Bir Tarkowski Klasiği: Stalker (İz Sürücü)

Vak’a ve Karakterler

Meşhur Rus film yönetmeni Tarkowski’nin, sinema tarihinde derin izler bırakmış bir şaheserinden söz etmeye çalışacağız; Stalker, yâni “iz sürücü”den…

Üç ana karakter vardır bu filmde. Stalker -iz sürücü-, Bilimadamı ve Yazar… Film, Stalker’in, Bilimadamı ve Yazar’ı “Zone-Bölge” adı verilen esrarlı bir yere götürmesi ile başlar. Bölge’ye girerler ve uzun, hâdiseli bir yolculuktan sonra, yolculuklarının amacı olan Dilek Odası’na varırlar… Stalker’in evinde uyanması ile başlayan film, yine Stalker’in evine gelip yatağına uzanması ve karısının onun ve kendi hakkında söyledikleri ile son bulur.

Biz, hem kendimiz hem de filmi seyretmemiş okuyucularımıza kolaylık olması bakımından, dört ana başlık altında sunacağız değerlendirmemizi. Sırasıyla, Bölge, Bilimadamı, Yazar ve Stalker…

Bölge

Bilinmeyen bir zamanda Zone-Bölge ismi verilen yere bir göktaşı düşmüştür. Yapılan araştırmalarda hiçbir şey bulunamaz. Yetkililer insanları Bölge’den uzak tutmak ve korkularını artırmak için etrafını tel örgülerle çevirirler. Tel örgüler Bölge’ye olan alâkayı iyice çoğaltır… Bölge’de bulunan Dilek Odası, umudunu kaybetmişlerin ve meraklıların câzibe merkezi olur. Devreye asker-polis girer, kontrol noktaları kurulur ve giriş-çıkışlar tamamen yasaklanır…

Stalker Bölge’ye vardığında, bu mekâna bir canlı gibi davranır; onu duymak, hissetmek ister. Tâbiri câizse “bir canlının çizgilerini taşır” gibi davranır.

Dilek Odası’na gelince… İlk önce aklımıza gelenin aksine, orada her dilek değil, kişinin vicdanının derinliklerindeki dilek-dilekler gerçekleşir… İBDA Mimarı Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun Damlaya Damlaya isimli eserinden, “vicdan”:

“İnsanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan mânevî his. Kendinden geçme. Dalma. Bir şeyi bir hâlde görme, bulma. Duyma, duygu, his. İnanç. Şuur. Bâtın ile hakkı tanımak. Din.”

“Vicdân”ın mânâları içinde “şuur” a rastgelmiş olmamız, Tarkowsky’nin, bizim zannettiğimizden daha da bütün bir filme imza attığını gösteriyor bize; kaldı ki, İBDA Mimarı’nın şu sözü: (Tilki Günlüğü isimli eserini kastederek) “Bu eseri bizzat Tarkowsky’nin okumasını isterdim!”

Bizce Bölge’ye yolculuk, insanın kendi şuuruna doğru yaptığı yolculukla eş değerdir; Bölge’yi saran “tel örgüler”e dâir, Tarkowsky’nin bizim seçtiğimiz bir sözü var:

“Bence çağımızın en üzücü özelliği, sıradan insanın bugün, güzeli ve geçici olmayanı yansıtmakla ilgili olan her şeyden koparılmış olmasıdır. Tüketicilere göre biçilmiş günümüz kitle kültürü,-bir protezler medeniyeti-, ruhları sakatlıyor; insanın kendi varlığı ile ilgili en temel soruları sormasını, bir rûhî varlık olarak kendisinin şuuruna varmasını giderek artan bir şekilde engelliyor.”

Bilim Adamı

Filmin üç karakteri arasında, pek de renkli olmayan bir kimsedir. Bilimadamı, gayet soğukkanlı ve tutarlı gözükür… Yazar’ın, “-Bölge’ye hangi sebeble gidiyorsun?” suâline, “Bilim için!” der. Kapalıdır. Yanında devamlı taşıdığı ve ayrılmak istemediği bir çantası vardır. Dilek Odası’na varıldığında yolculuğunun gâyesi belirir… Çantasında getirdiği nükleer bomba ile Bölge’yi yok edecektir… Gâyesine ulaşamaz… Yazar’la boğuşurlar ve Yazar bombayı parçalara ayırıp, oradaki su birikintisine atar.

Bilimadamı karakteri, İBDA Mimarı’nın “Bir sürü hârikaya rastgeldiği sırada öğle yemeğine giden” dediği, kayıtsız fizikçilere benzer.

Arzettiğimiz gibi, Bölge, insanların ümididir; ümitsiz kimselerin tek ümidi! İşte insanların bu biricik ümidini yok etmek ister Bilimadamı…

Tarkowsky’nin “Bilimadamı”, sadece bir “person-kişi” değil, bu karakterle bütünlenmiş bilim-ilim dünyasını ve tavrını yansıtan bir “persona-kişilik”tir… “Yok etmek” ister. Bombayı imâl ederken de öyleydi! Ne’yi nerede yapacağını çok iyi biliyordu; hangi formülleri kullanacağını, ne yapacağını, bu formüller neticesinde ortaya çıkacak olanı ve onunla ne olacağını… Dilek Odası’na varıldığında karşımıza bir akıl hastası çıkar.

Tarkowskineden hep bu kaygıyı duymaktadır? Erich Fromm’dan bir nakil, bu bakımdan aydınlatıcıdır:

“Burada modern savaşa sebeb daha önceki savaşlarda da görülen müeessirlerin hepsini değil, yalnızca nükleer savaşla ilgili tek bir rûhî meseleyi ele alacağım. Daha önceki savaşların ardında yatan sebeb ne olursa olsun, bunlar -saldırıya karşı savunma, ekonomik çıkarlar, kurtuluş, şan, bir hayat tarzının sürdürülmesi,- nükleer savaş için geçerli olamazlar. İnsanın, ülkesindeki bütün insanların -en azından yarısının- birkaç saat içinde kül olup gittiği, bütün kültür merkezlerinin yıkıldığı, geride sağ kalanların ölenlere gıbta edeceği barbarca (…) bir savaştan sonra, savunmanın da, çıkarların da, kurtuluşun da, şânın da hiçbir anlamı kalmaz.”

Yazar

Hemen söyleyelim, bizce Bilimadamı gibi “yazar” da bir tek şahıs değildir; o, karakteri, tavırları, fikirleri ile bütün bir edebiyat ve felsefe âlemini temsil eder. Onun alkolik ve bitik hâli, felsefenin vardığı ve çıkış noktası bulamadığı yeri anlatır; İBDA Mimarı’nın, meâlen, “mihraksız tümevarımın zafiyetiyle mâlul!” dediğini hatırlamak lâzım…

Bilimadamı, Yazar’a, “ne üzerine yazdığını sorar”… Yazar, “Yazacak bir mevzu kalmadığı için, okuyucular üzerine yazıyorum!” der.

Bilimadamı, “Yoksa ilhâmını mı kaybettin?” şeklinde, soru kalıbında ama içinde cevabı saklı bir karşılık verir.

Yazar, hep bir istihzâ havasındadır: “Eğer bu yüzyıl içinde beni kimse okumayacaksa, niçin yazma zahmetine katlanayım ki?” diye konuşur.

Filmdeki diyaloglar boyunca, Yazar’ın fikirleri durmadan değişir. Bu değişimler, esâsında, belli-başlı ekollerin fikirlerini film boyunca yansıtma çabasıdır… Evvelâ Nihilist bir tavır takınır; sonrasında, “Bir şeyi dilemekte serbestim. Ya dilediğimi dilemekte serbest miyim?” diye sorar. Ve bu “sonra”lar uzar gider… Tarkowsky, Yazar’a böyle bir rol biçmekle, aslında hakikat belirten bir sürü fikrin olduğunu, ama insanların ümidsizliği noktasında bunların pek de doyurucu olmadığını söylemek ister… Ümidimizi kaybetmeyelim; tamam, güzel! Doğrudur; Albert Camus’un dediği gibi, “Bir insanın hayatına bağlanışında dünyanın bütün düşkünlüklerinden daha güçlü bir şey vardır.” Peki ama nedir o “şey”?..

Tarkowsky, Yazar’ın söylediği bir sürü hakikati, öyle güzel jest ve mimiklerle, öyle yerinde ifâde ettirir ki, sonunda onun şu sözlerini hatırlamadan edemeyiz:

Tarkowsky: Bu korkunç bir varsayım… Ne demek istediğinizi anlıyorum; ama söylediklerinize şaşıyorum!.. Erkeğin dünyamız hakkında aynı kuşkuları taşımadığını mı sanıyorsunuz? Erkeğin bu dünyanın efendisi olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz!..

Brezna: Ya kim?

Tarkowsky: O!

Brezna: Nerde o?

Tarkowsky, eliyle yukarıyı (Allah’ı kastediyor) gösteriyor.”

Tarkowsky’nin “protezler medeniyeti” diye adlandırdığı durum, Yazar’ın diyaloglarından birisinde şöyle belirir:

“Hiç kimse bir şey öğrenmek istemiyor. Sadece bir ân önce yiyip bitirmek istiyorlar!”

Yazar: “Bütün bunlar aptalca birisinin icâdı! Tabiî sen kimin icâdı olduğunu bulmak zorundasın… Sebebini de!”

Dilek Odası’na gelindiğinde, içeri girmekten çekinir Yazar; Stalker’i bir duygu sömürücüsü ve ümidsiz insanların bu tarafını istismar eden bir sahtekâr olmakla suçlar… Onu hırpalar, bağırır, çağırır…

Evet, Tarkowsky, Yazar’a “ilhâmını” aratır; esasta, imânını!

Stalker (İz Sürücü)

“Orada -Dilek Odası’nda- sadece dileğin değil, en derinlerdeki dileğin gerçekleşir.” Böyle diyor Stalker… Bölge’nin esrarlı husûsiyetlerini, ancak bir Stalker bilebilir. İnsanlar, ancak bir Stalker’in yardımıyla Bölge’ye girebilir, onun yardımı ile orada yol alabilir… Bir kimse kendi başına Bölge’ye girse bile, nasıl yol alacağını bilemez; Andre Suares’in dediği üzere, “eşiği” geçemez! Geri de dönemez; kaybolur…

Bölge’nin husûsiyetleri bir esrar perdesidir; orada ne olacağı bilinmez; Bölge’deki tuzaklar her an kurulur-bozulur ve yer değiştirir… Bölge, “bir canlının çizgilerini taşır” gibidir. Stalker Bölge’ye vardığında, onu hmek ister. Uzun bir süre görmediğimiz bir kimseyi gördüğümüzde ona davrandığımız gibi davranır Bölge’ye… Bir ân sonra ne olacağını, hangi tuzakların kurulacağını, gerçekte bir Stalker bile bilemez; Stalker kendine hâs özellikleri ile yol gösterir yalnızca.

Zamanında bir Stalker olan “Oklu Kirpi”, Dilek Odası’na girmiştir. Bir hafta içinde zengin olur ama, ardından kendini asarak intihar eder. Film kahramanı Stalker’e göre, “bir Stalker Dilek Odası’na girmemelidir!” Stalker insanların elinden tutar ve Dilek Odası’na götürür; onun görevi budur sadece! Bu iş için pek az bir para alır; zaten aldığı para ancak yol masrafları içindir… Stalker Bölge’ye götüreceği insanları seçer. Bu seçicilik, yolculuk esnâsında bile devam eder…

Bölge’ye gitmesini istemeyen bir karısı ve topal bir de kızı vardır Stalker’in… Karısı onu anlatırken, annesinin, onunla evlenmemesi gerektiğini nasihat ettiğini söyler…

Stalker, bütün bu “kaos” ortamına ve “tel örgüler”e mukâbil, “gerçekliğin peşinde” gidendir! Ne toplum tarafından acz içinde görülmesi(karısının tarifidir) ne de başka bir şey engel olabilir ona!

Stalker Bölge’den döndükten sonra, çok bitkin bir hâlde evine gelir, yatağına uzanır… Karısına “KİMSE İNANMIYOR, KİMSE İNANMAK İSTEMİYOR!” der ağlayarak… Karısı, “Ben sana inanıyorum!” diye cevab verir… Stalker, acı çeker bir hâlde şu karşılığı verir:

“ŞU YAZARLAR VE BİLİM ADAMLARI; KENDİLERİNE ‘ENTELLEKTÜEL’ DİYORLAR… HİÇBİR ŞEYE İNANMIYORLAR. KULLANMADIKLARI BİR ORGANLARI VAR (KALB?). O DA YAVAŞ YAVAŞ ERİYOR!”

Film, Stalker, ailesi ile beraber yürürken, arka planda bir nükleer santralin gözükmesi ile biter.

Yararlanılan Kaynaklar:

1. Salih Mirzabeyoğlu, Sefine “Suver-i Hayâl Âlemi”, İBDA Yay., İstanbul 2003

2. Salih Mirzabeyoğlu, Damlaya Damlaya “Yılanlı Kuyudan Notlar”, İBDA Yay., İstanbul 1997

3. Barry Norman, 100 Film 100 Yönetmen, Yeni Yüzyıl Gazetesi kitabçığı

Aylık Dergisi 65. Sayı – Aralık 2009

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

DAHA FAZLASI