Askerî Bir Silah Olarak Telegram -Zihin Kontrolü-

BU YAZI NİÇİN?

Okuduğunuz çalışma, -Batıda- hakkında belli bir şuur ve tepki oluşmuş TELEGRAM (Zihin Kontrolü) konusunda, -kendi çapında- okuyucusunu kaba hatlarıyla da olsa bilgilendirmek için hazırlanmıştır. Amacımız, insanlığı tehdid eden ve birçok bakımdan ele alınması gereken, bu yazımızda bizim işaretlemeye çalışacağımız üzere ve literatüre girdiği şekliyle “bir vasfı da” ASKERÎ SİLAH olan bu vahşice uygulamanın tehlikelerine işaret etmektir. Yanısıra, meselenin -maalesef- psikolojik problemler yaşayan insanların uydurmaları veya esrarlı romanlarda geçen hayal ve kurgulardan ibaret olmadığını göstermektir. Yine bu çalışma, bir yandan birçok ülkede bu alanda yapılan çalışmalara temas ederken, diğer yandan meselenin özüne vâkıf kişi ve kuruluşlar tarafından TELEGRAM’a gösterilen tepkileri paylaşma arzusuyla kaleme alınmıştır.

“TELEGRAM, askerî bir silahtır” dedik. Fakat bu silah türü, “konvansiyonel” dediğimiz, kabul edilmiş, genel mânâda bilinen silahlardan kimi farklılıklar arzeder:

Bunlardan birincisi, başka hiçbir silahta olmayan bir özelliktir ki, “silahı kullanan” ve “hedef kişi” dışında bir üçüncü kişi, bu silahın etkisini göremiyor, duyamıyor ve hissedemiyor. Sadece “hedef kişi”nin tepkileri müşâhede edilebiliyor.

Bir diğer farklılık da, “askerî silah” olmasına karşılık, kendine has özelliklerinden dolayı, ortada fiilî bir savaş hâli olsun veya olmasın kullanılabiliyor. Birçok ülkede, o ülkenin iç ve dış savunmasından sorumlu askerî, inzibatî ve istihbarî kurumların görevlileri tarafından, ülke içi veya dışında, hem siyasî ve ideolojik olarak kendilerine “yakın” sayılabilecek insanlara, hem de kendi siyasî ve ideolojik görüşlerine “aykırı” görülen şahıslara tatbik edilebiliyor. Bir diğer deyişle, yabancı veya vatandaş ayırımı yapma gereği duyulmaksızın, “kurban” kişi bazen “kobay” bazen de “hedef” addedilerek uygulanabiliyor. Deneme, geliştirme ve uygulamaların “gizliliği” buna imkan sağlıyor.

“Zihin kontrolü” teknolojisinin, sadece kelime anlamına bakılarak  “nezih ve temiz bir iş”(!) olduğu zannedilmemelidir. İnsan fıtratına tamamen ters nitelikte olan bu silahın en önemli hedeflerinden biri de, “kurban”a beyin kontrolü ile paralel olarak -yine askerî literatüre yerleştiği şekilde- MAXIMUM PAIN (en üst seviyede acı) verebilmek çünkü.

Bugün dünyanın birçok ülkesinde TELEGRAM mağdurları var. Mağdurların kurduğu dernekler; hâdise etrafında yayınlanan birçok ciddi kitab, dergi veya gazete makalesi; yine, internette sayısız makale, araştırma ve döküman mevcut. Batıdaki bazı organizasyonların bu mesele merkezinde düzenli olarak seminer ve konferanslar tertib ettiklerini de biliyoruz; insanları şuurlandırmak için ciddi bir mücadele veriliyor.

Bu gelişmeler ülkemiz dışında tüm hızıyla sürer ve insanlar arasında günden güne yayılan genel bir şuurlanma süreci yaşanırken; üstelik ABD ve Rusya başta olmak üzere kimi ülkelerde protesto gösterileri bile yapılırken; TELEGRAM’a karşı dünyadaki en etkili mücadeleyi veren insanlardan Mind Justice Organizasyonu başkanı Cheryl Welsh‘in ifadesiyle, “ATOM BOMBASINDAN DA TEHLİKELİ” bu silaha karşı maalesef ülkemizde çok büyük bir bilgi eksikliği, kirliliği ve umursamazlık yaşanıyor.

Bu sonuca etki eden faktörler, ülkemizde bu mesele ile alâkalı başvuru kaynağının yok denecek kadar az olması; konuyla ilgili akademik araştırmaların yahud TELEGRAM mağdurlarının kaleme aldığı eserlerin, aynı şekilde binlerce askerî ve istihbarî belgenin çoğunlukla İNGİLİZCE olması; ülkemizde bu konuda yayınlanan çok az sayıdaki kitabın da bir kısmının “gerilim romanı” tarzında verilmesi; belki en mühimi, ülke insanını uyarmak gibi bir vazifeye mecbur entellektüeller, gazeteciler ve bilim adamlarının, meseleye ciddi bir bakış ve tepki sun(a)mamaları olarak sıralanabilir.

Fakat herşeyin üstünde, bu silahın hedefi olan fikir adamı Salih Mirzabeyoğlu‘nun yaşadıklarından ve aktardıklarından ilhamla şunu söylemeye mecburuz: BU İNSANLIK DIŞI SİLAHIN UYGULAMA SAHASI BU ÜLKEDİR VE EN BÜYÜK MESULİYET DE BU ÜLKENİN İDARÎ MEKANİZMASINDA YER ALANLARIN PAYINA DÜŞMEKTEDİR.

Diyoruz, fakat siyasî iktidar mevkiinde olmakla o iktidara mâlik olmanın farklı şeyler olduğunun ve bu çerçevede yaşanan siyasî acziyetin farkında olarak, şunu da ilave etme lüzumu hissediyoruz: Askerî terminoloji içerisinde “ÖLDÜRÜCÜ OLMAYAN ELEKTROMANYETİK SİLAHLAR” kategorisinde yapılan bu çalışmalar, ülke halkından tamamen gizli, siyasî yöneticilerinse bir bölümün “kısmî bilgisi” dahilinde yapılıyor. Bu husus, hem TELEGRAM teknolojisinin patentini ellerinde bulunduran bellibaşlı ülkeler, hem de Türkiye gibi bu silahların sadece “uygulama alanı” (DELTA) olan ülkeler için geçerli. Böylesi anormallikler, aslında bir bakıma “normal”. Çünkü yapılan çalışmaların herkesin önünde ve bilgisi dahilinde olması, -bu işkence ülkelerarası “insan hakları” kriterlerini ihlal etmeden devam ettirilemeyeceği için- mümkün değil.

 “TELEGRAM Çalışmaları”nın içinde bulunan bazı bilim adamları yahud uygulayıcıların yanısıra, dünyada bu meseleyi kurcalayan kimi araştırmacı-yazarların şübhe uyandıran ölümleri de bir başka muamma. Ölümü en fazla spekülasyon konusu olmuş isimlerin başında, 1999’da genç denecek yaşta hayatını kaybeden ve Mind Control – World ControlBlack Helicopters over AmericaThe Octopus: Secret Government and the Death of Danny Casolaro (Kenn Thomas‘la birlikte yazdı), Türkçeye de Nokta Yayınevi tarafından çevrilen Amerikan Derin Devleti ve Beyin Yıkama Operasyonları, CIA’den Medyaya Kitlelerin Kontrolü gibi kitabların yazarı Jim Keith geliyor.

Bu derece vahim ve çok gizli bir askerî silah sözkonusu iken; dünyada “elektromanyetik silah” yarışı tüm hızıyla devam ederken; Türkiye, Pakistan, Irak, Filistin, Afganistan, Lübnan, Kosova, Çeçenistan gibi ülkeler bu silahların deneme, kullanım ve geliştirme sahaları olmuşken; hattâ Bhutan gibi ismi bile pek bilinmeyen ülkelere kadar kendine tatbikat alanı bulabilmişken; Türkiye’deki bilgisizlik ve aldırmazlık, belki de silahın kendisi kadar ürkütücü. Yaptığımız çalışma, ülkemizde yaşanan bu gidişata işaret etme kaygısını da taşıyor.

Bazı bilim adamlarının “nadir” çıkışlarını övgüye değer bulsak da, maalesef yetmiyor. Ülkemizdeki bu atmosferi dağıtmaya ve insanımızı şuurlandırmaya yönelik her türlü ciddi açıklamayı, veri paylaşımını ve bu gaye çerçevesindeki her çeşit müsbet faaliyeti yahud böylesi faaliyetleri tetikleyecek “gayret”i çok kıymetli buluyoruz.

Böylelikle, yazımızın genel çerçevesi de de ortaya çıktı sanıyoruz.

TELEGRAM VE ETKİLERİ

Meşhur fizik profesörü Michio Kaku, CNN’deki mülâkatında en son teknoloji ürünü Toyota patentli tekerlekli sandalyeyi tanıtırken, ekrana gelen bu yeni icadın -sadece düşünce ile hareket ettirilen tekerlekli sandalye!- şaşırtıcı görüntüleri eşliğinde şunları söylüyor:

– «Elini-ayağını kullanamayan kişiler icin büyük kolaylık getiriyor. Kullanıcılar, artık beyin gücüyle, düşünceleriyle tekerlekli sandalyeyi idare edebilecekler.»

Spikerin “bilgisayarın insan beynini okuyabildiğini söylemek kolay ve basit mi?” sorusu üzerine cevabı:

– «Beyin, elektrik ve manyetik alanlar dahilinde faaliyetini sürdürürken, elektrotlar tarafından kolaylıkla alınabilen radyo dalgaları yayar. Bu, yüz yıla yakın bir süredir biliniyor. Yeni olan, şimdi bir bakıma, NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜZÜ BİLEN, ANALİZ EDEBİLEN BİLGİSAYARLARA SAHİB OLMAMIZ. Bu henüz başlangıç. Saniyenin onda biri kadar bir sürede beyin ve bilgisayar ilişkisi ve istenen hareket yaşanıyor. Bu çok hızlı, şimdiye kadar alınamayan bir netice idi. Bu, çok büyük bir başarı. Böylece insanlar, gelecekte herşeyiyle telepatik olan eve sahib olacaklar.»

“Zihin Kontrolü”nün tezahür alanı elbette ki sadece silah sektörü değil. Reklam, propaganda, hatta eğitim sahaları da “bir nevî” zihin kontrolü çerçevesi içinde mütalaa edilebilir. Yukarıdaki, tekerlekli sandalyenin sadece düşüncelerle idare edilmesi misâlinde olduğu gibi, tıb alanında da karşımıza çıkabilir. Bizim TELEGRAM olarak adlandırdığımız “Zihin Kontrolü” ise çok başka. HER YÖNE ÇEKİLEBİLİR bir kavram olarak “Zihin Kontrolü” ile askerî silah sektörünün alâkasını ve “her yöne çekilebilir” olmayan farkını kabaca şöyle formüle edebiliriz:

Uluslararası ASKERÎ SİLAH literatüründe “ÖLDÜRÜCÜ OLMAYAN” (Non-lethal) kategorisindeki “ELEKTROMANYETİK SİLAHLAR” (Electromagnetic Weapons) arasında çok özel bir yeri olan “ZİHİN KONTROLÜ” (Mind Control) yâni TELEGRAM, hem o silahı, hem de o silahın etki alanını ifade eder. TELEGRAM, herşeyden önce bir “cihaz” veya “cihazlar bütünü”ne dayanır. Mesele, “şunu şöyle söylediler, duygu ve düşüncelerimizi manipüle ettiler” meselesi değildir burada.

TELEGRAM’da, çok kaba bir ifadeyle, göz ve kulak gibi aslî duyular “by-pass” edilerek, yâni DOĞRUDAN BEYNE normal yahud anormal görüntü ve sesler nakledilerek, vücudun istenilen kısımlarına acı verme gibi metodlarla da desteklenerek, “hedef kişi”nin iradesi kırılmaya ve zihnen “kontrol” altına alınmaya çalışılır. Bu süreçte, “hedef kişi”den gelen beyin dalgaları çözümlenerek, o kişinin duygu ve düşünceleri de “okunur”.

TELEGRAM saldırısı neticesinde “hedef kişi”de meydana gelen etkilerin bazılarını –literatüre geçtiği hâliyle- şu şekilde sıralamak mümkündür:

  1. Bir sebebi olmadığı hâlde, kulaklarda sürekli çınlama.
  2. Fizikî ve ruhî bir sebeb yok iken, elektrik çarpmasına benzer bir duyguyla âniden uykudan uyanma.
  3. Uyarıcı bir madde kullanılmadığı hâlde, gece yatarken uzun süre güçlü bir uyanıklık hâli hissetme.
  4. Vücutta, özellikle kol ve bacaklarda iğne batmasına benzer acı ve yanmalar.
  5. Vücutta, özellikle kol, bacak ve parmaklarda âni kramplar ve sık sık kas atmasına benzer titremelerin olması.
  6. Vücutta, özellikle yüz ve kasıklarda şiddetli kaşıntılar.
  7. Dinlenme hâlinde olunduğu hâlde, âni kalb çarpıntısı ve stres duygusu.
  8. Bilinir bir sebeb yokken vücut sıcaklığında âni yükselme ve âni terleme hâli.
  9. Yorgun olunmadığı hâlde, vücuda âni bir yorgunluk ve hâlsizliğin çökmesi.
  10. Baş ve vücudun çeşitli bölgelerinde âniden başlayan ve âniden biten ağrılar.
  11. Kafada tansiyon yüksekliğine benzeyen bir şişkinlik ve saç derisinde yanma hissi.
  12. Aşırı unutkanlık; düşünülen bir şeyin zihinden âniden silindiği veya düşüncelerin aktığı hissi.
  13. Cinsî organda titremeler ve sebebsiz ereksiyon veya orgazm.
  14. Sebebsiz olarak, aşırı heyecanlanma, sinirlenme, üzüntü, ümitsizlik gibi duygular, sıradan olaylara aşırı tepkiler verme.
  15. Gözler kapatıldığında, hattâ açıkken, gözün önünde üç buudlu resimler canlanması.
  16. Şuursuz olarak sürekli zihinde birşeyleri tekrarlama.
  17. Kafa içinde nereden geldiği belli olmayan ses veya gürültüler duyma.
  18. Görülen ve duyulan herşeyin sanki birileri tarafından izlendiği ve zihnin okunduğu duygusuna kapılma.
  19. Bulunulan herhangi bir yerde, sık sık, cisimlerin ısı değişimlerinde çıkardığı seslere benzeyen çıtlama sesleri duyma.
  20. Kol saati ve benzeri şahsî cihazlarda bulunan pillerin, normal ömürlerinden daha kısa bir sürede bitmesi.
  21. Hafıza kaybı ve davranış bozuklukları.
  22. Duyulan sesin yönü, şiddeti ve muhtevâsının değişmesi.
  23. Göz kapaklarının denetlenerek, konuşmanın bozulması.
  24. Zahmetli işler sırasında omuzlar ve kollar zorlanarak kazalara sebeb olma. Bir şey yaparken dirseklerin dürtüklenmesi ve işe engel olma. Bacaklarda ağrı ve gereksiz hareketlenme, sağ ve sola sallanma ve aşırı sertleşme.
  25. Ayağın zor ulaşılan yerlerinde kaşınma ve kızarmalar.
  26. Sırttaki büyük kaslarda kasılmalar.
  27. El hareketlerinin kontrol edilmesi.
  28. Düşüncelerin okunması yahud dışarıdan düşünce nakledilmesi.
  29. Rüyaların kontrol ve manipüle edilmesi.
  30. Hareket eden hayalî görüntüler görülmesi.
  31. Göz kapaklarının sürekli açık tutturulması.
  32. Sürekli kulak çınlaması.
  33. Çene ve dişlerin sebeb yokken titremesi.
  34. Sindirim sistemi ile alâkalı olarak, bağırsak hareketlerinin kontrol altına alınması.

Bu silahı diğer konvansiyonel silahlardan ayıran, -yukarıda saydığımız özelliklerinin dışındaki bir diğer- hususiyeti de; “KİŞİYE ÖZEL” ve “AYARLANABİLİR” olması, yâni hedef kişinin fizik, ruh ve beyin yapısına göre saldırı imkanı sağlaması. Şöyle ki, hedef kişi dışında kimsenin duyamayacağı seslerle beraber kimsenin göremeyeceği görüntüleri nakledebilmenin sözkonusu olduğu ve bunun da “mevcut sahne”de görev alan “emir eri” veya “gönüllü” piyonların bulunduğu bir ortamda yapıldığı düşünülürse, hedef kişinin her yönden kuşatılmaya çalışıldığı, tamamen çökertilip kontrol altına alınmak istendiği anlaşılır. Hâdisenin sadece ses ve görüntü “alışveriş”inden ibaret kalmadığı ve yine bu elektromanyetik silahla MAXIMUM PAIN (En Üst Seviyede Acı) vermenin operasyona dahil edildiği gözönüne alınırsa, TELEGRAM’ın korkunçluğu daha da aydınlanır.

Resmî belgelere geçmiş örnekler tarandığında, büyük kısmı “kobay” olarak hedeflenmiş olarak, TELEGRAM’ın hedefindeki kişilerin çoğunlukla hapishânedeki mahkumlar, hastahânedeki hastalar, ordudaki erler ve yalnız yaşayan kişiler olduğunu görüyoruz. Zannedildiği veya zannettirilmek istendiği gibi, bu uygulamanın kolayca ve “topluca” herkesi hedefine alabileceği düşüncesi, –şu ân için- silahın hâlihazır tatbikatıyla bağdaşmamaktadır. Potansiyel olarak herkes hedef alınabilir olsa dahi, şimdiki tatbikat, “seçilmiş” hedeflere operasyon tarzındadır. Bu noktanın şu yüzden altını çizmek istedik ki, yaygın bir bilgi kirliliği yaşanmakta ve bu insanlık suçu eylem “esrarengiz roman” havasına sokularak ucuzlaştırılmakta, realitenin dışına itilerek toplumların bu meseledeki uyanışları sürekli ertelenmektedir.

Yine dünyada literatüre girmiş örneklere baktığımızda, şunu söylemek icab ediyor: Hedef kişinin kapalı veya açık alanda olup olmaması, hattâ normalde bulunduğu yerin yüzlerce kilometre ötesine gidip gitmemesi bile onun TELEGRAM’ın tesir alanı dışına çıkmasını sağlayabilecek faktörler değil. Buna rağmen, hedef kişinin mekanı daraltıldığı nisbette silahın tatbik gücü ve etkisinin arttığını, faillerine bu bakımdan bir kolaylık sağladığını söyleyebiliriz.

TELEGRAM bahsinde en çok tartışılan konulardan biri de “duygu ve düşüncelerle oynanma” meselesi olsa gerektir.

Merkezi Teksas’da bulunan Bioelectromagnetics Special Interest Group of American MENSA Ltd’in yayın organı Resonance‘ın Nisan 1998’de yayınlanan 33. sayısında editör Judy Wall“Military Use of Mind Control Weapons” (Zihin Kontrol Silahlarının Askerî Kullanımı) başlıklı makalesinde şunları söylüyor:

 – «”Zihin-Değiştirme” sistemi, bir şuuraltı taşıyıcı teknolojisine dayanmaktadır. “SSSS” – SESSİZ SES YAYAN YELPAZE, S-DÖRT olarak bilinen ve Dr. Oliver Lowery tarafından geliştirilen, 27 Ekim 1992 tarih ve US Patent #5,159,703 Patent numaralı, “SILENT SUBLIMINAL PRESENTATION SYSTEM”dir (SESSİZ ŞUURALTI SUNUŞ SİSTEMİ). Patent açıklaması da şöyle:

Çok düşük veya çok yüksek frekans aralığında veya bitişik ultrasonik yelpaze genişliğinde ve frekanstaki işitilir olmayan taşıyıcılar yoluyla, yaptırılmak isteneni ikna için, işitilir ve sözlü bilginin beynin içine hoparlör, kulaklık veya piezo-elektrik dönüştürücüler kullanılarak verilmesine dayanan SESSİZ irtibat sistemidir»

Sözkonusu yazıda, yapılanın CLONING THE EMOTIONS (DUYGULARIN KLONLANMASI) olduğuna vurguyla şöyle devam ediliyor:

– «Bilimadamları, bu bilgisayar destekli EEG’leri kullanarak, beynin düşük genlikteki (low-amplitude) DUYGU İMZA KÜMELERİ’ni belirleyip tecrid edebiliyor, bunları bilâhare sentezleyip bir başka bilgisayara aktararak depolayabiliyor. Başka bir deyişle; bilim adamları, bir insanın belli bir duyguyu yaşadığı ânda ortaya çıkan hassas ve karakteristik beyin tabloları üzerinde çalışarak, bu yolla kişiye âit duygu deneyimlerinin tanımlanabilmesini ve o ândan itibaren onu çoğaltmayı başarabiliyor. Bu kümeler, daha sonra –patenti olan- SESSİZ SES TAŞIYICI FREKANSLAR’a yerleştirilerek, aynı temel duygunun bir diğer hedef kişide ortaya çıkmasını SESSİZCE tetikliyor.» [1]

Ülkemizdeki kimi etkili-yetkili-bilgili zevat, dünyada olup bitenlere dair malûmatları sadece televizyondan damlayanlardan ibaret kalabalıklara “hiç böyle bir şey olabilir mi?” tarzında yalan söyleyedursunlar yahud dünyadan ne kadar habersiz olduklarını gururla ilân ededursunlar, adamlar apaçık “patent”ini bile almış!..

TÜRKİYE’DE TELEGRAM

“Kobay” olarak kullanılanların dışında, dünyada TELEGRAM saldırısının hedefi olarak toplumda etkili mevkii olan yahud siyasî – ideolojik bakımdan “düşman” olarak tanımlanan kişilerin seçilmesi, göze çarpan bir diğer husus. Misâl olarak, bizden fikir adamı Salih Mirzabeyoğlu, dışarıdan Bhutan’lı insan hakları savunucusu Tek Nath Rizal ve Pakistan asıllı Amerikalı yazar Kai Bashir ilk akla gelen isimler. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler etkisindeki Macaristan’dan meşhur satranç ustası Paul C. Dozsa gibi, rızası dışında askerî araştırma objesi olan şahsiyetler de var. O da Rizal gibi yurdundan uzakta yaşıyor. 1958’de yaşadığı kötü günlerden sonra, bugün Avustralya’da hayatını sürdürüyor.

Yeri gelmişken; temelde aynı tarz TELEGRAM silah ve uygulamasının hedefleri de olsalar, Salih Mirzabeyoğlu’na uygulananların, hepsinin fevkinde ve “çok özel” olduğunu teslim etmek durumundayız.

Bilvesile, saydığımız isimlerden Tek Nath Rizal ve Kai Bashir’in yazdığı ve başlarına gelenleri çarpıcı bir dille hikâye ettikleri eserler, Tahkim Yayınevi tarafından Türkçeye çevrilip baskıya hazırlanıyor. ABD ve dünyadaki TELEGRAM tatbikatı hakkında belgelere dayanan bir araştırma da, CIA Belgeleriyle Zihin Kontrol Operasyonları adıyla Ömer Özkaya tarafından kaleme alınmış ve Pegasus Yayınları arasından çıkmış.

Araştırmacı Ömer Özkaya’nın “sembol bir şahıs olduğu için hedef seçildi” dediği Salih Mirzabeyoğlu’nun İBDA Yayınları arasından çıkan Telegram –Zihin Kontrolü- adlı eseriyle, hâlen haftalık Baran dergisinde tefrika edilen ve ileride yine İBDA Yayınları arasından çıkacak olan Ölüm Odası -B-Yedi – adlı eseriyse, bizzat bu korkunç silahın hedefi olan bir insan tarafından kaleme alınmış ve bu bahiste meselenin “derinliğine” işlendiği -dünya çapındaki- biricik kaynaklar kıymetinde.

Bilvesile, İngilizce bilenlerin topluma nisbetinin sayıca az olduğunu düşünsek, Türkçe eserlerin de yine sayıca az ve herkesçe bilinmiyor olduğunu farzetsek bile, bu bakımdan hiç de mazur olmayan etkili-yetkili ve güya bilgili kesimlerin aldırmazlığını cidden ürkütücü buluyoruz.

TELEGRAM teknolojisi ve operasyonlarıyla ilgili olarak Türkiye’de gerek askeriye, gerek emniyet, gerek istihbarat, gerek siyaset, gerek akademi, gerekse basın, kelimenin tam anlamıyla “üç maymun”u oynamaktadır.

Bu tavrın sebebi, kısmen bilgisizlik, belli bir kısmı içinse bizzat “suç ortaklığı”dır. Buna şuurlu katkı yapan bilim adamları ve onların örgütleri dahi mevcuttur. Toplumu bilgilendirmek gibi aslî bir görevi olan – olması icab eden basınsa, bu konuda tam tersi bir amaç için kullanılmaktadır. Güya entellektüel ve bağımsız(!) bilim adamlarının insanı hayrete düşürücü cehaletleri, dünyadan habersizlikleri, duyarsızlıkları, korkaklıkları da cabası.

Bildiklerini söyleyebilen çok az sayıda bilim adamından ikisinin adını zikretmeden geçemeyeceğiz. Birincisi, bu mevzuda yıllardır toplumu aydınlatmaya çalışan  Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Şeker; ikincisi de, İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Cahit Karakuş.

Prof. Dr. Selim Şeker, kendisine sorulan “elektromanyetik dalga ile bir insanın beynine müdahale edilebilir mi?” sorusuna şöyle cevab veriyor:

– «Elbette. Bu çok pahalı bir teknoloji. Bütün kalkınmış ülkeler, insanları kontrol etmek amacıyla bu alanda araştırma ve denemeler yapıyorlar. Özellikle ABD, Rusya ve Çin gibi dünyada hâkimiyet sürmek isteyen ülkeler bu tür çalışmalar yapıyor. “Cep Tehlikesi” kitabının 9. bölümünü bu konuya ayırdım. Arzu edenler kitabta ayrıntılı bilgileri bulabilirler.

ABD idare etmek ve istediğini yaptırtmak istediği ülkenin başbakanının beynine müdahale ederek, kendi ajanı olarak kullanabilir. Zaten bu tür denemeler uzun yıllardır yapılıyor. Amaç, insanları ve ekonomiyi kontrol altına almak. BUNDAN SONRAKİ SAVAŞLAR DA BÖYLE OLACAK!»

Yine TELEGRAM üzerinde çalışmalar yapan, yukarıda adını zikrettiğimiz bir diğer bilim adamı Cahit Karakuş’un verdiği bir konferansın haberini sunuyor bir üniversite internet sitesi:

– «İnönü Üniversitesi’nde elektromanyetik silahların kullanımı ve etkileri ile elektromanyetik dalgaların insan beyni üzerindeki etkilerinin konu alındığı bir konferans düzenlendi.

 Hoca Ahmet Yesevi Salonunda gerçekleşen ve Rektörümüz Prof. Dr. Cemil Çelik, rektör yardımcıları, fakülte dekanları, öğretim üyeleri ve öğrencilerin katıldığı, “Uzaktan Beyin Kontrolü ve Elektromanyetik Silahlar” başlıklı konferansı İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Cahit Karakuş sundu.

 Aynı zamanda Malatyalı olan Dr. Cahit Karakuş, elektromanyetik silahların kullanımı ve etkileri ile elektromanyetik dalgaların insan beyni üzerindeki etkilerini izah etti.

 Elektromanyetik dalgalarla beyin kontrolünün nasıl sağlandığını, nelerin amaçlandığını ve nerelerde nasıl kullanılabileceği ile ilgili bilgiler veren Dr. Karakuş, aynı zamanda elektromanyetik silahların nasıl yapıldığı ve nerelerde kullanıldığı ile ilgili detaylar üzerinde durdu.

 Dr. Cahit Karakuş, konuşmasında, “ELEKTROMANYETİK DALGALAR İLE ÖNÜMÜZDEKİ 20 YILDA DÜNYANIN GELECEĞİ BELİRLENEBİLECEKTİR. Elektromanyetik silahların enerjisi için Toryuma ihtiyaç duyulmaktadır. Bu enerji kaynağının büyük bölümü ülkemizde mevcuttur. Dünya rezervinin 2/5’i Türkiye’dedir. En önemlisi ise bunun da büyük bir kısmı Malatya’da bulunmaktadır. Bu çerçevede özellikle akademisyenlerimize önemli görevler düşmektedir. Bu teknoloji hakkında araştırma ve geliştirme projelerine önem verilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum.” dedi. [2]

Allah, kendi dar sahaları dışında tam bir kara cahil oldukları hâlde, “ilim adamı” etiketini hiç arlanmadan göze sokucu kalabalıktan ayrılan böylesi hakiki “ilim” adamlarının sayısını artırsın.

DÜNYADA TELEGRAM

Muhtelif metod ve amaçlı zihin kontrolü faaliyetleri belki de insanlık tarihi kadar eski. Bizim bu mütevazı çalışmamızın konusu olan ve tatbikinde elektromanyetizma ve cihaz kullanılan TELEGRAM’ın oluşumunu hazırlayan çalışmalar ise 19. yüzyıl başlarına kadar uzanıyor. Nikola Tesla‘nın alternatif akımı bulup geliştirmesi ve onun prensibleri istikametinde yapılan çalışmalar; Hitler Almanyası’nda yapılan bu yönde denemeler; savaşın gidişatıyla çalışmaların sekteye uğraması; Almanya’dan ABD’ye sığınan bilim adamlarının projeleri ve akabinde Jose Delgado‘nun 60’larda zihin kontrolü üzerinde çalışmaları ile hız kazanan gelişmeler…

Prof. Dr. Jose Delgado, zihin kontrolü bahsinde en tanınmış isimlerin başında geliyor. Bugün 95 yaşında ve Yale Üniversitesi’nin sembol şahsiyetlerinden olan bu sinirbilimci, 1960’larda birçok hayvan, hattâ psikolojik problemleri olan hastalar üzerindeki deneyleri sebebiyle çokça tenkid edildi. O dönem Pentagon’un da kısmen desteğini almıştı.

Delgado’nun 1969’da yayınladığı Beynin Fizikî Kontrolü – Psikomedenî Bir Topluma Doğru (Physical Control of the Mind – Toward a Psychocivilized Society) kitabının takdiminde; Rockefeller Üniversitesi, Amerikan Deniz Kuvvetleri Araştırma Dairesi ve Birleşmiş Milletler Hava Kuvvetleri 6571. Aeromedikal Araştırma Laboratuvarı, çalışmalarına katkılarından dolayı Delgado tarafından “şükranla” anılıyor. Yaptığı çalışmaların neticesinde, üzerinde çalıştığı hayvanların durumu için, “âdeta elektronik oyuncak gibi oldular” diyerek memnuniyetini ifade edecektir.  

Delgado’nun yaptığı en meşhur deneyse, arenada üzerine gelen boğayı elektrikî tesir kullanarak durdurması. Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, bizzat şahid olduğu bu olayı bakınız nasıl aktarıyor:

– «1970’lerin başlarında Amerika’da çok çarpıcı bir başka “dıştan etkileme” deneyine şahid olmuştum. Tecrübî psikolog Dr. Delgado, bir stadyumun ortasında, dört nala saldıran bir boğanın gelişini, televizyon kumandasına benzer bir araçla, kıpırdamadan seyrediyordu. 5-10 adım kala elindeki bir düğmeye bastı. Azgın boğa durakladı, sonra da sakin sakin etrafta gezindi. Delgado bir başka düğmeye basınca hayvan yine kızgın hâline dönüştü, burnundan köpükler saçıyor, ön ayağıyla tepiniyor ve saldırıya hazırlanıyordu ki bir düğmeyle tekrar uslu öküz oldu! Bu farklı davranışlar, boğanın daha önce deri altına yerleştirilen çipler sâyesinde, beyninin öfke ve huzur bölgelerine elektrik vermekle oluyordu.» [3]

1975 yılında yayınlanan “Two-Way Transdermal Communication with the Brain” (Beyinle Cilt İçinden İki Yollu İrtibat) başlıklı bir yazıda ise, Delgado‘nun beyin araştırmalarını bilgisayarlara uyarlamayı başardığı vurgulanarak, “Transdermal –cilt yollu- alıcıların en ilginç yönü, beyin fonksiyonlarının eşzamanlı kayıd altına alınması ve uyarılmasının temini ki, bu sayede, talebe dayalı bildirimler bilgisayara uyarlanabiliyor.“ denmekte idi.

1974 yılında Dr. Joseph C. Sharp tarafından Walter Reed Askerî Araştırma Enstitüsü’nde ilk defa olarak insan beynine ses nakletme çalışmaları yapılmaya başlandı ve başarı kaydedildi. Bu çalışmalar, kulakları hiç duymayan sağır kişiler üzerinde de hedefine ulaştı. Kulağın duymasına lüzum kalmadan, sesin doğrudan doğruya beyne nakledilmesi deneyleriydi yapılan. Dolayısıyla “hedef kişi”, bu tatbikata karşı koyamıyor, savunmasız kalıyordu. Çünkü ses ve görüntüler, -gaibten değil!- bilgisayardan geliyordu.

Bugün artık resmî ağızlardan dahi bu çalışmaların teyidi yapılmaya başlanmıştır. Buna en bâriz misâl, NASA’nın astronotlarla “seslendirilen kelimeler” olmaksızın konuşma deneyleridir ki, kendi yayınlarında “yüzde 92 nisbetinde” başarılı olunduğu ifade edilmektedir.

ABD veya CIA’nın “Zihin Kontrolü” çalışmalarına müdahil oluş tarihi olarak 1941 verilir. O dönemden itibaren ABD, serbest veya örgütlü olarak bu sahada çalışan hemen tüm bilim adamlarını kontrolü altına almaya çalışmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur. “Büyük ölçüde” diyoruz, çünkü meselâ 2001 yılında, çok yönlü çalışmalarıyla tanınan sinirbilimci ve psikanalist Dr. John C. Lilly, insanlar üzerindeki deneyleri ahlakî bulmayarak bu birlikteliğe kısa bir süre sonra son vermesiyle de meşhurdur.

ABD’deki “Zihin Kontrolü” araştırma ve uygulamaları, geçmişten bugüne çeşitli kod isimler verilerek yürütülmüştür. Bunlardan öne çıkan bazıları, CHATTER, BLUEBIRD, ARTICHOKE, MKULTRA, MKSEARCH ve MKDELTA’dır.

ABD’deki zihin kontrolü deneyleri, bu süreçte tüm ülkeyi sarmış olmasına karşılık, yıllarca büyük bir gizlilikle yapılır. Olan bitenden habersiz insanların, küçük çocukların, bedenen hasta olanların yanısıra, akıl hastalarının, cezaevlerindeki tutuklu ve mahkumların, hattâ ordudaki askerlerin bu deneylerde kullanıldığı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. Öyle ki, deneyler sırasında ölümlerin meydana geldiği; kalıcı fizikî rahatsızlıklar yaşayanlar yanında, birçok “kobay”ın psikolojik dengesini kaybettiği ve bazılarının intihara kalkıştığı bugün artık kesin olarak biliniyor.

ABD’deki projelerin ilklerinden CHATTER (Gevezelik) Projesi, Sovyetler’in casus veya esirleri itiraf ettirmek için kullandıkları ilaçların “başarısına” karşılık olarak geliştirilmişti. Araştırma, casusların sorguları sırasında kullanılabilecek ilaçların belirlenmesi ve denenmesi üzerine odaklanmıştı. CHATTER Projesi, 1953 yılında resmen sonlandırıldı.

Çalışmalarını insan davranışlarını kontrol yönünde genişletmek isteyen CIA, teşkilatın başı Allen Dulles‘in onayıyla 1950 yılında BLUEBIRD (Mavi Kuş) Projesi’ne başladı. Bu programın hedefleri şöyle sıralanıyordu:

  1. Personelden izinsiz bilgi sızdırılmasını önleyecek bir metod geliştirmek.
  2. Özel sorgulama teknikleri yoluyla ferdin kontrol edilmesinin mümkün olup olmadığının araştırılması.
  3. Hafıza geliştirme usullerinin araştırılması.
  4. CIA personelinin düşman kontrolüne geçmesini önlemek için savunma teknikleri geliştirmek.

BLUEBIRD Projesi’nin kod adı, 1951 Ağustos’unda ARTICHOKE (Enginar) Projesi olarak değiştirildi. Bu projenin hedefi de hipnoz ve çeşitli kimyevî maddelerin kullanımı yoluyla sorgulama tekniklerinin araştırılmasıydı. Bu program da 1956’da noktalandı.

Ancak, ARTICHOKE Projesi’nin durdurulmasından üç yıl kadar önce, yâni 13 Nisan 1953’te, o dönem CIA Başkan Yardımcısı olan Richard Helms‘in teklifleri doğrultusunda, MKULTRA Projesi başlatılır. MK harflerinin, “Mind Kontrolle” (Zihin Kontrolü; “kontrolle” kelimesi İngilizce “control”ün Almanca karşılığı) kelimelerinin kısaltması olduğu düşünülüyor.

MKULTRA Projesi çerçevesinde insan davranışlarını kontrol etmek amacıyla başvurulan araç, metod ve ilmî disiplinler arasında radyasyon, elektroşok, hipnoz, başta LSD olmak üzere çeşitli kimyevî maddeler, askerî araç gereçler, işkence âletleri ile psikoloji, psikiyatri, sosyoloji, antropoloji gibi sosyal bilimler vardı. MKULTRA’nın yurtdışı için geliştirilen versiyonuna da MKDELTA adı verilmişti.

1970’lerin başında UTAH EYALET HAPİSHÂNESİ Gunnion Tesisleri ve Devlet Hastahânesi’nde yaşanan elektromanyetik dalgalarla taciz, beyin kontrolü vak’aları mahkemelere taşınmışsa da, -tahmin edileceği üzere- bir netice alınamamıştır. Mesele, “millî güvenlik”tir(!) ne de olsa!

Zihin Kontrolü yahud TELEGRAM’a giden yolun tarihi, elbette ABD’de yapılan çalışmalarla sınırlı değil. Devrin Komünist Bloğunun lideri SSCB, hem kendi ülke sınırları içerisinde, hem de müttefiki olan Doğu Avrupa ülkelerinde, bu istikametteki çalışmalarına azamî bir dikkat ve hassasiyetle devam ediyordu.

Soğuk Savaş dönemi bloklaşmasının, bu silahın geliştirilmesi, kullanımı ve paylaşımı noktasında bugün hâlâ varlığını hissettiriyor olması, işin bir başka ilginç yönü. Meselâ, ABD, İngiltere ve Kanada’nın yukarıda adlarını saydığımız bu nevî projelerdeki geçmiş “ortaklığı”nın bugüne de uzandığı söylenebilir. Yeni keşfedilen hemen tüm silahlarda olduğu gibi, siyasî-ideolojik işbirliğinin etkisi, bu askerî silahın kullanımında da kendini gösteriyor.

Bugün için, bir tarafta ABD, İngiltere ve İsrail, diğer yanda Rusya, bunlara mukabil Çin önemli. İlâveten; Almanya, Fransa, İsveç gibi bazı Avrupa ülkeleri ile Brezilya, Hindistan ve İran da bu silah üzerinde araştırmalar yapan ve bol sıfırlı fonlar ayıran ülkeler olarak konuyla ilgili kaynaklarda göze çarpıyor. 

Meselenin kökünde politik kaygı, ideolojik çatışma (ki bu vurgu ABD’nin “resmî” ağzıdır, kendi aralarında daha sert bir ifadeyle “İDEOLOJİK DÜŞMAN” tabirini kullanırlar) ve dünya paylaşımı yatması hasebiyle, ABD’deki “Zihin Kontrolü” ile alâkalı yayınlarda, hükümetin en çok ilgi (ve kaygı!) ile izlediği ülkeler olarak Çin ve İran gösteriliyor. Tabiatiyle, ülke ülke zihin kontrolü konusunu kurcalarken, en çok malzeme bulma şansımız olan ülke, ABD. Diğer ülkelerle ilgili olarak (şimdilik) daha az sayıda yazı ve dökümana ulaşsak da, bunları ABD’nin başka ülkelerde zihin kontrolü silahlarının geliştirilmesi konusunda duyduğu endişe ve rahatsızlığı ifade eden resmî veya gayriresmî yayınlardan süzme şansı doğuyor.

“Elektromanyetik Zihin Kontrolü” teknik ve teknolojisi üzerindeki ülkelerarası silahlanma yarışını ve “ideolojik çatışma” vurgusunu delillendirmek bâbında, 2 Ekim 2008 tarihinde Washington Times‘da çıkan Kelly Hearn imzalı bir makaleyi örnek gösterebiliriz.

Pentagon’un kaygıları olarak: Çin ve İran’ın nörolojik (beyin ve sinirle alâkalı) silah geliştirme sahasında işbirliği ve yardımlaşma hâlinde oldukları; ABD’nin ideolojik düşmanı olan bu ülkelerin yeni nöro-silahların üretimi ve geliştirilmesi için anlaşmaya vardıkları; beyin ve sinir sistemleri üzerinde etkili böylesi silahların geliştirilmesi üzerinde iki ideolojik düşman ülkenin işbirliği yapmasının ABD çıkarlarına ters gelişmeler olduğu ve önlem alınması lâzım geldiği çerçevesinde bir makaleydi Hearn’in yazdığı.

Sözkonusu makalede, yetkililerin “Yabancı Teknolojik Sürprizler” ismi altında gizli bir panel düzenlediği, konunun uzmanı 16 bilim adamının iştirakiyle gerçekleşen toplantıda hükümetin mevzu ile ilgili bilgilendirildiği ve yapılması gerekenlerin masaya yatırıldığı ifade ediliyor. Katılımcı bilim adamları bahsinde ismi geçen kişiler arasında belki en dikkat çekici olanıysa, 16 kişilik heyetin de başkanı olan Christopher C. Green. Makalede elbette “zihin kontrolü” kelimesi zikredilmiyor; bunun yerine “noröloji, beyin, sinir” gibi kelimeler kullanılıyor. Ancak Green, “Millî Güvenlik”le ilgili olarak eskiden beri paranormal ve zihin kontrolü çalışmalarında ismi geçen, 1969’da CIA’nın Bilim ve Teknoloji bölümü için çalışmış, etkili bir isim. [4]

Bugün, TELEGRAM Silahı konusundaki resmî tavrı ile sadece kendi ülkesini değil, neredeyse tüm dünyayı “laboratuvar”a çevirme gayretindeki ABD’de, Amerikan devletine ağır suçlamalar yönelten makale ve raporlar ardarda yayınlanıyor. Buna ciddi ve çarpıcı bir misâl olarak, Sonoma State Üniversitesi’nin desteklediği bir proje çerçevesinde Aralık 2006’da tamamlanan ve “ABD’de Elektromanyetik Silah Araştırmaları ve İnsan Hakları İhlalleri Tarihi Üzerine” (A Study of the History of US Intelligence Community Human Rights Violations & Continuing Research in Electromagnetic Weapons) başlığıyla Peter PhillipsLew Brown ve Bridget Thornton tarafından kaleme alınan akademik bir çalışmayı gösterebiliriz. [5]

Türkiye’de Timaş Yayınevi tarafından İstihbaratta Beyin Yıkama –Beyin Kontrolü- adıyla yayınlanan Mind Controllers adlı eserin sahibi Dr. Armen Victorian’ın da belirttiği gibi, ABD ve Avrupa ülkelerinde zihin kontrolü konusunda herhangi bir tepki ortaya koyan kişi ve örgütlerin her zaman önleri kesilmeye çalışılmıştır. Tesbit, bugün de aynen geçerlidir. Fakat, artık mızrağın çuvala sığmadığı da görülüyor. Buna misâl bâbında aşağıda aktaracağımız metin, ABD’de NSA’ya (National Security Agency – Millî Güvenlik Teşkilatı) karşı açılmış –bilinen- tek davayı ve zihin kontrolü ile alâkalı teknikleri de ihtivâ etmesi bakımından önemlidir:

– «MİLLÎ GÜVENLİK TEŞKİLATI’NIN ELEKTROMANYETİK BEYİN UYARIMINI KULLANMASI: Millî Güvenlik Teşkilatı, “Sinyal İstihbaratı”, “Uzaktan Nöral (Sinir) Denetimi ve Elektronik Beyin Bağlantısı” için, “Elektromanyetik Beyin Uyarımı”nı kullanmaktadır. (İonlaşamayan elektromanyetik alan) radyasyonu üzerine, nörolojik araştırmayı ve bioelektirik araştırma ve geliştirmeyi ihtivâ eden 1950’li yılların MKULTRA programından beri, “Beyin Uygulaması” gelişme hâlindedir.

Elde edilen gizli teknoloji, Millî Güvenlik arşivlerinde, “radyoaktifliği ve nükleer patlamaları ihtivâ etmeyen ve çevrede bulunan bir kaynaktan istemeyerek (kasıtlı olmayan bir şekilde) yayılan elektromanyetik dalgalardan oluşan bilgi” olarak tanımlanır ve “Işınım İstihbaratı” olarak sınıflandırılır. Amerikan yönetiminin diğer elektronik mücadele programları gibi, bu Sinyal İstihbaratı teknolojisi de, gizli olarak yürütülmekte ve muhafaza edilmektedir. Millî Güvenlik Teşkilatı, bu teknoloji ile ilgili mevcut bilgileri denetlemekte ve ilmî araştırmaları halktan gizlemektedir. Aynı zamanda bu teknolojiyi gizli tutmak için uluslararası istihbarat anlaşmaları da vardır.

NSA, insandaki elektrikî faaliyetleri uzak mesafeden analiz eden hususî elektronik teçhizata sahibtir.

NSA bilgisayarında üretilen beyin plânlaması, beyindeki elektrikî faaliyetleri sürekli olarak denetlemektedir. Millî güvenlik gayesiyle NSA, binlerce insanın ferdî beyin haritalarını kaydetmekte ve şifrelemektedir. Elektromanyetik alanla “Beynin Uyarımı”, beyin-bilgisayar bağlantısını sağlamak için, meselâ, askerî savaş uçağında ordu tarafından gizlice kullanılmaktadır.

Elektronik gözetim amacıyla, beynin konuşma merkezindeki elektrik faaliyetleri, kurbanın sözlü düşüncelerine çevrilebilir. Uzaktan Nöral Denetim (Remote Neural Monitoring – RNM), kulağı devre dışı bırakıp ses haberleşmesinin doğrudan beyne gitmesini sağlayarak, şifrelenmiş sinyalleri beynin işitme korteksine gönderebilir. NSA ajanları, bunu, paranoid şizofrenin karakteristiği olan işitilir halüsinasyonları taklid ederek, kurbanların takatini gizli biçimde kesmek için kullanabilirler.

Uzaktan Nöral Denetim, kurbanla herhangi bir temas olmaksızın, bir kurbanın beyninin görme korteksindeki elektrik faaliyetlerini plânlayabilir ve kurbanın beynindeki tasavvurları (görüntüleri) bir videonun monitöründe gösterebilir. NSA ajanları, kurbanın gözlerinin gördüğü her şeyi görürler. Görmeyle ilgili hafıza da görülebilir. Uzaktan Nöral Denetim, gözleri ve optik sinirleri atlayarak (devre dışı bırakarak), doğrudan görme korteksine görüntü gönderebilir. NSA ajanları, beynin programlama gayesi için, gözetim altındaki kişi REM uykusunda iken, onun beynine gizlice görüntü yerleştirmek için bunu kullanabilirler.

UZAKTAN NÖRAL DENETİM YAPAN NSA TEŞKİLATININ KABİLİYETLERİ: Birleşik Devletler’de, 1940’lı yıllardan beri Sinyal İstihbaratı ağı vardır. NSA’nın Fort Meade’deki merkezinde, kişileri izlemek ve bunların beyinlerindeki işitilir-görülür bilgileri -tecavüzkâr olmayan bir biçimde- denetlemek için kullanılan iki yönlü geniş bir Uzaktan Nöral Denetim sistemi vardır. Bu işlerin tümü, kişiyle fizikî bir temas olmadan yapılır. Uzaktan Nöral Denetim metodu, gözetim ve yurtiçi istihbarat için esas metodtur. Konuşma, üç buudlu ses ve şuuraltı ses, kişinin beyninin işitme korteksine (kulakları by-pass ederek) gönderilebilir ve görüntüler de görme korteksinin içine aktarılabilir. Uzaktan Nöral Denetim, kişinin algılarını, ruh durumunu ve motor kontrolünü değiştirebilir.

Konuşma korteksi – işitme korteksi bağlantısı, istihbarat toplumu için esas haberleşme sistemi oldu. Uzaktan Nöral Denetim, beynin görme-işitme merkeziyle beyin arasında veya beyin ile bilgisayar arasında tam bir bağlantıya izin verir.

İŞLEYİŞ TEKNİĞİ: Uzaktan Nöral Denetim, her belirli beyin bölgesinin rezonans frekansının şifresinin çözülmesini gerektirir. Bu frekans, beynin bu özel bölgesine bilgi yüklemek için daha sonra değiştirilir. Değişik beyin bölgelerinin tepki gösterdiği (cevab verdiği) frekans, 3 Hz ile 50 Hz arasında değişmektedir. Sinyal İstihbaratı, sinyalleri bu bant aralığında değiştirir. Bu değiştirilmiş bilgi, şuuraltı seviyesinden algılanabilir seviyeye kadar değişen yoğunluklarda, beyne yerleştirilebilir. Her insan tek bioelektirik rezonans – entrainment frekansları kümesine sahibtir. Bir insanın beynine diğer bir insanın işitme korteksinin frekansında işitilir bilgiler gönderme, bu işitilir bilginin kavranılmaması sonucunu verecektir.

Davacı (eski NSA çalışanı John St. Clair Akwei), Uzaktan Nöral Denetim’den, NSA’nın Fort Meade’deki Kinnecome grubuyla iki yönde Uzaktan Nöral Denetim teması kurarak haberdar oldu.

Onlar, Ekim 1990’dan Mayıs 1991’e kadar, davacıyı tedirgin etmek için üç buudlu Uzaktan Nöral Denetim sesini doğrudan doğruya beyinde kullandılar.

Mayıs 1991’deki gibi davacı ile iki yönlü Uzaktan Nöral Denetim haberleşmeleri vardı ve davacının kabiliyetlerini yok etmek ve kendisine karşı son 12 yılda yaptıkları faaliyetler nedeniyle davacının yetkililere başvurmasını önlemek için Uzaktan Nöral Denetim’i kullandılar. Kinnecome grubunun Ft. Meade’de günde 24 saat çalışan, yaklaşık 100 çalışanı vardır. Davacıyı tecrid etmek için davacıyla temasta bulunan ve beyinleri gizlice dinlenen kişilere de sahibtiler. Bu, şimdiye kadar bir vatandaşın Uzaktan Nöral Denetim ile taciz edilmesine ve bu istihbarat operasyonları metodunu kötüye kullanan NSA personeline karşı dava konusu hâline getirilen ilk olaydır.» [6]

16 Temmuz 1977 tarihli New York Times gazetesindeki bir haber-makalede, “ABD, insanlığı esir edebilecek görünmez silahlar geliştiriyor” (U.S. Develops Invisible Weapons to Enslave Mankind) deniliyordu. Bu haberden sadece bir yıl sonra yayınlanan Walter Bowart imzalı Beyin Kontrol Harekâtı kitabı ise, gelinen noktayı bir nebze olsun aydınlatıyordu. Aynen şunları yazıyordu Bowart:

– «Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beynin uyarılması, ultrasonik, mikrodalgalar, alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi ve davranış değişiklikleri terapisidir. CIA, psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başararak artırmıştır. ŞİMDİ BU KABİLİYETLERİYLE YENİ TİP BİR HARBE GİRİŞMESİ MÜMKÜNDÜR. Bu harb görünmez, muharebe sahası ise insan zihinleridir.» [7]

İrlandalı George Farquhar, sadece kendi ülkesinde değil, İngiltere ve Kanada başta olmak üzere birçok ülkede kendisinin elektromanyetik dalgalarla taciz edildiğini söyler ve Hürriyet Projesi (Project Freedom) adlı internet sitesinde şunları dile getirir:

– «İstihbarat Ajanları bu gerçeği açıklamak isteyen kişilerin de itibarını yok etmek için çaba sarfetmektedirler.

Yıllardır askerî ve polis istihbaratı, “Uzaktan Beyin Kontrolü” silahlarının varlığını inkâr etmek için halka yalan söyledi. ABD Ordusu’nun “Körfez Savaşı” sırasında toplu hâlde Irak taburlarına karşı, “Uzaktan Mikrodalga Beyin Kontrolü Silâhları”nı kullandığı, medya (Discovery Kanalı) tarafından açıklandı. Daha da önemlisi, son günlerde Channel 4 televizyonunda yayınlanan “Büyük Birader’in Sevgisi İçin” isimli belgeselde, İngiltere istihbarat ajanlarının toplumun bir bölümünü bu silahlarla hedef aldığı gerçeği gösterildi.

İstihbarat ajanları, “öldürücü olmayan” bu silahların varlığını artık inkâr edememelerine rağmen, bu silâhların, -bir diğer ifadeyle- “Uzaktan Beyin Kontrolü Deneyi”nin toplum üzerinde sürekli olarak ve artarak “davranış manipülasyonu ve suikast” için kullanıldığını inkâr etmeye hâlâ devam edeceklerdir.

Ancak toplumun büyük çoğunluğu en sonunda gerçeği gördüğü zaman, bu askerî ve polis istihbarat hiyerarşisinin otoriteci ve vahşi zihniyetinin gizli biçimde toplumumuzu idaresi altına almasını önleyebileceğiz (mi?). “Uzaktan Beyin Kontrolü Silâhları”nın varlığı ile ilgili gerçek aydınlığa çıktığı zaman, bunların bizim masum toplumumuza karşı kullanılmasını ilgilendiren gerçek de ortaya çıkacaktır. Bu yalnızca bir zaman meselesidir. Schopenhauer şöyle der:

“Tüm gerçek üç safhadan geçer: Birincisi, onunla alay edilir. Sonra, ona karşı şiddetle direnilir. Sonunda, o kendisini âşikar olarak belli eder.”  [8]

İNTİHAR EDEN ALMAN TELEGRAM KURBANI

ABD böyle; ya başka yerler? Cevabı tahmin hiç de zor değil. Yaşanan “trajedi”ler hep birbirine benziyor.

Çarpıcı bir örnek olarak, Almanya’da Alman Gizli Servisi BND’nin (Bundesnachrichtendienst) elektromanyetik yolla zihnî ve fizikî tacizi altında olduğunu söyleyen; 2003’ten intihar ettiği 11 Eylül 2007’ye kadar (48 yaşındaydı) medya, hukuk ve siyaset platformlarına defalarca konuyu taşıyan; ancak hiçbirinden herhangi bir netice alamayan Peter Helwig’in acı hikâyesine bakalım şimdi. Ne tuttuğu günlükler, ne vücudundaki elektromanyetik taciz izleri, ne hayatının son devresinde beyninde oluşan tümör, ne konuyu parlamentoya taşıması, ne açık protesto faaliyetleri, evet maalesef hiçbiri işe yaramadı.

Helwig’in trajedisini, onunla ilgili olarak yayınlanan İngilizce bir yazıyı haftalık Baran dergisi için Türkçeye çeviren Akademya yazarı Oğuz Yıldırım’ın tercümesinden takib edelim:

– «TELEGRAM mağdurlarından Peter Helwig’in, ölümünden evvel bir internet sitesine ulaştırdığı ve TELEGRAM işkencesinin nerelere varabildiğine misâl olması bakımından çarpıcı bulduğumuz hayat hikâyesini sizlerle paylaşıyoruz. Metnin İngilizcesine: httpuser.chol.comsmartybbsdownload.phpid=antidew&db=pds01&uid=12&fn=2 adresinden ulaşabilirsiniz.

“(…) Takib edildiğimi 2003 senesinin Haziran ayında farkettimse de, pek fazla önemsemedim. İş ve İşçi Bulma Kurumu aracılığıyla altı aylığına çalışmak üzere, “BQW GmbH Berlin-Weissensee, Gehringstrasse 39, 13088 Berlin” adresine yönlendirildim. Burada da, işime ve evime gidip gelirken belirli insanlar tarafından takib edildiğimi farkettim. (…) İşyerinde aksilikler olmaya başlamış, toplu saldırılara maruz kalır olmuştum, birileri fizikî dengemi bozmaya çalışıyordu. Bir keresinde, iş arkadaşlarımdan birinin “Windbeutel” (Alm. Bir çeşit pasta) ikramını kabul ettikten hemen sonra rahatsızlanmış ve eve geldiğimde idrarımın oldukça koyulaştığına şahid olmuştum. Bir başka sefer, termosumdan kahve içtikten sonra kalbimde duyduğum şiddetli çarpıntıyla birlikte tekrar hastalanınca, birilerinin içtiğim şeye birtakım ilaçlar katmış olabileceğinden şübhelendim.

Böylece 2004 Şubat’ında işyerimi değiştirerek; F.U. R Wickeltechnologie GmbH, Langhansstrasse 127-128, 13086 Berlin adresinde çalışmaya başladım. 2004 senesinin Nisan ayında, iş yerimde çalışırken (CNC ustası olarak çalışmaktaydım) farkettiğim bir şey oldu; tüm vücudum bir ateş içindeymişçesine yanıyordu. Bu yanma hissini bazen kendi aracım haricindeki araçlarda iken de duyuyordum. Bu “sıcak dalga” parmak uçlarımdan başlayarak göğsüme kadar yayılıyordu. Birilerinin bana elektromanyetik dalgalar yoluyla ışınlar gönderdiğinden şübheleniyordum. Ağrı şeklinde duyduğum bu ışınları vücudumun her yanında hissediyordum. Mezkûr şikayetlerle bir doktora müracaat ettim ancak herhangi bir teşhis koyamadı. Pek çok kere dairemde tuhaf bir koku aldım. Aynı kokuyu teyzem ve bir komşum da almıştı. Komşularımdan şübhelenerek polise başvurdum. Oturduğum yeri değiştirmem tavsiye edildi.

Mesele hakkında akrabalarıma haber verince, bana inanmamışlar ve kesintisiz süren ağrılarımın asabımı bozduğunu düşünerek beni 5 Haziran 2004’te bir psikiyatriste göndermişlerdi. Gönüllü olarak gittiğim ve GmbH, 04678 Zschadra adresinde bulunan “Clinic Hospital Diaconate Zschadra” hastahânesinde 22 Haziran 2004’e kadar kaldım. Hastahâne ilgililerine maruz kaldığım ışınlardan bahsettim ancak doktorlarca “akıl hastası” olarak ilân edildiğim için buradan ayrıldım. Bu süre zarfında maruz kaldığım radyasyon hâdisesi devam etti ve ellerimde muhtelif yara ve yanık izlerine sebeb oldu. Göğsümde, kalbimde, bacaklarımda ve vücudumun diğer bölgelerinde hissettiğim şiddetli sıcaklık dolayısıyla geceleri uyuyamaz hâle gelmiştim. Annem ve küçük kızım, vücudumun ışına tabî tutulan bölgesine dokunduklarında radyasyonun sebeb olduğu sıcaklığı hissedebiliyorlardı.

O günlerde, bir günlük tutmaya ve olan biten herşeyi yazmaya başlamıştım. Yazmaya çalıştıkça parmaklarımda oldukça yoğun ağrı ve radyasyon hissediyor ve artık devam edemiyordum. Sırtım ve vücudumun diğer bölgeleri, şiddetli ışına maruz kalıyordu. Tekrar bir doktora müracaat ettim, röntgenimi çekti ancak o da herhangi bir teşhiste bulunamadı.

27 Aralık 2004’te; bu sefer gönüllü olarak değil zorla ve polis “yardımı” ile “Berlin Weissensee, Gartenstrasse1, 13088 Berlin” adresinde bulunan “Joseph-Krankenhaus” hastahânesine götürüldüm. 4 Ocak 2005 tarihine kadar burada tutuldum. Yaptığım açlık grevi eylemi neticesinde ve ziyaretime gelen komşularımın benim belirttiğim şikayetlerin aynısından müştekî olduklarını beyan etmeleri üzerine salıverildim.

24 Ocak 2005’te, benim ve ailemin rızası dışında; Weissensee, 13189 Berlin adresinde bulunan Pankow bölge mahkemesinin 51 XVII 2/05 nolu kararı ve “akıl hastası” olduğum gerekçesi ile tarafıma vasî tayin edildi. 25 Haziran 2005’te aynı mahkeme, verdiği kararı iptal etti.

2005 senesinin Ağustos ayında adresimi değiştirdim, ancak daha ziyade kulaklarımda duymaya başladığım ağrılarla birlikte radyasyona maruz kalma hâdisem devam etti. Kulaklarımda şişlik ve kızarıklığın eşlik ettiği şiddetli ağrılar oluyordu. Çok geçmeden, dairemi birilerinin rızam dışında ziyaret etmekte olduğunu müşâhede ettim.

Sürekli olarak kendime, “mevcut Alman bürokrasisi içerisinde, ceza almaksızın masum insanlara işkence edebilme gücünü kim elinde bulundurabilir?” diye soruyordum. Alman Gizli Servisi’nden başka bir cevab bulamadım.

Alman Gizli Servisi BND’nin gerçekleştirdiği elektromanyetik deneylerin kurbanı olduğumu alenen söylemeye başladığımdan beri deneylerin şiddeti öylesine artmıştı ki, artık kendi kendime bu durumla başa çıkabileceğimden şübhe duyar hâle geldim.

O denli radyasyona maruz kalıyordum ki, yüzüm sanki bir maske içerisinde imişçesine kaskatı kesiliyordu. Kısmî amnezi, hafıza kayıpları oluşuyordu. Okuyamıyor ve yazamıyordum. Kulaklarımda gürültüler ve farklı sesler duyuyordum. Bazen kendi hür irademle söylemek istemediğim sözler sarfediyor, gitmek istemediğim yönlere yönlendiriliyordum. Bu durum, özellikle caddelerde, oldukça tehlikeli bir hâl almıştı. Meselâ, gelmekte olan arabanın altına kendimi atmam gerektiğine dair şoka benzer histen son ânda uyanıyor ve âdeta uçurumun kenarından dönüyordum. Birileri hafızamı kasden bazen siliyor bazen yerine getiriyor, böylece iş yerinde veya metroda kısmî hafıza kayıplarına uğruyordum. Bana ne olduğunu, nerede bulunduğumu hatırlayamaz hâle geliyordum.

2006 yılının Ağustos ayında kendi el yazımla bir şikayet dilekçesi yazarak CDU’nun (Hıristiyan Demokrat Partisi) bir yetkilisine teslim ettim. Hemen akabinde kafam şiddetle radyasyona tâbi tutuldu. Işının tesiriyle öyle şiddetli başağrıları oluyordu ki, ağrının yoğunluğu ve dayanılmazlığı dolayısıyla çığlık atıyordum. Nefes alamıyor, ayaklarımı düzgün hareket ettiremiyor ve sırtımda dayanılmaz ağrılar duyuyordum. Doktor, ağrı kesici iğneler yaptı. Bacaklarımda ve ellerimde şişlikler oluştu ve beynimde bir tümör tesbit edildi. Kalbimde şiddetli ağrı ve ritim bozukluğu oluşmuştu. Bunun üzerine bir uzmana başvurduğumda; kardiyografim ve kan basıncım normal seviyede çıkmış, ancak eve dönüşümde aynı semptomlar tekrar belirmişti.

Boğazımdaki ağrı yemek yememe manî oluyordu. Göz kapaklarımda ve kaşlarımda görmemi tamamen engelleyecek kadar şişlikler oluşmuştu. Yüzümde ve vücudumun diğer bölgelerinde kırmızı noktalara ve kızarıklıklara benzer lekeler oluşmuştu. Vücud ısım sürekli değişiyor, kâh üşüme kâh yanma nöbetleri geçiriyordum.

30 Mart 2006 tarihinde Vait isimli bir doktor (…) vücudumdaki şişlik ve tümörleri tesbit etmişti. Bu doktora, hastalığıma Alman Gizli Servisi’nin (BND) sebeb olduğunu söylediğimde, muhtelif sebebler ileri sürmüş ve artık tedavimle ilgilenmemişti. Şunu anladım ki, benim gibi Almanya’daki yüzlerce insan da aynı ıztırablardan müştekî olarak, sözkonusu gizli servisin elinde “kobay” olma kaderini paylaşıyordu. Bu insanlar, adaleti korumakla mükellef olan parlamento ve hükümet yetkililerine müracaat edip herhangi bir netice elde edemediler. (…)

Almanya (Grundgesetz) Anayasası’na göre, (II Bölüm, Madde 20, Paragraf 4) “Her Almanya vatandaşı, mecbur kaldığında, insan hakları ihlâline karşı koyma hakkına sahibtir.” Bu kanun maddesine göre benim protesto etme hakkım sözkonusudur. BND’nin elektromanyetik dalgalar yoluyla beni radyasyona tâbi tuttuğuna dair küçük bir posteri göğsümde taşımaya başlamam bu sebebleydi. (…)

4 Eylül 2007 tarihinde şikayetimi bütün gazete editörlerine gönderip bir internet sitesine de ekleyince gizli servisin psikolojik baskısı hayli artmıştı.

Radyasyona maruz bırakılmam yanında, bu sefer, kafamın içinde beni tehdid eden sesler duyuyordum:

“Seni öldüreceğiz, sen artık bir zombisin! Senin hafızanı sileceğiz, yakınlarını öldüreceğiz! 22 Eylül’de protesto gösterisine gidemeyeceksin! Yakınlarını düşün! Ellerini, ayaklarını ve vücudunun diğer organlarını mahvedeceğiz! Seni bir zombiye çevireceğiz!”

Bu seslerle geceleri taciz edilerek uyumama mâni olundu. Bana cevablamamı istedikleri birtakım sorular sordular. İrademi kuşatıp beni kontrol ettiler.

Şübhesiz, insanlık haysiyetim taciz edilmiş; böylece, Almanya Anayasası ile de garanti altına alınan insan haklarım, millî ve uluslararası hukuk anlamında da çiğnenmiştir.”

Peter Helwig’in 10 Eylül 2007’de yâni ölümünden bir gün önce yazdığı mektub:

“(…) Beni iki gecedir uyutmadılar. Bugün bana iki çıkar yol gösterdiler, bana işkence yapabilecek güce sahibler. Uzun zamandır, beni öldürmelerine müsaade etmekten başka çıkar yol olmadığını düşünüyorum. Kaderime razıyım, beni öldürmek istiyorlarsa öldürsünler.

Bugün bir süre uzandıktan sonra beni yine tehdid edip, “kalbini söküp canını alacağız! Hafızanı sileceğiz! Sol kolunu ve bacağını koparacağız! (…)” dediler. Beni depresif bir hâle soktular. “Seni bir zombi hâline getireceğiz! Neden yatıyorsun, niçin konuşmuyorsun?” diye sordular. Çok yorgun olduğumu, bu hâldeyken konuşamayacağımı söylediysem de, istemeden ve otomatik olarak cevab vermemi sağladılar, beni kontrol edebiliyorlar.

Bir not eklemek istiyorum: Beni kontrol ediyorlar ve şöyle tehdid ediyorlar:

“Karar ver, seni mi, yakınlarını mı öldürelim!”

Ruhum tamamen paramparça oldu ve uykusuzum. Sürekli tehdidvarî kelimelerle baskı yapıyorlar.”

“DimitriSchunin@gmx.de” mail adresinden gelen bir mesajda, “intihara kışkırtma”nın aslında Ceza Kanunu’na göre “cinayet” demek olduğu notu da eklenerek; Peter Helwig’in 11 Eylül 2007’de 48 yaşında iken öldüğü, daha doğrusu öldürüldüğü, komşularının ve polisin konu hakkında sessizliklerini koruduğu bildiriliyordu.» [9]

Peter Helwig ve benzeri yüzlerce TELEGRAM mağdurunun trajedisi, internet kaynaklarından çok daha geniş olarak araştırılabilir. Bizzat mağdurların kaleme aldığı eserler de, İngilizce bilenler tarafından temin edilebilir. Bunlardan bellibaşlı birkaçı, daha önce ifade ettiğimiz gibi, önümüzdeki aylarda Tahkim Yayınevi tarafından Türkçe olarak da yayınlanacak.

NE YAPMALI?

TELEGRAM yahud herkesçe bilinen adıyla Zihin Kontrolü, diğer tüm ruhî, psikolojik, parapsikolojik, nörolojik, fizyolojik, teknolojik, sosyolojik, fizikî, kimyevî, felsefî, metafizik vs. yönleriyle beraber, aynı zamanda ASKERÎ bir silahtır ve, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde açıktır ki, hedef kim olursa olsun, kullanımı insan haklarının ihlalidir.

“Yapılması gereken ne?” sorusuyla birlikte, “kimler öncelikle ve âcilen harekete geçmeli?” sorusu daha bir elzem görünüyor:

İlk olarak, başka herkesten önce bulunduğu cemiyete karşı sorumluluğu olan entellektüeller bu mesele üzerinde yoğunlaşmalı, şuurlanmakla kalmayıp diğerlerini de şuurlandırmalı, dikkat çekme ve çareler sunma noktasında omuzlarındaki yükün ağırlığının idrakiyle hareket etmelidirler.

İkinci olarak, ister iktidarda, isterse muhalefette olsunlar; yâni hem idareci mevkiindeki, hem de o kademedekileri takib, ikaz ve yönlendirme borcunda olan muhalefetteki tüm siyasîler, bu mesele üzerinde kendilerine düşen mesuliyeti üstlenmeli ve gerekeni yapmalıdırlar. Yoksa mevcudiyetleri, mevkîleriyle bağdaşmayan, ülkenin siyasî ve askerî meselelerinden bîhaber, alay konusu bir hâl arzetmeye devam edecektir. Sözkonusu “silah” bu ülkenin malı olmamasına karşılık, uygulama sahası bu ülke ve bu ülkenin insanıdır; işlenen suçun “yerli” failleri de yine bu ülkede ve ortalıkta dolaşmaktadır. O hâlde bu ülkeyi yönetenler yahud yönetmeye talib olanlar, iddialarının gereğini yapmak zorundadır.

Üçüncü olarak, TELEGRAM’ın teknoloji ve tesir alanına giren bahisleri araştırmakla mükellef olan ilgili sahalardaki bilim adamları, sorumluluklarının gereğini yapmalıdır. “Devede kulak” tabir edilebilecek sayıda birkaç kişi dışında haysiyetli duruş gösterebilen ilim ve bilim adamının nâmevcut oluşu, izahı kabil olmayan bir durumdur.

Dördüncü olarak, basın için de bu mesele, üstü örtülen gerçeklerin ortaya çıkartılması ve halkın haber alma hakkının sağlanması bakımından, basının kendini isbat etmesi kıymetini haiz bir imtihandır. Gazeteciler, dünyayı günden güne sinsice kuşatan ve “atom bombasından bile daha tehlikeli askerî bir silah” olan TELEGRAM bahsinde, üzerlerindeki ölü toprağını silkelemek mecburiyetinde olduklarının farkına varmalıdır.

Beşinci olarak, milliyetçi, solcu, devrimci, İslâmcı, ateist yâni kim ve neci olursa olsun herkes; her türlü dar ve siyasî hesablardan arınmış olarak, Mirzabeyoğlu başta olmak üzere bu silahın mağdurlarına yapılanların, şimdiye kadar tarihe geçmiş her tür işkence metoduyla kıyas bile kabul etmez barbarlıkta bir uygulama ve yeni keşfedilmiş askerî bir silah saldırısı olduğunun şuurunda olmalı, Türkiye’nin bu silahın kullanım alanı olmasının vehametini kavramalı, bir gün kendilerine ve sevdiklerine de yönelebilecek bu tehdidi bertaraf etmek için etki-yetki sahibi kişi ve müesseselere gereken eleştiri ve tazyiki yapmalıdır.

Altıncı olarak, sadece bu mesele üzerinde yoğunlaşacak, yukarıda işaret ettiğimiz meslek grublarındaki kişilerden müteşekkil örgütler kurulmalı ve Batıda bu gaye için hareket eden diğer kuruluşlarla da yakın ilişki içinde faaliyette bulunulmalıdır.

Yedinci olarak, öncelikle Mirzabeyoğlu’nu üç metrekare içine hapsedip bu silahın hedefi yapanlar tesbit edilmeli,  kaldığı yer âcilen incelenmeli ve bu işkencenin sona erdirilmesi için yapılması gerekenler bizzat işkencenin hedefi olan fikir adamıyla istişare içinde kararlaştırılmalıdır.

NETİCE

TELEGRAM, sıradan bir işkence metodu değil, dünya kamuoyundan gizlenen askerî bir silahtır. Çok değişik tarzları olan, hedef kişiyi toplumdan ve değerlerinden tecrid edip faillerin siyasî-ideolojik yapısına uygun hâle getirmeyi veya kendileri için zararsız hâle getirmeyi hedefleyen bir işkencedir.

Bu silaha sahib olan ülke sayısı az, tatbik sahası olan ülke sayısı ise çoktur. Silahı ellerinde bulunduran ülkeler, gerek gördüklerinde, sadece dışarıda değil, kendi ülkeleri içinde ve kendi insanına karşı da bunu kullanmaktadır.

“Sembol şahıs” oldukları için hedeflenen göz önündeki kişiler dışında, “kobay” olarak hastahânede hastalar, ordudaki erler, hapishânede tutuklu ve mahkumlar ile yalnız yaşayan şahıslar, öncelikli hedeftir. Bunlar içinde “sıradan insanlar” deney ve proje geliştirme amacının kurbanı olurken, asıl hedef, failler nazarında “ideolojik düşman” olarak tanımlanan şahıslardır. Kaldı ki “ideolojik düşman” addedilen bu kişiler, aynı zamanda, daha üst seviyede geliştirilmekte olan projelerin kobayları da olabilmektedir.

İnsanların göz göre göre açlıktan öldüğü, kaba işkencenin bile birçok ülkede hâlâ devam ettiği bir dünyada, bu zor ve karmaşık, aynı zamanda gizlice yapılan çalışmaların durdurulabilmesi, herşeyden önce mesele hakkında genel bir şuurlanmadan geçmektedir.

Silahın “patent”ine sahib ülkeler, teknoloji olarak en gelişmiş, Birleşmiş Milletler’de en çok sözü geçen ve birkaçı dışında bizde BATI olarak ifadesini bulan, insan hakları konusunda da mangalda kül bırakmayan ülkelerdir. İşte bu ülkelerden birbirine siyasî-ideolojik bakımdan yakın olan ve bu yüzden her türlü işbirliği içinde bulunanların askerî istihbaratları arasındaki gizli protokoller, bu suçu işleyenler için “güvence” anlamını taşıyor. Birbirlerine siyasî-ideolojik bakımdan nisbeten uzak ama TELEGRAM teknolojisine sahib olanların durumu ise, “tencere dibin kara” tesbitini andırıyor. Kendi açıklarının fâş olma kaygısı yüzünden, kimse kimseye “bu bahiste” sataşamıyor. Buysa, bir bakıma, farklı siyasî ve ideolojik yapıdaki ülkeler arasında “gayriresmî-gizli” bir anlaşma hüviyetine bürünmüş görünüyor.

Dünyadaki tatbikata baktığımızda, TELEGRAM çerçevesindeki projelere katkısı olan –sanayiden, üniversiteden, basından, siyasetten, inşaat sektöründen vs- her sahadaki kişilerin maddî olarak “örtülü ödenek”ten desteklendiğini; hedef kişilere silahı uygulayıcı pozisyonundaki faillerin de genel olarak asker, polis veya istihbaratçı “emir kulları” veya uygulamanın ancak bir yerine kadar mevzuun farkında muhtelif mesleklerden “gönüllü piyonlar” olduğunu görüyoruz. Garibtir ki, “maddî destek görenler” veya “emir kulları” diye işaretlediklerimiz arasında -belki de silahın insanlık dışı vasfı sebebiyle- bir zaman sonra artık gönülsüz olanlar, aynı şekilde meseleyi kurcalamaya kalkışan başka bazılarının hayatı, şübheli ölümlerle son bulmuştur. Daha da garibi, direkt hedefe yakın kimi uygulayıcıların sonu da öyle. Bunların içinde “intihar edenler” ayrı.

Genelde “öldürücü olmayan elektromanyetik silahlar”, özelde TELEGRAM askerî silahı hakkındaki şuurlanma ve şuurlandırma çabalarının önü, silahın aslî sahibi yahud –Türkiye gibi- tatbikçisi ülkelerin bellibaşlı kurumları eliyle, hattâ çoğu zaman kanun marifetiyle kesilmektedir. Bunun aşılabilmesi için, birçok Batı ülkesinde hayranlık uyandırıcı mücadeleler veriliyor. Zor da olsa, Türkiye’de de bunu başarabilecek kişi ve örgütlere ihtiyaç var.

Bu meselenin ülkemiz açısından hallinin, Mirzabeyoğlu’nun durumuna eğilmekten geçtiğini görmek mecburiyetindeyiz. Bu, Mirzabeyoğlu’nun şahsî meselesi değil, temelde insanlığın meselesidir ve gelecekte hâlâ “insan” kalabilmek için hayatî önemdedir.

15 Şubat 2011, Japonya


1  CLONING THE EMOTIONS

By using these computer-enhanced EEGs, scientists can identify and isolate the brain’s low-amplitude “emotion signature clusters”, synthesise them and store them on another computer. In other words, by studying the subtle characteristic brainwave patterns that occur when a subject experiences a particular emotion, scientists have been able to identify the concomitant brainwave pattern and can now duplicate it. “These clusters are then placed on the Silent Sound® carrier frequencies and will silently trigger the occurrence of the same basic emotion in another human being!”

http://uspolitics.tribe.net/thread/79710a72-4e6b-4bb5-8137-efe8351a7aad (25 Kasım 2010).

2  http://zihinkontrol.blogcu.com/beyni-kontrol-eden-vicdana-hukmeder-mi/7399563 (15 Kasım 2010).

http://basin.inonu.edu.tr/haber.php?id=240 (15 Kasım 2010).

3  Eğitim Bilim Dergisi, Mayıs 2002.

4  http://www.washingtontimes.com/news/2008/oct/2/neuroscience-wake-up-call/ (15 Kasım 2010).

5  http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=9524 (15 Kasım 2010).

Bu araştırmanın İngilizceden Türkçeye tercümesine Akademya yazarı Ahmed Eymen tarafından başlanmış olup, Akademya’nın II. Dönem, 3. sayısında tam metin olarak yayınlanacaktır.

6  http://emhdf.com/akwei.html (16 Kasim 2010).

7  http://zihinkontrol.blogcu.com/elektro-manyetik-takip-beyin-kontrolu/883030 (1 Şubat 2011).

8  http://www.ozgurlukprojesi.0catch.com/ct_uk.html (1 Şubat 2011).

9  Oğuz Yıldırım, “Katledilen Bir Zihin Kontrolü Mağduru: Peter Helwig”, Haftalık Baran dergisinden naklen:

http://zihinkontrol.blogcu.com/katletilen-bir-zihin-kontrol-magduru/7801758 (1 Şubat 2011).

2 YORUM

  1. 30 ncı yılıma girdim telegram işkencesiyle.30 yıl telegram işkencesiyle yaşamak ne olduğunun farkındamısın. Mınd cotrol. Doğayı ve insan Doğallığı.seven Bir birey.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR