail’de 1400 ölü, 3 bin küsur yaralı var. Gazze Sağlık Bakanlığının açıklaması ise Gazze’de 5087 ölü, 15898 yaralı olduğu şeklinde. 30 bine yakın bina yıkıldı. Bu enkazın altında ölü sayısının ne kadar olduğu şimdilik meçhul. İsrail acımadan her yeri hedef alabiliyor. Şimdiye kadar 31 Câmi, 7 Kilise, 16 Hastane, onlarca Okul bombalandı. BM yerleşkeleri, çadırlardan ibaret olan mülteci kampları ve Pazar yerleri dahi bombalanıyor Meselâ İngiliz Anglikan kilisesi bombalandı; 800 küsur ölü, binlerce yaralı olduğu söyleniyor.
İsrail askeri birlikleri 7 noktadan Gazze’ye kara harekatı yapma hazırlığında. Lâkin bu, “Gazze’ye Kara Harekatı” açıklaması, savaşın ikinci günü yapılmıştı. 20. güne gelindiğinde hazırlık halen devam ediyor ve İsrail tarafından, “harekatın ertelendiği” beyan ediliyor. Gazze’ye su verilmiyor, elektrikler kesildi, bütün giriş-çıkışlar tutuldu. Mısır Refah Kapısı 16 gün sonra nihayet açıldı, gıda ve ilaç (sınırlı) sevkiyatı başladı…
İsrail Ordusu bütün kısıtlamaları kaldırdığını açıkladı. Yâni şu an Gazze’de, Tahrif edilmiş Tevrat’ın; “Hareket hâlinde olan herşeyi öldür!” emri, bilfiil yerine getirilmekle beraber, hareket hâlinde olmayan evler, binalar, okul ve hastaneler, kilise ve câmiler dahi bombalanıyor. Hani- İbranicede, “kısıtlamaların kaldırılması” demek, her yeri bombalayın; “taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmasın!” demek mi?..
İsrail’i ikinci saldırılardan korumak amacıyla ABD Uçak Gemisi Gazze sahillerinde konuşlandı. İngiltere ise Gözetleme Uçağı ve İki Kraliyet Donanma Gemisi gönderdi. Akdeniz donanma kaynıyor. Çin dahi Basra Körfezi’ne konuşlandı. Bu hareketlilik, “Üçüncü Dünya Savaşı Başlayabilir” hattâ, “Üçüncü Dünya Savaşı Başladı” şeklinde yorumlanıyor. Bu savaşı “Kıyamet Savaşı-Armagedon Savaşı-Melhame-i Kübra” olarak yorumlayanlar bir hayli fazla. Şu kaydı düşmekte fayda var: 1990 yılında Yahudi Başhahamı Netanyahu ile görüşüyor ve diyor ki; “Mesih’in gelmesi için birşeyler yapmalısın!” Yukarıda kısaca değindiğimiz bu mesele, Mesih bölümünde, makaleye nisbeten daha bir tafsili olarak takdim edilecektir.
Netanyahu’nun bütün açıklama ve gayretleri, Mesih’in gelmesine dair hamlelerden ibarettir.
Aksa Tufanı Hakkında Belli-Başlı Yorumlar: ABD Kongre üyesi McCaul; Mısır, İsrail’i saldırıdan üç gün önce uyarmıştı” şeklinde açıklama yaptı. İsrail ise bunu reddetti. Eski İsrail Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Chuck Freilich; “Saldırıya tamamen hazırlıksız yakalandığımız açık” dedi. Aksa Tufanı İsrail’de iç karışıklığa ve tartışmalara yol açtı. İsrail ordusunun İç İstihbarat Örgütü Şin-Bet (Şabak) ve Dış İstihbarat Örgütü Mossad’dan daha sonra hesap sorulacağını beyan edenler az değil. Netenyahu ise; “48’den beri dövülen, vurulan Filistinliler ilk defa gururlandı. İsrail askerlerini öldürüyordu… Biz sinekleri dahi gözetliyorduk. Nasıl sızabildiler…” dedi ve, “sınırlar değişecek, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedi. Başlatılacağı söylenen Kara Harekatı ve sonrası için ise, “Bu son operasyon olacak. Bundan sonra Hamas olmayacak, onları tümden bitireceğiz” şeklinde açıklamalarda bulunuldu.
Bütün bu açıklamalara mukâbil Hamas; “biz İsrail’in bize saldırı plânladığın biliyorduk, savaşı önce biz başlattık. 2006 savaşında da aynı şey olmuştu. İsrail çıkarıldı Gazze’den. Bölgedeki denklem değişecek. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…” dedi. Hamas askeri lideri Salih el-Haruri ise, “bu savaşta zaferden başka bir şey görmüyoruz” dedi. Kassam sözcüsü Ebu Ubeyde ise, “İsrail’in kara harekatından korkmuyor, bekliyoruz. Elimizde 200 esir bulunmakta, 50 küsur esir de diğer gruplarda, esirlere iyi davranıyoruz. İsrail ordusunda olan herkes düşmandır. Filistin halkının tüm evine sevinç girdireceğiz. Şüphesiz zafer Allah katındadır” dedi ve birkaç gün sonra İsrail’in, “Kara Harekatı Yapacağız” taktiğine karşılık olarak; “İsrail kara harekatı yaparsa esirleri canlı yayında öldürürüz” dedi.
Haber Türk kanalında gazeteci Mehmet Akif Ersoy’a konuk olan İsrail Ankara Büyükelçisi İrit Lillian ise; “Hamas kendi halkını dahi kalkan olarak kullanıyor… İsrail barış istiyor, diğer taraf teröre yatırım yapıyor… 1967 sınırları kutsal bir sınır değil. Bunları işgal olarak değil, yerleşim olarak görüyorum. Biz komşularımızla barış içinde yaşamak istiyoruz. Maalesef buna iyi cevap alamadık. Biz kendi yerleşimlerimizi yarattık. Gazze, terörist organizatörler tarafından esir alınmıştır” dedi…
Netanyahu ile ortak basın toplantısı düzenleyen ABD dışişleri Bakanı Blinken ise; “kadınları çocukları kaçıran Hamas’ın terör saldırılarını kınıyorum. Sizi yalnız bırakmayacağız, siz kendi başınızın çaresine bakacak güçtesiniz… Ben bir Yahudi olarak İsrail’e geldim. Hamas’ın önünü kesmek için uluslararası irtibatı geliştireceğiz.” dedi. İsrail Ekonomi Bakanı, “Hizbullah İsrail’e saldırırsa biz doğrudan İran’ı hedef alırız yılanı başını keseriz.” dedi.
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.”
ABD Başkanı Joe Biden ise; “Bu mazlum ulus terör saldırısına uğradı, 1300’den fazla insan katledildi. Çocuklar, ihtiyarlar öldürüldü, esir alındı. DAEŞ tipi eylemler yapıldı… Yalnız değilsiniz. Size söz veriyorum İsrail’i tanıyan ilk ülke ABD İsrail’in yanında duracak, Ne gerekirse sağlayacak. Kongrede görülmemiş askeri paket isteyeceğim. Dünya İsrail’in eskisinden daha güçlü olduğunu görecek… 11 Eylül’den sonra biz de çok sinirlendik. İsrail’in 11 Eylül’ü. Hamas, Filistinlileri temsil etmiyor… İsrail’in kendini savunma hakkı vardır. Hamas’ın sivilleri öldürdüğünü biliyoruz. Nazi kamplarında Yahudileri öldürdüler. İsrail’e yardım konusunda tereddüt yaşamıyoruz.” şeklinde açıklamalarda bulundu.
İspanya, “Netanyahu İnsan Hakları Mahkemesi’nde savaş suçlusu olarak yargılanmalıdır” dedi. İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener; “Netanyahu 21. yüzyılın Hitler’idir.” MHP Devlet Bahçeli, “Kudüs nöbeti mânen bizdedir. Kerkük’ten nasıl vazgeçmiyorsak Kudüs’ten de aynı şekilde vazgeçmeyiz” dedi.
Bazı güç odaklarının, “Türkiye taraf belirlesin!” şeklinde höykürüşüne karşılık olarak Hükümet Sözcüsü Ömer Çelik, “Türkiye Cumhuriyeti’ni taraf belirlemeye zorlayacak hiçbir devlet yoktur. Buna hiçbir devletin gücü yetmez!” şeklinde restini çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, “İsrail bir terör örgütü gibi değil devlet aklıyla hareket etmelidir. Aksi olursa ona göre muamele görür!” dedi ve, “Filistin’in garantörü olmayı istiyoruz. Bunun için siyasi, diplomatik ve gerekirse askerî yolları kullanmaya hazırız” şeklinde ve daha başka açıklamalarla Filistin halkının yalnız bırakılamayacağına dair konuşmalar yaptı.
Mısır, “görüşmeleri” yoğunlaştırdığını söyledi… Suudi Arabistan, “uyarıları tekrarlıyoruz” dedi. Tunus Cumhurbaşkanı ise, “Filistin halkı işgal altındaki toprakları tekrar alma hakkında sahiptir” şeklinde sert bir açıklamada bulundu. Ali Hamaney, “Hadisenin arkasında İran’ın olduğunu söyleyenler yanılıyor, Filistin halkının yanındayız” şeklinde açıklamalarda bulundu. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, “Gazze halkının öldürülmesine sessiz kalmayacağız”, Lübnan Hizbullahı, “Taarruz için hazırız” şeklinde açıklamalarda bulundu. İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan, “ABD ve onun vekili İsrail durmasa savaş genişler” Uzun yıllar Türkiye’de bulunan Suriye’li gazeteci Hüsnü Mahli ise; “Hizbullah, İsrail’le baş edebilecek güçtedir. Yaa düşünsene! Kıytırık üç-beş bin tane Hamas, İsrail’i ne yaptı? darmadağın ettiler, gördük işte, yani üç-beş gün içinde.” şeklinde edebiyat parçalamaya devam ediyor.
Ey Hüsnü! Gazze halkı 20 gündür katlediliyor. Buna mukâbil Hizbullah mevzilerinde İsrail’in, “Demir Kubbe”si tarafından parçalanan üç-beş roket atımı ve iki motosikletli militanın sınırı aşıp İsrail askerleri tarafından vurulmasından başka en ufak bir hareketlilik dahi yok. Madem Hamas “kıytırık”, madem, “Hizbullah, İsrail’i darmadağın eder” daha ne duruyor? Gazze halkı 20 günde 10 bin küsur şehid, 15 bin küsur yaralı verdi. Hastaneler, câmiler, hattâ kiliseler vuruluyor, 200 bin bina yerle yeksan oldu, enkazın altında ne kadar insan var, meçhul. Madem “Hizbullah, İsrail’le baş edebilecek güçte”, daha ne duruyor?
Masal…
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen; “Bu saldırılar terörün en aşağılık halidir. İsrail’in bu tür menfur saldırılara karşı kendini savunma hakkı vardır.” Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel; “İsrail’e ve halkına karış bu sabah başlatılan masum vatandaşlara ayrım gözetmeyen terör saldırılarını kınıyorum. AB bu korkunç günde İsrail halkıyla dayanışma içindedir.”
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron; “İsrail’e yapılan terör saldırılarını şiddetle kınıyorum. Kurbanlarla, aileleriyle ve sevdikleriyle tam dayanışma içinde olduğumu ifade ediyorum.” Alman Şansölyesi Olaf Scholz; “Gazze’den gelen roket saldırıları ve artan şiddet bizi derinden sarsıyor. Hamas’ın bu saldırılarını kınıyoruz ve İsrail’in yanındayız.” İngiltere Başbakanı Rishi Sunak; “Hamas teröristlerinin bu sabah İsrail vatandaşlarına yönelik saldırıları karşısında şaşkınlığa uğradım. İsrail’in kendisini savunma hakkı vardır.” Hollanda Başbakanı Mark Rutte; “Terör örgütü Hamas, İsrail’e benzeri görülmemiş bir saldırı düzenliyor, teröristler masum sivillere saldırıyor. İsrail’in kendisini savunma hakkı vardır.” Ukrayna; “Kudüs ve Tel Aviv’deki sivil halka yönelik roket saldırıları da dahil olmak üzere İsrail’e yönelik devam eden terör saldırılarını güçlü bir şekilde kınıyoruz.”
Papa Francis; “Terör ve savaş çözüm getirmez. Her savaş aslında bir yenilgidir. Filistin ve İsrail için dua edelim.” Rusya; “İsrail ve Filistinli yetkililerle temas halindeyiz ve her iki tarafa da derhal ateşkes çağrısında bulunuyoruz.”
Hâsılı, savaşın başladığı günden beri her gün birçok açıklamalarda bulunulmaktadır. Misâl ve tarihi anekdot olması bakımından sadece yukarıdaki açıklamaları buraya nakletmeyi uygun gördük. Hepsinin ayrı ayrı takdir yahut tenkidi uzun olacağından dolayı şunu ifade edelim; İsrail’in bu vahşet ve katliamına destek veren her ülke, cemiyet ve şahıs bu zulme ortaktır ve bunların tamamı yargılanmalıdır; hepsi, belki bu dünyada olmasa bile muhakkak; “Din gününde” yargılanacaklardır. Bu arada, her Müslümana vecibe olan şeyin meâlen; “Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, buna gücünüz yetmezse dilinizle müdahale ediniz. Buna da gücünüz yetmezse, kalbinizle buğzediniz!” ölçüsünün gereğini yerine getirmek olduğu, mâlûm…
Aksa Tufanı harekatına hedef olması ve önemi bakımından Festival ve Sukot Bayramı.
Sukot Bayramı: İbrani takvimine göre yılın ilk ve dini yılın yedinci ayı olan Tişri ayının 15. günü başlayan ve, “Çardaklar Bayramı” olarak da tavsif edilen Sukot; Mûsevilerin kırk yıl boyunca çölde göçebe olarak yaşamalarının anısını unutmamak adına düzenlenen Yahudi bayramıdır. Bu yıl İsrail’in güneyinde yer alan bir çölde düzenlenen Süpernova Müzik Festivali Sukot Bayramı’na denk gelecek şekilde düzenlenmişti. Hamas, Yahudilerin düzenlediği bu festivale de operasyon yaptı ve neticede 260 küsur kişi öldü, onlarca insan rehin alındı. Saldırılar, sivillere olunca birçok kınama da beraberinde geldi. Tamam da, Siyonist İsrail askerleri yıllardır çoluk-çocuk, kadın-ihtiyar demeden on binlerce sivili öldürürken, insanları yurtlarından sürerken, evlerini başlarına yıkarken neredeydiniz?..
Sukot Bayramı’na dair Şalom Gazetesi yazarı Nazlı Doenyas’ın yazısından bazı yerleri iktibas edelim: “Yahudi takvimindeki en neşeli bayramlardan olan, hatta sevinmenin ve mutlu olmanın bayramı mitsvası olarak belirtildiği Sukot Bayramı, Mısır’dan çıkan atalarımızın, vaat edilmiş topraklara gelmeden, kırk yıl boyunca çölde, etrafta bulabildikleri dallar ve yapraklardan yaptıkları çardaklarda yaşamalarının anısına, Sukot-çardaklar, çadırlar adıyla anılır. Bu yıl (2019) 13 Ekim Pazar akşamı başlayan ve yedi gün ve yedi gece devam edecek Sukot Bayramı boyunca yemek yemek, okumak, misafir ağırlamak, uyumak gibi evde yapılan her şey, bu bayram için özel olarak hazırlanan çardaklarda gerçekleşir.
Sukot mitsvalarından olan Suka, Arba Minim- (Dört çeşit bitki) ve sevinmek, mutlu olmak, Tora’dan gelen mitsvalardandır. Suka, hayatımızdaki Tanrısal korumayı, birbirine bağlanan dört çeşit bitki de, farklı yaşam tarzındaki insanları simgeler. Onların bir arada tutulması da her bireyin toplum için ne kadar önemli ve değerli oldukları mesajını verir.
Tüm dünya ulusları için bereket duası
Sukot, bütün bayramlarımız içersinde en evrensel olanıdır. Zeherya Peygamberin sözleriyle: “…. Uluslardan sağ kalanların hepsi Her Şeye Egemen Kralımız Tanrı’ya tapınmak ve Çardak Bayramı’nı kutlamak için yıldan yıla Yeruşalim’e gidecekler. Hangisi…. Gitmezse, ülkesine yağmur yağmayacak.” (Zeherya 14: 16-17) Zeherya Peygamber, bir gün tüm dünya uluslarının, ülkelerine yağmur bereketi getirebilmek için Çardak-Sukot Bayramını kutlayacağını öngörüyor.
Sukot’un evrensel olmasının diğer bir boyutu da, bayram süresinde 70 dünya milletinin bereketi ve esenliği için 70 boğa kurban edilmesidir. Bek Amikdaş zamanında, günlük kurbanlar ile su ve şarap sunularının yanında, Sukot Bayramı süresinde musaf (ek kurbanlar) yapılırdı. Bu kurban edilen boğalar, ilk gün on üç, ikinci gün on iki ve sayısı her gün azaltırarak, Sukot’un yedi günü boyunca devam ederdi. Raşi’ye göre bayram boyunca yapılan toplam yetmiş kurban, Noah-Nuh’un soyundan gelen ve bugün dünyada var olan bütün diğer milletlerin atası olan yetmiş millete tekabül eder. Yeruşalayim’deki Tapınak, “bütün milletler için dua evi” olarak kabul edilir ve bu yetmiş boğa, Tanrı’nın bu milletler için kefaret sağlaması, bu dünya milletlerinin esenliği, iyiliği, yağan yağmurlardan faydalanarak refah içinde yaşamaları ve barış için kurban edilirdi.
Onur Bulutları-Talmud Bilgeleri, Sukot Bayramının tek amacının Yahudilerin çöldeyken yaşadıkları barınakları anımsama olmadığını vurgular. Asıl hatırlanması gereken, o barınaklarda yaşarken, Tanrı’nın ‘Onur Bulutları’nın İsrailoğulları’nı nasıl çevrelediği, kutsal topraklara girene kadar, gece ve gündüz nasıl her türlü tehlikeden koruduğu gerçeğine dikkat çeker. Suka’da geçirdiğimiz zaman süresince, evlerimizin duvarlarına, çatısına veya fiziksel tek güvencemizin Tanrı’nın İlahi Merhameti ve Koruması olduğunu içselleştiririz.” Dualar, akşam ve sabah yemeklerinin dualar ve ezgiler eşliğinde yenmesi vs.
Tüm Dünya Ulusları İçin Bereket Duası, Refah İçinde Yaşama ve Barış, Nuh’un Soyundan Gelen Yetmiş Millet, Bütün Milletler İçin Dua Evi Olan Yeruşalayimdeki Tapınak, Tanrı’nın Merhameti ve Koruması vesair, bunlar Gazze ve Filistin halkı için de geçerli mi?
Hayır!..
İRAN VE HİZBULLAH SAVAŞA KATILIR MI?
Bir kısım şahıs ve mahfiller; “bu savaşta hedef İran” şeklinde açıklamalarda bulunmaktadır. Bu bölümde İran ve İran şak-şakçılarının bazı ifadeleri ve kısa yorumlarımızı takdim edip, daha sonra İmam Humeyni İran’ının, kurulduğu tarihten itibaren bir kısım ihanetini, “Aksa Tufanı” ile alâkalandırıp, “bunlardan pek hayır gelmez!” ifadesinin hakikatini göstermeye gayret edeceğiz.
Aksa Tufanı ilk günü Ali Hamaney; “bu kıyamı Hamas yürütüyor, İran’ı sorumlu tutanlar yanılgı içindedir” derken, Türkiye’de İran şak-şakçısı Kudüs TV Genel Yayın Yönetmeni N.Ş, “Lübnan Hizbullahı sınırda hareket emri bekliyor” dedi. Hizbullah’ın İran’ın emrinde paramiliter yahut milis gücü olduğunu sağır sultan dahi biliyor. Biz bu satırları yazarken 17 gün geçti, Afganistan’a bir yılda atılan bombalardan daha fazlası bir haftada Gazze’ye atıldı, her taraf enkaza döndü, binlerce şehid, onbinlerce yaralı var… İsrail Demir Kubbesi tarafından imha edilen birkaç roket, sınırı geçen iki motosikletli militan misâli gibi eylemlerden başka Hizbullah, İsrail ordusuna henüz hani- “molotof kokteyl” attı mı?
Hızını alamayan N.Ş. 11 Ekim’de, “Sınırları aşacaksın, duvarları yıkacaksın, İsrail’e dayanacaksın. Ümmet bunu yapmadıktan sonra ümmet olur mu? Türkiyeli Müslümanlar savaşmak için Filistin’e gitmeli. Ümmet sınırlara doğru akmalıdır. Âlimlerimiz, abilerimiz bize, “yürüyün Filistin’e gidiyoruz desin.” gibi masal üflüyor. “Sınırlara”, İran ve Irak Şiileri, Suriye Nusayrileri, Yemen Husileri niye akmıyor? Bu coğrafyada Sünnileri anında katleden Haşdi-Şabi, Şebbiha, Husi ve Hizbullah militanları, yâni N.Ş.’nin, “âlimleri ve abileri sınırları aşıp”, aynı zamanda bu çağrıyı yapsın ya!..
Hüsnü Mahalli Hamas’ı, “kıytırık” olarak tavsif edip, “Hizbullah İsrail’le baş edebilecek güçtedir” demedi mi? Lübnan Hizbullahı’nın 100 bin militanı daha ne bekliyor? Çağrına hele önce Hizbullah kulak versin, “sınırları aşıp, İsrail’e dayansın, savaşmak için Filistin’e gitsin” demezler mi?..
Yine N.Ş.; “Çanakkale’de ordu Türk ordusu değildi, ümmetin ordusuydu. Hayber kapısı nasıl yıkıldıysa, Siyonist rejimin kapısı da Aksa Tufanı ile yıkıldı.” falan diyor.
Kısaca şöyle; Çanakkale’deki Ordu, Türk Ordusu ve Türk komutasındaydı. “Ümmet” olmanın şuuruyla hareket eden Arap, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut, Boşnak velhasıl birçok kavimden müslüman katılmıştı.
Yine N.Ş.; “Resûlullah ve Hulefa-ı Raşidin devrinde sınır mı vardı. Sınırları biz çizmedik. Tek ümmet tek devlet. Bitti.” diyor. Hani İran’dan bahsederken, “İran İslâm Cumhuriyeti, Rehber Ali Hamaney” falan demiyor musunuz? Bu çerçevede, “sınırları” önce İran kaldırmalı değil mi?.. Dahası, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (r.a.) Hulefa-ı Raşidin olarak tavsif edilir. Yalnız bu tavsif Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat müntesiblerinin tavsifidir. Bugün İran başta olmak üzere Şii mezheplerinin (Zeydiye gibi bazı kollar hariç) neredeyse tamamı, önceki üç halifeyi, “Gasıp” ve “Münâfık” olarak tavsif eder ve bunların, “Cehennemin en alt katında ateşten tabut içinde yandıklarını” falan, şiddetle beyan ederler.
Seni gidi takiyyeci seni…
12 Ekim’de N.Ş.; “Siyonizm Amerika’nın da İngiltere’nin de beynidir. Emperyalizm siyonizmin eseridir. Siyonizmin darbe yediği her yerde emperyalizmin eli kırılır. Savaş, İsrail’in yanında olanlarla Kudüs cephesi arasında olacak.” falan diyor.
Yahu! İki bin beş yüz küsur yıl sürgünde olan ve değil devlet, gettolarda bile ağırlığı olmayan bir kavmin ABD, hele hele “İngiltere’nin beyni olduğu”nu iddia etmek, beyinsizliğin daniskasıdır.
Kim kimin beyni?; Siyonizm ve Mesihçilik bölümünde…
12 Ekim Yemen Ensarullah sözcüsü M. Abdusselam; “Yemen Gazze’deki ihlallere kayıtsız kalmayacak.” dedi. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi Suud Prensi Bin Selman ile telefonda bir saat görüştü. Amerika’nın desteği ve İsrail zulmü kınandı.” Bu ifadeler de, falan filan cümlesinden. Hem İran hem Suud, Yemen, Suriye ve Irak’ta birbirlerini hunharca katleden paramiliter güçlerin ağababası değil mi? Bu bölgelerde gladyatörleriniz on küsur yılda milyonlarca insan katletti, milyonlarca insanı sakat bıraktı, yurtlarından sürdü. İsrail’e ise 20 günde, hedefe isabet eden 20 mermi atmadı. Yalan mı?
Sizi gidi maslahatçı takiyeciler sizi…
14 Ekim; İranlı bakan Abdullahıyan Irak ve Lübnan’ı ziyaret etti. Hizbullah Lideri Nasrallah’la görüştü. İran’da, “Filistin’e Destek Mitingi” düzenlendi. Mitinge Devrim Muhafızları Komutanı General Hüseyin Selami de katıldı. Tam bu sıralarda Kudüs TV muhabiri mitinglerde halka soruyor; “Siyonistler Filistin’de katliam yapıyor, iki milyar Müslüman seyrediyor, Ne dersiniz?”
Bu soruları önce, Sana’dan Kâbil’e kadar, eline milyonlarca müslüman kanı bulaştırmış olan Devrim Muhafızları Komutanı’na sor… İran İslâm Cumhuriyeti vatandaşlarına sor…
İlahiyatçı yazar Sadettin Merdin adında birisi de; “ABD ve İsrail, güvenliği için Suriye’de Esed’i devirmek istedi, siz de destek verdiniz cumhurbaşkanım!” şeklinde ifadelerle höykürüyor.
ABD ve İsrail, nasıl oluyor da Sünni Saddam Hüseyin’i 6 günde, Muammer Kaddafi’yi 6 ayda deviriyor, Nusayri Esed’i 12 yılda deviremiyor?..
15 Ekim; İran BM aracılığıyla; İsrail ordusu Gazze’ye operasyon devam ederse müdahale etmek zorunda kalacağız” diyor. Yine 16 Ekim İran’dan İsrail’e, “durmazsanız vururuz, İsrail saldırıları durdurmazsa müdahale ederiz.” şeklinde sataşmalar var, hepsi o kadar. Hâlbuki 2006 İsrail Lübnan arasındaki çatışmada Hizbullah İsrail’e otuz bin roket attığı iddia ediliyordu. (Roket atma meselesi; atılan roketlerin % 95 küsuru İsrail Demir Kubbesi tarafından havada vuruluyor, ayrı bahis) Aksa Tufanı başlayalı 20 gün oldu, Hizbullah İsrail’e, zayiat verdirici 20 roket atmadı. Acep nedendir?..
Ceylanı kurtarmak için değil, avı “ham yapmak” için çakalla sırtlan kapışabilir, ayrı bahis…
İran Şiiliği, diğer bir ifadeyle Kripto Mecûsi Pers Emperyalizmi, Hizbullah adı altında bütün dünyada, husûsiyetle de Lübnan’da silahlanır. Haşdi Şabi adı altında Irak’ta, Şebbiha adı altında Suriye’de, Husi adı altında Yemen’de, Ezaze adı altında Afganistan’da ve daha nerelerde silahlanır ve bu ülkelerde yerli halkı acımasızca katleder. İş İsrail’e gelince; % 95 küsuru havada imha edilen roket atmalar, vb…
Biraz da İran’ın geçmişine kısaca bakalım. Bir dostumun ifadesiyle İran’ın; “Genetik İhanet”ine bakalım.
Büyük Şeytan ile Küçük Şeytanın İşbirliği
Emperyalist Büyük Şeytan Amerika ile yine Emperyalist Küçük Şeytan İran arasında akıllara durgunluk verecek derecede işbirlikleri mevcuttur. Bunların bir kısmını bizzat İran devlet erkanın ifadelerinden takdim etmekte fayda var. Bazıları şunlar:
İran Cumhurbaşkanı Hatemi: “Taliban bizim düşmanımızdır. ABD de Taliban’ın düşmanları olduğunu düşünüyordu. Ve Taliban’ın çöküşü ilk olarak İran’ın çıkarlarını temin etti.”
Ahmedi Necad: “Bunlar [ABD] o kadar yüzsüz ki. Afganistan’da onlarla işbirliği yapıldı. Irak’ta onlarla işbirliği yapıldı. Nükleerde neye zorladılarsa kabul ettik. Sonra bay Bush geldi, yüzsüzlükle İran’a; “Şer Ekseni” dedi. Hem de onca işbirliği yapmamızdan sonra ha!” [1]
Ahmedi Necad: “Biz Afganistan’da Amerika’ya yardım ettik. Sonra Irak’ta yardım ettik. Buna rağmen Bush kibirlenip bizi kötülüklerin şer odağı olarak suçluyor.” [2]
İran eski başkan yardımcısı Muhammed Ali Abtahi; “İran’ın Amerika’ya, Taliban ve El Kaide’ye karşı büyük çaplı ilk yardımı bu idi. [Kuzey İttifakı’nın ABD’nin emrine verilmesi] İran’ın yardımı olmadan Amerika’nın bunu başarması mümkün değildi.”
İran’ın eski Cumhurbaşkanı Ayetullah Hamani; “Taliban İran’ı düşman olarak gördü. Bizim İslam anlayışımızı reddetti. Talibanın sınırlarımızın yakınında olması bizim için ciddi bir tehlikeydi. Taliban bizim düşmanımızdı. Amerika’da öyle; Taliban’ı kendi düşmanı olarak görüyordu. Taliban’ı devirmeleri İran’ın işine geliyordu.” [3]
ABD’nin eski Afganistan büyükelçisi Ryan Crocker’in kitabının İran bölümünü Borno Haber Ajansı yayınlamıştı. O kitabında şöyle yazıyor: “11 Eylül terör saldırısından sonra Cenevre’de ABD ile İran temsilcilerinin arasında bir görüşme gerçekleşiyor. O müzakerede İran heyeti Afganistan’ın ABD tarafından işgal edilmesini istiyor.” [4]
Iraklı Şii lider el-Hekim’e bağlı Bedir Güçleri’nin sorumlusu Necat Hüseyin’den işgalcilere övgü:
“ABD’ye müteşekkiriz!”
Amerika’nın Irak’ı işgali hakkında ne düşünüyorsunuz?
Amerika şu an dünyanın dengesini elinde tutan büyük bir güçtür. Bu gerçeği öncelikle kabul etmek gerekiyor. Biz isterdik ki Saddam zâlimini Iraklılar devirsin. Fakat bu zâlimi devirme işini Allah ABD askerlerine nasip etti. Bunun için onlara müteşekkiriz. Şu anki durum Saddam zamanından binlerce kat daha iyidir. Saddam başta şiiler ve kürtler olmak üzere Iraklılara yapmadığını bırakmadı. Biz bir süre daha Amerikan ordusunun Irak’ta kalmasını istiyoruz. Çünkü direnişçi diye isimlendirilen teröristler hâlâ tamamen etkisiz hâle getirilemedi.
Şu an Amerika Irak’ı terk ederse ülkemizdeki kontrol bazı terörist grupların eline geçebilir. Onun için Amerika şu an Irak’tan kesinlikle çekilmemeli. Ayrıca Amerika’nın işgaline karşı mücadele verilmek isteniyorsa bu mücadele şekli terörle değil; siyaset ve fikirle olmalı. Fârisilerde “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” diye bir söz vardır. Mercii taklidimiz Sistani ve liderimiz Abdülaziz el Hekim bizden şu an bu şekilde davranmamızı istiyor.
Biz demiyoruz ki Amerika zulüm yapmıyor. ABD askerleri Iraklılara yönelik bizim de doğru bulmadığımız birtakım davranışlarda bulunuyorlar. Teksas vilâyetinden gelen bir Amerikan askerin nâmusumuza göz dikmesini kim kabul eder. Lâkin şu an onlar güçlü. Bir kurşun attığınızda yüz kurşun geri geliyor. Amerika’nın Irak’tan çekilmesi kesinlikle silah kullanılarak sağlanamaz. Ayrıca ABD’nin Irak’a gelmesinin faydaları da oldu. Millet Baasçılar zamanında nefes alamıyordu. Amerika geldikten sonra ülkedeki demokrasi arttı. İnsanlar gösteri yapıp haklarını arayabiliyorlar.
Şiiler ile Sünniler, Türkmenler ve Kürtler arasında hiçbir zaman giderilemeyecek uçurumlar var. Bu uçurumlar nedeniyle federalizm Irak için en iyi yönetim biçimidir.
“El Hekim cemaati olarak Amerika’ya düşmanlık etseydik, savaş açsaydık bu akılsızlık olurdu; bizi zâlim diktatör Saddam’dan onlar kurtardı. Irak düzene girinceye kadar ABD ülkemizden çekilmemeli. Çünkü Sünni direnişçiler diye isimlendirilen teröristler hâlâ tamamen etkisiz hâle getirilemedi.”
El Hekim grubu Irak’taki en büyük Şii cemaatidir. Köken olarak Seyit Muhsin el Hekim ve Necef’de Şehid edilen Muhammed Bakır el Hekim’e dayanmaktadır.” [5]
Iyad Allavi 1945 doğumlu. Büyük babası 1960 yıllarında milletvekili… Baas partisi mensubu oldu daha sonra da partiden atıldı… Şii bir ailenin çocuğu… Saddam muhalifi… 1980’lerde MI6 hesabına çalıştı… İngiltere’nin emrinde Irak Ulusal Kongresi’ni kurdu ve Saddam muhaliflerini toplayarak darbe yapılması için çalıştı… 1991 Körfez Savaşı’nda CIA adına çalışan kuzeni Ahmet Çelebi ile güçlerini birleştirdi ve 1992 ve 1995 yıllarında Irak’ta bir sinemanın ve içinde çocukların bulunduğu bir okul otobüsünün bombalanmasını organize etti… 1996 yılında CIA desteği ile Saddam’a askeri bir darbe girişiminde bulundu fakat başarılı olamadı…
New York Times, Iyad Allavi’yle ilgili haberde: “1991’de sürgündeyken Amerikan Haber Alma Teşkilâtı CIA’nın ve İngiliz istihbaratının desteğiyle Irak Ulusal Mutabakat Partisini kuran Allavi bu desteğin karşılığını fazlasıyla ödemiş görünüyor.”
Allavi: “Dünyada ve bölgede en az 15 istihbarat servisi ile bağlantısı olan siyasi bir organizasyonun başındaydım. Saddam’ın kötü baskılarından Irak’ı özgürleştirmek için bağlantı kurmaktan utanmıyorum… ABD dahil birçok hükümetle, Saddam’dan Irak’ı kurtarmak için bağlantıdaydık… Irak’ta işgal gücü yok. Irak’ın ve Irak hükümetinin talebi üzerine burada bulunan çok uluslu güç var. Şu an gitmeleri Irak için bir felâket olabilir.”
1998’de Clinton yönetimi Ahmet Çelebi’ye 100 milyon dolar verdi… Saddam’ı yargılayan Özel Irak Mahkemesi’nin direktörü Salem Çelebi, Ahmet Çelebi’nin yeğeni ve ABD’de yaşıyor. Saddam’ı yargılayan mahkemeyi o kurdu ve görev yapan yedi savcıyı o atadı. Ve bu adamların hepsi işgalcilerle birlikte Irak’a girdiler, halklarını yok etmek için. Allavi Amerika ve İngiltere tarafından Irak Başbakanlığına atandı. [6]
İran hükümeti sözcüsü Ali Abtahi El Cezire’ye verdiği demecinde “İran olmasaydı, ABD Kâbil ve Bağdat’ı işgal edemezdi” dedi. İran rejimi kendisine bağlı olan Iraklı güçleri, partileri ve şahısları, Irak işgalinde ABD’nin yanında durmaları için destekledi. Ayrıca milyonlarca evlâdımızın göçe zorlanması, öldürülmesi, Irak’taki Amerikan varlığını reddeden direniş şehirlerinin ele geçirilerek yağmalanmasında Amerika’ya arka çıkan mezhepçi milislere ve ölüm mangalarına destek verdi. Bu, mezhepçi Safevi İran rejimi söz konusu olunca garipsenecek bir durum değildir. Zira ataları da bir zamanlar, fetihlerini Orta Avrupa’ya doğru tamamlamak isteyen Osmanlı Devletinin sırtında bir hançerdi. [7]
İran’ın Müşrik Nusayri Esed’e Desteği
Rafsancani ve Ayetullah Halhali’nin Şam’ı sık sık ziyaret etmeleri, yöneticilerini devrim kutlamalarına dâvet etmeleri dünyadaki samimi devrimci Müslümanlara karşı büyük bir hakaret sayılmalıdır.
İslâm Cumhuriyeti, sâdece bu zâlim rejimle ilişkili kurmakla kalmamış, zaman zaman liderlerinden veya sözcülerinden bazıları Suriye İslâm devrimi yanlılarına karşı olduğunu beyan eden konuşmalar yapmıştır.
Rejim, Halep ve Hama’daki Müslüman yerleşim bölgelerini bombalarken ve Gizli Polis teşkilâtı ve özel birlikleri vahşi saldırılara giriştiği bir sırada 1980 Şam radyosu, Ayetullah Hallali’nin Esad rejiminden övgüyle bahseden beyanatını yayınlıyordu.
Beyanat: Suriye Müslüman devrimci güçlerini, basitçe, bir fesat tertibi olan kamp david anlaşmasını uygulamak için Suriye’ye karşı Mısır, İsrail ve Amerika ile gizli işbirliği içinde olan “Silahlı Gangsterler” olarak niteliyordu… 2 Şubat 1982 Hama halkı ve Suriye Ulemâsı rejime karşı cihad ilân etti. Çatışmalarda tahminen 30 bin Müslüman katledilmiş 300 bin nüfuzlu şehir yerle bir edilmiştir.
Muhammed Beyanûni, İran İslâm Cumhuriyeti ile Baas rejimi arasındaki işbirliğinden büyük üzüntü duyduğunu ifade eder ve İslam Devriminin en büyük hatasını teşkil ettiğini belirtir. [8]
Hz. Ali başta olmak üzere on iki imamı “Tanrı” diye vasfeden Nusayri müşrikleri tarafından yapılan Hama Katliamı’nı kısaca özetlemekte fayda var. Şu: Bu katliamdan evvel 1980 yılında Şam’da Esad’ın müşrik kulları tarafından altmış câmiye aynı anda baskın düzenlenmiş, Kur’an-ı Kerim’ler parça-parça edilmişti. Bu hâdiselerden rahatsız olan Müslüman Kardeşler Teşkilâtı Said Havva’yı (ve Muhammed Beyanuni) teşkilâtın başına getirmiş; böylece Nusayri rejimine karşı cihad ilân edilmişti. Fakat bu “cihad ilânı” Hafız Esad’ın âni baskınlarıyle akâmete uğradı. Esad rejimi Halep, Hama, Humus, Derria gibi sünni müslümanların çoğunlukta olduğu yerleşim birimlerini bomba yağmuruna tutarken, Nusayri Gizli Polis Teşkilâtı ve Özel Kontra-Gerilla birlikleri sünni müslümanları katletmekle meşgul oldu. Bu katliamlar devam ederken Şam radyosu İran Ayetullahı Halhali’nin Esad rejimini öven beyânatını yayımlıyordu. Bu beyânatta kısaca; “Suriye İslâm Cephesi”ni fesad tertibi bir “kamp david antlaşması”nın uygulanması” olarak yorumlanıyor, mücâhidler ise “Mısır, İsrail ve Amerika ile gizli işbirliği içinde olan “Silahlı Gangster” olarak” târif ediliyordu. MK lideri Muhammed Beyanûni ise, bu tavrından dolayı İran’a “öfke” duyduğunu açıklamak zorunda kaldı.
Bu şekilde İran’ı arkasına alan Esad, müslüman halka daha ne zulüm ve baskılar yaptı ki nihâyet 2 Şubat 1982 yılında Suriye Ulemâsı Muhammed Beyanûni rehberliğinde “Suriye İslâm Cephesi” kurarak Müşrik Nusayri rejimine karşı cihad ilân etti. Müşrik Nusayri rejiminin baskısı o kadar artmıştı ki, bütün müslüman teşkilâtlar bu cephe altında birleşti. Netice itibarıyla Hama şehrinde zâlim ve bâtıl Nusayri rejimine karşı bir “kıyam” başlatıldı. Hama’da başlatınan “Kıyam”a karşı Nusayri’lerin tepkisi çok sert oldu. Öyle ki, 300 bin nüfuzlu şehir tamamen yerle-bir edildi; en az 30 bin müslüman katledildi. Kezâ Halep ve Humus gibi diğer bölgelerde onbinlerce müslüman katledildi; zâlim ve sapık bir rejime karşı başlatınan “kıyam”, meşru bir devlete karşı yapılan bir “isyan” addedilerek, kanla bastırıldı…
Bu katliamlarına rağmen Nusayri Esad, Rafsancani ve Ayetullah Halhali tarafından sık sık ziyaret edildi, İran Devrim kutlamaları için, “özel konuk” statüsünde Tahran’da ağırlandı…
Hafız Esad’ın 1976 yılında Amerikan yanlısı Hıristiyan Falanjistler, Arap ülkeleri tarafından desteklenen Marûniler, İsrail yanlısı Hıristiyan milisler ve Esad yanlısı Dürziler arasındaki savaşa müdahale ederek Lübnan’ı altı yıl kontrolü altında tuttuğunu, bu arada Filistin Kurtuluş Örgütü’nü güdümüne almak istediği, neticede bunu tam olarak başaramadığı ve, Golan Tepeleri’ni de bırakmak kaydıyle Lübnan topraklarını İsrail işgaline mâruz bıraktığını, bu arada on binlerce Filistinlinin İsrail askerleri tarafından katledildiğini de hatırlatalım. Yâni, Hama ve Halep gibi bölgelerde “sünni katliamı” yapmakta cengâver kesilen Nusayri Esad, bu İsrail katliamı karşısında “tabana kuvvet” kaçan bir müşriktir. Ve bu müşrik, Câferi İran tarafından her daim desteklendiği gibi, oğlu da destekleniyor.
Beşşar Esad’ı İran destekliyor, kısaca; bilindiği gibi Mart 2011’de Suriye’de Nusayri rejimine karşı bir ayaklanma başladı… İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney, Suriye’deki protestocuları, “Allah’ın düşmanı” ilân edip, “Devrim Muhafız (Pasdar)’larını ve Lübnan’daki Hizbullah’ı ayaklanma çıkaranlara karşı mücadele etmeye” çağırdı. Bu çağrıyı bir “fetva” olarak telâkki eden İran Devrim Muhafızları, Suriye yetkilileri, Hizbullah ve Sadr taraftarları Tahran’da bir toplantı düzenleyerek, “tüm operasyonel ve askeri güçlerin Suriye’deki ayaklanmayı durdurmak için kullanılması ve Allah’ın düşmanlarının yok edilmesi gerektiği” hakkında açıklamalarda bulundu. Beşşar Esad ise, “ihanete uğradıklarını” ifade ederek Türkiye’yi İran’a şikâyet etti. Bunun üzerine İran, “Nato Suriye’ye saldırırsa, topraklarınızdaki hedefleri vururuz” diye, Türkiye’yi tehdit etti. Bununla yetinmeyen İran, Umman Körfezine Savaş Gemileri gönderiyor. Suriye ise Türkiye sınırlarına asker yığıyor. Vesair.
Kısaca, kelime-i şehadetleri; “Ali’den başka tanrı olmadığına şehadet ederim” şeklinde olan Nusayrilik, On iki imamı “İlâh” addeden; namazı, oruç’u vesair ibadetleri, -bâtıl tarafından da olsa- İslâm fırkalarından farklı olan Bâtınî bir Gulat-ı Şia fırkasıdır. Dolayısıyla bu fırka, Ehl-i Sünnet mezhepleri tarafından tekfir edildiği gibi Şia fırkasının ekserisi tarafından da tekfir edilir; İslâm fırkası olarak telâkki edilmez. Fakat, bugünün İran’ının bu müşrik fırkayı, hem de yetkili ağızlar yoluyle, “bir şia fırkası” statüsünde olduğunu deklare ettiğine dair iddialar mevcuttur. İran’ın Nusayri tarafgirliğine bakılırsa, bu iddianın doğruluk payının bir hayli yüksek olduğuna itiraz edilemez.
İran’ın Çeçenistan’a İhaneti
İran’ın Moskova Büyükelçisi Mehdi Safari, İran Dışişleri Bakanı Kemâl Harrazi’nin mesajını Ruslara şöyle iletti; “İran İslâm Cumhuriyeti Rus hükümetinin Kuzey Kafkasya’da durumun normalleşmesi ve çetelerle mücadele için gerekli önlemleri almasını desteklediği ifade edildi.”
Bu ve benzeri demeçler Çeçenlerin tepkisine yol açtı ve Basayev İran’a ateş püskürdü: “Çeçenistan Rusya’nın iç meselesi ise İran’da Amerika’nın iç meselesidir.”
Bakü-Çeçen komutan Şâmil Basayev, İran’ın Moskova Büyükelçisi’nin Çeçenistan olaylarını Rusya’nın iç işi olduğu ve Tahran’ın Rusya’nın toprak bütünlüğünü desteklediği yolundaki açıklamasını sert bir dille eleştirdi. Basayev, Tahran yönetimine gönderdiği mesajında, “İran, Müslümanların öldürülmesini Rusya’nın iç işi olarak görüyorsa, o zaman İran da ABD’nin iç işidir” dedi.
Basayev, Tahran’ın Müslüman Azeriler yerine Ermeniler’e yardım etmesine dikkat çekerek, Hama katliamı sırasında İran’ın Esad diktatörlüğünden yana tavır aldığını da hatırlattı. [9]
İran’ın Afganistan’a İhaneti
İran’lı Seyyid Hâdi Hüsrevşahi’nin tab’ettiği Efgani’nin “Urvetu’l-Vuska”sı s. 291; “Herat ile Kâbil arasında dağlarda yaşayan Ezaze Şiileri Afganistan’daki Sünni sultaya karşı başkaldırmak için fırsat kollamaktadır. Geçen yıllarda İngilizlerle Afganlıların yaptığı savaşta bunlar İngilizleri desteklemişti” diye bahsettiği Ezaze Şiileri, 2003 yılında ABD’nin “Talibanı devirmek” bahanesiyle girdiği Afgan topraklarında kukla Hamid Karzai safında yer alarak, tarihte yarım kalan işlerini tamamlamışlardır. Şöyle ki:
Dünya Afganistan’da nasıl bir yönetim kurulacağını tartışıyor.
Kâbil-Küzey İttifak güçlerinin Kâbil’i ele geçirmesinden sonra Afganistan’da nasıl bir hükümet kurulacağı tartışılıyor. Devrik Burhaneddin Rabbânî hükümetinin Tahran Büyükelçisi Muhammed Hayırhah, Taliban sonrası geçici hükümetin Peştunları da içereceğini, ancak Taliban grubu üyelerinin bu hükümette yer alamayacağını söyledi. Hayırhah, değişik dini ve etnik Afgan gruplarını temsil eden 120 kişilik Ulusal Uzlaşma Konseyi’nin “Büyük Konsey” (Loya Jirga) kuracağını, Loya Jirga’ nın da hükümeti atayacağını açıkladı. Seçim zamanı:
120 kişilik Ulusal Uzlaşma Konseyi’nin 60 üyesinin Birleşik Cephe (Kuzey İttifakı) tarafından atanacağını, diğer 60 kişinin eski Kral Zâhir Şah’ın destekçileri, çeşitli tanınmış Afgan aydınları ve akademisyenlerden oluşacağını kaydeden Hayırhah, geçici hükümetin seçimleri yapacağını ve asıl hükümetin seçilmesi için ortam oluşturacağını belirtti.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Muhsin Eminzâde ise gelecek 11 ayda Afganistan’ı yönetmek için ülkenin bütün gruplarını temsil eden 11 kişilik bir konsey seçilmesi gerektiğini ifade etti.
Eminzâde, İran News gazetesinde yayınlanan özel demecinde, bu konseyin, Loya Jirga’nın kurulması ve yeni anayasayı hazırlamasına ortam sağlamak için çalışması gerektiğini belirtti. Eminzâde, “Anayasanın hazırlanmasından sonra, Birleşmiş Milletler’in gözetimi altında serbest seçimler yapılmalıdır” dedi.
Kentleri Kurtardı:
Eminzade, Afganistan’da kentlerin ABD değil, Kuzey İttifakı tarafından kurtarıldığını belirterek, ABD’nin hava saldırılarının oluşturduğu fırsattan yararlanan ittifakın Taliban’ın elinden kentleri aldığını söyledi. ABD’nin sadece Mezar-ı Şerif ve Kunduz etrafında hava bombardımanı yaptığını, diğer kentlerdeki Taliban mevzilerine yönelik herhangi bir hareketi olmadığını belirten Eminzâde, Herat ve Badgeis kentlerinde ise, halkın ayaklanarak Taliban’ı kentten attığını kaydetti.
İngiltere, Taliban güçlerinin Kâbil’den çekilerek güneye doğru kaçtığı Afganistan’da demokratik bir hükümetin kurulması ve gıda yardımlarının yeniden düzenlenmesi için hızlı adım atılması çağrısında bulundu. Fransa Cumhurbaşkanı Jacgues Chirac ise, oluşturulan koalisyonun kararlılığının sonuç verdiğini belirtti. Chirac, şimdi Afganistan için “son derece âcil” bir siyasi çözüm bulunması gerektiğini söyledi. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Alexander Losyukov da, Afganistan’da kurulacak yeni hükümetin mutlaka tüm etnik unsurları temsil etmesi gerektiği uyarısında bulundu. [10]
Hamaney’in Sünnilere Kini Bitmiyor
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in, İran-Irak savaşının bitmesiyle kapanan “şehadet kapısı”nın Suriye’de yeniden açıldığını söylediği ve İran’ın muhaliflere karşı Esad rejimi yanında yer aldığı Suriye’deki çatışmaları, “İslam’ın küfürle savaşı” olarak nitelendirdiği bildirildi.
Fars Haber Ajansına göre, Suriye’de Esad muhalifleriyle çatışmada hayatını kaybeden 46 İran askerini anma töreninde konuşan Anayasayı Koruyucular Konseyi Genel Sekreteri Ahmet Cenneti, İran’ın dini lideri Hamaney’in, “İranlı gençlerin İran-Irak savaşı zamanında olduğu gibi İslam’ın küfürle savaştığı Suriye cephesine gitmek için ısrarla izin istediklerini” söylediğini nakletti. [11]
İran: ABD’nin Irak ve Afganistan işgali bize yaradı:
“11 Eylül saldırıları sonrası Irak ve Afganistan’ı işgal eden ABD, bölgede İran’ı güçlendirdi ve siyasi nüfuzunu artırdı.” Bu sözler İran dini lideri Ali Hamaney’in üst düzey askeri danışmanı General Yahya Safevi’ye ait. [12]
200 Milyon Dolarlık Fetva
Rumsfeld, Amerikan işgaline destek olması karşılığı Sistani’ye para verilmesi olayını kitabında şu şekilde anlatıyor: “Irak’taki arkadaşlarımıza ve elbette bunların başında müttefikimiz olan Sistani’ye Amerika Birleşik Devletleri’ne razı olması için 200.000.000 (ikiyüzmilyon) Amerikan doları tutarında hediye verdik. Kuveyt aracılığıyla Sistani’ye verilen bu hediyenin ardından ilişkilerimiz oldukça gelişti ve gelişti. Sistani’nin hediyeyi aldığı yönündeki bu haber Başkan Bush’a ulaştı ve kendisi bilgilendirildi. Bunun üzerine Sistani ile ilişkiler ofisi adlı bir birimi CIA bünyesinde açmaya karar verdik. Başkanlığına deniz kuvvetlerinden emekli general Simon Yolande atandığı ofis aracılığıyla bilgi alışverişinde bulunma ve irtibatın sağlanması hedeflenmekteydi. Açılan bu ofis tüm ciddiyetiyle çalışmalarını yürüttü. Karşılıklı ilişkilerin meyvelerinden birisi de Sistani’nin yayımladığı fetva idi. Kuveyt sınırına kadar uzanan müttefik güçlere karşı direnmemeleri yönünde Şiilere ve müntesiplerine fetva yayımladı.” [13]
Kan donduran talimat: Bütün sünnilerin öldürün!
Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Caferi’nin “Gitmek isteyen Sünnileri öldürün” diyerek Halap’teki konvoylara saldırı emrini verdiği belirlendi.
Doğu Halep’teki sivillerin tahliye edilmesi sırasında konvoylara saldıran İran komutasındaki Şii teröristlerin eylemlerinin arkasından İran’ın en cani komutanlarından biri çıktı. Devrim Muhafızları Komutanı General Cevad Caferi’nin, Halep’i terketmek isteyen Sünni Müslümanların tamamının öldürülmesi için Şii teröristlere “katliam” emri verdiği öğrenildi. El-Arabiya’nın haberine göre; Rusya’yı Suriye’deki savaşa davet eden İran, Türkiye ile Rusya arasındas Halep konusunda varılan mütabakattan rahatsız oldu. […]
Süleymani Halep’te: İran Devrim Muhafızları yurt dışındaki operasyonlarını yürüten komutanı Kasım Süleymani’nin savaş dönemi ve tahliyeler zamanında Şii teröristlerin yaptığı katliamları yönettiğine dair Halep’te bulunduğunu belgeleyen fotoğraf yayımlandı. “Gölge general” olarak bilinen Kasım Süleymani’nin fotoğrafı İran’a yakın kaynaklardan paylaşıldı. Böylece Süleymani’nin Halep’teki Sünnilerin katliamında da parmağı bulunduğu kesinleşmiş oldu. Süleymani’nin talimatları direkt olarak İran Lideri Ali Hamaney’den aldığı belirtiliyor. [14]
İran Vatikan Yakınlaşması
Ruhani Papa’dan ona dua etmesini istedi. İran İslam Devleti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Katoliklerin lideri ve Vatikan Şehir Devleti Başkanı Papa Francesco’dan kendisi için dua etmesini istedi.
Hasan Ruhani, İtalya ziyaretinin ikinci gününde Roma’nın merkezindeki Vatikan’da Papa Francesco ile bir araya geldi. 16 yıl aradan sonra burayı ziyaret eden ilk İran lideri olan Ruhani ile Papa, Apostolik Saray’da yaklaşık 40 dakika görüştü. Ruhani’nin, bu ziyaretin kendisi için büyük zevk olduğunu ifade ettiği, Papa’nın ise ziyaretinden ötürü İran liderine teşekkür ederek, barış dileklerinde bulunduğu kaydedildi. İtalya basını, 12 kişiyle Vatikan’a gelen Ruhani’nin heyetinde sadece bir kadının (çevirmen) olmasına dikkat çekti.
İran’ın Bölgedeki Rolünün Önemi Konuşuldu
Vatikan’dan yapılan resmi açıklamaya göre, “samimi” bir ortamda görüşen iki liderin gündeminde, iyi bir seyir izleyen İran-Vatikan ilişkileri, İran’daki Katolik Kilisesinin varlığı, Vatikan’ın İran’da İnsan onuru ve din özgürlüğü lehine girişimleri, İran’ın nükleer faaliyetlerini kısıtlamayı kabul etmemiş olması ve bölgedeki diğer ülkelerle birlikte İran’ın Ortadoğu’yu etkileyen sorunların siyasi çözümünde ve terörizmle silah ticaretinin yayılmasıyla mücadeledeki önemli rolü vardı. İki liderin ayrıca, dinlerarası diyalog ile dini toplulukların uzlaşma ve hoşgörü ve barışın teşvikindeki sorumluluğu ele aldığı da aktarılanlar arasında.
İki lider birbirlerine hediyeler de sundu. Hasan Ruhani Papa’ya el yapımı bir kilim ile minyatür kitabı hediye etti. Papa ise Ruhani’ye üzerinde Aziz Martino figürü olan bir madalya vererek, bunun “kardeşlik simgesi” olduğunu söyledi. Vatikan’ı son ziyaret eden İran lideri Muhammed Hatemi olmuştu. 1999’da buraya gelen Hatemi, Papa 2. Jean Paul ile görüşmüştü.
Önemli Anlaşmalarla İtalya’dan ayrılıyor
Yarın Fransa’ya geçecek olan Hasan Ruhani, beraberinde 5 bakan ve 100’ü aşkın işadamıyla çıkarma yaptığı İtalya’dan önemli anlaşmalar imzalamış olarak ayrılıyor. Nükleer faaliyetlerin sınırlandırmayı kabul etmesinden sonra ülkesine yaptırımların kalkmasıyla ekonomiyi canlandırmayı ve yabancı yatırımı çekmeyi hedefleyen Ruhani, İtalya’da yaklaşık 17 milyar euro değerinde ticari anlaşmaya imza koydu. [15]
İran’ın eski Vatikan Büyükelçisi aynı zamanda Şii din adamı olan Hüccetül İslam Muhammed Mescitcami, “Hıristiyanlar açısından onları savunabilecek tek güç İran’dır” dedi.
İranlı yetkili, Hıristiyanların özellikle Katoliklerin Ortadoğu’ya Hıristiyanlığın başlangıç noktası olduğu için çok farklı baktıklarını ve Hristiyanlığın Ortadoğu’da varlığını sürdürmesine çök önem verdiklerini hatırlatarak “Onlar İran’ı bölgede Hristiyanlığı bitirmek isteyenlerin karşısında duracak tek güç olarak biliyorlar, Gerçek de budur” dedi.
Vatikan ve papaların çok eskiden, safeviler döneminden ve özellikle Şah Abbas zamanından beri İran’la ilişki içerisinde olduklarını yazan İranlı Şii yetkili bu ilişkinin kültürel boyutlarına da değindi.
Hüccetul İslam “Mescit Camii” İranlı gazete “Haber Online”da yazdığı makalesinde Arap baharından sonra Ortadoğu’nun açık bir şekilde “Arabistan yönetimindeki Sünni blok” ve “İran yönetimindeki Sünni dışı gruplara” ayrıldığını ve Sünni olmayan bütün varlıkların İran’ın koruması altında olduğunu vurguladı. İran’ın eski VATİKAN büyükelçisi ve Şii din adamının “Biz ve Vatikan” makalesinin tümü için (Farsça): http://www.khabaronline.ir/detail/505021/World/europe [16]
Nasrallah: Şiiler hiçbir zaman Hıristiyanlarla savaşmayacak
İran destekli Hizbullah’ın başı Hasan Nasrallah, “Şiilerin hiçbir zaman Hıristiyanlarla bir savaşının bulunmadığını ve olmayacağını” söyledi.
9 Aralık’ta örgüte ait TV kanalı el-Manar’a çıkan İran destekli Hizbullah’ın başı Hasan Nasrallah, son derece kendinden emin, rahat ve gülücükler dağıtarak, “Halep’in özgürleştiğini, buradaki zaferin sadece Suriye’deki çatışmaların değil, bölgedeki bütün savaşların seyrini değiştireceğini” söyledi.
Nasrallah, bölgede İslam ve Hıristiyan eserleri, camileri, kiliseleri ve medeniyetlerinin “İsrail ve Tekfirciler” tarafından yok edildiğini ifade ettikten sonra bir itirafta bulunarak, “Şiilerin, hiçbir zaman Hıristiyanlarla bir savaşının bulunmadığını ve olmayacağını” söyledi. [17]
Fethi Şikaki: Şii-Sünni İhtilafı Yapay Bir Kavgadır
3. İmam Şehid Hasan el Benna bu yolda büyük bir çaba göstermiştir.
Bilindiği üzere Irak’ta İhvan-ı Müslimin saflarında yer alan bir çok Şii genç var idi. Nevvab Safevi Suriye gezisinde İhvan-ı Müslimin’in Suriye lideri Dr. Mustafa Sıbai ile görüşmüş ve Sıbai ona bazı Şii gençlerin İhvan yerine laik ve kavmiyetçi örgütlerde çalıştıklarını söylemiş ve bunun üzerine Nevvab orada büyük bir kalabalık karşısında minbere çıkarak şöyle söylemiştir.
“Kim gerçek bir Caferi olmak istiyorsa İhvan-ı Müslimin’in saflarında yer alsın”. Nevvab Safevi Şii Fedaiyan-ı İslam örgütünün lideridir.
Üstad Muhammed Ali Zennavi Yeni Asırda En Büyük İslami Hareketler adlı kitabında Bernard Lewis’ten naklen şöyle yazıyor: “Onlar (İslam fedaileri örgütü) mezheplerinin şii olmasıyla birlikte İslami vahdet fikrini taşıyorlar. Fikri yönden büyük ölçüde İhvan-ı Müslimin örgütüne benziyorlardı.”
Batı Almanya’da İhvan-ı Müslimin’in eski liderlerinden Üstad İsam el-Attar; ömrü boyunca zalimlere boyun eğmeyen bu alim “İnkılabın Kökleri” hakkında bir kitab yazmıştır. Bu kitapta inkılabı savunuyor, destekliyor ve İmam Humeyni’yi tebrik ediyor. Üstad’ın inkılabı destekleyici ve savunucu konuşmaları kasetlere alınarak; bu kasetler İslam gençliği arasında yayılmıştır. Aynı zamanda da Üstad Attar tarafından yayınlanan “Er-Raid” dergisi, inkılabı destekleme ve hedeflerini açıklamada önemli rol oynamıştır.
Sudan’daki İhvan-ı Müslim Hareketi düşünce ve faaliyeti, Hartum Üniversitesi gençliği ile aynı paraleldeydi. Bu müslümanlar çok ciddi bir şekilde inkılabı destekleyip savundular. Çok ciddi bir düşünür ve siyasetçi olarak tanınan Sudan İhvan-ı Müslimin hareketinin lideri Dr. Hasan Turabi İran’a giderek İmam ile görüştüğünde, İmam Humeyni’ye inkılabı ve önderlerini desteklediklerini ilan etti.
Tunus İslami Hareketi tarafından yayınlanan “el-Marifet” dergisi de inkılabı desteklediğini ilan etti; aynı zamanda bütün müslümanlardan bu inkılabı desteklemelerini istedi. Bu destek o dereceye kadar ulaştı ki; Tunus İslami hareketinin lideri Raşid el-Gannuşi bu dergide yayınladığı bir makalede İmam Humeyni’yi bütün Müslümanların rehberi olarak tanıdığını ilan etti. Bu da Burgiba rejiminin dergiyi kapatarak İslami hareketin liderlerini tutuklamasına neden oldu.
Yine İslamî Hareket hakkında Üstad Gannuşi şöyle demekte: “Bu hareket: Hasan el Benna, Mevdudi, Kutup ve Humeyni liderliğinde aydınlandı.”
Gannuşi ve Turabi’nin birlikte yazdıkları “el-Hareket’ul İslamiyye ve’t Tahdis” kitabının 17. sayfasında “İslami Hareketten Amacımız Nedir” başlığı altında şöyle yazmakta: “Bizim İslami hareketten gayemiz, İslam’dan kaynaklanmış bir toplumun ve bütün İslam camiasının bir hakim yönetim altında olmasıdır. Bu da üç temel üzre dayanır: İhvan-ı Müslimin, Pakistan İslam Cemaati ve İran’da İmam Humeyni hareketi.”
Lübnan’da İslami Hareket, İran İslam İnkılabını çok geniş ve güçlü bir şekilde destekledi. İslami Hareket Lideri Fethi Yeken meşhur “el-Eman” dergisinde, İnkılabı çok güzel bir şekilde karşılayarak, bir çok defa İran’a gidip konferanslara katıldı ve bu konferanslarda bir çok makaleler sundu.
Ürdün’deki İhvan-ı Müslimin mesulü Muhammed Abdurrahman Halife İran’a gitmeden önce ve gittikten sonra İran İnkılabını desteklediğini ilan etti. İbrahim Zeyd el-Gilani, Kral Hüseyin’den aynı yolda hareket etmesini istedi.
Üstad Yusuf el-Azm meşhur şiirinde bütün müslümanlardan İmam Humeyni’nin rehberliğini desteklemelerini istedi ve bu şiiri bir çok İslami dergide yayınlandı. Bu şiirin son mısraları şöyledir.
“İmam ve liderimiz Humeyni, yıktı zalimlerin sarayını / Korkmadı ölümden ve ateşin sıcaklığından / ilerledik, dönmeyi bir daha / Böylece şirk ve şüphe karanlığını kaldırdık ortadan / Ta ki nur ve huzur dönsün dünyaya. [18]
Humeyni’nin İran’ı Mecûsi Pers İmparatorluğunun İzdüşümüdür
İran’daki Şiilik, Mecûsi Perslerin, Müslüman Araplar tarafından yıkılan imparatorluklarına olan hıncının “dini öğelerle süslenen” bir versiyonudur. İran’daki Şiilik, Mecûsi Perslerin nefretinden doğa sapık ve bâtıl bir fırkadır; Nihavend ve Kadisiye muharebelerinde Pers İmparatorluğunu tarihin derinliklerine gömen Hz. Ömer (r.a.)’e olan düşmanlığın izdüşümüdür.
İranlı Şii Molla, İranlı Şiilerin “nefretinin sebebini” şöyle özetliyor:
“Şiilerin çoğunluğu İran’dadır.
Neden?
Çünkü, Ömer bin Hattab İranlıların burunlarını yere sürtmüş ve onları küçük düşürmüştür. Pers İmparatorluğu gibi azim, yenilmez bir İmparatorluk.
Ne deriz biz?
“Develer üzerindeki bedevî araplar” geldiler ve imparatorluğu çökerttiler. Daha sonra eşrafı öldürdüler.
Bu nefret bir iki yılda geçer mi? Geçmez. Bu nefret geçmez. Yüzlerce yıl da geçse bu nefret geçmez. İşte bu yüzdendir ki, İranlı Şiilerin en büyük düşmanı Halid bin Velid veya Ebubekir değil de, Ömer’dir. Her zaman Ömer. Hep lânetlenir.
Neden? Hattâ Ömer’i neyle suçladılar?
Zehra’nın kaburgalarını kırmakla itham ettiler. Hattâ bu olayı dinî öğelerle süslediler. Aslında gerçekte böyle bir olay hiç olmadı. Ömer, Zehra’nın kaburgasını kırmadı.
Acemler… Müslümanlardan nefret, Acemlerin hakkıdır. Hiç kolay değil. Kolay değil, Ömer, bütün imparatorluğu sona erdirdi. Büyük İskender bile onların yaptığını yapmadı. Büyük İskender, bütün İran’ı salladı. Ama… Ama birkaç ayda çekildi. İran’ı kendi dini ile başbaşa bıraktı.
Ama Araplar, İranlılara ne yaptı?
Ne yıkmadık bir yer bıraktılar, ne de başka bir şey. Hattâ Kisra’nın tacını bile kılıçlarla parça parça ettiler, herkese birer parça verdiler.
Tac’dan ne istersin ki? Neden parçalarsın?
Altın tac.
Tacdan ne anlarlar ki?
Bugün olsaydı BM, böyle değerli bir tacın korunması için devreye girerdi. Tıpkı Buda heykelinin Taliban tarafından bombalanması gibi…
Bu Kadim bir eserdi. Eserden ne anlarlar?
İşte Şiilerin nefretinin sebebi ve özeti budur?” [19]
Yukarıdan beri naklettiğimiz anekdotlar çerçevesinde Şii İran ile ABD arasında şiddetli bir savaş olması mümkün gözükmemekle birlikte, hırlaşmalar devam edeceğe benzemektedir. Yalnız, son kertede her devlet bir başka devletle savaşabilir; her devlet, dün savaştığı devletle bugün işbirliği yapabilir, dün işbirliği yaptığı devletle bugün savaşabilir. Devletler arası vuku bulan bu kriz; “Devletlerin dostları yoktur, menfaatleri vardır.” şeklinde yorumlanmaktadır. Tarihte meselâ Batı Roma ile Doğu Roma, Selçuklu ile Gazne, Osmanlı ile Memluk savaşmıştır. Yakın tarihte Almanya ile Fransa, Fransa ile İngiltere, İngiltere ile Almanya savaşmıştır, bu tür misâller bir hayli fazladır. Şehzede orduları bile birbirleriyle savaşa girmiştir. Dolayısıyla, ancak çok zor ve en son kertede İran-ABD arasında bir savaş elbette vuku bulabilir. Arkaplânda ABD, “Küresel Güç”, İran ise “Bölgesel Güç” olarak bölgeyi paylaşma plânları yapmaktadır. Afganistan, Yemen ve Suriye’de yapılmak istenen, Irak’ta yapılan tam da budur. Amerikalılara göre Ortadoğu’da kimin öldüğü yahut kimin öldürdüğü önemli değildir, yalnız kendi vatandaşları ölmesin, menfaatlerine bir zarar gelmesin, Küresel Güç oldukları kabul edilsin, yeter. ABD Ortadoğu’da her ırk, din ve mezheb mensubuna, kabile şefine, hattâ hırsıza-arsıza, berduş ve serseriye “Gladyatörlük” görevini tevdî edebilir, mizacı icabı bunun mahsuru yoktur.
İran için savaş esnasında Ehl-i Sünnet müntesiplerinin kimin öldürdüğünün hiçbir önemi yoktur. Zira her kim; “yezidin döllerini” öldürürse, “düşmanımın düşmanı dostumdur!” Fârisî atasözü devreye girer ve sünnileri katledenlere arka çıkılır. Bir çok aşırı Şiiye göre bütün Ehl-i Sünnet, hattâ Şii olmayan bütün fırkalar, yezidin dölleridir; “Ebu Bekir ve Ömer, Beni Sakife gasıplarıdır, Osman ve Muaviye, zâlim saray sultanlarıdır, öldürülmeyi hakederler. Zira bunlar müşrik ve münâfıktır. Bu münâfıklara biat edenler dahi münâfıktır. Zaten Peygamber ahirete irtihâl ettikten sonrsa “üç kişi hâriç” sahabîlerin tamamı irtidat etmiştir.” şeklindeki ifadeler el-Kummi, el-Kuleyni gibi Şianın muhaddis ve müfessir âlimleri ve Ali Şeriati gibi aydınları tarafından sıkça dile getirilmektedir. Daha neler ki, bunların hepsi, ayrı eser mevzuu…
Zâhir perest olma! Yakîn gör, yakîn / Yezidin kurnazı Ali görünür. /Aman çarpılırsın; kendini sakın! / Uğursuz münâfık velî görünür! (Refik Halid Karay)
ÜÇ DİNDE MESİH İNANCI
Mesih’in Zuhuru Kıyamet-Armagedon Savaşları’nın âdeta mihenk taşıdır.
Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların ekseriyeti Kıyametin kopmasına yakın bir zamanda Mesih’in zuhur edip, Deccal’i öldüreceği, vb. dünyaya adâlet dağıtacağı ve nizam vereceğine inanır. Dolayısıyla bizim mevzuyu biraz tafsilatlı (üç dinin anlayışını icmâlen) takdim etmeye çalışmamızın sebeplerinden birisi, belki en mühimi, “Mesih’in Zuhuru” beklentisinin bugün dünyada, husûsiyetle de Ortadoğu’da cereyan eden savaş, iç savaş ve işgal hamlelerinin neticede Armagedon Savaşları’na gebe olmasından dolayıdır.
Başka bir ifadeyle Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm ve bunlardan neş’et eden bazı ezoterik tarikat, fırka ve örgütler, hepsi bir Armagedon Savaşı hazırlık devresi, hattâ buna dair ufak-tefek icra faaliyetleri içerisindedirler. Bunlarla birlikte Mason Locaları ve İlluminati kendine göre bir hazırlık ve icra faaliyetine devam etmektedir. Kısaca bugün bir kısım proje ve cereyan eden hâdiselere gözatıldığında Armagedon Savaşı’na hazırlık devresini bir tur önde götüren fırkaların Evanjelistler ile Yahova Şahitleri adlı ezoterik cemaat ve ayrıca İlluminati ile derin diyalogları olan yahudi bankerlerin güdümünde hareket eden Kabbalacı Siyonist örgütler olduğu, su götürmez bir hakikat.
Hemen hepsinin arkasında Büyük Biritanya Kraliyet Ailesi ve Lordlar ve Roma Kara Asilleri…
Mesih kim?
Mesh: Elle sürme, sığama… Abdest sırasında elle başı ıslatma…
Mesih: Üzerine yağ sürülmüş…
İsa (a.s.) doğduğunda Yahya (a.s.) tarafından üzerine yağ sürüldüğü ve bu işlemden dolayı Mesih lâkabı ile anıldığı vâkidir. Daha sonraki dönemlerde Hıristiyanlar yeni doğan çocuklarını 7 veya 40 günlük olduktan sonra beyaz giysiler içinde, Meryem ve İsa ikonları vs. eşliğinde kiliseye getirirler. Kilisenin vaftizhanesinde çocuk, babası veya bir ruhanî tarafından, içi oyulmuş bir sunağa doldurulan suyun içerisine üç kez batırıp çıkarılır… En sonunda Kilise sunağında tören biter. Bunun adına Vaftiz denir…
Bu ritüeller tamamlandıktan sonra çocuk, Hıristiyan olur. Çocuğu üç kez suya batırıp çıkaran da, çocuğun Vaftiz Babası…
(Sunak: Putperestlerin ilahlarına kurban sundukları taş, masa, kurbantaşı…)
Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların Mesih ve kimliği hakkında iman, yorum ve anlayışları birbirinden bir hayli farklıdır. Öyle ki, bu üç din mensuplarının müntesip olduğu mezheplerden bir kısmı bu konuda bazı anlaşmazlıklardan dolayı birbirlerini tekfir dahi ederler.
Şunu da husûsiyetle belirtmekte fayda var; bu üç din mensuplarının ekseriyeti, Mesih’in Kıyamete yakın zuhur edeceğine inanır. Lâkin erken zamanlarda, husûsiyetle modern zamanlar sonrası bu dinlere mensup olduğunu iddia eden bir kısım zümre ve topluluk, bu zuhuru inkâr eder.
Şu da önemli bir husustur; Yahudilerin Mesih’i, İsa (a.s) değil, kıyamete yakın vukuu bulacağına inanılan Armagedon Savaşları sırasında önce Yusuf, daha sonra da Davud’un soyundan gelecek bir “Kurtarıcı”dır. Yahudi inancına göre İsa (a.s) bir peygamber değil, hele Tanrı hiç değildir. Aksine, âdeta şeytanın süt kardeşi; cehennemin en alt katında ateşten zincirlere vurulmuş bir münkirdir.
Bu gibi şiddetli görüş ayrılıklarına rağmen bugün Evanjelistlerle, hattâ bir kısım Katolik ve Ortodokslarla Siyonistler el ele kol kola hareket etmekte ve dünyayı iliklerine kadar sömürmektedir.
Hıristiyanların Mesihi
Hıristiyanlar tarafından; “Tanrının Biricik Oğlu” ve dolayısıyla, “Ete-kemiğe bürünmüş Tanrı”, addedilen Mesih’e ıstılahta; insanları günahtan ve kirden arındıran, cehennem azabından kurtaran, “Kurtarıcı” mânâsı ıtlak edilir. İncil’de İsa adı; Rabb kurtarır anlamına gelir…
Hıristiyan mezheplerinin ekseriyetinin inancına göre Mesih’e -kendileri gibi- iman etmeyen kimse, asla cennete giremez…
Hıristiyanlar İsa’nın Çarmıha Öldürülmesi Mevzuunda Başlıca Üç Mezhebe Ayrılır
“Hıristiyanlar Filatos devrinde Hz. İsa’nın yahudiler tarafından öldürülüp asıldığını ve sonra ayağa kalkıp semâya yükseltildiğini söylemişlerdir. On iki Havâriyyundan biri olan Yahudi Esharyuti’nin, Yahudi kâhinlerinden para alarak Hz. İsa’ya ihanet ettiği ve öldürülmesine yol gösterdiği, sonra pişman olup kendini astığı İnciller’de nakledilmektedir. Fakat hıristiyanlar, diğer taraftan, başlıca üç gurup olarak, öldürmenin Mesih’le ilgisinin durumu hususunda ihtilaf etmişlerdir: Bir kısmı öldürme ve asmanın hem nasut (cism)e hem lâhut (ruh)a vâki olduğuna; fakat ruha dokunmakla değil, duygu ve şuur ile vâsıl olduğuna kâni olmuşlar ki, bunlara Melkaiyye denir. Diğer kısmı, öldürme ve asmanın iki cevher (esas)den doğmuş olan Mesih’in cevherinde vâki olduğunu söylemişlerdir ki, bunlara Yakubiyye denir. Üçüncü bir kısmı, onun cismi öldürüldü, ruhu yükseltildi demişlerdir ki, bunlara da Nesturiyye derler.” [20]
İsa Yakında Dönecek
“Kitabın adı: War on Terror/Unfolding Bible Prophecy’dir ve yazarı Grant R. Jeffrey adlı bir Evanjelist papazdır. Kitap 2002’de yayımlandı. Papaz Jeffery aynen şunları yazmış: “Bu kitabı yazmaktaki amacım, yakında dönecek olan İsa Mesih’in Ortadoğu’yla ilgili kehanetlerinin bizim neslimizin döneminde gerçekleşeceğini göstermektir. Korkunç İslâmi terörün saldırıları konusunda sizleri bilgilendirmektir. Tüm Batı dünyasının Hıristiyanlarını, İsrail’in Yahudilerini ve yumuşak başlı ve bizimle uyumlu Müslüman hükümetleri yok etmeyi plânlamış olan İslâmcı teröristlere karşı topyekûn bir savaş başlatmalıyız. Kutsal Kitap’ta yazdığına göre (Lev. 50-51) Babil (günümüzde Bağdat) en kısa zamanda yerle bir edilecektir. Bu kehanet çok yakında gerçekleşebilir.”
Papaz Jeffry’in Kutsal Kitap’tan yaptığı alıntı ve kehanet saldırganlık için “spekülatif” (mânevi) zemini hazırlamış, 2003 baharında da ABD ve müttefikleri silahlı saldırıyla “operatif” olanı gerçekleştirmişlerdi. Papazın 18 kitabı toplam 5 milyon adet satmıştır.” [21]
Hıristiyanların İsa-Mesih hakkında inanç ve yorumları ciltler dolusu esere mevzu olmuştur. Ve bugün dünyamız; bütün milletler, “İsa-Mesih İmparatorluğu” tehdidi altındadır.
İncil’de mevzuu edilen; “Tanrı’nın Gökteki Krallığı”nı yeryüzünde inşa etmek için kıyamete yakın zuhur edecek olan İsa-Mesih, birinci inişinde, “bulutların üzerinde has müridleriyle” dünyayı gözetecek, vakti geldiğinde yeryüzüne avdet ederek Deccal’i öldürecek, bütün kötülüklerin ve ahlâksızlıkların kökünü kurutacak; “Tanrı’nın Yeryüzü Krallığı”nı inşa ederek bütün insanlığa adâlet dağıtacaktır.
Bu gaye üzere harıl harıl çalışan Vatikan, amacını şu şekilde özetler:
“Birinci bin yılda Avrupa, İkinci bin yılda Amerika ve Afrika’nın bir kısmı, Üçüncü bin yılda da Asya; dünyanın tamamı Hıristiyan olacaktır!”
1958-1965 yılları arasında düzenlenen II. Vatikan Konsili tarafından kayıt altına alınan; “Dinler Arası Diyalog” çalıştayının görevi de bu gayeye mâtuftur. Yalnız burada dikkate değer bir husus, Müslüman ülkelerde müslümanların tamamının illâ ki; “Hıristiyan yapılması için çalışmanın gerekmez” olduğuna dairdir. Zira bu faaliyet zaten tarih boyunca Cizvit papazları tarafından yürütülmektedir. Dolayısıyla Müslümanların tamamının illâ ki; “Hıristiyan yapılması gerekmez”, lâkin, “bir Hıristiyan gibi düşünmesi ve yaşamasınının sağlanması…” daha elzem bir faaliyettir.
Bu çerçevede; “Dinler Arası Diyalog” çığırtkanlığı yapan şahıs ve zümrelerin tamamı Vatikan Kilisesi’nin muhipleridir. Hattâ bazılarının (Fetö gibi) “Gizli Kardinal” olduğuna dair ciddi şâyiâlar mevcuttur.
Yehova Şahitlerinin Mesih ve Zuhuru İnancı Hakkında
Hemen her dinden neş’et eden mezhep, cemaat ve tarikatların birbirlerine nisbeten bir “ayırdedici vasfı” vardır. Yehova Şahitleri de “İmanın Esasları” hakkında dahi birçok Hıristiyan fırkadan ayrı düşünür. Birçok Hıristiyan fırka, İsa-Mesih için “Tanrı” veya “Tanrı’nın ete-kemiğe bürünmüş hâli…” derken, Yehova Şahitleri için İsa kesinlikle “Tanrı değildir, Üçlü Birlik-Üçleme, sahte bir inançtır.”
Bu inanç şu şekilde ifade edilir:
“Kutsal Kitap Yehova Tanrı’nın Yaratıcı olduğunu ve tüm diğer şeylerden önce İsa’yı yarattığını öğretir (Koleseliler 1:15, 16). İsa Mutlak Gücün sahibi olan Tanrı değildir. O, Tanrı’ya eşit olduğunu hiçbir zaman iddia etmedi. Tersine “Baba benden büyüktür” dedi (Yuhanna 14:28; 1. Korintoslular 15:28). Fakat Hıristiyan Âlemi genelde Tanrı’nın üç kişiden oluştuğunu öğretir. Baba, Oğul ve kutsal ruh. Kutsal Kitapta “üçleme” sözcüğü bile bulunmaz. Bu inanç sahtedir.” [22]
Yehova Şahitleri’ne göre İsa, insanlığın ilk günahtan kurtarılabilmesi için gerekli bir “fidye” idi. Şöyle ki:
“İlk İnsan Âdem’in kaybettiği kusursuz yaşamı geri almak ve insanların Yehova’yla ilişkisini düzeltmek için gereken bedeldi. Tanrı İsa’yı bütün günahkârlar uğruna hayatını verebilmesi için dünyaya gönderdi. İsa’nın ölümü sayesinde bütün insanlar sonsuza dek yaşama ve kusursuzluğa erişme fırsatı kazandı.” [23]
Kısaca İsa-Mesih, Tanrı Yehova tarafından yaratılan bir beşerdir ve yerdeki yaratılışı şöyle ifade edilir: “Yehova İsa’nın gökteki hayatını Meryem’in rahmine nakletti, böylece İsa günahtan etkilenmemiş kusursuz bir insan olarak doğdu (Luka 1: 35).”
İsa’nın Tanrı’ya, “Baba” demesi veya Tanrı’nın İsa’ya, “Sevgili Oğul” demesi, mecâzendir…
Yine Yehova Şahitleri Hıristiyanlığın bir simgesi olarak bilinen Haç işaretinin putperestlikten aparıldığını iddia eder, “hurâfe” olduğunu şöyle tanımlar: “Haç’ın çok uzun zamandır sahte dinlerde kullanıldığını ve eski zamanlarda doğaya tapanlar ya da ses âyinleri yapan putperestlerin haç kullandığını, Roma İmparatoru Konstantin’in haçı Hıristiyanlığın simgesi hâline getirdiğini” belirtirler. Dolayısıyla Yehova Şahitleri Tanrı’ya tapınmalarında Haç vb. ikon kullanmazlar. Çünkü; “Yehova tapınmamızda resim, heykel ya da işaretler kullanmamızı istemez” (Çıkış 20:4, 5; 1. Korintoslular 10:14). [24]
Yine Yehova Şahitleri Noel ve Yılbaşı kutlamalarının, “putperestlik âdeti” olduğunu iddia eder. Şöyle:
“Roma halkının 25 Aralık’ta Güneş’in doğum gününü kutladıklarını, o dönemde din adamlarının daha fazla insanın Hıristiyan olmasını istedikleri için o günü İsa’nın doğum günü olarak kutlamaya karar verdiklerini, oysa İsa’nın 25 Aralık’ta doğmadığını” iddia ederler ve, “doğum günü kutlamalarının bir putperestlik âdeti” olduğunu, 1 Ocak yılbaşı kutlamalarının ise “MÖ 46’da Sezar tarafından icad edildiğini ve “Romalıların bu günü tanrı Janus’a adadıklarını” [25] söylerler.
Yehova Şahitleri ile diğer Hıristiyan fırkalar arasında çok fazla ayrılık vardır. Dolayısıyla Siyaset; Yehova Şahitleri ile diğer Hıristiyan fırkaların arasındaki ayrılık ve nifak sorununu hatırlatma san’atıdır, diyelim…
Yahudilerin Mesihi
Tora-Kahal Yasası’na göre sevk ve idare edilen ve Kabbala-Bâtınî metinlerinde nümeroloji-gematria-hurûfîlik (rakamlardan netice çıkarma) ilmine, doğrusuyla-yanlışıyle vâkıf olan Yahudi cemaatlerinin hemen hepsinde Mesih inancı vardır. Fakat bu Mesih, İsa (a.s.) değildir, aksine, İsa (a.s.) “ateşten zincire vurulmuş olarak cehennemin en alt katında hapsedilen şeytan”ın ta kendisidir. Mistik Mesih Sabetay Sevi’nin peygamberi Nathan’a göre Mesih Sevi, “O’nu dahi kurtaracak”tır.
Yahudiler, birincisi; Armagedon Savaşları’nda Kudüs Kapısı’nda savaşırken şehit düşecek olan Yusuf’un soyundan gelecek olan Mesih’e, ikincisi, bu savaşı zaferle taçlandıracak olan Davud’un soyundan gelecek olan Mesih’e iman ederler. Bu ikinci Mesih’in, zaferle birlikte hem Kudüs kapılarında savaşırken şehit düşen Yusuf’un soyundan gelen Mesih’i, hem de Eretz İsrael-Davud Krallığı için savaşan ve şehit düşen, mezarları, hattâ kemikleri Arz-ı Mev’ud’da olan bütün Yahudi savaşçıları dirilteceğine inanılır. Kayıp on (bazı kaynaklara göre on bir kabile) İsrail kabilesinin tekrar zuhur etmesi ve Musa’nın çocuklarının komuta ettiği ordularla Arz- Mev’ud’da; Mısır ırmağından Fırat ırmağına kadar uzanan topraklarda, yahut Kenan Diyarını; Lübnan, Suriye, Ürdün ve bugünkü İsrail’i, Filistin’i, Fırat ve Dicle ırmağını kuşatıcı fakat sınırları kesin belli olmayan “Eretz İsrael”; İsrail toprağında, “Davud Krallığı” bu hadiselerle birlikte kurulacaktır. Davud Krallığı kurulduktan sonra bütün kötüler Hinnom Vadisi’nde yakılarak yok edilecek ve yeryüzü cennet olacak, İsrail için savaşıp ölenler tekrar diriltilecek ve İsrail için savaşan ölümsüzlerle birlikte ebediyyen bu cennette yaşayacaklardır.
Mesih, Filistin’e ordularıyla ayak bastığı zaman Filistin’de yedi bin Yahudi bulunacağına dair olan inanç Kabbala metinlerinin yorumlanmasına dayanır ve bu dayatmaya hemen bütün Yahudi müntesipleri inanır. Bu hâdise şöyle tasvir edilir: “O gün Filistin’de ölüler dirilecek ve ateşten duvarlar Kudüs’ten gidecek… Ve Mesih geldiği zaman orada hayatta olan yedi bin kişi yeni bir yaratılış, yâni düşüşünden önceki Adem’in vücudu ve Musa’nın vücudu gibi tinsel bir vücut olacaklar ve havada kartallar gibi uçacaklar, bütün bunlar geri dönen sürgünlerin gözleri önünde gerçekleşecek…” [26]
Önemli bir husus da şudur; Yahudi Mesihçilerin ekseriyeti, Safed okulu ve İspanyol Kabalacılarına kadar uzanan ve Moses de Leon’dan beri bilinen Mesih’in, Adem’in ve Kral Davud’un reenkarnasyonu olduğuna inanırlar. Bu inanç şu şekilde senkronize edilir: “ADeM” sözcüğündeki İbranice üç sessiz harf, Adem, Davud ve Mesih sözcüklerinin baş harflerinden oluşan bir akrostiş olarak okunabilir.” [27]
Yahudi inancına göre Mesih gelmeden önce dünya, gerçek birliğine asla kavuşamaz.
Mesih zuhur etmeden önce dünyada iffetsizlik, ahlâksızlık, haksızlık, soygun ve zulüm vb. şeyler çoğalacaktır. Bunun için Evanjelistler ve Siyonistler dünyanın her köşesinde bu gayr-i ahlâki oluşumlara trilyon dolarlar akıtırlar. Yoksa, Ukraynalı bir Femen’in Venezuela veya Türkiye gibi ülkelerde (güya bazı durumları protesto etmek için) anadan üryan gerçekleştirdikleri eylemlerin izahı nasıl olabilir?..
Mesih’in gelmesine yakın iffetsizlikten hırsızlığa kadar gayr-i insanî davranışlarda âdeta bir “patlama” yaşanacak ve, “dünyadaki varoluş, yabani ot misali ayıklanacak, ve eskinin yok edilmesiyle yeni varlık başlayacaktır.”
Mistik Yahudi dünyasında Mesihlik iddia eden birçok zuhûrî peydah olmuştur. Bunların en meşhuru 1626 Ağustos bir Şabat günü İzmir’de doğan Sabetay Sevi’dir. Bu “Dönme Topluluğu” ülkemizde bugüne kadar gerek saman altında, gerek su üstünde dipdiri durmakta; siyasî, iktisadî, askerî ve kültürel, hattâ dinî sahalarda bile birçok kilit noktaları ele geçirmiş olarak, ifsat faaliyetlerine devam etmektedir.
Mistik Mesih Sabetay Sevi ve Musa’nın Çocukları
Musa’nın çocuklarının komuta ettiği on kayıp kabilenin Davud’un soyundan geleceğine inanılan Mesih’in zuhuru sonrası ortaya çıkacağına inanılmasına rağmen, ve bunun için önce Kudüs Kapıları’nda savaşırken şehit düşecek olan Yusuf’un soyundan geleceği beklenen Mesih henüz zuhur etmemişken Sevi, Musa’nın çocuklarının komuta ettiği; kayıp on kabilenin Fas ve Tataristan’da göründüğü, Mekke ve Medine’nin dahi fethedildiği, ordunun kısa zamanda İsrail’e gelerek “Davud’un Krallığı”nı kuracağı hikâyesini uydurmuştu.
“1665 Kasım ve Aralık’ında elden ele dolaşan mektuplara göre Reuben ve Gad’ın oğulları veya başka bir versiyona göre Reuben, Gad ve Menasseh kabilesinin yarısı Gazze’ye doğru yürümekteydiler.” [28]
“Serrarius’un, Sabetaycı hareketin başlangıcı hakkında yazdığı bir mektupta 1665 Eylül’ü gibi erken bir tarihte kendisine mektuplaştığı İngilizler tarafından İsrail kabilelerinin Arabistan çölünde ortaya çıkışlarıyla ilgili sorular sorulduğundan söz eder, rapor, Yahudilerin Mekke önlerinde kamp kurduklarını, Fas’ta ortaya çıkan On Kabile’nin ordusunun ana kısmının gelmesini beklediklerini bildiriyordu.” [29]
Bu ordunun İran’ın bütün krallıklarına baş eğdireceği Arabistan Çölleri ve Büyük Sahra arasında bir yerlerde tekrar ortaya çıktığı iddia edilecektir.
“Konstantiniye, Selânik, Livorna, Amsterdam ve bir süreden beri yıldızı parlamakta olan Hamburg Yahudileri Sabetaycı coşkunun ön saflarında yer alıyorlardı… Türkiye Yahudileri güvenli bir şekilde toplum içinde yer almışlar ve henüz en parlak dönemlerini geride bırakmamışlardı… Sabetaycı hareketin asıl taşıyıcıları İspanyol Yahudilerinin büyük bir kısmı buraya, imparatorluğa yerleşmişlerdi.” [30]
“Hareket Abraham Pereira gibi bütün servetini Mesih’e sunan Amsterdam milyonerlerinin yanı sıra diyasporanın ücra köşelerindeki en sefil dilencileri de bağrına basmıştı… Mesihçi uyanış bütün sınıfların üstüne çıkmıştı.” [31]
Manasseh b. İsrail’e göre “kayıp kabilelerden bazılarının mekanı olan Tataristan’dan da büyük bir kalabalık Kudüs’e doğru yürümekteydi. Kısa bir süre içinde İran’dan bir Yahudi ordusunun yaklaştığına ilişkin ilk raporlar diğer popüler âhiret tasavvurlarıyla birleşmeye başladı.” [32]
Özetle: Musa’nın çocukları komutasındaki ordunun Fas, İran ve Tataristan’dan yola çıktığı, İran’ın tamamını, Mekke ve Medine dahil olmak üzere bütün Arabistan’ı fethettiği, Sabetay’ın ise, bir arslanın sırtında İstanbul’a girdiği ve Saray Kapısı’nda Büyük Türk tarafından karşılandığı ve başına Krallık Tac’ı geçirildiği rivâyetleri, Avrupa, İngiltere ve Hindistan bir tarafa, Amerika’da bazı Kızılderili kabileler arasında dahi konuşulur olmuştu. Kısaca, Davud Krallığı kurulmuş, Mesih Sabetay Kral olmuştu…
Sabetaycılığın ortaya çıkışından yalnızca on yıl önce Venedik’te Nathan Spapira’nın Kutsal Toprakları övmek için yazılmış olan (Ülkenin İyiliği) adlı eseri Zohar’ı ve Luriacı doktrini esas almıştı. Filistin ve diyaspora Yahudilerinin eskatolojik ilişkileri hakkında söyledikleri şudur:
“Biliniz ki sürgünleri toplamak için Mesih’in Filistin’e geldiği gün Filistin’de yedi bin Yahudi bulunacağına ilişkin bir geleneğe sahibiz. O gün Filistin’de ölüler dirilecek ve ateşten duvarlar Kudüs’ten gidecek… Ve Mesih geldiği zaman orada hayatta olan yedi bin kişi yeni bir yaratılış, yani düşüşünden önceki Adem’in vücudu ve Musa’nın vücudu gibi tinsel bir vücut olacaklar ve havada kartallar gibi uçacaklar, bütün bunlar geri dönen sürgünlerin gözleri önünde gerçekleşecek…” [33]
Kimileri bunun (Beni İsrail Ordularının) On Kabile’nin başındaki Jonadah b. Rechab’ın oğuları olduğunu söylediler” diye rivayetler duymuştu. [34]
Müslümanların Mesih İnancı
İlk dönemlerden itibaren Müslümanların ekseriyeti Kıyamete yakın bir zamanda Mesih İsa (a.s)’ın (Mehdi Resûl ile birlikte) zuhur edeceğine inanır. Bu inancın temel dayanak ve ilkeleri bir kısım âyet-i kerimenin tefsiri ve hadis-i şerif rivâyetlerine dayanır. Dolayısıyla tarihte ehl-i sünnet mezhebine ittiba eden müfessir, muhaddis ve fakihlerin neredeyse tamamı ahir zamanda İsa (a.s) ve Mehdi Resûl’ün zuhur edeceğine ve Âdil bir Nizam kuracağına inanırlar.
Abdulkahir Bağdâdî Hazretleri bu vâkıayı şu şekilde özetlemiştir:
“Ehl-i Sünnet, selâm olsun İsa’nın peygamberliğine inanırlar. Bu, Yahudi ve Brahmanlardan onu inkâr edenlerin görüşlerine zıttır. Ehl-i Sünnet, İsa’nın öldürüldüğünü inkâr ve onun göğe yükseltildiğini (ref) kabul etmişlerdir. Dediler ki: “Doğrusu O, Deccal’ın çıkışından sonra yeryüzüne inecek; Deccal’ı öldürecek; domuzları öldürecek; namaz kılarken Kâbe’ye yönelecek; Allah’ın salât ve selâmı O’na olsun Muhammed’in şeriatini destekleyecek, Kur’an’ın dirilttiğini diriltip, öldürdüğünü öldürecektir.” [35]
Hâsılı Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların ekseriyeti Kıyametin kopmasına yakın bir zamanda Mesih’in zuhur edip, “Deccal’i öldüreceği, vb.” dünyaya adâlet dağıtacağı ve nizam vereceğine inanır. Dünyanın hemen bütün millet ve ordularının iştirak edeceği Kıyamet Savaşı’nın Megiddo Vâdisi’nde (Amik Ovası) cereyan edeceği iddia edilir. Yahudi ve Hıristiyan fırkaların bir kısmına göre bu savaşta Şeytan ve emrindeki cinler ve kötü insanlar Mesih ve Kralları eliyle yenilecek; sonsuza dek yok edilmek suretiyle Hinnom Vâdisi’ne atılacaktır.
Son kertede; “Milenyum Challenge; Bin Yılın Meydan Okuması” ile Edom, yâni Anadolu işgal edilecek, böylece savaş sona erecek, Gökteki Kral Mesih, Yeryüzü Krallığı’nı da kuracak, Yeryüzü Cennet olacaktır.
(28 Şubat ertesi; 24 Temmuz 2002 tarihinde Amerikan Ordusu, Nevada çölünde düzenlediği Askerî Tatbikata, Milenyum Challenge; Bin Yılın Meydan Okuması adını vermiştir.)
Mesihçiliğin Diğer Kaynağı Nabukadnezar’ın Rüyası
“Nabukadnezar’ın rüyasında gördüğü heykelin başı altındı. Ateş gibi yanıyordu, mehtap gibi parlayan göğsü ve kolları gümüştendi. Heykelin karnı ve kalçaları bronzdan, bacakları demirden, ayakları da kil ve demir karışımından yapılmıştı. Daniel rüyayı şöyle yorumlar:
Heykelin dört parçası büyüklüklerine göre dört imparatorluğu temsil etmekte. Altın Babil’i, gümüş Pers’i, bronz Yunan’ı ve demir ise son imparatorluk Roma’yı simgeliyor. Ama demir ve kil karışımından yapılmış ayaklar birbirinden ayrılacaklar.
Nihâyet kil, en zayıf imparatorluğu temsil etmekteydi. Kil, Bizans İmparatorluğu ve Türkler tarafından tarihteki yerine gönderildi. Evanjelistlerin Daniel’in kitabına dayandırdıkları inançlarına göre Bâbil dahil İsa Mesih’in krallığı öncesine kadar dünyada 4 imparatorluk hüküm sürecek. Bu hesabın içinde Osmanlı ve Türk İmparatorluğu yok.
Armagedon öncesinde de dünyada 10 krallık kurulacak. Bunlar biraraya gelerek Bâbil’e benzer bir dünya imparatorluğu oluşturacaklar. Bilâhare kıyamet savaşı kopacak, Armagedon savaşı çıkacak. Tanrı’nın krallığına -yâni İsa Mesih’in yeryüzüne gelerek deccali öldürdükten sonra kuracağı krallığa- kadar hiçbir krallık Nabukadnezar ve Bâbil Krallığından daha büyük olmayacak. Nabukadnezar ve Bâbil her şeyin ve herkesin padişahı olarak seçilmişti.” [36]
“Yaşadığımız çağda İsa Mesih’in dirilip Tanrı’nın imparatorluğunu kuracağına inanmak için İncil’de yeterli işaretler vardır. Evanjelistlere göre Tanrı’nın dünyevi kulları Yahudiler, öbür dünya kulları ise Evanjelistlerdir.” [37]
“İsa, bulutların üzerindeyken aşağıda ölmüş Evanjelistleri diriltip yanına alacağına inanıyorlar. […]
Evanjelistlere göre İsa Kudüs’te ortaya çıktığında 144 bin Yahudi, Hazreti İsa’ya inanacak, diğerleri Deccal’in yanında yer alacak. Hazreti İsa’nın liderliğinde bir savaş olacak, İsrail’in bugünkü Megiddo Vadisi’nde. Bu arada 6 melek, tasını Fırat’ın sularına dökecek, Fırat kuruyacak, Fırat’ın yataklarından bütün dünyanın orduları Megiddo Vadisi’ne gidecek inançlarına göre. Şunu da belirteyim ki 1918’de İngiliz General Allenby komutasında İngiliz ordusu, Türk ordusunu Mecidiye’de yendi, ama biz 400 yıl o bölgede kimsenin burnunu kanatmamıştık. Türkiye’de yaklaşık 30 yıldır yaşayan Ankara Kurtuluş’taki bir papaz bu konuyla ilgili, “Türkler bilmeden Armageddon savaşına Hazreti İsa Mesih’e hizmet ettiler” dedi.” [38]
“Buna rağmen Yeni Ahit’teki ünlü Apokalips bölümünde Haç’tan hiç söz edilmemiştir. Armageddon (Mecidiye) Savaşı diye adlandırılmış olan ve Kıyamet öncesi yaşanacağı varsayılan savaş(lar)da, İsa’nın adının sakladığı ‘Sır’ esas alınmış ve Haç’a hiçbir özel ‘Kurtarıcılık’ atfedilmemiştir. […]
Gül ve Haç Kardeşliği’nin kullandığı Haç’ın da Kilise (Katolik) Haç’ıyla hiçbir benzerliği yoktur.” [39]
“Avrupa’nın “kıyamet halkı” dediği Türkler ve “Deccal” diye tanımladıkları Fatih…
Aradıklarından birisi de Mûsevîler için çok kutsal olan Ahit Sandığı. Kur’an-ı Kerim’de de biliyorsunuz Ahit Sandığı geçer.
Mûsevîler, Hazreti Musa’nın liderliğinde o dönemde Mısır’dan çıkmıştır.
Hazreti Musa’yı öldürmeye kalkan Firavun’un secde eder şekilde bedeni bugün British Museum’da sergileniyor. 1920’li yıllarda Suveyş Kanalı çalışmaları yapılırken bulundu.
Biliyorsunuz Kızıldeniz yarılıyor ve Hazreti Musa ve halkı orayı geçerek kurtuluyor. Firavun’un askerleri ise orada olduğu gibi hayatını kaybetti.
Kızıldeniz’i geçtikten sonra çölde Hazreti Musa, Sina Dağı’na çıkıyor ve 10 emir geliyor kendisine. O sırada Yahudiler altından bir buzağı yapıp ona tapmaya başlıyorlar. Bunun üzerine akrep, yılan gibi çöldeki zehirli hayvanlar Yahudileri ısırmaya başlıyor ve çoğu ölüyor. Hazreti Musa aşağı indiğinde bunları görüyor. Paniğe kapılan Yahudiler, Hazreti Musa’ya, “Tamam biz hata ettik, yine senin Allah’ına, Tanrı’na dönüyoruz, bizi kurtar bu belâdan” diyorlar. Hazreti Musa’da tunçtan 90 santimlik bir yılan figürü yaptırıyor. “Bunu öpeni, dokunanı artık, akrep, yılan soksa da iyileşecek” diyor ve iyileşiyorlar.
Nitekim Mûsevîler, Kubbet-üs Sahra, Mescid’i Aksa’nın altını kazdılar ve Bâbil’in altın heykeliyle Hazreti Musa’nın yılanını aradılar.” [40]
“Yine Albert Pike’a göre Tapınakçılar Johannit’tir, yani Vaftizci Yahya’nın Mesih’i haber verdiğini kabul ederler ama Hazreti İsa’yı Mesih olarak görmezler. Yani Mesih’i beklemeye devam ederler.” [41]
“Tapınakçılar, Yahudilerden uzak dururken, kabala düşüncesini yaşatanlarla iyi ilişkiler içinde olmuşlardır.” [42]
İsa’nın Gökteki Krallığı ve Armagedon Savaşı
Yehova Şahitlerine göre; “Kutsal Kitap bazı insanların gökte yaşamak üzere diriltileceğini söyler. Biri gökte dirildiğinde tekrar insan bedeniyle, insan olarak hayata gelmez. Gökte ruh olarak yaşamak üzere diriltilir. İsa böyle diriltilen ilk kişiydi (Yuhanna 3:13).”
“Mesih gökte hüküm sürmeye başladıktan sonra 144.000 kişi gökte diriltilecektir ve biz şimdi ta o dönemi yaşamaktayız. 144.000 kişinin çoğu gökte yaşamak üzere diriltilmiştir.” [43]
İsa’nın Gökteki ve Yerdeki Krallığı’nın özeti şudur:
Kutsal Kitap İsa’nın diriltildikten sonra göğe döndüğünü, Yehova’nın zamanı geldiğinde O’nu Krallığının Kralı olarak atayacağını; Tanrı’nın kurduğu bu krallığının gökten tüm yeryüzünü yöneteceğini söyler. Yehova Şahitlerinin iddiasına göre İsa Gökte 1914 yılında Kral olmuştur. İsa Gökte Kral olduktan sonra peyderpey 144.000 müridi de onun yanına gelmektedir. Bu tarihten (1914) sonra gökte şiddetli bir savaş kopmuş Mikail (İsa) ve melekler, Ejder (Şeytan) ve cinleri yenmiş, yeryüzüne atmıştır. Bu hâdiseden sonra Şeytan ve cinler yeryüzündeki bütün krallıkları ele geçirmiştir. Dolayısıyla bugün dünyadaki bütün yönetimler (hattâ Âdem’den İsa’nın Yeryüzü Krallığı’na kadar) Şeytanî yönetimlerdir. Dünyadaki bütün sıkıntı ve acılar, şiddet ve savaşlar, yolsuzluk ve ahlâksızlıklar, ihanet ve ikiyüzlülükler, kısaca dağ gibi sorunlar hep bu yüzden kaynaklanmaktadır, fakat Armagedon Savaşı ile Tanrı’nın Krallığı dünyadaki bütün gaddar ve adaletsiz yönetimleri yıkacaktır. Şeytan ve cinler ve onlara tâbi olan kötü insanlar da Yeruşalim (Kudüs) yakınlarında bulunan Hinnom Vadisi’ne atılarak ebedî olarak yokedilecektir.
Bundan sonra Yeryüzü Cennet olacak, iyi insanlar bu cennette ebedî olarak yaşayacaklardır.
Yehova Şahitleri’ne göre insanların ebedî olarak yaşayacakları Cennet, başka bir mekânda değil, Armagedon Savaşı sonrası yeniden şekillenecek olan dünyanın ta kendisidir.
Bütün bunlar İsa’nın Gökteki Krallığı’nda yaşamak üzere diriltilecek olan 144.000 kişinin tamamlanması sonunda tekrar yeryüzüne avdet ederek İsa ile birlikte Şeytan ve cinlerle ve bunlara tâbi olan kötü insanlarla (fundamentalist teröristler!..) savaşıp, onları yendikten sonra gerçekleşecektir.
Yeni Dünya Düzeni Tasarımcısı Mesihçilerin Gayesi
Bunların birçok gayesini icmâlen takdim etmeye gayret ettik. Özetlemek gerekirse:
Yahudi Mesihçilerin gayesi; Kiliseleri ve Câmileri Sinagog yapmak… Hıristiyan Mesihçilerin gayesi; Sinagogları ve Câmileri Kilise yapmak… İlluminatici-Masonların gayesi; Sinagogları, Kiliseleri ve Câmileri Tapınak, Konser Salonu veya Meyhane yapmak. Zor süreçlerde bazıları, “Müze” olabilir…
Gladyatör Şii Mesihçilerin gayesi; Sünnilerden intikam almak… Vehhabilerinki; küffara gladyatörlük yapmak… Sünnilerin gayesi; İ’la-yı Kelimetullah ve Nizam-ı Âlem; şanlı tarihimizde olduğu gibi. Başka bir ifadeyle: Müslümanlarin Mesihi geldiği zaman zulmün soluğu kesilecek ve adâlet tesis edilecek… Siyonistlerin Mesihi geldiği zaman insanlık siyonistlerin kölesi olacak… Evanjelistlerin Mesihi geldiği zaman; Armagedon Savaşı sonrası 144.000 Siyonist sağ kalacak; müslümanların topraklarını kan deryasına çeviren şer ittifakı bu sefer ırmaklar gibi Yahudi kanı akıtacak…
Ve, İlluminaticiler gerçek çehresiyle gözükene dek, “vekâlet savaşları” sürecek gibi.
Yâni Zero-Zum (gâlibi olmayan) savaşlar…
SİYONİZM
Süleyman Peygamber’in dâvasına ihanet eden Yahudilerin “ideali” Siyonizm’dir. Yeruşalim’de (bugünkü Kudüs) bir tepenin adı olan “Siyon”, mecazî anlamda “Tanrı’nın konutu, Tanrı’nın halkı” demektir, Kutsal Kent, Ariel diye de tâbir edilir. Siyonizm; “Arz-ı Mev’ud; vaad edilmiş topraklarda, yâni iki nehir (Nil-Fırat) arasında bütün Yahudileri biraraya getirerek, “Siyon Dağı” üzerine meşhur “Süleyman Mâbedi”ni yeniden inşa ettikten sonra, “Davud’un Krallığı”nı ilân ederek buradan bütün milletleri tahakküm altında alma gayesi güder. Siyonizm; Yahudi Cihan Hâkimiyeti “ideali”nin ifade edildiği bir kavramdır.
Yahudiler Kimdir ve Nasıl Organize Olurlar
Meşhur “Prag Mezarlığı” adlı eseri yazan Umberto Eco’ya göre Yahudiler:
“Savunmasız insanların, halkın kanını emen kişiler. Protestanlar, Masonlar.
Ve tabiî ki Yahudiler…
Cromwel, Kitab-ı Mukaddes’i okuyarak kralın başını kesmişti.
Yoksulların evlatlarına hayat hakkı tanımayan Maltus, Kitab-ı Mukaddes’i ezberine almıştı…” [44]
Umberto Eco Kapitalistleri de; “Zamanımızın hükümdarı olan Yahudiler” şeklinde târif eder. Tâ Abraham Lincoln (1860’li yıllar) devrinden itibaren Amerika Devlet başkanlarına dahi müdahale eden; istediklerini Başkan seçtirebilen, istemediklerine suikast dahi düzenleyen ve Amerika Merkez Bankası’nı (FED) ele geçirmek için tam dört Devlet Başkanı’nı suikast ile öldüren, beş Başkana ise başarısız suikast girişiminde bulunan yahudi Bankerler, John Kennedy suikastinden sonra bu gayelerine tam olarak ulaşmışlardır. Bunda en büyük pay İngiltere ile Fransa arasında cereyan eden Waterloo Savaşı (1813-1815) sonrası İngiltere borsasını bir günde çökerten ve iki günde milyarları kaldıran yahudi Banker Rothschild ailesidir. Bu hanedan bugün Rockefeller ve Soros hanedanlıkları başta olmak üzere 11 yahudi Banker ailesi ile FED’i ele geçirmiş ve “Senyoraj” düzenbazlığı ile dolar trilyoneri olmuşlardır. Kısaca bu yahudi bankerler başta Amerikan halkı olmak üzere bütün milletleri sömürmektedirler.
New York, Paris, Londra, Viyana, Berlin, Amsterdam, Hamburg, Roma, Napoli, Moskova, Pekin, Riyad, Dubai gibi finans ve petrol merkezleri yahudi bankerler tarafından idare edilmektedir. Bu bankerler kendilerini, “dünyanın efendisi” olarak görmektedirler. Köklerinden, geleneklerinden koparılan kitlelerin de, “Dünya Vatandaşı” (!) olmaları için milyar dolarlar nezaretinde büyük bir çaba harcamaktadırlar…
Yine Umberto Eco’ya göre; “her Yahudi topluluğu Kahal Yasası’na göre yönetilir. Bet-Din adı verilen özel bir mahkemeye bağlıdır. Kahal Kurumu, Musa peygamber zamanına kadar uzanır…” [45]
Dünyanın hemen her tarafında dağılmış olan Siyonistler, Davud Krallığı dışına hiçbir devletin gerçek vatandaşı olmaz; sahibi olmaya bakar. O da olmadı, “paraleli” olmaya bakar…
Luther’e Göre Yahudiler, “Zehirli yılanlar gibiydiler; kötülük yüklüydüler, hırçındılar, intikam ateşiyle yanıyorlardı, katildiler, iblisin evlatlarıydılar, bunu açıktan açığa yapamadıkları için gizli gizli sokar ve zarar verirlerdi. Havraları ateşe verilmeli… evleri yıkılmalı, halkı çingeneler gibi ahıra kapatılmalıydı.
Yalanların, lânetlemelerin ve küfürlerin öğretildiği Talmud metinleri ellerinden alınmalı, tefecilik yapmaları yasaklanmalı, para ve mücevher olarak bütün altınlarına el konulmalı, erkeklerin ellerine balta ve kürek, kızların ellerine mekik ve iğ verilmeliydi. Son çözüm, onların Almanya’dan kızgın köpekler gibi kovulmalarıydı.” [46]
Mezarlıkta Hahamlar Konsili:
On üçüncü ses: “İsrailoğulları, eğer bütün yeryüzüne dağılmış durumdaysa, bunun anlamı, bütün yeryüzünün ona ait olması gerektiğindendir. Altın buzağı, Harun döneminden beri bize aittir.” [47]
On üçüncü ses: “Dünyanın birinci gücü altınsa, ikinci gücü de basındır. Bütün ülkelerde yayımlanan bütün gazetelerin yönetimlerine bizimkilerin gelmesi şarttır. Basına mutlak hakim olduğumuzda onur, erdem, nâmus konusunda kamu görüşünü değiştirebilir, aile içindeki eğitimi de ele geçirebiliriz… işçiyi barikatlara, devrimlere doğru itmeliyiz; işte bu felâketler bizi yegâne hedefimize yaklaştıracaktır: İlk atamız İbrahime vaat edildiği üzere yeryüzüne egemen olmak.
İşte kudretimiz o zaman devâsa bir ağaç gibi gelişecek, dalları zenginlik, keyif, mutluluk, güç meyveleriyle yüklenecek, İsraik halkının yüzyıllar boyunca tek kaderi olmuş olan korkunç koşulların karşılığını almış olacağız.” [48]
Dolar, basın, sinema ve nihâyet İnternet çağı ile birlikte İsrailoğulları, tüm insanlıktan intikamını aldı; hemen tüm insanlık, hepsinin veya birinin müptelâsı oldu…
Umberto Eco’ya göre 1789 Fransız Devrimi dahi bir Yahudi projesidir.
Dedem: “Devrim, çocuğum, bizi ateist bir devletin köleleri hâline getirdi; eşitsizlik eskisinden daha fazla, kardeşler birbirine düşman oldu, herkes ötekinin Kâbili. Fazla özgür olmak, hattâ bütün gereksinimlere sahip olmak bile iyi değil. Bizim babalarımız daha yoksul ve daha mutluydular, çünkü doğayla temas hâlindeydiler. Modern dünya bize tarlalarımızı bozan buharı, pek çok yoksulun elindeki işi alan ama bir zamanlar sahip olduğumuz dokumaları yapamayan dokuma tezgâhlarını verdi.
Kendi başına terk edilen insan, özgür olamayacak kadar kötüdür…” [49]
“Aynen ağaçlara yapıldığı gibi, bir Fransız’ı bir Yahudi’yle (hattâ Alman kökenlisiyle) aşılarsanız şu an sahip olduğumuz şeyi, yâni Üçüncü Cumhuriyeti elde edersiniz.” [50]
Yahudiler hakkında bildiğim tek şeyi bana dedem öğretti:
“En üstün derecede tanrıtanımaz halk onlardır” derdi bana. “İyiliğin âhirette değil burada gerçekleştirilmesi gerektiğinden yola çıkarlar. Bu nedenle sadece bu dünyanın fethi için çalışırlar.” [51]
Soykırım Yahudi Tanrısının Emridir
İşadamı Edward Cezalet “Şark Meselesi” adıyla 1878’de yayınlanan makalesinde ülkesinin menfaatlerini de dikkate alarak, İngiltere’nin hâmiliğinde [Filistin’de] bir Yahudi devleti kurulması fikrini ortaya atmıştir.” (Ş. T. Buzpınar.) İngilizler, Yahudi devleti için önce Sina’da el-Ariş, daha sonraki yıllarda ise Uganda’yı teklif etmiş, Yahudiler bu teklife yanaşmamışlardır…
Siyon devleti gayesiyle Filistin topraklarına “Yahudi Göçü” projesi ise, şimdi İlluminati başhahamı olan Rothschild ailesi ve Baron Maurice Hirsch gibi yahudi işadamlari tarafından finanse edilmiştir…
Theodor Herzl, zurnanin son deliği…Proje, destek ve sevkiyat, İngiltere ve yahudi tüccarlara ait.
Siyon Devleti-Eretz İsrail için, Arz-ı Mev’ud’da sizi engellemek için önünüze kim çıkarsa; “Hareket Hâlinde Olan Her Şeyi Öldürün” benzeri emirler de tahrif edilmiş Tevrat âyetlerinde mevcuttur.
Bazıları şöyle: “Hepsini yok edin; Hitit, Kenan, Periz, Hiv ve Yevus halklarını; Tanrınız Rabb’in size buyurduğu gibi” (Tesniye, 20:16-17)
“Ekinlerini yak, evlerini başlarına yık, hayvanlarını öldür; Hareket hâlinde ne görürsen, öldür…” Tahrif edilmiş Tevrat’da buna benzer birçok âyet vardır.
Bu çerçevede; Bir İsrail askeri, bir Filistinliyi veya herhangi kavimden birisini öldürdüğü zaman pişmanlık duymaz, aksine, Tanrı Yahwe’nin emrini yerine getirdiği için mutlu olur. Savaşta öldürülenlerin çocuk, kadın veya yaşlı olması durumu değiştirmez. Dolayısıyla, “öldürme” emrini yerine getiren bir Yahudi kendini barbar, zâlim değil, dini bütün bir muvahhid olarak görür…
Hâsılı; Siyonizmin tek bir gayesi vardır: Bütün insanlık ya Davud Krallığı’na boyun eğer, yahut öldürülür. Başka bir ifadeyle: Bütün insanlık ya lânetli kavmin Kralı Mesih’e boyun eğer, yahut, çoluk-çocuk, kadın-ihtiyar demeden katledilir…
Siyonist İsrail Devleti’ne Karşı olan Ultra Ortodoks Yahudiler
Anti-Siyonist Haredi yahut ultra Ortodoks yahudiler, İsrail ordusunda askerlik yapmaya karşı oldukları gibi İsrail ordusunun kadın-erkek savaşçıları birlikte komuta etmesine de karşı çıkarlar. Laikliği kabul etmezler, zinanın büyük günah olduğuna inanırlar ve bu gibi sebeplerle İsrail devletini ve ordusunu “Tanrıya isyan eden münkir” olarak görürler ve bir an evvel İsrail devletinin dağılmasını isterler. Dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Haredilerin İsrail’de % 10 civarında oldukları söylenir.
İngiltere Londra’da bir protestoda Haham Beck şunları söylemiştir:
Buraya Filistin halkını desteklemek için geldik. Kudüs’te devam eden olaylar çok kötü, cinayetler olan biten olaylar büyük bir utanç. Tanrı adına Tevrat adına ve biz yahudiler adına yapılan herşey utanç verici. Biz buraya yahudilerin sesini duyurmaya geldik. İsrail devleti Tevrat’a karşı geliyor. Tevrat’a göre yahudiler sürgün edildi ama bir çıkış bahşedildi, sürgüne karşı gelmek tanrıya karşı gelmek demekti. Yaramazlık yapan çocuğuma, “git köşede 10 dakika bekle” dediğimde eğer beni dinlemez ve dışarı çıkarsa bu, verdiğim cezayı umursamıyor, ve ben ne istersem onu yaparım” demektir. Aynı şekilde tanrı bizi sürgünle cezalandırırsa, eğer direnirsek onun yüceliğine karşı geliyoruz demektir. Ona inananlar böyle yapmazlar, yapamayız. Siyonistlerin özgür topraklarda yaptığı da bu. Özellikle beyan edilmiş. İnsanları öldürerek, başlarını keserek topraklarına çökmek. On emirde de var, “öldürmeyeceksin, çalmayacaksın” siyonistlerin yaptığı bu. Tanrı adına Tevrat adına yaptıkları bu. Aslında ateistler, tanrıya inanmıyorlar. Tevrat’a inanmıyorlar. Tevrat’ın ayetlerini bağlamına aykırı şekilde kullanıyorlar. Örnek veriyorum, gelin vaadedilmiş toprakları ele alalım. Vaadedilmiş topraklar deyip duruyorlar. Eğer Tevrat’a bakarsanız görürsünüz. Altı yerde geçer. Yahudiler ancak çok ahlaklı bir hayat sürdürürlerse, toprak vaadedilmiştir. Eğer öyle olmazsa Tevrat’ta Yahudilerin yerlerinden edileceği yazılmıştır. Kitaptaki peygamberlere bakarsanız görürsünüz. İzikıl Eşeyahu, Tanrı bizi uyarmak için, tövbe edelim diye peygamberler gönderdi. Tövbe etmediğimiz için bizi topraklarımızdan sürdü. Sürüldük ama bize ilahi bir anahtar verildi. Siyonistler, yahudileri korumak zorunda olduklarını söyler. Yahudilerin güvenli bir yere ihtiyacı olduğunu. İki gerçeği görelim. Günümüzde yahudiler için en tehlikeli yer orası, Filistinlileri demiyorum. İsrail devletini kastediyorum. Yahudiler burada, dünyanın her yerinde, müslüman ülkelerde bile yahudiler huzur içinde yaşıyorlar. Fas’ta İran’da her yerde yahudiler huzur içinde yaşıyorlar. Sadece İsrail devleti Yahudiler için çok tehlikeli. Her gün her seferinde ayrı bir cinayet, ayrı bir patlama. Bütün bunlar yahudileri kurtarmıyor, tehlikeye atıyor. Ancak eklemek isterim ki yahudilerin müslüman ülkelerde yaşadığı değerli bir geçmişleri oldu. Yüzyıllarca sorunsuz barış içinde yaşadık. Ben Filistin doğumluyum ve ailem huzur içinde yaşayabilmek için siyonistlerden ayrılmayı seçtik. Sadece benim ailem değil on binlerce aile İsrail kurulduğundan beri orayı terketti. Annem anlatırdı, bir zamanlar Filistinlilerler birlikte güzelce yaşarmışız. Birbirimizin çocuklarına bakarmışız. Söylediğim gibi dünyadaki müslüman ülkeleri örnek verdim. Türkiye, Yemen, İran, Fas, dünyanın her yerinde yahudiler sorunsuz bir şekilde yaşıyorlar. Biz iki devletli çözümü dahi desteklemiyoruz. Söylediğim gibi yahudiler sürgün edildi ama ilahi bir çıkış gösterildi. Bir karış toprağa bile sahip olmamıza izin yok. Bütün ülke Filistin’e iade edilmeli. Herkes soruyor, “bütün ülkeyi Filistin’e iade etmek mi istiyorsun? Onlar da bütün yahudileri öldürüp denize mi döksün. Neyin var senin? Ancak bu, siyonistlerin tamamen yanlış bir propagandası. Filistinlilerin yahudilerle hiçbir sorunu yok, işgalcilerle sorunu var. Her iki taraf Hamas ve Fetih yahudilerle bir sorunları olmadığını defalarca ilan ettiler. İşgalciler ve katillerle sorunları var. Topraklarını kendilerinden alanlarla problemleri var. Dua ediyor ve bekliyoruz; İsrail devleti tamamen dağılsın. Barış içinde dağılsın hiç kimse incinmeden. Dileriz bu yakın bir zamanda olur ve biz de görürüz. Ben Haham Beck, Stamford Hill’den, sizi Kuzey Londra’ya davet ediyorum. Gelin de ne büyük bir toplum olduğumuzu görün. Binlerce yahudi aile var. Orada bir tane dahi İsrail bayrağı göremezsiniz. Eğer görürseniz her biri için size 100 sterlin para veririm. [52]
Kendisini “Türk Yahudisi” olarak tanıtan Doğan Kasadolu; “Netanyahu savaş suçlusudur. Uluslararası mahkemede yargılanmalıdır. Siyasal dincileri Amerika besliyor.”
Bu kısa çerçevede; Dünyadaki bütün mütedeyyin Yahudiler tarihte; Selçuklu, Eyyubi ve Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi, fitne-fesat çıkarmadan, kan dökmeden, bozgunculuk yapmadan, başkalarının haklarını ve topraklarını gasbetmeden arz-ı mev’ud’da; Nil ve Fırat Nehri arasında istedikleri yerde diledikleri şekilde insanca yaşayabilirler. Ancak, “Ortadoğu’da İsrail diye bir devlete yer yoktur!”
YENİ DÜNYA DÜZENİ
Yeni bir şeyler yapmak için illâ ki eskiyi ya tamamen târümar etmek yahut eskinin bazı malzemelerini kullanmak gerekir. Batıda bu tür atraksiyonlara, “Yaratıcı Yıkım” adı verilmektedir. Daha rahat “Yıkım” yapabilmek için insanları bazı cezbedici şeylerle oyalamak gerekir. Bunun başında da, “cadılar partisi” misâli sınırsız eğlence türleri gelmektedir. ABD’de eğlence piyasası akıllara durgunluk verecek boyuttadır. R. Kuroğlu’nun tesbiti şu: “Bugün ABD’de mavi yakalı üretimin hayal bile edemeyeceği kadar çok sayıda insan, yani 86 milyon kişi, eğlence endüstrisinde çalışmaktadır ve bu Amerika’nın en büyük işkoludur.”
Yeni Dünya Düzeni projesinin arkasında ABD ve güdücüsü İngiltere vardır. Roma ve Bizans’ın, Sodom ve Gomore’nin “pabucunu dama atan” İngiltere Kraliyet Ailesi dünyanın gelmiş geçmiş bir numaralı emperyalist hanedanlığıdır. Bu Monarşist Hanedanlık Dükler, Kontlar, Lordlar ve Baronlarla birlikte yüzyıllardır Hindistan’ı, Çin’i, Afrika ve Amerika’yı ve birçok ülkeyi sömürmüştür. Bununla birlikte, “İngiliz Milletler Topluluğu” adı altında 17 küsur devleti iliklerine kadar sömürmektedir. Kral yahut Kraliçe bu devletlerin tamamının Devlet Başkanı’dır. Rûhani Lideri Canterbury Katedrali’nin başpiskoposu olan Anglikan Kilisesi de doğrudan Buckingham Sarayı’na bağlıdır. İngiliz Parlamentosu’na müdahale etme ve gerekirse Parlamento’yu feshetme ayrıcalığı olan Kral, bu devletlerde bulunan parlamentolara da müdahale etme ve gerekirse “feshetme” selâhiyetine sahiptir. Zaten işin başında İMT’nda Krala bağlılık yemini etmeyen, değil Devlet Başkanı veya Parlamenter, vatandaş bile olamaz…
ABD ise yaklaşık olarak 130 ülkede Askeri Üs bulundurmakta ve gerek iç karışıklık çıkartarak gerekse darbe yaptırarak hemen her ülkeye müdahale etmektedir… Fransa’nın ise Afrika’da 15 küsür sömürgesi bulunmaktadır. İtalya, Almanya, Hollanda, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerin dahi sömürgeleri mevcuttur.
Son üç-beş yılda Burkina Faso, Mali, Sudan, Nijer, Orta Afrika, Gine ve Gabon gibi Afrika ülkelerinde Darbe olması gayet mânidardır. Bilindiği gibi Wagner Grubu, Rus Paramiliter Gruba verilen addır; Özel ve Paralı Askerî birliktir. Wagner Grubu, darbeye mâruz kalan Afrika ülkelerinin tamamında kurmay çapında diyaloglarda bulunarak yahut askeri birlikleri önceden konuşlandırmış olarak faaliyet göstermektedir. Dünyanın gözü önünde cereyan eden bütün bu kargaşalık, darbe, savaş, iç savaş ve katliamlar bir kısım mahfiller tarafından; “Medeniyetler Çatışması” olarak da adlandırılmaktadır.
Bu çerçevede bugün dünyada hâlihazırda birincisi; Hıristiyan Batı Medeniyeti, ikincisi; Konfüçyen Çin Medeniyeti, üçüncüsü; Slav Rus Medeniyeti ve son olarak da İslâm Medeniyeti geniş coğrafî alanları ve kalabalıkları kuşatır. İlk üç medeniyetin güdücülüğü Devlet ve devletler çapında olmakla beraber yine devlet ve devletler çapında çatışmaları cereyan etmektedir ve bu çatışmalarda müslümanlar da ağır kan kaybı yaşamaktadırlar. Lâkin ne hazin ve ne yazıktır ki İslâm Medeniyeti bu çatışmalara Devlet ve devletler çapında gerektiği gibi iştirak edememekte, hattâ, “İslâm Ülkesi” denilen topraklarda birçok devlet, emperyalizmin maşası konumunda bulunmaktadır.
Şartların kendisini zorlaması ve taşıdığı tarihi mirastan dolayı Anadolu’daki Türk Devleti bu çatışmalara kısmen iştirak etmiş ve Türk-İslâm Medeniyeti olarak diğer medeniyetlere “kafa tutmaya” başlamıştır. Bu mânâda bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan, Filistin meselesinde, “Garantör Devlet olmak istediklerini ve diplomatik, siyasi ve gerekirse askerî hamlelerde bulunabileceklerini” ifade etmektedir.
Dünya tarihinde hiçbir Yeni Düzen savaşsız kurulmamıştır ve bu yüzyılın savaşı önceki yüzyıllardaki savaşlardan bazı izler taşısa da, bir hayli farklıdır.
Yeni Savaş Teorisi
Bugün dünyada, husûsiyetle Ortadoğu’da cereyan eden savaşlar birçok düşünür tarafından; “Vesâyet Savaşları” olarak adlandırılır. Bu savaş kendinden önceki bütün savaşlardan farklıdır.
1957-65 küsur yıllarında II. Vatikan Konsili tarafından alınan bir karar ve bunun hemen ilk büyük icraatı olarak 27 Nisan 1978 yılında Afgan kralı Muhammed Davud’a düzenlenen darbe ve Komünist Devrim ve sonra Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesinden itibaren İngiltere, ABD ve Fransa gibi devletler, Evanjelist, Ortodoks ve Katolik Hıristiyanlar, İlluminatici Masonlar, Yehova Şahitleri, Tapınak Şövalyeleri, Kuru Kafa ve Kemik Tarikatı gibi Yasadışı ve Ezoterik örgütler, CFR; Dış İlişkiler Komitesi, Tavistock ve Soros Vakfı gibi Yasa’yı kendilerine uygun hâle getiren barbar örgütler, İkinci Dünya Savaşı sonrası Savaş stratejistleri tarafından üretilen, “Yeni Savaş Teorisi” çerçevesinde hareket etmektedirler.
Yeni Savaş Teorisi; “Sınırlı Savaş” ve “Dolaylı Saldırı” olarak tanımlanmıştır. ABD Başkan yardımcısı Dick Cheney’in dediği gibi; “bu savaş yüz yıl da sürebilir!” Teorisyen ve strateji uzmanlarına göre “Topyekûn Savaş tehlikelidir. Çünkü; Topyekûn Savaş, ABD ve İngiltere gibi devletlerin sonu olur”, olabilir.
Birinci ve İkinci Dünya savaşları bırakın mağlûb devletleri, gâlip devletlerin bile bir kısım tâviz vermeleri ve çok ağır fatura ödemeleri suretiyle neticelendirilmiştir. Bu iki savaşta milyonlarca insanın ölmesi, sakat kalması, esir edilmesi, iktisadî sistemin çökmesi, Batı insanının açlıkla karşı karşıya kalması gibi sebepler, Topyekûn Savaş Stratejisi düşüncesini bir tarafa bıraktıran belli-başlı yakın tecrübelerdir. Lâkin bu tecrübeler vatandaşlarının saadetini düşünen ve âdil yönetimle idare edilen devletlerin ders çıkartması bakımındandır, devlet kademelerinin içine sızan, hattâ devletleri ele geçiren yasadışı ve ezotorik örgütler açısından değil. Zira onların beyin takımı için aslolan, kendilerine bağlı olan idareci ve üyelerinin selâmetidir. Dolayısıyla, dışarıda kalan ve direnen her toplum, gerekirse kimsayal silahlar dahi kullanılarak ya yok edilmeli, yahut gerekirse vücutlarına mikroçip takılarak köleleştirilmelidir.
Bilindiği gibi Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda İsrail diye bir devlet yoktu. ABD, Kanada ve İngiltere’de bulunan yahudi silah tüccarları bir taraftan Moskova’ya diğer taraftan da Berlin’e silah satıyordu. Ülkeler yanıyor, devletler yok oluyor; İlluminatici Masonlar ve yahudi tüccarlar hem para kazanıyor, hem de hedeflerine adım adım yaklaşıyorlardı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra (1948) bir oldu-bitti ile Siyonist İsrail devleti kuruldu… İsrail, iyice büyümeden, güçlenmeden ve Kuzeyden gelecek saldırılara bir “sed” oluşturmadan Kıyamet Savaşı başlatılamazdı. Zira Topyekûn Savaş çıkarsa bu savaşta en ağır hasarı Siyonist İsrail’in göreceği düşüncesi ağır basıyordu. Dolayısıyla stratejisyenler, “Sınırlı Savaş” ve “Dolaylı Saldırı” projesini devreye soktu.
Bu teorinin mimarlarının Polonyalı Yahudi Zbigniew Brzezinski ve Alman Yahudisi Henry Kissinger olduğunu, bunların ise “âdeta Batının Sabetaistleri” olan Rockefeller ve Rothschild hanedanlığının emrinde hareket eden CFR üyesi olduklarını belirtirsek Yeni Savaş Teorisi daha iyi anlaşılır. Ol sebeplerdir ki Batı, Haçlı Seferleri’nde olduğu gibi Topyekûn Savaş’la değil, Sınırlı Savaş ve Dolaylı Saldırı ile hemen her müslüman ülkeye saldırmaktadır. Vesâyet Savaşı da, meselenin cabası.
ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney; “bu savaşın yüz yıl sürebileceğini” ifade eder…
Ve icraatları icmâlen şöyle: Meselâ; Suriye’yi mi bölmek istiyorsunuz?
Bir taraftan Müşrik Şebbihalara silah satacak, diğer taraftan Selefi-Tekfirci IŞİD’i kuracak ve Kripto Mecûsi İran’ın Irak topraklarında örgütlediği Haşdi Şabi birlikleriyle önce Suriye’yi, daha sonra da bütün Ortadoğu topraklarını bir kan deryası hâline getireceksiniz…
Yemen’de Husileri, Afganistan’da Ezaze Şiilerini, Tunus’ta Selefileri, Suud’da Vehhabileri ve sair hepsini sahaya sürecek ve vatandaşları, ırkdaşları, dindaşları birbirlerine kırdıracaksınız…
Kuzey Kore’yi Güney’e, Japonya’yı Çin’e kırdırtacak, Hindistan’ı Arakan’a saldırtacak, silah stoklarını eriteceksiniz. Böylece en az zararla paçayı yırtacak ve hem para kazanacak, hem de dünya nüfusunun azalmasını sağlayacaksınız.
Bu, Gâlibi Olmayan Savaşlar nihâyete erdiği zaman da bir Fatih edasıyla ya “Mesih’in Yeryüzü Krallığı”nı yahut “Davud’un Krallığı”nı veya daha da beteri, Kâinatın Yüce Mimarı adlı İlah’ın arzuladığı “Yeni Dünya Düzeni”ni dünyaya rahat bir şekilde ilân edebilirsiniz. Zira, artık size karşı direnebilecek ne bir Kavim kalmıştır, ne bir DİN ve Devlet. Gemleri sizin elinizde olan ufak-tefek iki bin küsur devlet düzeninin inşa edildiği dünyada, MİLLETLER üzerinde edepsiz hâkimiyetinizi kolaylıkla tesis edebilirsiniz.
Hâsılı, zamana ve mekâna ağır ağır yayılan ve zorda kalmadıkça asla “doğrudan değil, dolaylı saldırı” ve/vaya “Vesâyet” ile yürütülen savaşlar çağını yaşıyoruz. Bu savaşlar Üçüncü Dünya Savaşı olarak da adlandırılabilir ki, 1978 yılında Afganistan’da yapılan Komünist Darbe ve akabinde 1979 Aralık ayında Sovyetler Birliği tarafından Afganistan’ın işgal edilmesi, Üçüncü Dünya Savaşı için bir başlangıç tarihi olabilir. Lâkin bu savaş önceki iki Dünya Savaşı gibi topyekûn değil, “devre devre” sürmektedir. 1990’larda Bosna-Hersek’te Slavlar tarafından yapılan katliamlar, Çeçenistan’ın işgali, yine Kosova ve Arnavutluk gibi müslümanların yoğun olduğu Balkan ülkelerinde Slav ve Hırvatlar tarafından yapılan katliamlar, 2003 yılında Irak ve Afganistan’ın ABD ve emrindeki işbirlikçiler tarafından işgal edilmesi, 2010 yıllarına müteakip “Arap Baharı” ile birlikte Libya’nın işgal edilmesi, Suriye’nin kan deryasına dönmesi vb. iç savaş ve dış müdahalelerin tamamı, Üçüncü Dünya Savaşı değil de nedir?
Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesinden bir soluk önce 1978 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nde Deng Şiaoping’in iktidarı ele geçirmesi ve akabinde Amerika’ya gitmesi ve burada para oligarkları ile görüştükten sonra 27.000 Çinli öğrenciyi ABD’ye eğitim için göndermesi, Çin sanayiine ve üretime kapitalist bir veche kazandırılması ve sair hâdiseler, ABD-İngiltere ikilisi ve dolayısıyla Kapitalist Batı’nın Üçüncü Dünya Savaşı’na gâlip olarak başlamasının alâmeti fârikası olarak görülebilir. Hattâ, 1979 Şubat ayında İran’da İmam Humeyni tarafından yapılan devrim ve “İran İslâm Cumhuriyeti” adı verilen yeni devletin kuruluşu dahi kapitalizmin bir zaferi olarak telakki edilebilir.
Şah Rıza Pehlevi’nin hâtıralarında Amerika’ya; “Humeyni’yi neden bana tercih ettiniz!” şeklinde yakardığı iddia edilir. [53]
Yeni Emperyalist Model: Yeni Dünya Düzeni hangi dinden, ideolojiden, doktrinden ve sapkın görüşten olursa olsun, inşa ettiği-etmek istediği toplumsal düzene katkı sağlayan herkese ve her kesime, temel ilke ve prensiplerine başkaldırmayan her mezhebe ve etnik gruba, her şahsa ve cemiyete, hattâ devlete, bağrını sonuna kadar açan hilebaz bir düzenin adıdır. Ve bu düzenin mimar namzetleri için herhangi bir devletin hangi dünya görüşüyle yönetildiğinin hiçbir ehemmiyeti yoktur. Meselâ Humeyni’nin İran İslâm Cumhuriyeti, el-Bağdadi’nin Irak Şam İslâm Devleti kurmasına pek aldırış etmez, hattâ katkı sağlar. Taliban gibi oluşumlar karşısında sıkıştığında onlara İslâm Emirliği kurmaları için yol vermekte bir sakınca görmez. Yeter ki sınırları aşmasın, küresel değil, bölgesel olsun ve kendi içinde debelenip dursunlar.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen gerek Hakk kutup, gerek Bâtıl kutup olsun, adı “İslâmi” olarak zikredilen oluşumları hem “Gavur Ağzı” ile tenkit etmemeye özen göstermek, hem de samimi ve mazlum insanları tenzih etmek, ayrı bahis.
Emperyalizmde asırlardır “model” önce, “bir ülkeyi-topraklarını işgal et, daha sonra işgalci vâlilerle idare et, ve/veya idareyi yerli işbirlikçilere devret”, şeklinde idi. Postmodern çağda bu model, önce proje, işgal için meşrûluk propagandası ve daha sonra “yerli işbirlikçilerin katkısıyle işgal” şeklinde daha sık cereyan etmeye başladı.
Bugün bu model iktisadî birçok sahada uygulanmaktadır. Meselâ inşaat sektöründe asırlardır model önce “proje”, sonra, “yap ve sat” şeklinde idi. Bununla birlikte on yıllardır bu model yine önce “proje”, sonra ise, “sat ve yap” şeklinde daha bir ivme kazandı. Hattâ bu model; konkordato uygulayan birkaç istisnası olmakla birlikte, firmaların kat be kat daha çok kazanması ile neticelendi.
Bir ülkede emperyalist projenin alıcısı olmazsa, işgalin “bir bacağı kırıldı” demektir…
Yeni Dünya Düzencileri “Eklektisist”dir: M.Ö 250 civarında yaşayan ve kendisini; “Tanrıların Sevgili Oğlu” olarak takdim eden Hindistan İmparatoru Büyük Asoka; “… Dinler Arası Diyalog iyidir. Herkes başka dinlere saygı duymalı ve güzel öğretilerini iyice öğrenmelidir.” şeklinde ifadelerle tam da bugün neredeyse dünya çapında (kısmen) başarılı olan Eklektisizmin babası sayılabilir…
Hindistan’da meditasyon yapmak, Afrika’da Animist-maskeli dans etmek, Vatikan’da vaftiz edilmek, Kudüs’te ağlama duvarında ezgiler okumak, Hicaz’da şeytan taşlamak…
Rio’da şampanya patlatıp, Cannes’da kadeh kaldırmak ve Kolombiya’da altın vuruş yapmak.
İşte, İlluminatinin hümanist eklektik dini.
Federal Dünya Devleti: 1946 yılında Amerikalı (Moskova Büyükelçisi) William Christian Bullitt tarafından ortaya atılmıştır. Bunun için önce Avrupa Federasyonu Hristiyanlık; Ortadoğu Federasyonu Müslümanlık; Asya Federasyonu Konfiçyusçuluk ile yapılandırılacak, Sovyetler Birliği dağıtıldıktan sonra da bölgesel federasyonlar Dünya Federasyonu içinde eritilecektir. Dolayısıyla bu dem, “Fundamentalist Müslümanı” yoketme ve yerine “Ilımlı Müslüman” inşa etme demidir.
Hatırlatma; bu vasıflandırmalar batının, hıristiyanlıktan mülhem malı-uydurmasıdır. Bizim değil…
Yeni Dünya Denetçisi: Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya romanı…
Batı Avrupa’nın Dünya Denetçisi Mustapha Mond’a göre; “medeniyetin, asilliğe yahut kahramanlığa hiç ihtiyacı yoktur” çünkü; “tam anlamıyla örgütlü bir toplumda kimse asil yahut kahraman olmaya fırsat bulamaz.” Daha doğrusu (bizce) bunlara iştiyak duyan bir insan ya toplumdan tecrit edilir veya kafayı yedirir, ve/veya intihar ettirirler. Olmadı, doğrudan katlederler…
Bu toplumun bir numaralı silahı “soma”dır. Asillik, kahramanlık, keder, üzüntü, neşe, sevinç vb. bütün duygular, bu toplumun fertlerine soma (uyuşturucu) verilerek tattırılır…
Bugün ekseriyeti ya hap, yahut dijital uyuşturucu ile tatmin edilen insanlık, Huxley’in romanındaki gibi, Dünya Denetçileri tarafından “sürüleştirilme” tehlikesi ile karşı karşıyadır…
Hâsılı bugün tüm dünya, İlluminatici Masonlar ve Yahudi ve Hıristiyan Mesihçilerin tehdidi altındadır. Hemen her ülkede kendi insanını aşağılayan, baskı ve şiddet uygulayan, hattâ katleden hainler de, bu Denetçilerin gladyatörleridir…
Bu Yeni Dünya düzencileri hiçbir zaman topyekûn savaşı göze alamazlar. Zira Topyekûn Savaş Doğu’da Sefalete sebebiyet verebilir, Hıristiyan Batı’da ise Büyük Yıkım olur. Bu sebeptendir ki yirmi birinci yüzyılda Hıristiyan Batı’nın can güvenliği için Sınırlı Savaş ve Dolaylı Saldırı (Vesayet Savaşları) projesi adım adım tatbik edilmektedir. Bununla birlikte “Sessiz Dinleyiciler” ve “Görünmez Yönlendiriciler” tarafından sevk ve idare edilen ordular türlü türlüdür. Meselâ bunların emriyle Pandemi, Dünya Sağlık Örgütü tarafından idare edilir ve bütün insanlık bulaşıcı bir hastalığın vurucu ve öldürücü gücüyle endişeye sürüklenir. Yine İnternet vasıtasıyla insanlık yoldan çıkarılır, en azından kıymetli vakitler burada hoyratça harcanır. Kirli ve yalan bilgilerle genç dimağlar iğfâl edilir. Yapay Zekâ dedikleri bilgi yüklü geri zekâlı makineler insanlığın ekseriyetine ve şimdilik ruhlarına tahakküm etmek için bir vâsıta olarak kullanılır. Bunları vâsıta olarak kullanan Çağdaş Firavunlar ise Rotshchildler, Rockefellerlar, Soroslar, Kara Asiller, Sîrler, Yeni Zelanda ve Avusturalya ve daha nice toprakların yerli halkını iliklerine kadar sömüren Latifundiyalar (toprak ağası); Lordlardır.
Ehramları; Tavistock, Dolar, Dijitalizm ve muâdilleri…
Bu sömürgecilerin entelektüel ayağına misâl, Yuval Noah Harari: “2002’de Oxford Üniversitesi’nde tarih doktorasını tamamladı, halen Kudüs İbrani Üniversitesi Tarih Bölümü’nde dünya tarihi dersleri vermekte.
2014’de yayımlanan Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens ve 2017’de yayımlanan Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi onlarca dile çevrilmiş, dünya çapında çok satanlar listelerini altüst etmiştir.” [54]
“İlk kitabım Sapiens, insanın önemsiz bir maymundan nasıl dünyanın efendisine dönüştüğünü mercek altına almıştı. İkinci kitabım Homo Deus uzun vadeli geleceği sorgulayarak insanların tanrı mertebesine yükselme olasılığını ve zekayla bilincin nihai kaderinin ne olabileceğini göz önüne sermişti.” [55]
“Yirmi bir yaşındayken, yıllar süren inkar döneminin ardından eşcinsel olduğumun nihayet farkına vardım.” [56]
“Maymundan türeme insanın, tanrı mertebesine yükselme olasılığından” söz eden bu eşcinsel Yahudi, İbrani Üniversitesi’nde ders verdiğine göre demek ki Dünya, maymun soyundan türediğini iddia eden eşcinsel soysuzların, tanrı mertebesine yükselme arzusu ve böylece bütün insanlığa hükmetme tehlikesi altındadır. Aile ve cinsiyetin teminat altına alınması için ne gerekiyorsa bir an evvel yapılmalıdır.
Dünyada takriben bir buçuk milyar insanın yaşadığı beldede elektrik, evinde su yok… Her yıl elli milyon insan açlıktan ölüyor… Elli milyon insan evsiz; sokakta yaşıyor… Bir milyar insanın yaşadığı vatan kırk yıldır en acımasız savaşlarla boğuşuyor; katliamlar şehirler çapında, karyeler birer harâbe… Otuz milyonu Doğu Türkistanlı olmak üzere üç yüz milyon insan esir.
Yukarıdan beri icmâlen takdim ettiğimiz bütün sömürgecilere ve insan haysiyetini zedeleyici din, felsefî doktrin ve ideolojilere haddini bildirmek ancak, Çağlar Üstü Mutlak Fikir vesayetinde hareket ederek olur. Bunun için de illâ ki başta Ulemâ olmak üzere Aydınlar, Umerâ, Asilzâdeler ve Aziz Millet bir an evvel dürüst ve samimi olmalı ve ahlâk ve şahsiyet zırhına bürünmelidir.
Dedi ki: Ya Devlet Başa / Ya Kuzgun Leşe.
Armagedon Savaşı Hülasası
Yehova Şahitleri’nin tanımına göre Armagedon Savaşı, “Şeytan’ın kontrolündeki bozuk dünya düzenini ve bütün kötülükleri yok edecek olan Tanrı’nın savaşıdır.” [57]
Bu savaşın merkezinde ise Hıristiyanlarla birlikte Benî İsrail vardır.
2000 yıldır bütün kavimlerin içine dağılmış olarak bir sürgün hayatı yaşayan Kabbalacı Yahudilere göre, “her şeyi toplamak için Beni İsrail’in dört bir yana dağıtılması gerekliydi. Ve Beni İsrail’in görevi, kavimlere ışık olmak değil, tersine, kutsallığın ve hayatın en son kıvılcımlarını onlardan çekip almaktı.” [58]
Yeni Kudüs’leri Amerika (bazı iddialara göre AB) olan Kabalistler, Filistin’deki Eski Kudüs’ü tamamen hâkimiyet altına alıp Davud’un krallığını dünyaya ilân edebilmek için önce Sion Tapınağı’nı yerinde inşa etmeleri gerekiyordu. Ki bunun için Kubbetu’s-Sahra ve Mescid-i Aksa’nın yıkılması lâzım. Burada Süleyman (a.s.)’ın mührü, Musa ve Harun (a.s)’ın bakıyyeleri bulunan; Ahit Sandığı’nı (Kutsal Sanduka) bulacaklarına inanan Yahudiler bu Sanduka’nın ancak Mesih tarafından açılabileceğine inanırlar.
Ahit Sandığı’nı açan ve çarpılmayan Mesih, gerçekliğini böyle doğrulayacaktır.
Sonra Megiddo Vâdisi’nde Armagedon, diğer adıyle Melhame-i Kübra-Kıyamet Savaşı başlayacaktır…
Armagedon Savaşı’nda başta Kabalistler olmak üzere tüm Yahudileri düşmanlarından “gargat ağacı” koruyacaktı, lâkin atom ve hidrojen bombaları, zehirli gaz ve kimyasallar, elektro manyetik zihin kontrol âletleri, GDO ürünleri, domuz gribi gibi bulaşıcı hastalıklar ve ırka mahsus virüs üretme vb. realite silahlar, İsrail’in vazgeçilmezleri…
Hıristiyanlar, İlluminatici Masonlar vb. Batı’da yetişen veya filizlenen her din-mezhep, ideoloji veya felsefî doktrin mensupları ne olursa olsun, mesele topyekûn Batı’nın menfaatleri olunca, Üçüncü Dünya Ülkeleri, ziyadesiyle de İslâm dünyası ve dolayısıyla müslümanlar karşısında bir Hıristiyan olduklarını hatırlıyor, hep birlikte hareket edebilme kabiliyetine sahip olabiliyorlar. Hattâ Batı, Amerika’da yeşeren Evanjelizm; (Kutsal Kitaba Dönüş) mezhebinin azim ve gayretleriyle bu hareket kabiliyetine Siyonist Yahudileri dahi ortak edebiliyor. Hâlbuki Avrupa’da daha dün; 1610 küsur yıllarında başlayan ve 1640 küsur yıllarına kadar devam eden Mezhep Savaşları’nda Katolik Şövalyeler tarafından en az 30 milyon Protestan katledilmişti. Bu katliamda bir Katolik Şövalye’nin; “Hepsini öldürün. Nasıl olsa Tanrı diğer dünyada kimin heretik (dinden sapan) olup-olmadığına karar verecektir!” şeklindeki ifadesi, katliamın boyutunu işaretleme bakımından yeterlidir.
Yine benzer şekilde Engizisyon Mahkemeleri tarafından, “cadı-büyücü” veya “heretik” olmakla itham edildikten sonra malları müsadere edilen, gözleri oyulan, elleri kesilen, diri diri ateşe atılan Yahudilerin haddi-hesabı yoktur.
İkinci Dünya Savaşı’nda Protestan Almanlar ile Katolik Fransız, Ortodoks Slav-Sırp ve Rusların savaşında elli milyon insanın katledilmesi ve Hitler tarafından Yahudilerin fırınlara atılarak yakılması veya Sarin gazı verilerek zehirlenmesi henüz yenidir. Bu katliamı durduran (!) ABD ve İngiltere bugün Irak ve Afganistan gibi yerlerde yapılan katliamların âdeta bir Merkez Üssü vazifesi görmektedir. Ve bundan sonra yapılacak katliamları plân ve organize etmektedir. Bunun için Hıristiyan ve Yahudi mezheplerinin tamamı bir ittifak hâlindedir, İlluminati ve Mason locaları gibi ezoterik örgütler buna bir hayli katkı sağlamaktadırlar.
İkinci Dünya Savaşı arefesinde İngiltere, Amerika ve Fransa’nın bir Savaş Filosu olan NATO tarafından üye ülkelerin hemen tamamında Gladyo (Kısa Kılıç) adlı gizli bir örgüt kurulması ile “Kızıl Tehlike”nin, akabinde ise “Yeşil Tehlike”nin bertaraf edilerek “Yeni Dünya Düzeni”nin kurulması plân ve projeleri mâlum. Bu plân bizzat CIA direktörleri tarafından icra edilmekle birlikte 1958-1965 yılları arasında II. Vatikan Konsili kararlarının kilit taşı olan Dinler Arası Diyalog hamlesinin ilk meyvesi olan “Hıristiyan Marksizm Diyaloğu” gibi işlevlerin hemen hepsi, Mesih İmparatorluğu gayesine mâtuf olarak hizmet ve hareket etmektedirler.
Amerikalı Mason Albert Pike’a göre bu proje; “Birinci ve İkinci Dünya Savaşları çıkartıldıktan sonra” devreye girecek ve Komünizm tamamen imha edildikten hemen sonra, “Yahudilerle Müslümanlar arasında, Üçüncü Dünya Savaşı” başlatılacaktır.
Edom’u Bekleyen Tehlike
Edom, yâni Anadolu tarih boyunca onlarca medeniyetin zuhur ettiği verimli bir toprak parçasıdır. Onlarca dine, medeniyete ve kavme yataklık eden bu topraklar Sümer, Bâbil, Frig, Elam, Lidya, Hitit, Eti, Akad, Asur, Kalde, Medd, Pers, Helen, Roma ve Araplar tarafından yönetilmiş, fakat bu devlet ve imparatorlukların hiçbirisi burada uzun süreli kalmaya muvaffak olamamıştır; Edom’da hiçbir kavim kesintisiz olarak 500 yılı aşkın tutunamamıştır. 1000 yılı aşkın bir süre bu topraklarda tutunabilmek de ancak Müslüman Türklere nasip olmuştur. 965-985 yıllarında Büyük Selçuklu Devleti’nin tarih sahnesinde görünmesi ve 1071 yılında Bizans İmparatorluğu ile Selçuklu Devleti arasında cereyan eden Malazgirt Muharebesi Anadolu’yu, Müslüman Türklerin Ana Yurdu yapmıştır.
Malazgirt Savaşı’ndan evvel Abbasi Ordusu içinde görev yapan; Samarra askeri üssünde konuşlandırılan Müslüman Türk savaşçılar ve yine Malazgirt Savaşı evveli Anadolu topraklarına Müslüman Türkler tarafından düzenlenen Gâzalar kayda değerdir. Bu Gâzalar neticesinde Anadolu, Erzurum ve Sivas üzerinden Aydın ve İznik civarları Türk Obaları için birer yerleşke bölgesi olmuştur. Neticede Anadolu, Müslüman Türk Obaları için birer Ana Yurt olmuş, olmaya da devam etmektedir.
Aslında Edom’un her kavim için bir “Ana Yurt” olarak iddia edilmesi ve görülmesi, “kavimlerin zuhuru” itibarıyle mümkün olabilir. Kısaca şöyle: Bilindiği gibi insanlık bir Nuh Tufanı yaşamıştır. Bu Tufan sonunda Nuh’un Gemisi hâricinde olan bütün insanların hayatını kaybettiği mevzubahis edilir. Gemi’nin Cudi Dağı’na oturmasından sonra Nuh’un oğulları Ham, Sam ve Yafet, insanlığın atası olarak tavsif edilir…
(Ağrı Dağı ihtilaflıdır; Nuh’un Gemisi Cudi Dağı’na oturmuştur.)
Bu çerçevede her kavim tarafından Edom’un “Ana Yurt” olarak görülmesi gayet normaldir. Ki, yüzyıllardır Kuzey Batı Avrupa sınırlarına yakın adaları yurt tutan İngilizlerin, hattâ Atlantik’in öte yakasında henüz bir Millet olamamış Amerikalıların dahi Edom’a göz dikmeleri ve bu uğurda Cihan Harbleri dahi çıkarmalarına tarih şahidlit eder. İlluminatici ve Masonlar da, şöyle dursun. Dolayısıyla, 1000 yıldır bu topraklarda yerleşik hayat yaşayan Müslüman Türklerin Edom’u bir “Ana Yurt” olarak telâkki etmelerinden daha doğal bir iddia olamaz.
Gücün varsa Anadolu’da tutunursun. Yoksa, yok olursun.
Bilek hakkı ile bu toprakları fetheden ve bir Fatih olarak Ana Yurt edinen Müslüman Türklerin burada iki imparatorluk kurduğu ve bin yılı aşkın Cihana adâlet ve huzur dağıttığı, cümle âlemin malûmudur…
Tarihe baktığımızda Cihan Devleti olmak isteyen her devletin mutlaka Edom üzerinde hâkimiyet kurduğu veya kurmak zorunda olduğu şuuruyla hareket ettiğini müşâhede ederiz. Yahut, dünyayı sevk ve idare etmeye tâlip olan her devletin Edom’a hâkim olmayı, “olmazsa olmaz” bir gaye edindiğini görürüz. Ki, Mahan’dan Zbigniew Brzezinski’ye kadar Batılı bütün strateji uzmanları Asya’ya ve husûsiyetle Asya’yı Avrupa’ya bağlayan Boğazlar’a hâkim olmayı, Dünya Hâkimiyeti için, “olmazsa olmaz” bir Fetih alanı olarak görmüşlerdir. Daha da mühimi, tarihe intikal etmiş kavim ve dinler, medeniyetler, kültür mirası bir tarafa, Mezopotamya denilen bölgede Yahudilerin, Hıristiyanların ve Müslümanların kökleri ve ortak değerlerinin olması, bu toprakları mânevi bakımdan daha bir kıymetlendirmektedir. Dolayısıyla Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar hem dinleri hem devletleri ve dolayısıyla can, mal ve nâmuslarının emniyeti ve selâmeti bakımından bu toprakları bir başka kavme, medeniyete, din veya ideoloji mensuplarına kaptırmamak için tarih boyunca milyonlarca evlâdını fedâ etmiştir, etmeye de devam edeceklerdir.
Özetlersek: Tüm Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilen Ayasofya Câmii İstanbul’da, Evanjelistler tarafından kutsal kabul edilen Meryem Ana Evi Bülbül Dağı’ndadır. (Dünyada 46 adet Meryem Ana Evi vardır.) Bununla birlikte Evanjelist Hıristiyanların, “7 İnayet Dönemi Kiliseleri” adını verdikleri -İsa’nın havarileri tarafından takdis edilen- kiliseler Anadolu topraklarında; Efes, İzmir, Bergama, Akhisar, Salihli, Alaşehir ve Pamukkale’dedir…
Siyonistlerin kudsiyet atfettikleri Siyon Mâbedi-Süleyman Mâbedi’nin yeniden inşası ve Davud Krallığı için Edom’un fethedilmesi mutlak zorunludur. Çünkü bu topraklardan akan iki Nehir arası topraklar, Arz-ı Mev’ud; Vaat Edilmiş Toprak kategorisine girer…
Müslümanlar açısından hem maddî hem de mânevî bakımdan değerli olan ve uğruna en çok kan dökülen Edom, mânevî bakımdan dünyada eşi ve benzeri olmayan Mescid-i Aksa ve Kubbetu’s-Sahra, (Kudüs’de) Kâbe (Mekke’de) ve Mescid-i Nebevî’nin (Medine’de) âdeta bir anahtarı niteliğindedir.
Bütün bunlar Edom’a mânâ üstüne mânâ katmaktadır…
Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin bu toprakların hâkimi ve hâdimi olması hiçbir zaman Batılıları, dolayısıyla Haçlıları, hattâ Siyonistleri memnun etmemiştir. Bizans ruhu taşıyan Greklerin ve Roma-Cermen-Lâtin ruhuyla hareket eden Batılıların tamamı, Osmanlı devletini yıkıp Müslüman Türkleri ebediyyen bu topraklardan atmayı murad etmişlerdir. Bunun için Birinci Cihan Harbi’ni tertib etmişler, Osmanlı bakiyelerinde elli iki küsür devlet-çik kurulmuş, lâkin Müslüman Türkleri bu topraklardan atmaya muvaffak olamamışlardır. Dahası, Cihan Harbi bitmeden 1916 yılında Anadolu’da kaç devlet kurulacağına dair haritalar dahi çizmişlerdir. Fakat bu haritalar o gün itibariyle akamete uğramıştır. 20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başları itibariyle bu haritaların ikamesi, tekrar devreye sokulmuştur.
Hâsılı Edom-Anadolu, bir Siyon-Haçlı ve İlluminati işgali ile karşı karşıyadır.
Batılılar tarih boyunca Türkleri Anadolu topraklarından atmak için akla-hayâle gelmeyen plân ve projeler hazırlamışlar, bunların bazılarını uygulamışlardır. Bu projelerden 100’ünün anlatıldığı bir iktibas:
“Trandafir G. Djuvara, Romanya elçisi olarak İstanbul’da görev yapmış bir diplomat. Bu diplomat 1914 yılında Cent Projest de Partege de la Turguie adlı bir kitap yazmış. Söz konusu kitapta 1281-1913 yılları arasında Türkleri Avrupa’ya sokmamak ve Türkiye’yi parçalamak gayesiyle hazırlanış 100 proje anlatıyor.
Bu kitabın özetini Yakup Üstün 1979 yılında tercüme etmiş… Kitabın tamamı haritalı olarak 1999 yılında emekli büyükelçi Pulat Tacer tarafından tercüme edilmiş ve Gündoğan Yayınevi tarafından basılmış.
Kitabın önsözünden bir alıntı yapalım:
“Doğu meselesi Türklerin Avrupa’ya girmesiyle başlamıştır. O zamandan bu yana Türkleri Avrupa’dan atmak, Türkiye’yi parçalamak için plânlar yapılmıştır. İstanbul’un Türk egemenliğine girmesi Batılıların müdahalesi için iyi bir vesile oldu. Haçlı seferleri kargaşasının yerini Türkiye’nin paylaşılması projeleri aldı… Çok sayıda papanın paylaşma projesi yanında ünlü devlet adamları I. Fransuva, I. Maksimilyen, XIV Louis, Büyük (Deli) Petro, II. Katerina, II. Josef, I. Napolyon, I. Aleksandır, I. Nikola da paylaşma projesi hazırladı.”
“Batı, ilk rekonkista hedefini 1492’de İspanya’daki son Endülüs İslâm devletini Gırnata’dan söküp atarak gerçekleştirmiştir. Hem de 781 yıl sonra. İspanya’dan milyonlarca Müslüman sürülmüş, 600 binden fazlası kılıçtan geçirilmiştir. Rekonkista Batı politikasında Müslümanların eline geçen eski Hıristiyan topraklarının yeniden fethedilmesi anlamındadır. Bu politikanın hedef ülkesi Türkiye’dir. Çünkü Türkiye Hıristiyanlığın kurulduğu coğrafyadır. Çünkü Türkiye Siyonist Yahudi ütopyası “vaat edilmiş” toprakların önemli bir bölümünün üzerinde durmaktadır.” [59]
Tevrat ve Kabbala yorumcularına göre İki Nehir arası toprakları da içine alan, “Büyük İsrail-Davud Krallığı, kuzeyden gelebilecek bir tehdit” ile karşı karşıyadır. Bu yüzden Edom’un mutlaka Siyon-Yahova askerleri tarafından fethedilmesi gerektiği, birçok yorumda bahsedilir.
“Türkiye coğrafyası Kabala ve Talmud’a göre Edom ülkesidir. Edom ve vaat edilmiş topraklar Kabalist Gershom Scholem’in yazdığı Kabala yorumlarına göre en son zaferde fethedilecek ülkenin adıdır.” [60]
Derdi olan için Sykes Picot ve Wilson Haritası nazarlardan uzak olmadığı gibi, Fransa, ABD, İngiltere ve Rusya gibi Süper Devletler’in mahkemelerinde, “Bizans’ın Vârisi” belgesi çıkartan Paleolog Hanedanı, Konstantiniyye Tahtına oturmak için gün-yıl saymaktadır.
Bu anlamda, Amerikan Ordusu’nun 24 Temmuz 2002 tarihinde Nevada Çölü’nde düzenlediği “Milenyum Challenge; Bin Yılın Meydan Okuması” adlı tatbikatta; “üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin dört gün içinde işgalinin tatbik edildiği”ni de hatırlatırsak, Edom; Anadolu’yu bekleyen tehlikenin daha bir farkına varabiliriz. Siyon-Haçlı İttifakı için, “Edom’un Fethi”nde sona yaklaşılmıştır.
Bekliyoruz; Anadolu topraklarının altı, hepinize yeter…
Anadolu Düşerse İslâm Dünyası Perişan Olur
Yâni; bugünkü durumdan daha perişan…
Anadolu düşerse, BOP için Ortadoğu’yu kan deryasına çeviren Siyon-Haçlı İttifakı dünyayı bir kan deryâsına çevirir. Batının kölesi olmayı reddeden bütün milletleri kıtır kıtır doğrar. Aynen Amerika’nın yerli halkı olan Kızılderililere ve Avusturalya yerli halkı Aborjinlere uyguladığı “Jenosit”i uygular; Irkların kökünü kuruturlar. Hıristiyanlığı kabul etmeyenleri “heretik” veya “cadı-büyücü” diye kızgın ateşlerde yakarlar. Diğer milletlere karşı her türlü barbarlığı yaparlar. Çünkü, Batı’nın ilke ve prensiplerine göre hareket etmeyi reddeden bütün milletler insan değil, barbardır, İngiliz Churchill gibilerin nazarında.
Ve Batı bu uygulamalardan hiçbir zaman rahatsız olmaz, olmamıştır da. Çünkü Batı’nın işgal ettiği ve insansız kalan toprakları Vahşi Batı’dan gelen Beyaz Adam’a tahsis etmesi ve Afrika Kıta’sından “köle taşımak” gibi tarihi tecrübeleri vardır.
Batı, Osmanlı Devleti’ni parçaladığı gibi şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’ni parça-parça etmek istemektedir. Batı “Üçüncü Milenyum’da Mesih’in Yeryüzü Krallığı”nı bir an evvel kurmak istemekte, dünyaya adâlet (!) dağıtmayı fazla geciktirmek istememektedir. BOP bu projenin merkezidir. BOP’un merkezinde ise Türk Devleti’nin işgal edilmesi ve akabinde parçalanması vardır. Bunun için Batı, Bin canı olsa dahi hepsini Vatanı ve Dini için fedâ etmeye namzet olan Türk Devlet adamlarına karşı veya Türk topraklarında yaşayan Müslüman halka karşı eylem yapan her türlü terör örgütlerini ve bunlara yataklık eden siyasi partileri, dernek ve vakıfları alabildiğine desteklemektedir.
Hâsılı Siyon-Haçlı ittifakı (ve İlluminati) tarafından bir işgal tehlikesi ile karşı karşıya olan “Bu Ülke” içeride de üç büyük tehlike ile karşı karşıyadır. Birincisi; Dinler Arası Diyalog çığırkanlığı yapan dinî zümre. Bu zümre FETÖ ve bir kısım Mezhepsiz Zümre olarak ikiye ayrılır…
İkincisi; Mezhebi ayrılıkların körüklenmesi. Bu da ikiye ayrılır; İran perestişkârlığına mebnî olarak Şiilik, Suud perestişkârlığına mebnî olarak da Selefi-Vahhabi faaliyetleri…
Üçüncüsü; PKK, DEAŞ ve Hizbullah gibi örgütlerin faaliyetleri…
Batı’nın dinsiz tarafına müştak olan zümre zaten ezelî ve ebedî düşmanımızdır. Yukarıdaki bu üç zümreyi “Bu Ülke”de çekip çevirenler ise, mütedeyyin görünsün veya dinsiz olsun farketmez, Batı’ya müştak olan zümredir. Bunlar bizzat Batılı devletler ve ezoterik örgütler tarafından desteklenmektedir. Bu iç belâlardan kurtulmak için bir an evvel tedbirler alınmalıdır.
Dış belâların def’ine gelince: Başta, Hıristiyanlarla Yahudiler arasına nifak tohumları atılmalı; geçmişte olduğu gibi birbirine hasım olmalarına gayret edilmelidir…
Katoliklerle Protestanlar, Ortodokslarla Katolikler arasına nifak tohumları ekilmelidir…
Mesihçi Yahudilerle Siyonist Yahudiler, Yahova Şahitleri ile Evanjelistler, Musa’nın çocukları ile Davud’un Çocukları, Ferîsilerle Sadûkiler, Yakubilerle Sabetaycılar birbirlerine düşürülmelidir.
Dünyadaki bütün Kiliseler ve Sinagoglar fitne ve tefrika illetine düşürülmelidir.
Hâsılı Barbar Batı ancak kendi silahlarıyle vurulabilir; vurulmalıdır.
Daha neler ki; genelde bütün din, felsefe ve ideolojileri, özelde İslâm tarihini, husûsiyetle Büyük Selçuklu tarihini derinlemesine tahlil edip irfan ve hikmetler vesayetinde hareket edebilme kabiliyeti kazanmanın çaresine bakmak zorundayız. Bunu için bize mâziyi hatırlatan Necip Fazıl Kısakürek ve Salih Mirzabeyoğlu gibi Büyük Mütefekkirler nezaretinde köklerimize tekrar iltica etmek ve bizi bir ve biz yapan geleneklerimizi yeniden canlandırmak zorundayız. Kendi Örfümüzü yeniden oluşturmalı, kendi Kurultayımızı yeniden toparlamalı, kendi Divanımızı yeniden kurmalıyız. Yeniden İ’lâ-yı Kelimetullah ve Nizam-ı Âlem dâvasının Başbuğu olmak zorundayız. Bütün İslâm ülkelerinde Gerçek ve Derin Müslümanlar, Osmanlı ahfâdı olan bizlerden bunu beklemektedir. Şâyet Osmanlı ahfâdı bunu başarabilirse bütün dünya, Barbar Batı’nın zulüm ve katliamlarından kurtulur. Hattâ Batı’da mâsum insanlar bile huzurlu bir hayat sürebilirler. Yâni, mâsum Batı insanı, Barbar Batı insanı tarafından itildiği bu lânet çemberinden ancak, Hilâl’e teslim olarak kurtulabilir. Çünkü Hilâl’in tarihi tertemizdir. Hilâl’in Orduları hiçbir devirde fethettiği ülkenin insanlarının tamamını kılıçtan geçirmemiş, uzuvlarını kesmemiş-sakat bırakmamış, esir etmemiş, dinlerini değiştirmesi için çarmıha germemiş, alevli ateşlere atmamıştır.
Vakit, ata mirasına sahip çıkma vaktidir. Vakit, Güneşin doğduğu istikâmetten battığı istikâmete kadar, “Büyük Vatan”ı yeniden inşa etme vaktidir.
Armagedon Savaşı Çerçevesinde Kısaca Filistin İsrail Savaşı
7 Ekim 2023 tarihinde “Aksa Tufanı” ile başlayan Filistin-İsrail Savaşının, baştan beri mevzubahis edilen fikir ve hâdiseler çerçevesinde tahlil edilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Çünkü bu savaşın “kökleri” bu tarihi anekdotlara dayanmakta; İlluminati, Siyon, Haç ve Hilâl, itikadî perperstif ve gaye ve ideallerine göre hareket etmektedir. Gâlip zannımızca bu savaşın şimdilik, sadece İsrail’le sınırları olan bölgesel boyutlara taşması ihtimâli olsa da, “lokal” olarak kalmasına bizzat ABD ve İsrail özen gösterilmektedir. Bu savaşın küreselleşmesi ise en azından teolojik bakımdan mümkün değildir; Mesih dünyaya avdet etmemiştir… Jeo-stratejik ve proje bakımından da mümkün gözükmemektedir. Zira, meselâ BOP henüz tamama ermemiş, “22 ülkenin sınırları”, değişmemiştir.
Bu savaşın küreselleşmesi Küresel Çetenin sonu olabilir, olur. O yüzden Küreselciler asla bu savaşın küreselleşmesini istemezler. Onlar için bu savaş sadece bir test; ileriki yıllarda savaş nasıl dizayn edilebilire, küresel katliamlar nasıl yapılabilire dair bir test. Milletlerin ve devletlerin tepkisini ölçüyorlar, müslümanların ne tür hamlelerde bulunabileceklerini görmek istiyorlar. Meskun mahâl ve tünellerde yeni, gün görmemiş silahlarını denemek istiyorlar; robotik askerler, köpekler, haarp teknolojisi, kimyasal silahlar, toplu zihin kontrolleri ve daha bilmediğimiz silahları Gazze halkı üzerinde deneyecekler…
Yeni Dünya Düzeni yahut Federatif Dünya Devleti adı altında, ahlâksızlık ve katliam dahil her sahada faaliyet gösteren Küresel Çeteyi, birincisi; Pagan unsurları barındıran İlluminati-Masonlar, İkincisi; Yahudi Mesihçiler, Üçüncüsü; Hıristiyan Mesihçiler olarak üç kategoride tavsif edebiliriz. Bu üç çetenin menfaatleri icabı “işbirlikleri” ve dolayısıyla bir “iç içe” geçmişlikleri mevzubahistir. Bu kısa çerçevede bugün dünya toplumlarına, husûsiyetle de İslâm dünyasına düzenlenen operasyon, işgal ve iç savaşlar İlluminati-Siyon-Haçlı Seferleri olarak tavsif edilebilir. Ortak menfaatleri icabı ortak hareket etme kabiliyetleri, “çaplarınca” muazzam olan bu üç çetenin mensupları, “olduğu gibi görünmek”le beraber bazen birbirlerinin kılığına rahatlıkla girebilirler. Çoğu zaman kimin hangi taraf ve/veya fraksiyondan olduğunu tesbit etmek, bir hayli efor gerektirebilir. Zaten Bilderberg üyelerinin bir değil, birkaç kuruluşa üye olmaları, bizzat tavsiye niteliğindedir. Dolayısıyla Yahudinin Hıristiyan, Masonun Yahudi görünmesi veya bunların tersi olarak arz-ı endam etmeleri, inanç ve mizaçlarına göre normaldir. Evanjelizmle Siyonizmin ortak hareket kabiliyeti de, meselenin cabası. Her çetenin bir kısım elemanının Müslüman, Budist, Canist benzeri din mensubu olarak görünürlükleri dahi mevzubahistir. ABD filini güden Büyük Britanya İmparatorluğu, Avrupa Kara Asilleri, Lord, Dük, Baron benzeri aristokratlarıyla birlikte, bu Çetelerin üzerindedir. Yâni, “Arı Kovanı”, Büyük Britanya’nın hegemonyasındadır. Bu kovana “çomak sokmak”, bu üç çetenin bütün işlerini alt-üst eder.
Binbir kola ayrılan ve gerekirse her kılığa giren ve dünyanın hemen her tarafında sivil kuruluşları, askerî üsleri ve işbirlikçileri bulunan bu çetelerin her birisinin amacı, Armagedon Savaşı çıkartıp, “Yeni Dünya Düzeni” adı altında tıkır tıkır yürüttükleri faaliyetleri neticelendirip, bütün milletlere tahakküm etmektir. Bu düzeni İlluminati Çetesi, “Kâinatın Yüce Mimarı” liderliğinde, Yahudi Mesihçiler, “Davud’un Krallığı” ve Hıristiyan Mesihçiler, “İsa-Mesih’in Yeryüzü Krallığı” adı altında tesis etmek istemektedir. Bu üç düşman kardeş arasında “büyük nifak” vardır. Bu büyük nifak şimdilik dile getirilmemekte yahut çetin bir “iç hesaplaşma” yaşanmaktadır. Suikaste uğrayan ABD Başkanları, Yaser Arafat’la Oslo Barışına imza atan İsrail Başbakanı Izak Rabin gibi siyasi liderlerin, hattâ Üzeyir Garih gibi işadamlarının suikastle ortadan kaldırılması, bu “iç çatışma”ya dair misâllerdir.
Bu çerçevede; farz-ı muhâl bu çeteler başarıya ulaşsa bile, neticede birbirleriyle savaşacaklardır, mâzideki savaşları (Engizisyon Mahkemeleri, Katolik Protestan Savaşı, ABD Kuzey-Güney Savaşları, Adolf Hitler mezalimi; Yahudilere uygulanan jenosit-soykırım…) mâlûmdur.
Makalenin giriş kısmında 7 Ekim 2023 tarihinde “Aksa Tufanı” adı altında Hamas tarafından işgalci İsrail üzerine düzenlenen akınlar ve karşılıklı çıkan çatışmaların neticede, “Üçüncü Dünya Savaşı” yahut “Armagedon Savaşı” başladı, şeklinde yorumlanmasının doğru olmadığını beyan etmiştik. Kısaca şöyle: Birincisi; Mesih Bekleyen Yahudi, Hıristiyan, hattâ Müslüman inancına göre Filistin-İsrail çatışmasının “Armagedon Savaşı” olarak tavsif edilmesi mümkün gözükmemektedir. Zira bu savaşın, “Armagedon Savaşı” olarak tavsif edilebilmesi için Yusuf ve Davud’un soyundan gelmesi beklenen Mesihlerin yahut İsa Mesih’in yeryüzüne avdeti şart olduğu gibi, Müslümanlıkta ayrıca Mehdi’nin zuhuru da şarttır. Bu çerçevede en azından hani-teolojik açıdan bu savaş, bu adla anılamaz olsa gerekir…
“Hedef İran” hakkında kısaca: 45 yıllık Humeyni İran’ının şeceresine nisbet edildiğinde bu savaşın hedefinin İran olduğunun iddia edilmesinin çok zayıf ihtimâl olduğu söylenebilir. 45 yılda ABD’ye 45 mermi atmayan, Irak ve Afganistan işgalinde ABD’ye kapı açan İran değil mi? Bu hakikati bizzat İran’ın icraatları ve devlet erkanının beyanlarıyla sabittir. İran bölgede Haşdi-Şabi, Şebbiha, Hizbullah ve Husiler gibi gruplarla vesayet savaşları yönetmektedir. Dolayısıyla savaşa doğrudan girmesi mevzubahis değildir. Bölgeye Amerika girerse, girilen bölge İsrail-ABD ve İran arasında paylaşılır; aynen, Irak gibi…
İran ve ABD karşılıklı savaşa girdi diyelim; Savaş bölgeselleşebilir ancak, İngiltere ve Türkiye savaşa girmeden bu Savaş, Küreselleşmez. Rusya ve Çin, ABD karşıtı olarak bu savaşa dahil olursa neticede İngiltere acımaz, menfaatleri nereye evrilirse, İran yahut ABD, birisini, hattâ ikisini birden satar…
Bu savaş “Küresel Savaş” olur mu? Kısaca: Bu savaş büyük savaşa dair bir “test” niteliğinde olabilir. Fazla uzun sürmeyebilir. İsrail Gazze’de büyük bir katliamın altına imza attıktan sonra barış anlaşmasına imza atar ve savaş şimdilik biter. Cereyan eden bir savaş ne zaman ki Edom’un kapılarından içerisine sıçrar, işte büyük savaşın ayak sesleri bu savaştır. Bu savaşta çok kan dökülür; kimi rivayete göre insanlığın üçte biri katledilir. Neticede Yeni Dünya Düzeni mimarları ağır bir mağlûbiyete uğrar. İlluminati-Siyon-Haçlı organize suç çeteleri dünya tarihinin en rezil zâlimleri olarak kayda geçirilir.
Diğer netice; İnsanlık perperişan olur. Birçok şehir Hiroşima ve Nagazaki’den beter olabilir…
Araştırmalarda elde ettiğimiz bilgi ve belgeler, yaşadığımız hayat ve tecrübeler çerçevesinde, cereyan eden hâdiselerin nerelere evrileceğine dair fikir ve kanaatlerimizi baştan beri ifade etmekle beraber son bölümde bazı noktaları (ayrıca, tasnif edilebilir) kısa olarak ifade etmeye gayret ettik. Gaybı Allah bilir. Onun için “kendini bilen” büyükler, herhangi bir meselede vâkıf oldukları bilgi, belge ve tecrübe ışığında fikir ve kanaatlerini arzettikten sonra; “Keyfiyetleri Allah’a havâle ederiz!” yahut, “Allahu A’lem” derler.
Büyüklerin sözüyle noktalayalım: Allahu A’lem.
27 Ekim 2023
[1] 25 Mayıs 2016 Youtube
[2] Mepa News 2 Ocak 2018, Aynı ifadeler Fatihkelestv 2 Temmuz 2015’da görebilirsiniz.
[3] Fatihkelestv 2 Temmuz 2015 Amerikan-İran Müttefikliği
[4] Gönül Dostu, 15 Harizan 2016
[5] Adem Özköse, Vakit Gazetesi, 13 Eylül 2005
[6] Mayıs 2006, Basından hulâsa edilmiştir.
[7] Irak İslâmi Direniş Cephesi Sözcüsü Dr. Abdullah el-Hâfız, Baran Dergisi, 26 Ağustos 2010
[8] Ömer Faruk Abdullah, Suriye Dosyası, Çev: Hasan Basri, Akabe Yay., Hulâsa edilmiştir.
[9] Basın, 16-6-2000
[10] Kurultay Gazetesi, 18 Kasım 2001
[11] 25 Şubat 2016 Haberi Sosya
[12] İslah Haber, 18 Ekim 2016, Kaynak Dünya Bülteni
[13] 19 Nisan 2011, Anadolu Haber
[14] Akit gazetesi, 15 Aralık 2016
[15] 26 01 2016 Sabah Gazetesi
[16] 31 Ocak 2012 Islah Haber
[17] Kanal A Haber, 15 Aralık 2016
[18] Tevhid Haber / Haber Merkezi, Şehid Dr. Fethi Şikaki ile Şii- Sünni meselesi üzerine, 12 02 2015
[19] Kaynak: İrantehlıkesı.com 16 Eylül 2016
[20] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Zehraveyn Yay., Cilt 3, s. 120.
[21] Aytunç Altındal, Gül ve Haç Kardeşliği, 20. Basım, Alfa Yay., s. 189.
[22] Kutsal Kitaptan Neler Öğrenebilirsiniz, What Can the Bible Teach Us, Ekim 2016, Yehova Şahitleri, s. 213.
[23] A.g.e., s. 216.
[24] A.g.e., s. 213.
[25] A.g.e., s. 166.
[26] Gershom Scholem, Sabetay Sevi-Mistik Mesih, Çev; Eşref Bengi Özbilen; Kabalcı Yay., s. 77.
[27] A.g.e., s. 63.
[28] Gershom Scholem, Sabetay Sevi-Mistik Mesih, Çev; Eşref Bengi Özbilen; Kabalcı Yay., s. 297.
[29] A.g.e., s. 298.
[30] A.g.e., s. 19.
[31] A.g.e., s. 21.
[32] A.g.e., s. 309.
[33] A.g.e., s. 77
[34] A.g.e., s. 301
[35] Bağdadî, Mezhepler Arasındaki Farklar, Çev: E. Ruhi Fığlalı, T. D. Vakfı Yay., 2001, s. 270.
[36] Ramazan Kurtoğlu- Cansu Canan Özgen, Küresel Düzenin Şifreleri, Asi Kitab Yay., s. 20-21.
[37] A.g.e., s. 22.
[38] A.g.e., s. 30-31-32.
[39] Aytunç Altındal, Gül ve Haç Kardeşliği, 20. Basım, Alfa Yay., s. 149-150-151.
[40] Ramazan Kurtoğlu- Cansu Canan Özgen, Küresel Düzenin Şifreleri, Asi Kitab Yay., s. 22-23.
[41] Pelin Çift, Erhan Altunay, Ayasofya’nın Gizli Tarihi, Beyaz Baykuş Yay., s. 92.
[42] A.g.e., s. 93.
[43] A.g.e., 79, 80
[44] Umberto Eco, Prag Mezarlığı, s. 223.
[45] Umberto Eco, Prag Mezarlığı, s. 230.
[46] A.g.e., s. 253.
[47] A.g.e., s. 241.
[48] A.g.e., s. 243.
[49] A.g.e., s. 65.
[50] A.g.e., s. 22.
[51] A.g.e., s. 15
[52] Haber-Kamera, Barış Çimen, VOA Türkçe Londra
[53] Bkz. iddia ve itiraflar için, “Generalin İtirafları, Şah’ın Son GKB Abbas Karabaği’nin Anıları, Çev; Sabah Kara, Kıyam Yay.,
[54] Yuval Noah Harari, 21 Yüzyıl İçin 21 Ders, Çev: Selin Siral, Kolektif Kitap Yay,. İlk s.
[55] A.g.e; s. 13
[56] A.g.e; s. 62
[57] Kutsal Kitaptan Neler Öğrenebilirsiniz, What Can the Bible Teach Us, Ekim 2016, Yehova Şahitleri, s. 210.
[58] Gershom Scholem, Sabetay Sevi-Mistik Mesih, Çev; Eşref Bengi Özbilen; Kabalcı Yay., s. 55.
[59] Ramazan Kurtoğlu, Tanrı İmparatorluğu ve Türkiye, 4. Basım, Destek Yay., s. 215.
[60] A.g.e., s. 234.