Herşeyimden olduğu gibi kitaplarımdan da muhâcirim, bir kedim ve muhafaza etmeye çalıştığım bir hafızam var sadece; bu yüzden, yanılmıyorsam eğer, “Dil ve Anlayış” isimli eserinde K, şöyle bir örnek veriyordu: (Meâlen) “Bir ayağı çukurda” deyimini bir yabancıya söylesek, yabancı, bir ayağı basbayağı çukura girmiş bir adam hayâl eder; yani anlamaz.
Aynen bunun gibi bir duruma ben de düştüm. Atina’da, bir işporta tezgahında görüp satın aldığım Theodorakis-Livaneli ikilisinin kasetini dinlettiğim dil öğretmenim, kaseti birkaç günlüğüne istedi ve ilâve etti: Θα γράψω (Tha grâpso)… Yazacakmış!? Bir an boş bulundum ve sordum: Nasıl yani?
Bir dizi kelime örnekledi “yazmak” fiilinden:
Γραφέας-Graféas: Yazıcı. Γραφείο-Grafîo: Yazıhâne, Büro. Γραφειοκράτης-Grafiokrâtis: Bürokrat. Γραφειοκρατία-Grafiokratîa: Bürokrasi. Γεωγραφία-Geografîa: Coğrafya. Γεωγραφώ-Geografô: Topoğrafyasını çıkarmak. Τηλέγραφος-Tilégragos: Telgraf. Φωτογραφία-Fotografîa: Fotoğraf. Γραμμάριο-Grammârio: Gram. Γραμματέας-Grammatéas: Sekreter. Γραμμάτιο-Grammâtio: Senet, bono. Γραμματολογία-Grammatolôgia: Edebiyat, Edebiyat tarihi. Γραμμένος-Gramménos: Yazılmış, Çizgileri güzel. Γραμμόφωνο-Grammôfono: Gramofon, pikab. Γραμμή-Grammî: Çizgi, Hat, Satır, Dize. Γράμμα-Grâmma: Harf, Mektub. Υπογράμμιση-İpogrâmmisi: Altını çizmek, Vurgulamak. Υπογραφή-İpografî: İmza. Γραφή-Grafî: Yazı. Γραφολογία-Grafologîa: Yazıbilim. Γράφω-Grâfo: Yazmak, Kaydetmek…
“Yazmak”, Türkçemizde de “kaydetmek”tir aslında!
Yazmak, hafızamızı koruyup geliştirmektir!
Yazmak, unutmamak ve unutturmamaktır!
Yazmayarak, yani yazı (kayıt) etmeyerek yazık ettiklerimize ise “eyvah”!..
Değerli “Editör”ümüzün, hepimizi, bir “pedagog” inceliği ile yazdırmaya çalışması bu yüzden…
“Zararın neresinden dönülürse kârdır”; dönelim ve bir şey yazalım şu hâlde: “Bir ayağı çukurda”!
– Kim, bir ayağı çukurda olan?
– Kemalist-Militer yapılanma!
AKP’nin zaferi belli olur olmaz, TC’nin Atina başkonsolosu, Yunan gazetecileri arayarak, (ben bunlardan birinin yalancısıyım) “of di rikord” kulis yapıyor; “Hiç sevinmeyin, kim iktidar olursa olsun, Türkiye’de ordunun dediği olur” diyor… Ama gerçek hiç de öyle görünmüyor. Bu tür acizlik alâmeti kıvranışlardan medet umar duruma düşmüşler. Kıbrıs ellerinden gidiyor; bir zamanlar gazetelere “Ya Taksim Ya Ölüm” manşetleri attıran, gençliği bu sloganlarla meydanlara süren o “derin” güçten eser yok şimdi. Ülkenin büyük gazeteleri, manşetleri bir zamanlar “karargâh”tan gelen telefonlarla yazılan bütün gazeteler şimdi Brüksel’den ve Vaşington’dan gelen mesajları manşete çekiyorlar; “verelim kurtulalım” diyorlar.
Yaklaşık 15 yıl önceydi; Flâma Kültür Merkezi’nde, slaytlar eşliğinde “Filistin ve İşkence” isimli konferans veriliyor… Balon gibi şişirilmiş bir görüntü düşüyor beyaz perdeye; “İşte” diyor K, “Senin gücün bu! Adamlar uçağının yedek lastiğini vermese, yerinden bile kalkamazsın!”
“Türkiye’yi Ergenekon’a tıkmak için Judaizm tarafından bir ara ideoloji olarak üretilip dayatılan Kemalizm’in miâdının artık dolduğunu, şimdi Kemâlizmi de tasfiye ederek Türk’ü Ergenekon’da boğma safhasına gelindiğini söylüyoruz. İşte bu noktada Kemalizmi, sanki kurtuluşçu bir ideoloji imiş gibi görme serabı yaşayanlar varsa hâlâ, tekrar edelim: Kemalizm Ergenekon’a tıkılma ideolojisi idi, Ergenekon’dan çıkış rehberi olamaz! Evet şimdi Kemalizmin de miâdı doldu, tasfiye edilecek. Kemalist kadroların, AKP’yi, Batı’nın Kemalizmi tasfiye operasyonunun bir parçası olarak görmeleri büsbütün boş değil. (…) Bizimkilerin, bütün İslâm dünyasına örnek Türk modeli diye tanımladıkları, yıllardır Batı pazarında ‘aman bize desteğinizi kesmeyin, yoksa İslamcılar gelir’ dedikleri yani İslâm satarak ayakta tutmaya çalıştıkları ve 11 Eylül rüzgârına tutunarak yeniden yelkenlerini şişirmeye kalktıkları Kemalizm balonunun havası kontrollü bir şekilde alınıyor şimdi. Çünkü Kemalizm bir model filân değildi aslında, dipçik zoruyla halka dayatılmıştı ve ancak ordu gücüyle ayakta durabiliyordu. Böyle bir yapılanma, Judaizmin İslam dünyasına yönelik hazırlandığı kıyâmet savaşı öncesinde hiç de tekin bir dayanak değildi. Türkiye’de orduya rağmen tek ve tartışılmaz bir güç vardı: İslâm! Şu halde müslümanların içine bir Truva atıyla bizzat girmeli ve Kemalizm’in tersinden direniş üreten baskıcılığı yerine, etkili bir uyuşturucu verilmeliydi müslüman halka. Bu Truva atının adı AKP. Bu tanımı AKP’ye bir suçlama olarak söylemiyorum. AKP’ye eleştirilerimi mahfuz tutarak, dış güçlerin AKP üzerinden ne yapmaya çalıştıklarını dile getiriyorum sadece. Kemalist kemik yapılanma da bu realiteyi görüyor, cepheden karşı duramayacağını ise biliyor, o da hızla adam yerleştirmeye çalışıyor AKP’ye; Tayyip ve -hanımları başörtülü- kurmay kadrosunun ayaklarını kaydırmayı hesaplıyor.”
Bu tesbitler, seçimlerden bir ay önce yayınlandı Akademya’da. Daha fazla izah etmek gerekmiyor aslında, ABD-İsrail, İslâm dünyasına yönelik topyekûn bir saldırının arefesinde yeni bir model deniyor simdi Türkiye’de. İnanıyor ve ümid ediyoruz ki Bağdad’dan dönecek, ayaklarına dolanacak bir hesap bu; ve yeryüzündeki son tangosu olacak Judaizmin!.. Fakat şimdilik hesap bu: Liberâl, lâik, demokrat, dünya ile (Judaizmle yani) barışık, göstermelik bir İslâm! Bağdat’ın ve Kudüs’ün kapılarını açmak için bir anahtar gerekiyordu (Kemalizm ise anahtar filan değil paslı bir demir demir parçası artık, kuburdan başka hiçbir deliğe uymuyor), kendi ne olursa olsun ama adı İslâm olan bir anahtar model gerekiyordu; AKP’ye biçilen misyon işte budur. 28 Şubat’ın pratisyenlerinden, Sabataist Çevik Bir meselâ, işte bu yeni plânın propagandistliğini yapıyor şimdi de. Rusya «Çeçenistan», Çin «Doğu Türkistan» (yani öyle Asya bloğu filan hikâye), AB ise Ermeni, Kürt, Yunan (Kıbrıs, Ege) ve azınlık (Fener, Halki vb) meseleler ile Kopenhag kriterlerinin uygulanması şartıyla bu plâna evet demiş durumda.
Ordusu ve milletiyle zaten bölünmüş bir Türkiye’nin bu uluslararası plâna karşı durabilmesi, bozabilmesi mümkün değil!
Ordusu ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü kuramamış bir ülkenin, «ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü» koruyabildiği bir örnek yok dünya tarihinde!
Kuruluşundan bugüne «irticâî ve bölücü güçler» diye topyekûn düşman ilân ettikleri halkla, Anadolu’yla bütünleşemezlerse, sine-i millete dönemezlerse “bölünmek” nasıl olurmuş görecekler yakında!
Ergenekon’dan çıkmak istiyorlarsa şâyet, tek yolu bu; çıkacaklar ve diyecekler ki:
«Ey halkımız, biz sana 80 yıldır zulmettik, millî ve mânevî değerlerine saldırdık, mukaddesâtını ayaklar altına aldık, namusunu ve onurunu çiğnedik-çiğnettik, maddî değerlerini çalıp çırptık, ülkenin yer altı ve yer üstü kaynakları yağmaladık, 80 yıldır hiçbir cephede savaşa girmedik ama hep seninle savaşarak memleketi yangın yerine çevirdik… ÖZÜR DİLERİZ; İKTİDAR SENİNDİR; SİLÂHLARIMIZ EMRİNDEDİR!»
Bunu kim diyecek?
Önce içte, ihtilâl çapında bir hesaplaşma kaçınılmaz görünüyor! Çünkü homojen bir güç yok aslında ortada; sözde bağımsızlıkçı (Kemalizmi bağımsızlıkçılık zanneden) saf Kemalist, Sabataist, Alevî, Ülkücü, Çeçen ve Büyük Doğucu kadrolaşmalar var. İdeolojik kodrolaşmalar yanında mafyatik çeteleşmeler de var. Dış angajmanlar var. Var, var, var; «yok» yok!..
Yazıyoruz; ki ülkeye de, kendilerine de yazık etmesinler!!!
(…)
15.11.2002 / Nisi
Kaynak: “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005