Câzibe

Günümüzde (ve geçmişte de) Fizik teorileri hep aynı noktada zorlandı ve ona ihtiyaç duydu hattâ onun sath-ı mâilinden hiç mi hiç kurtulamadı. El’ân Kemâkan (yani hâlen de öyledir). Aslında, sâdece Fizik değil, herşey onunla boğuşuyor fakat bu işin Herküllüğünü Fizik ilmi yaptığı için, onun gözüne çok daha fazla batıyor. Bu bir kâbus mu, tatlı bir rüyâ mı yoksa kaskatı gerçeklik mi? Peki ‘O’ diye bahsettiğimiz şey neyin nesi? Ve neden bu kadar mühim ve belirleyici (mi)? Onun adı ‘ÇEKİM’ eskilerin deyişiyle (ben de bunu seviyorum) ‘CÂZİBE’ ve İlmî ifâdesiyle ‘GRAVİTATİON’ (İngilizce ‘Graviteyşın’, Fransızca ‘Gravitasyon’ biçiminde okuyoruz). Tâ, en eski edebî, mitolojik ve tarihî metinlerden günümüze kadar sayısız, ünlü-ünsüz yazar çizer, san’atkâr, ilim adamı, filozof, ideolog ‘Câzibe’nin ‘çekim’ine kapılmışlar.

Bugün dahi, en son Fizik teorileri onun, tâbir-i âmiyâne ile, ‘esir’i konumundalar. Meselâ, Plasma teorisi, meselâ Unified Field(s) teorisi, meselâ Karadelik teorisi, izâfiyet teorisi vs. Hepsi, Gravitasyon’un ağzının içine bakıyor. Ηerşeye parmağını sokan Eski Yunan, Çekim’e de el atmış. Yunanca Ελξις (Elksis) veya Βαρύτης (Varîtis) kelimeleri kullanılıyor. Elksis kelimesi, eski Yunanca ‘Ελκώ’ (Elkô) ve Ελκύω (Elkîo) fiillerinden mülhem. Her ikisi de ‘çekmek-cezbetmek’ mânâsına geliyor. Daha da geri gittiğimizde tahmin erdebileceğiniz gibi ‘Ερύω’ (Erîo) fiiliyle karşılaşıyoruz. Onun da mânâsı (Yakınına çekmek, yanına çekmek, cezbetmek). Eρως (Eros) kelimesi de bu fiilden mülhem ve ‘Câzibe’ mânâsına geliyor. Bu kelimenin birinci derece akrabalarından olan başka bir kelime de Eρωτας (Erotas) yani ‘Aşk’. Erotas, Eρασος (Erasos)dan, o da Eραμαι (Erame)den yani (Sevmek)den geliyor. Hind-Avrupa dilinde, Selk veyâ Swelk (çekmek), Toharca ‘Sâlk’, Arnavutça ‘Helq’, Latince ‘Sulcus’ (oluk), Yunanca’nın Eol lehçesinde ‘Olkôs’, eski Slavca ‘Vléko’ (çekmek, cezbetmek mânâsına). Türkçe’deki ‘Helqe’ kelimesinin de, Olkôs, Vléko ve Helq kavramlarıyla alâkası var. Gravitasyon kelimesi ise, Latince ‘Ağırlık’ mânâsına gelen ‘Gravitas’ kelimesinden mülhem.

Evet, ‘CAZİBE’, ‘Aşk’ ve Oluk (Helqe). Helqe yani Kova, yani kuyudan (Sulcus da denebilir, oluktan) su ÇEKMEK! He-Lam-Kaf-Vav yani E-L-K-O etrafında şekilleniyor ‘Câzibe’. O kadar mühim bir kavram ki câzibe, hep ıskalıyoruz! Etrafında dolaşıp duruyoruz. Zannımca, İBDA Mimarı, önümüzdeki eserinde bu ‘Câzibe’ mevzuunu merkeze koyacaktır. Hiqmeti bilinmez amma, belki de tarihten günümüze ‘Câzibe’ hâdisesinin hâlâ büyük bir muamma olması, onun sahneye en son çıkacak olan baş aktör (her mânâda) olmasıyla alâkalı olabilir. Ve Hz. Mehdî (A.S) ve Ruhullah (A.S) da bu ‘Câzibe’nin merkezleri, çekim merkezleri. Câzibeyi zevken idrâk… Şair de diyor ya, ‘Aşkin aldı benden beni…’. O Aşk- O Câzibe kimi, kendinden alıp götürmez ki, hangi yılanlı-yılansız kuyulara düşürmez ki ve hangi kovalarla çekilmez ki, vakt eriştiğinde… Vaktin erişmekte olduğunu, herşeyin ve herkesin yavaş yavaş kıpırdanmakta olmasından, Hâdisat’ın ve Tabiat’ın altüstoluşlarından fakat daha önemlisi şahsımdaki gayr-ı ihtiyârî olan değişikliklerden çıkarabiliyorum. Küçük de olsa bazı işâretler benim gibi bir köpek taslağına bile dokunup geçiyor, ikâz edildiğimi farkedebiliyorum. Varın siz tasavvur edin, üstün insanlara, yüce şahsiyetlere, ÜST DİL-ÜST MÂNA-ÜST SUUR seviyelerinde taht kurmuş zevâta kimbilir nasıl aksediyordur bu durum ve dahi ne büyük bir keyftir o… Kimbilir cennet lisânı olan hakikî Süryânîce bilen Mastorlar benim bu yazılarıma bakıp, daha 40 fırın ekmek yemeniz lâzım deyip, tebessüm ediyorlardır. Derler ya, kimi Melâike’nin (Hazret-i İlliyun, Alun Melekleri veyâ Tahtiyyun-Taht Melekleri gibi) sahası ve dolayısıyla da varlığı öylesine kapsamlıdır ki, onlar insan dahil birçok mevcudatın varlığından haberdâr değildirler. Teşbihte hata olmaz, bunlar ‘Mazruf’u örten ‘Zarf’ hüqmündedir kuşkusuz ve ‘La ya’lemun gaibi illallah’ hükmü de ortadadır.

Εκσταση (Ekstasi) kelimesi Yunanca ‘Cezbe’ mânâsına. Dünya dillerine de ‘narkotik’ bir muhtevâ ile girdi. Modern insanın cezbeye müthiş ihtiyacı var fakat menbaını bilmediğinden ancak ‘Ekstasi’ ile ‘cezbe’ye varabiliyor yani yapay ve geçici bir metodla. O nedenle, büyük câzibeleri ıskalıyor, imgelerden öteye geçemiyor.

Fizik dünyasında en son çıkan (32. baskısı) ve Gravitasyon mevzuunda en şumûllü eserlerden biri, Charles W: Missner, Kip S. Thorne ve John Archibald Wheeler’ın kaleme aldıkları 1279 sahifelik ‘GRAVİTATİON’ isimli 2002, New York baskısı bir eser. Masamda duruyor, arasıra başvuruyorum. Siyah kapaklı ve ön kapağının üzerinde bir elmayla bir büyüteç-ayna eskizi var ve elma Riemann uzayını temsil ediyor. Eser, Fizik ilminde kariyer seviyesinde olanlara hitâb eden ‘Grand Science’ tâbir ettiğimiz nev’îden büyük ilm muhitleri için ehemmiyetli bir referans. Bahs ve kısımları arasında, Uzay-zaman fiziği, Düz uzay-zaman’da fizik, EM Alan, EMizm ve Difransiyel formlar, Stress-Enerji tensoru ve Korunum yasaları, Stress-Enerji tensor simetrisi, İvmelenmiş gözlemciler, Fermi-Walker tetradı, eğilmiş uzay-zaman matematiği, eğilmiş uzay-zaman lisânında Newton çekimi, Riemann geometrisi vs…

Câzibe (Çekim-Gravitasyon) Kâinat’ı eğer (büker) ve birarada tutar. Yani sokakta yürüyebilmemizi, uzaya savrulup gitmemizi, hücrelerimize kadar darmadağın olmamızı engelleyen kuvvet işte bu gravitasyon. İşte hem çok bilinen hem de sırrı tam olarak çözülemeyen gravitasyon, daima aşağıya ve kütle merkezine doğru cezbeder mevcudatı. Bir diğer hususiyeti de, sâdece ‘Dalgacık-Wave’ karakterinde olmasıdır. Çekimin tanecik özelliği tesbit edilebilmiş değildir. Deme ki, gravitasyonun ‘Kütlesi-Mass’ yoktur ve bu nedenle de algılanamaz. ‘Αίθηρ-Ethir-Ether-Esir’ gibi davranır.

Gravitasyon hadd-i zâtında zaif bir kuvvettir, meselâ atomun içinde hiç hissedilmez ancak, bu atomlar akümüle olunca (kümeleşip birikince, toplaşınca), dev yıldızları ve galaksileri meydana getirince, gravitasyon müthiş bir kuvvet olarak kendini gösterir. Kütle (Mass) arttıkça ve en son tahlilde, Gravitasyon’un Kâinat’ı çökerterek (collapse) Kıyâmet’i örgütlemesi beklenir. Çöken (collapse) bir Kâinat’ın bir Kozmik Karadelik’e odaklanması beklenir. O Karadelik’ten yutulacaktır zira. Bu Kozmik Karadelik’in (Kıyâmet Karadeliği) kritik yarıçapı haricinde kalan Gravitasyon dalgaları (yutulmaktan kurtulan dalgalar-escaped gravitational waves) Kâinat’ın haricine, Yarıçap dâhilinde kalan Gravitasyon dalgaları ise (captured Gravitational waves) ‘Diğer Kâinat’a (Alternative Universe) geçerler.Bu ikisinin toplamına (Kaçıp kurtulan dalgalar+Tutsak olan dalgalar) Schwarzschild Işıması (Schwarzscild Radiation) adı verilir. Bu Işıma’nın kemmiyeti ise Kâinat’ın Madde-Enerji kütlesine (Matter-Energy Mass) eşittir. Yani, bir Kâinat mesâbesindedir.

Tabiatın diğer 3 kuvveti hem çekim hem de itim fonksiyonu görürken, Gravitasyon sâdece çekim fonksiyonu görür. Bu nedenle, birbirlerinin etkilerini, ya katlarlar veya sıfırlayıp yok ederler. Gravitasyon ise, kütlesi olmadığından dolayı algılanamaz. Yine dolayısıyla, Gravitasyon diğer 3 kuvveti yıldızlar seviyesinde alteder ve yıldızı çökertip (collapse) yokoluşuna sebeb olur. Böylrlikle, Beyaz cüceler, Pulsarlar ve Karadelikler meydana gelirler. Karadelikler, Gravitasyon’un tek hâkim otorite olduğu ve direkt bir câzibe kaynağıdır. Karadelikler, âdeta, ‘parçacığı olmayan’ Gravitasyon’un ‘parçacık’ görevini yaparlar ve bu bir ‘Complement Fixation-Tümleç Sâbitleme’una benzer.

Schwarzschild Işıması’na eşdeğer bir Gravitasyon enerjisi Entropi özelliği göstermediği için, Gravitasyon’un yalnızca Karadelik yüzeyinde olduğunu belirten ‘Karadelik İndirgenemez Yüzey Çekim Enerjisi’ olduğu netleşmekte ve Karadelikler’in, sâdece bu indirgenemez yüzey enerjisinden oluşan ‘Karaboşluklar’ olduğu görülmektedir. Entropisi olmayan bu Gravitasyon alanı manyetik etkiyle birleşerek, ses, ışık, ısı, uzay-zaman, yıldız vs. ne bulursa soğurup emmekte ve ardındaki tünelden (berzahtan) başka planlardaki Kâinatlar’a fırlatmaktadır.

Karadelikler, Gravitasyonel dalgaların (gravitational waves) şiddetini azaltırlar fakat bu dalgaları tamâmen yutamazlar. Eğer Karadelikler gözlenebilirse, Yaradılış’da zuhur eden ‘Schwarzschild Işıması’ ölçülebilir ve bu Gravitasyon’dan arta kalan Işıma, Kâinat’taki ‘Saklı’ kütleyi (eşdeyişle Gölge Madde’yi-Shadow Mass) tesbit etmemizi sağlayacaktır.

Gravitasyon’un tuhaflıkları vardır; meselâ, tabiî atom ünitelerinde, mikro ölçekli kütlelerin çekim sâbiti r: 5,902×10-39 yarıçapında çekim faaliyeti yeni bir buuda tâbî olur. Planck Sâbiti’nin altında, başka bir faaliyet tarzı 10-36 cm. olarak tesbit edilmiş ‘nihaî sıkışma’ sahasında, çekim ortadan kalkmaktadır. Aksi hâlde sonsuz bir sıkışma meydana gelecek ve en son tahlilde Kâinat o mesâfeye kadar büzüşecek ve bir daha genişleme fırsatı bulamayacaktı.

Laplace şöyle der:

“Dünyayla aynı dansiteye (özgül ağırlığa) sahib ve çapı Güneş’ten 250 defa geniş olan parlak bir yıldız, çekiminin neticesi olarak, ışınlarının bize ulaşmasına izin veremeyecektir; böylelikle, kâinattaki en geniş parlak vücudların (cisimler, varlıklar), bu sebeble görünmez olabilmeleri mümkündür” (1798).

Yukarıda zikrettiğim eserin 872-75 sahifelerinde (33. Başlık-Karadelikler) bir diyalog var. Bu diyaloga özetle bir göz atalım:

Sagredus-Karadelikler hakkındaki bütün bu konuşma neyin nesidir? Bir dış gözlemci bir yıldız çöküşünü gözlediğinde, onu, relativistik evreye kadar ulaşana kadar zımnen daima yükselen bir hızda görür. Bilâhare, yavaşlar görünür ve ufkunun tam dışında ‘donar’ (Çekimsel Nısf-Kutr: Gravitational Radius). Mamafih, gözlemci ne kadar beklese de, yıldızın daha ileriki davranışını asla göremez. Görüntüden hiç çıkmayan (ortadan kaybolmayan) böyle donuk bir nesneye hangi mantıkla ‘karadelik’ ismi verilebilir?

Salvatius-‘Karadelik’ ismini ayrı tutalım. Evvelâ ‘siyahlık’ı kabul edelim. Kesinlikle, hiçbir şey bir karadelik’ten daha ‘kara’ olamaz. Çöken yıldızın donduğunu belirten çok kızıl taşınım, aynı zamanda, onu koyultabilir de (karartadabilir) ve ‘kara’ da kılar. Birinin, fotonların ketumiyyetini ıskaladığı bir yerde, devamlılık (taqribinde) yaklaşmasında, uzak mesâfeli gözlemcilerin aldığı ışınımın (radiation) şiddeti, zaman içinde cebirsel ifâde olarak azalır. Fotonların ketumiyyeti onları daha da siyah kılar. Yıldızın, kendi ufkuyla çakışmasından evvel yayılan foton sayısı sonludur. Böylece, cebirsel ifâdeyle çürüme (bozunma) süregider. Yıldız loşlaşmaya (donmaya) başladıktan sâdece 10-3 (M/M) sâniye sonra, neticede, uzak mesâfedeki gözlemciye daima ulaşacak olan son fotondur. Ondan sonra hiçbirşey ortaya çıkmaz. Yıldız, yalnızca ‘temel olarak siyah’ değil ‘mutlak ve kesinkes siyahtır’”.

Evet, Âlem müthiş bir câzibe temelinde varlığını idâme ettiriyor; felekler, güneşler, parçacıklar, dalgacıklar, ruh ve madde, hücreler, atomaltı varlıklar özcesi herşey ‘CÂZİBE’ye tâbî…

Kaynak: H.A. “Akademya’ya Doğru Sitesi”, 2001-2005 (2010 öncesi arşiv makalelerimizde yazarlarımızın adları, açık isimleriyle yayınlandıklarında makalelerini yeniden tashih ihtiyacı duyabilecekleri ihtimaline nazaran, yazarlarımızın talebi olmadıkça sadece isimlerinin baş harfleriyle paylaşılmakta, böylece bu önemli ve değerli arşivimizden kamuoyunun istifadesi amaçlanmaktadır.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi giriniz!