Kıyamet Savaşı Başlıyor

Bundan 75 yıl evvel bir Müslüman Arap entelektüelinin Türkiye’ye, Türkiye’nin Batılılaşma hevesine, ideolojisine üzülerek, içi yanarak, kahrolarak ve tabii iğrenerek bakışını resmeden bir haber-makalesini okuyacaksınız aşağıda…

Bundan önce birkaç lüzumlu cümle kuralım…

O gün bugündür Türkiye bu iğrenç Batılılaşmak emelinden bir türlü vazgeçemedi. Arap ve bütün İslâm âlemi de Türkiye’ye, Türkiye’nin bu iğrenç batılılaşma çabalarına aynı duygularla bakmaya devam etti; ediyor…

Denilebilir ki istenen zaten buydu!

Hayır, istenen bu kadar değildi, isteklerine bu yolla erişeceklerdi. Yolu buldular ama hedefe erişemediler henüz! Evet, Türkiye’nin, Arapların ve bütün İslâm âleminin ve bütün dünyanın bugünkü manzarasına bakarak söyleyebiliriz ki: Hedeflerine ulaşamadılar; çok mesafe katettiler evet, çok büyük zarar verdiler tamam; ama nihâi amaçlarına ulaşamadılar…

Nihâi amaç Judaizmin Dünya Hakimiyeti’dir!

Bu maksatla önümüzdeki günlerde sadece Irak’ı değil başta Türkiye olmak üzere Irak, İran, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır ve Filistin’i yani bütün İslâm coğrafyasını kapsayacak bir nihâi taarruza hazırlanıyor Judaizm. Bir Dünya savaşına hazırlanıyor! Daha öncekilere olduğu gibi bu seferkine “dünya savaşı” veya “emperyalist paylaşım savaşı” demekle casametini ve vehametini anlatabilmiş olamayız.

Bu bir Kıyâmet Savaşı; Kitapların Savaşı!

Hala petrodolar hesabıyla meseleye bakanlar anlayamazlar ne demek istediğimizi; tekrar ediyoruz, bu bir petrodolar savaşı değil Kitapların savaşı olacak. Siz Amerika’nın yaptıklarının ve yapmaya çalıştıklarının askerî, siyâsî, politik, ekonomik, stratejik, taktik ama mâkûl bir izahını yapabiliyor musunuz? Hayır yapamazsınız! Amerikalılar da yapamıyor! Çünkü Necib Fazıl’ın tabiriyle “ahmak fil” Amerika burnunu İsrail’e kaptırmış, o nereye çekerse oraya gidiyor. İsrail’de ise akıl, mantık aramayınız; dünyanın tek şeriat devleti, kitabının tam orta yerinden yürüyor. Herkesin binbir cepheden kendince izahını yapmaya çalıştığı hadiselerin tek izahı budur: Judaizm Tevrat’ta, Talmud’da, Zohar’da kendilerine vadedilen dünya hakimiyetini ilân etme gününün geldiğine inanıyor ve bunun için bu kadar pervasız, bu kadar izahtan vâreste bir şekilde müslümanlara saldırıyor!

Neden Hristiyanlara değil de müslümanlara saldırıyor?

Hristiyanlık diye bir din yok ki! Daha Türkçesi, İsevilik diye bir din kalmadı; Pavlos dini demek belki daha doğru olacak. Judaizmden bağımsız, Judaizme karşı durabilecek, zalime karşı mazlumun yanında yer alabilecek bir Hristiyanlık yok; Hristiyanlık tamamen teslim alınmıştır! Bir avuç gariban Ortodoks da, yani Ortodoksların bir avuç kadarı da kalben müslümanların yanında yer almaktan ve Hazret-i İsa’yı beklemekten başka birşey yapabilmek iktidarında değiller.

TC’nin bütün batılılaşma pratiği İslam’ı da tıpkı Hristiyanlık gibi dünyevileştirmek, paganlaştırmak, Judaistleştirmek pratiğidir. Olmadı! Türkiye’de pişirip Araplara ve bütün İslam alemine yedireceklerdi. Olmadı! Yapamadılar! Ama olmak zorundaydı, çünkü kitapları olacağını yazıyordu; “öyle olmazsa böyle olur” safhasına geçtiler şimdi, silaha sarıldılar; yeryüzünde bir tek müslümana bile tahammülleri yok, anlamıyor musunuz?!

Kemalizmin misyonu bitti!

Evet bugün topyekün silaha sarılmaları gösteriyor ki, Kemalizm gibi her türden batılılaşmacı Judaist ara ideolojilerin misyonu tamamlandı. Bu yüzden TC’nin Batı’nın yanında eski usul saf tutarak ayakta kalma şansı ve ihtimali kalmamıştır.

Çakıltaşı milliyetçilerinin gururlarını incitebilir miyim bilmiyorum; ne çakıltaşı birâder, yarısı gidiyor yarısı; görmüyor musunuz?! Madde plânında yarısı, mânâ plânında ise hepsi gidiyor; görmüyor musunuz sahiden?! Batıcılık en büyük vatan hainliğidir; anlamıyor musunuz hâlâ daha?! Görüyorsunuz da birşey mi yapamıyorsunuz?!

Haklısınız; Kemalizmle olmaz!

Batı’ya karşı Batıcı, Judaizm’e karşı Judaist bir ideolojiyle karşı durulamaz. İşin ideolojik keyfiyeti bir yana, toprağını bölecek olan tehlike (kulağına üfledikleri gibi Doğu’dan değil) Batı’dan geliyor! O halde yapman gereken tek şey var; bugünden tezi yok Kemalizmi ve bütün Batılılaşma politikalarını, Avrupa sözleşmelerini, ABD ve İsraille yaptığın bütün anlaşmaları tarihin çöplüğüne atman; emperyalizme karşı emperyal, Judaizme karşı İslam, Batı’ya karşı Büyük Doğu idealini, ideolojisini kuşanıp taaruza geçmendir! Kitaba sarılanlara karşı Kitabına sarılmandır!

Mevcudiyetinin yegane temeli (O değil!) budur!!!

Bazı filmler filmin en sonundan bir sahneyle başlar, bazı filmler de en başından bir sahneyle biter; öyle veya böyle baştan sonu veya sonda başı kaybedenlerin bu dünyada hayat şansı olmadığını tarih yazıyor! Bu şuurla okunması gereken bir makale şimdi okuyacağınız… Şekip Arslan Bey 24 Mart 1928’de Cenevre’den yazmış; 3 Nisan 1928’de El Ahbar gazetesinde Arapca yayınlanmış… Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi de iş bu makaleyi “Refîk-i Muhterememizden” takdimiyle 11 Mayıs 1928 tarihli Yarın gazetesinde Türkçe olarak neşretmiş. Allah geçmişlerimize Rahmet, geleceğimize de merhamet eylesin…

Buyrun, yüreğiniz burkulmadan okuyabiliyorsanız okuyun!

 

ASYALI DEĞİLLER!

“Silahları Sınırlandırma Kongresi” ismiyle Cenevre’de bir kongre toplandı. Bu toplantıya Rusya ve Amerika ile Cemiyeti Akvâm’a (BM) dahil olmayan devletler de davet edildi. Kongre âzâları toplanıp müzâkerelere başladıktan sonra Rus heyeti resi bu müzakereye Türkiye’nin de iştirâkini teklif etti. Teklif kabul edilerek Türkiye davet edildi. Ve Türkiye’den hâriciye vekîli Tevfik Rüşdü’nün başkanlığında bir heyet geldi. Kongrede yerini alan Tevfik Rüşdü Türkiye’yi kongreye davet eden Rus heyetinin fikirlerine destek çıktı. Bunu eleştirmek için söylemiyoruz; Rusların teklifi de mâkûldü ve sulh taraftarlığı davasında diğer mürâi devletlerin tekliflerinden daha mülâyimdi. Çünkü o devletler silahların sınırlandırılması arzusu ile kendilerini barış havârisi gibi gösteriyorlar ve gerçekte ne ihtiraslarından ne işgâllerinden ne de henüz işgâl edemedikleri memleketler hakkındaki kötü niyetlerinden hiçbir şey feda etmiyorlar; onların silahların sınırlandırılmasından maksadı kendilerini değil diğer devletleri sınırlandırıp kayıt altına almaktır.

Tevfik Rüşdü Rus heyetini teyidde yalnız da değildi, çünkü kendisine nisbetle siyâsî mevkii ve nüfûz gücü çok yüksek olan Alman heyeti de Rus teklifini daha net bir şekilde müdâfaa etmişti.

Buraya kadar hiçbir şey söylemeye hakkımız yok. Lâkin Tevfik Rüşdü bununla yetinmeyerek, elli tane devlet temsilcisi arasında bulunmasını fırsat bilerek, Şarklılıktan teberrî etti. Halbuki Türkiye’nin Asyalı veya Avrupalı olması kongrenin mevzuuyla hiç alâkası olan bir şey değildi. Lakin Ankara ricâli ve bilhassa Tevfik Rüşdü “Asya’dan alakalarını kestiklerini” söyleyerek Avrupalıların sevgisini kazanmaya çalışmakta hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Bu Tevfik Rüşdü’nün birkaç ay evvel bazı Avrupa gazete muhabirlerine:

“Bizim ne Şark ile, ne Şark milletleriyle, ne müslümanlıkla, ne İslamiyetle bir alâkamız yok. Onlarla bütü alâkamızı kestik, kendilerini tanımıyoruz!” diye açıklama yaptığını gazeteler yazdı.

Coğrafyası, tarihi ve herşeyi Şarklı olduğunu gösteren bir Şark devletinin hâriciye nâzırı, ahmaklığı ve belki ihaneti ifade edecek bir şekilde Müslüman Şark milletlerinden teberrî ediyor. Halbuki bilhassa hariciye nâzırları lisanlarına pek ziyade sahip olarak kelimeleri iyice tartmadan söylememek ve en küçük milletlere bile dokunacak şeylerden kaçınmakla mükellef adamlardır. Lakin Şark, Türkiye hariciye nazırının ağzına pek kolay gelmiş, alâkalı alâkasız her fırsatta Şark’tan alâkayı kestiğini ilân ediyor. Bu kongrede de kalktı dedi ki:

“Biz Asyalı değiliz. Çünkü Bosforos (Istanbul Boğazı) Asyayı Avrupa’dan ayırmaz, bilakis rapteder. Türk milletinin bütün tarihi bu coğrafî hakîkati ispat eder. Ve bizim büyük Reisimiz Gazi Mustafa Kemâl, yapmakta olduğu büyük ıslahat faaliyetlerini Avrupa ile Türk milleti arasındaki harsî ve medenî alâkaları teyid ederek tarihî hakikat haline koymuştur. Bu cihetle bizim için zaruri bir esas olduğunu takdir ederek istiklalimizi temine muvaffak olan Reisimiz, vaziyetimizi kopmaz bağlarla metin ve emin bir bir şekle soktuğu cihetle artık kuvvetimize güveniyoruz ve nefsimize hürmet etmeyi biliyoruz. vs.”

Bunu böylece söyledi. Halbuki bu mevzuya dair ondan kimse sormamıştı. Kongrenin müzakere etttiği mesele arasında da böyle bir konu yoktu. Fakat o Avrupalılara yalakalık etmek istiyordu. Bütün hattı hareketiyle bu noktayı takip ediyordu. Şükretmemiz lazım ki Türkiye’nin kuvvetiyle övünürken, âdeti vechile dört beş sene sonra memleket nüfûsunun kırk milyona ulaşacağını söylemedi; Türkistan Tatarlarının Anadolu’ya hicret ederek Anadolu nüfusunun beş senede 13 milyondan 40 milyona çıkacağı hurâfesini bu defa da tekrar ederek muhtelif devletlerin temsilcilerini güldürmedi. Türkistan Tatarlarının Anadolu’ya hicretleri gibi ancak Ankara’da bazı devlet adamlarının kendi aralarında konuşabilecekleri ve daha önce Tevfik Rüştü’den işitilen hurâfe o zaman duyanları çok güldürmüştü.

Her neyse.

Bu defa da Asyalılık Avrupalılık davalarıyla kongrede Avrupa devletlerini temsil eden murahhasların saygısını kazandığına ihtimal vermiyoruz.

Böyle adamlarla ne Avrupalıların Türkiye’ye sevgisi artar, ne Musolini merhamete gelerek Antalya’ya göz koymaktan vazgeçer, ne Yunan intikam fikrinden vazgeçer, ne Bulgar ilk fırsatta Edirne’yi almak arzusundan ferâgat eder, ne Fransız Klikya’yı unutur, ne İngiliz böyle şeylere aldanarak Anadolu’nun bağrında bir Kürdistan tesis etmek tasavvurundan vazgeçer.

Sonra şurasına hayretteyiz ki, Türk milletinin baştan başa tarihi gözönünde iken Türkiye nasıl oluyor da Asyalı olmuyor? Türk milletinin tarihi isbat eder ki bütün Balkanları istilası altına aldı ve Viyana’yı muhasara etti fakat kendileri Asyalı idi. Osmanlı devletinin tarihi isbat eder ki 1877’deki Rus muhârebesine kadar bu devlet Avrupa Kıtası’nda 20 milyon tebâya mâlikti, öyle iken Avrupalılık iddia etmedi. Şimdi Avrupa tarafında ancak bir milyon kadar nüfusu kalan bir Türkiye nasıl Avrupa devleti olabilir? Acaba Tarih ve Coğrafya insanın istediği gibi tahakküm edebileceği bir şahsî malı mıdır? Hangi Şark veya Garp tarihi Türkiye’nin Asyalı olmadığına delalet eder? Ve hangi Coğrafya Edirne vilâyetinin asıl ve Anadolu’nun fer’ olduğunu gösterir?

Evet Şarklılardan alâkalarını keserek frenkleşmek istiyorlar ve bunu kurtuluş yolu zannediyorlar. Avrupalılık heves ve meczupluğunun onlarda ziyâdesiyle mevcud olduğunu kabul ediyoruz lâkin Türk halkının kendisini Avrupa’nın düşmanlığından kurtarabileceğine inanmıyoruz.

Asrî ve müterakki olmak için Asya’dan, Şark’tan ve bunlara mümâsil evsaftan teberrî eylemek iktizâ ettiğine gelince; Türkiye ne kadar terakki etse Japonya’nın seviyesine yetişemez. Böyleyken bu defa da Japonların “Asyalı değiliz” yahud “Şark milletlerinden değiliz” dediği vâki olmuş mudur? Belki orada Asya ve Şark milletlerini birleştirmek için tesis olunmuş bir cemiyet bile vardır.

Tevfik Rüşdü’nün böyle bir devletler topluluğunda Türkiye namına sarfettiği söz bütün Asya milletlerinin nefretini çeker fakat bir tane Avrupalıyı bile cezbetmez. Çünkü Avrupalılar Tarihi de Coğrafyayı da bilirler.

Mustafa Kemal Ankara’da kıyam ederken irad ettiği nutkunda:

“Biz yüz milyon Türküz ve yüz milyon da Arap kardeşlerimiz var!” dediğini unuttu galiba. Evet o nutuklar Yunanlılarla muharebeleri nihayet bulmazdan evvel idi. Lakin ne de olsa söylendi ve gazetelerde zabt ve tescil edildi. Acaba Mustafa Kemal o zamanlar övünerek intisap ettiği yüz milyon Türk, yüz milyon Arap Avrupa milletlerinden miydi?

Biz necip Türk milletinin büyük çoğunluğu itibariyle Türkiye hâriciye nâzırının ağzından mükerreren sadır olan bu gibi soğuk açıklamalardan müteessir olacağını takdir ediyoruz. Lakin böyle adamların: “Kendimize saygı duymayı öğrendik!” demeleri doğru olmadığını söylemek istiyoruz. Çünkü vatanını ve aslını inkar edenler kendilerine saygı duymayanlardır!

14.8.2002 / Nisi

Kaynak: “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR