Yahudilik ve İsrail’in “Rezerv Devleti” Türkiye

Yahudi her devrin haini, kendi peygamberlerini katledecek derecede hain, yılan gibi sokup sonra âniden çekilen, ikiyüzlü, inatçı ve bukalemun suretli bir topluluk… Sızdığı, yerleştiği veya ele geçirmek istediği yere her türlü tuzak, hile, kadın, rüşvetle yaklaşarak; en alçak ve sinsi yollarla iktisadî, siyasî, içtimaî ve kültürel baskı kurmak için çalışan çıkarcı bir kavim…

Sayıları az ve dağınık olarak yaşamalarına rağmen, milletlerarası seviyede örgütlenmeleri ve birbirlerini koruyucu ve kollayıcı dayanışmaları sayesinde kendilerinden daha güçlü milletlere ve devletlere güç yetiren millet… Her bir Yahudi, aynı zamanda bu örgütlenmenin bir parçası ve ferdidir, her nerede ve ne şekilde olursa olsun hiç fark etmez. İçte oluş “sırlar âlemi” gibi bir durum arz ederken, dışta her türlü çirkefin, ifadenin, belirişin mümessili olan bu millet, yerinde fahişe, yerinde komünist, yerinde İslamcı, yerinde tüccar, yerinde liberal, yerinde Parti başkanı, yerinde asker, yerinde yazar kılığındadır. Bunda da Yahudi’nin hiçbir ölçüsü, hiçbir engeli yoktur. “Her şey İsrail için, Yahudilik için” anlayışı dışında inandıkları bir dâvâları ve ahlâkları da yoktur. Bu yüzden bir gün bir kadın olup menfaati için her çeşit fuhuş tezgâhında rol alır, bir gün erkek fahişelik rolünde gay-homo rolünde en pis işlere bulaşır, bir gün hırsız, bir gün en katı eylemci, bir gün müfteri ve yalancı, bir gün işçi yandaşı, bir gün patron olur… Her kılık meşrudur bunlarda, yılanlık dâhil…

İSRAİL ÇETESİNİN İLK NÜVESİ

Tarihten bir yaprak aralamakta fayda var:

“Siyonist hareket, asıl olarak I. Siyonist Kongre’de kurulan Dünya Siyonist Örgütü (WZO) tarafından yönetildi. Herzl’in 1905’teki ölümünün ardından 1911’e dek David Wolffsohn, o tarihten 1920’ye dek ise Otto Warburg WZO’yu yönetti. Bu tarihten sonra ise WZO’nun liderliği 1946 yılına dek (1931-1935 yılları arasındaki Nahum Sokolow dönemi hariç) ünlü Chaim Weizmann tarafından yönetildi. Weizmann’in sağ kolu ise David Ben Gurion‘du. Zaten bu ikili İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık koltuklarını paylaştılar.

WZO, genel olarak sosyal demokrat/sosyalist eğilimliydi. Buna karşın WZO liderlerinin en yakın ilişkiler içinde olduğu ülke her zaman İngiltere olmuştur. (WZO’nun Almanya kolu olan ZVfD’nin Naziler’le olan işbirliği kuşkusuz mümkün olduğunca gizli bir biçimde yürütülmüştü). Ancak zamanla WZO içinde muhalif bir kanat gelişti. Bu kanat, örgütte yaygın olan solcu eğilime karşın sağcı, hatta faşizan eğilimlere sahibti ve örgütün İngiltere’ye olan sempati ve bağlılığını benimsemiyordu. Liderliğini Vladimir Jabotinsky (solda) adlı bir Rus Yahudisinin yaptığı bu akım, kısa süre sonra Revizyonist Siyonizm olarak anılmaya başlandı. 1920’lerin ortalarında başlayan görüş ayrılığının giderek büyümesi sonucunda, Revizyonistler 1933 yılında WZO’dan ayrılarak Yeni Siyonist Örgüt (New Zionist Organization—NZO) adlı kendi örgütlerini kurdular.”

Örgütlülük… Dağınık bir milyar insandansa onbin örgütlenmiş kişi daha yeğdir. Buğday sapları misâli, her biri tek başına zayıf ve güçsüz ama, yüzlerce buğday sapı bir arada güçlü ve kuvvetli, yıkılmaz ve çözülmez… Yahudi, zekâsını kendini örgütlemekte kullanırken, aynı zamanda başka milletlerin nizamını bozmakta, örgütlerini (devletlerini) dağıtmakta, dünya görüşlerini kirletmekte, fikirsiz ve cahil topluluklar yetiştirmekte de kullanmaktadır. Bir nevi diğer milletlerin zekâsını köreltmek, tecrübe ve kabiliyetlerini iğdiş etmek, dil ve düşünce dünyalarını iğfal etmektedir.

SİNSİ YAHUDİ

Yahudi, kendisi dışındakilerin kanını dökmeye ve ortadan kaldırmaya başvurmadan önce, ilk elde onların parçalanıp yıkılarak yok olmasında temel vazifelerini kolaylaştıracak ruhî, kültürel ve maddî planda bir hegemonyaya sahib olmak arzusundadır.  Maddî yönden Yahudiler yeterince mala, altına ve bu nisbette çok milletli şirketlere, bankalara, Avrupa ve Amerika ülkelerinin ekonomisine tahakküm eden birçok malî kuruluşa sahibtirler. Yine servet, makam, sahte inanç, sahte dava şuuru ile milletlerin geleceğinde rol oynayabilecek kapasitede meşhur şahsiyetleri de ele geçirmekte mahirdirler. Bilinen bir misâli, ele geçirilmeyen adamın kimliği, niçini üzerine bin defa tekrar tekrar yazılsa yeridir hesabı, II. Abdülhamit Han Hazretlerine Yahudilerin yaptığı teklifi vermek mevzumuzu açıcı olacaktır.

I. Abdülhamit Han Hazretlerinden Filistin’den bir parça toprak isteyen, bunun karşılığında Osmanlı Devletinin tüm dış borçlarını ödeme taahhüdünde bulunan Yahudiye karşı II. Abdülhamit Han Hazretlerinin 1901’de verdiği muhteşem cevab:

“(Theodor) Herzl’e Filistin’i isteme konusunda ciddi bir adım atmaması gerektiğini öğütleyiniz. Çünkü ben Filistin topraklarının bir karışından bile vazgeçemem. Bu topraklar benim mülküm değildir. Bilakis buraları Müslüman ümmetine aittir. O yüzden Yahudiler Filistin’i almak için teklif ettikleri milyonları ceplerine koysunlar. Zaten bir gün  gelir de hilafet devleti parçalanırsa muhakkak o zaman Filistin’i bedava alabilirler. Ama ben hâlâ yaşıyorum. Bedenime saplanan hançerin verdiği acı bana hilafet devletinden alınmış bir Filistin’i görmekten daha az acı verir. Bu kesinlikle gerçekleşmeyecek bir istektir. Biz hayatta olduğumuz hâlde, vücudumuzun parçalanmasına asla müsaade etmeyeceğiz.”

I. Abdülhamit Han, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çıkardığı ve tarihe 31 Mart Vak’ası diye geçen isyandan sonra tahttan indirilmiştir. 31 Mart isyanını çıkaranlar ve kışkırtanlar malûm olduğu üzere çoğunluğu Yahudi ve dönmelerden müteşekkil İttihat ve Terakki Cemiyeti mensubları veya onların yönlendirdiği kimselerdi. Daha sonra padişahın tahttan indirilmesine de yine bu cemiyet karar verdi ve tebliğ edenlerin başında Emanuel Karaso adlı Yahudi de vardı. İlginç olan, bu kararı tebliğ eden heyetin içinde bir tek Türk olmayışı. «Osmanlı ahalisini temsilen padişahın karşısına çıktığını iddia eden böyle bir heyette, ahalinin ana unsurunu teşkil eden ve devletin yönetimini resmiyette elinde tutan önemli bir etnik unsuru temsil eden bir tek kişinin bulunmaması dikkat çekiciydi. Padişah da bu durum karşısında şu ifadeyi kullanmıştı: “Bir Türk padişahına, 33 sene bu makamda bulunmuş İslâm halifesine hal’ kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?”» (Lütfi Simavi, Sultan Mehmed Reşad Han’ın ve Halefinin Sarayında Gördüklerim)

Emanuel Karaso… Bu Yahudi üzerinde dikkatle durmak gerek… Gerek Jöntürk Hareketi’nin ve gerekse İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ortaya çıkmasında ve yayılmasında önemli rol oynayanlardan biri olan bu Yahudi aynı zamanda Makedonya Rizorta Locası adlı mason locasının üstad-ı azamıydı. Bu locanın merkezi, o zaman nüfusunun yarıya yakın bir kısmı (180 bin kişiden 80 bin kişi) Yahudi olan Selanik’teydi ve İtalya’daki mason localarına bağlıydı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin pis işlerinde paravan ve kurye görevi gören bu Yahudi, Osmanlı Devleti içinde yaşanan gelişmeleri Avrupa ülkelerine ve Avrupa’daki mason localarına bildirecek kadar Osmanlı ve İslâm düşmanı idi. Emanuel Karaso, sonraki dönemlerde, önce Selanik’ten, sonra da İstanbul’dan olmak üzere 1908, 1912 ve 1914 yıllarında gerçekleştirilen seçimlerde üç kez ardarda milletvekili olmuş ve I. Dünya Savaş esnasında da kendini iaşe müfettişliğine seçtirmiştir.

Savaş boyunca Osmanlıyı arkadan vurma çabası bir tarafa (Libya’nın İtalyanlar tarafından işgal edilmesine yardımcı olması), inanılmaz desise ve hilelerle çok büyük servetler edinmiştir. İtalya’ya yaptığı yardımın açığa çıkmasıyla tüm servetini alarak gizlice Osmanlı Devleti sınırlarını terk eden Karaso, Siyonizmin en önemli temsilcilerinden biri olarak İtalya vatandaşı olur. Bugünkü Yahudilerin ve Sabetayist dönmelerin servetlerinin kaynağı anlaşılıyor herhalde. Mehmetçik savaşırken onlar devletin kasasını boşaltmakla, milleti soymakla meşguldüler.

Yahudiler; makam, mal, servet, kadın, şehvet unsurlarını kullanarak birilerini elde edemedikleri veya başarı sağlayamadıklarında, tehdit, şantaj, suikast, övme, ödüllendirme yoluna başvururlar. Bu, çoğu kimseyi alçaltan, yok sayan, dışlayan bir metoddur, çirkin bir silahtır. Öyle ki bazı şahsiyetleri kandırmada para-makam kâr etmiyorsa, sayılamayacak kadar bolca verdikleri birtakım “bilimsel ödüller” (Nobel Ödülü, Barış Ödülü, Oscar Ödülü vs.) ve yine birçok ilim adamı ve siyasetçinin övücü yazılar ile yüceltilmesi sağlanarak, Yahudilik idealine hizmet etmesini sağlarlar. Yine, bazı dindar şahsiyetlerin, onlara birtakım sapık dinî imajlar vererek, olduklarından farklı görünmeleri sağlanarak, insanların inançları kirletilir ve inançları nezdinde eylemde bulunmaları engellenir. Dolayısıyla, satın alabildiklerini alma dışında, satın alamadıklarını da fonksiyonsuz kılma şeklinde programlı ve projeli bir dava güdücülüğü peşindedirler.

Yahudi, her kılıkta, her kıvamda, her pisliğin içinde, hiçbir ölçüsü ve ahlâkî anlayışı olmadan, davasının gerçekleşmesi istikametinde durmaksızın faaliyet hâlinde… Devlet-i Âliye’yi içten içe kavuran yarım aydınların istikametsiz ve ruhsuz hürriyet arayışları, Yahudi’nin süslü iktidar ve medeniyet senaryolarının kıskacında… Jöntürkler, İttihat ve Terakki Partisi belirişleri, Batılılaşmış aydınların kendini inkâr eden “meşrutiyet” arzuları vs. her biri, Yahudi’nin yönetime sızmasının Truva atları… Artık masonluk, mandacılık, misyonerlik, Tanzimat fermanıyla birlikte gelen azınlıkların iktidara yürüyüşleri vs., Osmanlı’nın üstüne gelmeye başlayan Tsunami’nin, sel öncüleri…

İlki ve sanırız en önemlisi, 1909 senesinde II. Abdülhamit Han Hazretlerinin tahttan indirilişidir… Önemiyse şöyle: II. Abdülhamit Han Hazretlerinin tahttan uzaklaştırılıp yerine İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin mücrimlerinin geçmesiyle, İslâm âlemine birbiri peşisıra musibetler yağmaya başlar… Artık devâsâ bir engel Yahudilerin önünden kalkmıştır. Nihayetinde, II. Abdülhamit Han Hazretlerinin tahttan indirilmesinden hemen sonra, İstanbul’a Yahudi ve mason hâkimiyetinin yerleşmesi akabinde, parçalama operasyonuna girişilerek milliyetçilik akımlarına hız verilmesi, etnik kavgaların artırılması, İttihat ve Terakki eliyle Osmanlı Devletine “tebâyı sadıka” şeklinde hizmet veren milletlere politik kışkırtmalar yapılması, aynı parti vasıtası ile Turancılık gibi sakat anlayışların yüceltilmesi vs. başlamıştır.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin başını çeken Ahmet Rıza, Enver Paşa, Talat Bey ve Nazım Bey, mason localarından aldıkları telkinlerle, Filistin’e Yahudi göçünün Osmanlı devletine yarar sağlayacağını iddia ediyorlardı.  Zaten Selanik mason localarının temel hedeflerinden biri, Filistin topraklarına Yahudilerin yerleştirilmesinin önündeki engelleri kaldırmaktı ve en büyük engel ise II. Abdülhamit Han’dı. II. Abdülhamit Han tahttan indirilince, Yahudi göçünün önündeki bu en büyük engel de böylece kaldırılmış oldu.

KAVMİYETÇİLİK HASTALIĞI

Yahudi, her devrin haini… Unutulmaması gereken hakikat, her bir Yahudiden bahsettiğimizdir. Her bir Yahudi’den… Nidüğü belli olmayan, samimi olup olmadığı kestirilemeyen, onlarca yıl bir yılan hüviyetindeyken sadakat rolü oynayabilen, fırsatını bulduğunda en ölümcül zehrini kusan Yahudi’den… Arab milliyetçiliğini yaygınlaştıran o, Türk milliyetçiliğini yaygınlaştıran o… Türk’ü Arab’a, Arab’ı Türk’e sevdirmeyen, nefret ettiren o… Yazan o, çizen o… Kendini Türklüğün savunucusu gibi gösteren Moiz o, Lawrence o… Her dem kovulması gereken, görüldüğü yerde necis görülmüş gibi temizlenmesi gereken, hiçbir şartta ve ortamda yaşamasına ve bulunmasına imkân verilmemesi gereken o. Öyle ki; “Arab Devletleri Birliği” de Yahudi icadıdır. Nasıl ki; Turancılık bir Yahudi icadıdır ve Turancılık ideali ile aldatılan ve oyalanan güruha Osmanlı Devleti gibi bin Turan’a bedel bir devlet yıktırılmış ise, aynı şekilde “Arab Devletleri Birliği” anlayışı ile de Arab devletlerinin tükenişi resmedilmektedir. Bilinmesi gereken bir şey vardır ki, İslâmsız Arab, İslâmsız Türk, İslâmsız Kürt, bir hiçtir. Arablar, Türkler, Kürtler, ancak İslâma dönmekle ve tevhidi anlamakla kendilerini Yahudilerin bu tuzaklarından kurtarabilirler.

Yahudiler, Amerika Birleşik Devletleri ile Amerika’da; Fransız, İngiliz, İtalyan emperyalizmi ile Avrupa’da; Komünizm devrimi ile birlikte Doğu’da hakimiyetlerini tam rayına oturtunca, Filistin’de devletlerini kurmaya teşebbüs ederler. Bunların önündeki en büyük engel Osmanlı Devleti idi ve onu binbir dalavere ile ekarte edince iş, bu topraklar üzerinde kurulan irili ufaklı devletlerin ikna edilmesine ve tepkisizleştirilmesine gelmişti. Bunun tecrübe edilmiş örneği Anadolu’da kurulmuş devletti. Nihayetinde bu devleti, hilafeti kaldırarak İsviçre’den getirdiği kanunlara göre yöneten kurucularının birçoğu, II. Abdülhamid’i 1909 senesinde tahttan indirme planını yapan İttihat ve Terakki cemiyetinin en bariz ve seçkin üyelerindendi.

YAHUDİ ÇANAKKALE’DE

Yahudi, hep davasının peşinde, her ân ve her yerde… Diline kemik yok, ruhuna sadakat… O sadece davasına sadık… İhanet ona şerbet gibi…

Yer Çanakkale, Gelibolu savaşları… Yahudi, İngilizden yana savaş meydanında… Ekmeğini yediği, suyunu içtiği, sofrasına oturduğu Mehmetçiği sırtından vurmakta pek mahir… Gaye, İngilizler aracılığı ile Filistin’den bir avuç toprak almak… Suriye Yahudilerinden Mısır’a kaçan bir grub Yahudi’den (ki bunların kaçış sebebi de İngilizler lehine casusluk yapıyor oluşları, tıpkı İstanbul’daki Yahudiler gibi) 500 asker, 20 subay ve  750 katırdan oluşan bir alayla gönüllü olarak Gelibolu’da Osmanlı Devleti’ne karşı savaşanların safına katılır. Bu hadise aynı yıllarda Yahudilerin Hitleri diye anılan Jabodinisky’nin diliyle şöyle ifade edilecektir: “Eğer biz, 2 Kasım 1917’de Balfour Bildirisi ile Filistin’de yurt edinme konusunda söz aldıksa, buna ulaşan yol, Gelibolu’dan geçmiştir.”

1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti parçalanırken, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Arab topluluğu 22 devlete bölündü. Oysa aynı Yahudiler, İngiltere’yi kullanarak 1945 yılında Mısır’ın liderliğinde Arab Devletleri Birliği kurulmasını sağlamıştı. Hileler, desiseler, bahaneler, yalanlar, ihtiraslar…

CUMHURİYET DÖNEMİ YAHUDİLER

Selanik, Yahudilerin ve Sebetayist diye adlandırılan dönmelerin barınağı, merkezi… Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, 1924’te gerçekleştirilen Ahali Mübadelesi ile bu nüfusun büyük bir kısmı İstanbul’a taşınır. Soyadı kanunu ile görünmezleştirilen Yahudiler ve dönmeler artık yavaş yavaş ülkenin yönetiminde, bürokrasisinde, iktisadî hayatında söz sahibi olmaya başlarlar.

Bunlardan belki en ilginç isim, Türk milliyetçiliğinin teorisyenlerinden olan Munis Tekinalp’tir. Tekinalp, Dönmeler yani Sabetaycılar kesimine mensub bir ailedendir ve asıl adı Mois Kohen‘dir ki, bu zât aynı zamanda M. Kemal’in özel doktorlarındandı. Bir başka isim de, yine Mustafa Kemal‘in özel doktorlarından olan Abravaya Marmaralı‘dır. Bu kişi aynı zamanda bir dönem Meclisi Mebusan’da milletvekilliği yapmıştır. Yine bir başka vekil ise, yedinci dönem milletvekillerinden Avram Galanti’dir. Bu zat Osmanlı döneminde de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aktif ve ileri gelen elemanlarındandı.

İsmet İnönü’yü parmağında oynatacak kadar İnönü’ye sırnaşan, Lozan’ı fesat yumağı hâlinde ters yüz eden Haim Naum ise bir başka cebheden aktif bir zâttı.

Günümüzde Türkiye’de 25 bin kadar Yahudi bulunmaktadır. II. Dünya Savaşı’na kadar Türkiye’de 150 bin Yahudi olduğu sanılıyordu. Ancak sayısı 100 bin civarında olduğu söylenen Sebetayist dönmeler ve Masonik dernekler vasıtasıyla örgütledikleri onbinlerce kişi bunun dışındadır.

SOYKIRIM MASALI

Yahudi’nin tarihi yalan doludur, fitne doludur. En büyük yalanları Soykırım yalanıdır. Son dönem yapılan araştırmalar Yahudi soykırımı masalının gerçek dışı olduğunu ortaya koymaktadır. Hele Naziler tarafından “gaz odalarında” imha edildiğini anlatan İsrail-Yahudi menşe’li resmî tarih hikâyesi bütünüyle bir peri masalıdır.

«Yahudi soykırımı masalı, 1960’lı yıllardan sonra bazı değişimci tarihçilerin ve araştırmacıların ortaya koyduğu bulgularla çürümeye başladı. Önce, Naziler’in 6 milyon Yahudi öldürdükleri iddiasının yalan olduğu ortaya çıkartıldı; Naziler ellerine geçen tüm Yahudileri öldürmüş olsalar bile bu rakama ulaşmazlardı, Yahudi nüfusu ile ilgili istatistikler bunu gösteriyordu.

Kısa süre sonra Nazi toplama kamplarındaki öldürme amaçlı “gaz odaları”nın da birer tezgâh olduğuna dair deliller ortaya çıkmaya başladı. Bu konudaki çalışmaların en önemlisi, Amerikalı mühendis Fred Leuchter‘in hazırladığı ve önsözünü ünlü tarihçi David Irving‘in kaleme aldığı, The Leuchter Report: The First Forensic Examination of Auschwitz (Leuchter Raporu: Auschwitz’in Ilk Adlî İncelenişi) adlı rapordu. Fred Leuchter, Amerika’da idam amaçlı kullanılan gaz odaları konusunda uzman bir mühendisti. 1988 yılında, Nazi toplama kamplarında Soykırım yaşanmadığını önü süren ve bu nedenle de Kanada’da mahkeme önüne çıkarılan Ernst Zündel, Leuchter ile bağlantıya geçti. Zündel, bu “gaz odası uzmanı”nı gidip toplama kamplarının en ünlüsü olan Auschwitz’deki “gaz odaları”nı incelemeye ikna etti. Leuchter Auschwitz’e, Birkenau ve Majdanek’e gitti, uzun incelemeler yaptı ve “gaz odası” olarak tanıtılan yerlerin gerçekten bu amaçla kullanılmış olmasının imkânsız olduğunu açıklayan ünlü raporunu yazdı.

Daha pek çok araştırmacı ve tarihçi Nazi toplama kamplarında Yahudilerin imha edilmediğini, yalnızca işçi olarak çalıştırıldıklarını belgeleyen çalışmalar ortaya koydular. Buna göre, Naziler hiçbir zaman Yahudileri imha etmeyi düşünmemişler, aksine işçi olarak çalıştırdıkları bu insanları hayatta tutabilmek için büyük bir çaba harcamışlardı. Bariz bir “Yahudi hakimiyeti” altındaki Hollywood ise Soykırım filmleri yoluyla tüm bir dünyayı II. Dünya Savaşı sırasında bir Yahudi soykırımı yaşandığına ikna etti.» (Masonik Düzen)

NETİCE

Yahudi’nin, en küçük topluluğa tahammülü yoktur… İktidarının kaynağı ve gücünün hikmeti! burada. En küçük topluluk olan aile’ye bile olsa… Bu strateji gereği milletler etnik grublara; etnik grublar bölge ve şehirlere bölünür; toplumlar siyasî olarak ideolojilere, sınıflara; iktisadî olarak kışkırtıcı liberalist hırslara sokulur; fuhuş, uyuşturucu, eğlence tam gaz sürdürülür. Yahudi’nin bankacılık, silah sanayi, medya, içki ve uyuşturucu ticareti, ahlâkın bozulması yolunda karşısına çıkan en büyük engelci şuur, Müslümanlar ve İslâm dinidir. Bu mânâda Batıcılık, Yahudicilik demektir. Emperyalizmin en büyük mümessili Yahudi’dir, Siyonizm’dir. Emperyalizme son vermek Yahudi İktidarına son vermekle aynı şeydir. O kadar açık bir durum söz konusudur ki, Yahudi’yle savaşmadan Emperyalizm’le savaşılmış olunmaz. Bugün Anadolu’yu sömürgecilerin elinden kurtarmak isteyen, emperyalist saldırılara karşı savunmak isteyen, her bir toprağı ve suyu işgal etmiş güçle hesablaşmak isteyen, önce şu sorunun cevabını vermelidir: Türkiye’yi yöneten Yahudiler kim? Sahi siz kendi kendinizi yönettiğinizi ve Türkiye’yi bir Türk Devleti mi sanıyordunuz? Yahudilerin ilk devleti neresi? Yahut biraz daha abartısız soralım: Türkiye İsrail’in rezerv devleti midir, değil midir?

Türkiye yönetiminde Yahudi etkisi; Yahudi, Sebetayist dönme, Masonlar ve servet makam düşkünleri şeklinde cereyan etmektedir. Sebetayistler üzerine çok yazıldı çizildi, biz yeni bir şey ekleyecek değiliz lâkin, şunu ifade etmekte fayda görüyoruz ki; Sabetayistler Müslüman kimlikli Yahudi olmalarına rağmen, resmen “Musevîliğe geçmesi” İsrail Sefarad ve Askenaz hahambaşılıkları tarafından reddedilmektedir. Bunun sebebi, buna izin verildiği takdirde Müslüman Türk halkının durumu görüp uyanmasından ve “Türkiye’nin İsrail’in rezerv devleti olma” durumunun değişmesinden korkulmasıdır; dolayısıyla, kararın temeli dinî değil, bizce tamamen siyasîdir ve Türkiye’de kurulu Yahudi-Sebetayist hegemonyaya zarar verme endişesinden kaynaklanmaktadır. Bu hususta izlenen en kirli yol dezenformasyondur. Dün “soyadı kanunu” ile yapılan dezenformasyon, bugünlerde herkesi ve herşeyi birbirine karıştırarak mevzuu sulandırma ve kendilerini görünmezleştirme şeklinde sürmektedir.

Hesablaşma vakti yaklaştıkça, kim kiminle hesablaşacak, kuklalar ve gerçek vatanseverler kimlerdir, birbir açığa çıkıyor. Bugün İslâma söverek emperyalizme karşı çıktığını sanan-sandıran zevât, saman altından İsrail’e, ABD’ye işbirliği mesajı gönderirken hangi ihanet çukurunun dibinde debelenmektedir? Hangi şantaj kuyusunda desise aramakta ve gölgelerle savaşır gibi, emperyalizme kafa tutmaktadır?! Oysa emperyalizme karşı en samimi davranış, topyekûn Anadolu’yu arkasına alıp Yahudi’yi bu ülkenin topraklarından, ticaretinden, kültüründen, bürokrasisinden söküp atmaktır. Nitekim biz bunu yapmak emelindeyiz.

Aylık Dergisi, Nisan 2010

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!